Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 24 MAYIS 2008 CUMARTESİ Silkinin ve kendinize gelin Cédric Klapisch Cannes’ın ‘Sosyal Vizyon’u UĞUR HÜKÜM Fransızların çok yönlü kültür adamı yazar, çizer, tiyatrocu ve sinemacı Jean Cocteau (18891963) 7. sanatı şöyle tanımlamış: “Sinema, mürekkebi aydınlık/ışık olan modern yazı(m)dır.” İnsanlık, 2. Dünya Savaşı‘ndan sonra yeniden doğarken dönemin aydınları, insanları ‘öbürsü günlere gülen bir toplum’ ideali ve umuduyla yazıyor, üretiyor, yaşıyorlardı. Sinemacı aydınların ezici çoğunluğu daha güzel bir toplum şekillendirebilmek amacıyla sinemayı araç, kamerayı silah biçiminde kullanmaya başladılar. Hatta bir dönem “Sanat için Sinema” deyişi bir hakaret ifadesine dönüştü. Fakat “Toplum için Sinema” kavramı neoliberalizmin özgürlükle, gericiliğin gelenek ve geçmişe sahip çıkmakla özdeşleşmesi, eşanlamlaşması sürecinde, son 3035 yılda değer ve gücünü yitirdi. 21. yüzyıla girerken toplumsal, siyasi bir sinema sanatından adeta alçak sesle konuşmak zorunda kalınıyordu. Halbuki Ken Loach, Claude Chabrol, Michael Moore gibi yönetmenler; Arjantin, Hindistan, Güney Kore ve İsrail gibi ülkelerde genç nesiller fevkalade eleştirel yaklaşımla sosyal ve politik hassasiyetli eserler üretmeğe ve ilerlemenin evrensel diyalektiğine başka biçimlerle sahip çıkmağa başlamışlardı. Tartışmanın ve bakışların boyutları değişmiş, çeşitlenmişti. Mücadele sürüyordu. İşte bu çerçevede iniş ve çıkışlara, popüler ve ticari üretimin, Hollywood sineması ve yerel/bölgesel taklitlerinin olağanüstü ağırlığı ve kitlesel cazibesine karşın (ve yanısıra) özgünlüğü ve tazeliğini hiç yitirmeyen Cannes buluşmaları her yıl yeni, yaratıcı bir dizi oluşuma destek sağlamaya, tramplen olmaya devam ediyordu. Bu tarz yapılanmalardan bir tanesi de festivale koşut düzenlenen bir sürü faaliyetten “Visions Sociales / Sosyal Vizyonlar” isimli şenlikti. Barbaros Özoktar (gitar), Onur Özgönül (vokal), Emir Celt (davul) ve Muratay Özkan’nın (bas) yer aldığı “Pickpocket”ın sekiz yıldır beklenen “Hayalle Gerçek Arasında” adlı ilk albümü müzik raflarında yerini aldı. 2003 yılında “Kurban”ın solisti Deniz Yılmaz’ın stüdyosunda kaydettiği “Just wait for me” parçası ile Roxy müzik yarışmasına BERİL katılan grup, o yıl 8.si düzenlenen “Efes Dark ZAMAN Müzik Günleri”nde, hem birincilik ödülünü, hem de “Efes Dark Özel Ödülü”nü kazandı. Kazandığı ödüllerden sonra birçok konser, festival, TV ve radyo programlarında yer almaya başlayan “Pickpocket”in müziğinde asilik ve agresiflik var. Türkiye’de alışılmışın dışında olan müziklerine toplumsal olaylara konu olmuş olguları içeren şarkı sözleri ekleyen idealist “Pickpocket” ile geciken albüm, söylemek istedikleri ve müzik hakkında konuştuk. 2000’de kurulan bir grup olarak albüm yapmak için neden bu kadar beklediniz? Onur: Baştan savma bir albüm çıkarmak istemediğimiz için en iyi zamanı kollayıp en iyi kişilerle çalışmak istedik. Dört sene kadar İngilizce müzik yaptık, fakat albümün İngilizce çıkmasını tercih etmedik. O nedenle uzunca bir süredir de Türkçe müzik yapıyoruz. Şarkıları toparlayıp aralarından eledikten sonra da seçtiklerimizi bir albümde toplamaya karar verdik. Bir iki senedir zaten aktif olarak prodüktörlerle ve yapım şirketleriyle görüşüyorduk. En son virüs müzikle anlaştık; Ümit Kuzer ve Martin Spencer’la. Kafamıza en çok yatan insanlar da onlar oldu. Kaan: Bir çok albüm teklifi almıştık daha önce. Fakat bütün o teklif verenler müziğimizden taviz vermemizi istediler, biz bu konuda çok idealist davranıp kendimizden taviz vermeden beklemeyi tercih ettik. Muratay: Bu kadar beklememizin bir sebebi de bizim bazı şeylere tam hazır olmayışımızdı. Bunca zaman içerisinde eksiklerimizi anca kapattık. Aceleye getirmedik, çok da geç kalmadık albüm için. artık! Pickpocket’in asilik ve agresiflik içeren müziği toplumsal olaylara bir tepki. Grup üyelerinin insanlara da bir çağrısı var İŞİMİZ ZOR İngilizce yaptığınız eski parçaları başka bir albümde toplamayı düşünüyorsunuz? Yoksa sadece o parçaları konserlerde mi dinleyebileceğiz? Onur: Türkçe müzik yapmaya başlayınca İngilizce şarkıları Türkçe’ye çevirmek istemedik. Çünkü onlar İngilizce güzeldi; İngilizce kalmalıydılar. Türkçe müzik yapmaya ağırlık verdiğimiz için de İngilizce parçalarımız ikinci plana attık diyebilirim. Konserlerde de bir süredir çalmıyoruz. Ama bu hiç bir zaman değerlendirmeyeceğiz anlamına gelmiyor. Parçalar hâlâ bizim, hâlâ varlar. Stüdyoya girdiğimizde arada bir hâlâ çalıyoruz. İlerde sahnede de bir kısmını çalmayı planlıyoruz. Kayıtları için bir şey diyemem... Muratay: Kalkıp da ilk önce İngilizceleri devam ettirmek yerine kendi dilimizden parçaları bir yapalım istedik. İlk aşamada önce kendi dilimizden parçalar olsun İngilizce parçalar yanında olsun. Popüler kültürün hegemonyası altında kalan müzik piyasında ayakta kalmaya çalışmanın zorlukları neler? Muratay: Muhakkak sıkıntı olacak. Bu müziği dinleyenler azınlık gibi gözüküyor ama Türkiye’de bu böyle. Yurtdışında bu müziğin seveni çok. O yüzden durumun çok kötü olduğunu düşünmüyorum. Emir: Tabii ki zorlukları var. Türkiye’de insanların çok alışık olmadığı bir şey yapıyoruz. Bu anlamda biraz zor işimiz, ama biz kendimize bu konuda güveniyoruz. Şimdilik aldığımız tepkiler de iyi. Her zaman da böyle davranmaya devam edeceğiz. ‘YASAKLAMAK YASAKTIR’ “Sosyal Vizyonlar” bu yıl gerek festival içinde gerek ülke çapında kutlanan, anılan ‘1968 Mayısı’ kazanımlarından biri, Fransa’da 10 ücretliden fazla çalıştıran her işletmenin kurmakla yükümlü olduğu, ilk kez 1945’te yasallaşan İşyeri Komiteleri’nin (İK) kazanımlarının uzantısı bir faaliyetti. İK işyerinin bugünü ve yarını konularında işveren ve yöneticilerin her önemli aşamada başvurması, görüş hatta örneğin toplu işten çıkartmalar gibi hassas konularda onayı alınması gereken bir işyeri kurumudur. Yöneticileri, işyerinde örgütlü sendikaların gösterdiği adaylar arasından iki yıllığına doğrudan çalışanlar tarafından seçiliyordu. İK’nın asli görevlerinden ilki çalışanların sosyal hayatına katkıda bulunmak, onlara ayrıcalıklı sınıfların sahip olduğu kültürel, sportif ve sosyal bazı olanakları sağlamaktı. Bütçesi işverenlerin ödemek zorunda olduğu işyerinde çalışanların toplam maaşlarının yüzde 1’ine eşit bir ödentiden sağlanıyordu. Fransa’nın en büyük şirketlerinin İK’leri milyonlarca avroluk bütçelere sahiptiler. Saydamlığı zorunlu bu kaynaklar bazı durumlarda yalnızca kendi çalışanlarına değil, işyerinin varlık nedenini borçlu olduğu kamuya yönelik işler de yapıyorlardı. Fransız ElektrikGaz Kurumu EDFGDF’in yaklaşık 500 milyon avro bütçeli İşyeri Komitesi, yani kısa adıyla CCAS, 3234 kişiyi profesyonel çalıştırıyor, 2004 sonu itibariyle (son resmi rakamı) 90 bin aile ve 38 bini çocuk toplam 676 bin 826 kişiye hizmet veriyordu. 10 yıldır festival süresinde çeşitli gösterimlerden alınan özel izinle herkese açık ‘sosyal hassasiyetli’ filmler gösteren CCAS, başka İK’ların da katılımıyla 6 yıl önce “Sosyal Vizyonlar” başlıklı, giderek kurumsallaşan bir paralel şenlik başlattı. 1725 Mayıs tarihlerinde düzenlenen şenliğin 2008 sloganları tamamen ‘68 Mayısı’ sloganlarından oluşuyordu. “Gerçekçi olun, olanaksızı talep edin. Yasaklamak yasaktır. Plaj kaldırım taşlarının altındadır...” Cannes kenti içindeki sinema salonlarında gösterilen, bedava izlenebilecek 20 film bir kez daha ‘Ana Festival’e katılan mevcut eserler arasından seçilmişti. Tartışma, sohbet, sergi gibi faaliyetlerin bu seneki konusu tahmin edebileceğiniz gibi ‘68 Mayısı’ydı. O siniri ortaya çıkarmak istiyoruz Yaptığınız müziğin türünü ne olarak adlandırabiliriz? Kaan: İlla bir tür belirlememiz istenirse ‘posthardcore’ denebilir. Bir tür belirlemeye çok da yanaşmıyoruz. Onur: Müzik yapmaya başladığımızda ‘posthardcore’ yapalım ya da ‘metal’ yapalım diye düşünmedik. Stüdyoya girip müziğimizi çalmaya başladık. Baktık müziğimiz ‘posthardcore’a yakın duruyor. Muratay: Aslında müziği türe ayırmak yerine biz yapalım; dinleyenler de tarzı yakıştırsın. Kaan: Tabii dinleyiciler sınıflandırsın. İsteyen ‘hardcore’ desin, isteyen ‘punk.’ Emir: Bir de sınıflandırmak neden? Ben müzik dinlerken tarzlarına göre dinlemiyorum. Pickpocket, protest müziği ile ne anlatıyor? Onur: Herkesin bildiği konuları mecazi bir şekilde anlatmaya çalışıyoruz. Muratay: Mesela aşkı işlerken bile insanların bildiği üslupla değil de kızgınlıkla veya biraz öfkeyle onu ifade ediyoruz. Onur: Müziğimiz asilik ve agresiflik barındırıyor açıkçası. Şarkı sözlerimiz ne kadar duygusal bile olsa, o siniri ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Bir iki tane şarkımız duygusal, genelde toplumsal olaylara konu olmuş olguları içeriyor şarkı sözlerimiz. Bu sözleri yazarken başka birinin yerine koyup kendimi, onun hissettiklerini anlamaya çalışıyorum. Dinleyicilerin de bunu hissetmesini istiyorum. O öfkeyi, siniri yatıştırmadan, her şarkıda rahat bir şekilde bağırabilirim. Muratay: İnsanların dinleyince kendilerinden bir şeyler bulabileceği şeylerden bahsediyoruz. Onur: Çok sorunlu bir ülkede yaşıyoruz bence, herkes bütün sorunun farkında sadece sesini çıkartmıyor. Sesinizi duyurmak için iyi bir araç müzik ve rock müzik sesinizi duyurmanız için olanak sağlıyor. Bu tarz bir müziğe böyle sözler daha çok yakışıyor açıkçası. Biz de bu müzikle dinleyicilerimize “bakın bu sorunların farkındasınız zaten, silkinin ve kendinize gelin artık” demek istiyoruz. Kaan: Dans bilmediğimiz için müzikle anlatıyoruz derdimizi. Muratay: Bizim yaptığımız daha çok içimizden geleni söylemek. Söylediğimiz şeyi kendi aramızda nasıl söylüyorsak bunu şarkılarımızda da böyle ifade etmek istiyoruz. Bir parçanın oluşumu nasıl oluyor? Muratay: Asıl işi aslında Onur yapıyor. Onur: Önce ben sözleri yazıyorum. Bu esnada beste çalışması da başlamış oluyor. Sonra sözlere oturup hep beraber bakıp beğenmediğimiz yerleri değiştiriyoruz. Herkes kendi fikrini söylüyor. Böylece ben de onların davullarına, baslarına, gitarlarına karışabiliyorum açıkçası. Herkes her konuda söz sahibi bizim grupta. Peki yakın dönem planları neler? Klip parçası belli mi ya da konser programlarınız? Onur: Sponsor olarak Böcek Yapım’la anlaştık. Klip parçası ‘Kork Benden’ olacak, ama detaylar sürpriz olsun istiyoruz. Şu ana dek belli olan şu, 6 Temmuz’da gerçekleşecek Masstival’de çalacağız. Gelen teklifleri de değerlendiriyoruz. Stüdyoya girip içimizden gelenleri çalmaya devam ediyoruz. Seneler geçtikçe müziğimize yenilikler katmaya devam edeceğiz. Pickpocet’i www.pickpocketband.com adresinden takip edebilirsiniz. ÇALIŞANLARI DÜNYASININ TEMSİLCİLERİ Kendilerini Cannes Film Festivali’nde, haklı ve yerinde bir ifadeyle “Çalışanlar dünyasının temsilcileri” şeklinde tanımlayan ‘Sosyal Vizyoncular’, VİZYON sözcüğünün hakkını vermeğe, yarınlara yönelik soruları sinema bağlamında irdelemeğe çalışıyorlar. Türkçeye, kullanıldığı yere göre, ‘öngörü, kehanet, tahmin’ diye çevirebileceğimiz bu kavramsözcük arkasındaki girişim, ufkuna paraiktidar alaşımında bir ‘geriye/geçmiş’e dönmekten başka seçenek yerleştiremiyenlere yanıt arıyor, geliştiriyor. “Sosyal Vizyonlar” 17 Mayıs’ta “Mayıs 1968’den 40 yıl sonra çeşitli değişimlerle altüst olan bir dünyada erkek ve kadınların hülya ve istemleri nelerdir? Bunlar 68 Mayısı’nın başkaldırısına benzer bir isyanının kaynakları olabilir mi?” konulu bir açık oturumla açıldı. Hemen ardından bu yıl “Yönetmenlerin Onbeşi”nde yer alan, 1968 doğumlu Fransız yönetmen Bertrand Bonello’nun “De la guerre / Savaş Hakkında” adlı filmi gösteriliyor. “Sosyal Vizyonlar” şenliğinin bu seneki başkanı ünlü Fransız sinemacı Cédric Klapisch’in katılacağı bir açık oturum ve gösterimle sona erecek. Konu “Mayıs 68’den sonra Kültür nerede? Yaratıcılık arttı mı? Çeşitlilik ödüllendirildi mi? Demokratikleşmenin aktörleri, (yeni) ögeleri neler olabilir?” Sinema elbette ki aynı zamanda çok popüler bir eğlence ve boş vakit değerlendirme aracıdır. Aynen içinde yaşadığımız toplumlar gibi hareket eden, evrilen yaratıcı bir organizmadır. En büyükler onu çifte boyutuyla, toplum ve sanat, eğlence ve düşündürme eksenleriyle kullanabilenler ve üretebilenlerdir. Ama sinemayı, sanatın temel ögesi yani daha güzel ve ilerinin yaratılması için (‘yaratmak’ sözcüğünü bile ağzına almaktan korkanların egemenleştiği bir gelecekte) ifade aracı, tartışmaaraştırma kürsüsü görenlerin siyasi ve toplumsal eleştirel yanından soyutlamaya çalışanlar eninde sonunda hüsrana uğrayacaklardır. “Sosyal Vizyonlar” 2008 buluşmasının internet sitesindeki (http://www.ccasvisionssociales.org/) giriş yazısı şöyle bitiyor: “Sözümüz eğlenceciliğe, medyalaşmaya ve avamlaşmaya dayanan bir toplumda estetik ifade ve yaratı çeşitliliğinin koruyucularını gösterebilmek, savunabilmektir. Ancak bu sayede her aktif ve üretici olmak isteyen kendine uygun bulduğu sosyal ve politik bağı oluşturabilir.” C MY B C MY B