22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sinema ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? (I’m Not There) Todd Haynes’in yönettiği ve Cate Blanchett, Christian Bale, Heath Ledger ile Richard Gere’ın oynadığı Beni Orada Arama, 2007 Venedik Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü’nü aldı ve Cate Blanchett’a En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandırdı. Filmde, rock müzik ilahı şarkıcı Dylan’ın hayatının yedi farklı dönemi, aralarında kadın oyuncuların da yer aldığı altı kişilik bir oyuncu kadrosu tarafından canlandırılıyor. Filmin özgün ismi I’m Not There, Dylan’ın orijinal albümünde yer almayan meşhur parçasına gönderme yapıyor. I’m Not There, hikayesini Dylan’ın şarkı sözü yazarlığındaki şiirsel anlatı üslubuna uygun anlatıyor. Filmin müzikleri, aralarında Eddie Vedder, Calexico, Sonic Youth, Stephen Malkmus, Cat Power, Charlotte Gainsbourg, Antony & the Johnsons, Yo La Tengo, Wilco’s Jeff Tweedy ve X’s John Doe’nun bulunduğu saygın müzisyenlerin 30’dan fazla şarkısı ve Dylan yorumlarından oluşuyor. ? Beni Orada Arama Jeff Wadlow’un yönettiği filmde Sean Faris, Amber Heard, Cam Gigandet ile Evan Peters rol alıyor. Jake’in hayatındaki yeni dönüşümler, okulun en güzel kızı Baja ile tanışmasıyla başlar. Onun davetiyle bir partiye katılan Jake, orada Ryan adlı bir gençle istemeden kavga eder. Dövüşü kaybedince de çevresi tarafından küçümsenmeye başlar. Arkadaşı Max, Jake’e karışık savunma sanatları sporundan bahseder. Jake, bu sporun başlı başına bir sanat olduğunu fark eder. ? Asla Pes Etme (Never Back Down) Hayat Bağları Cuntanın karanlığında ‘O… Çocukları’ Siyaset, aşk, töre, itilmişliksıkışmışlık duygusu, cehalet, çekişme, çelişme, baskı ve karayazı… “O… Çocukları”, etkileyen, tersyüz eden, düşündüren ve sürükleyen bir öykü… Toplumsal değer yargılarına sığınıp görmezden geldiğimiz, etini satan kadınlara ve onların yavrularına dair… Bu bir dram… Başrolde devrimcilere kucak açan eski fahişelerden devşirme “emanetçi anneler”, fonda ise 12 Eylül cuntasının karanlığı var. “O… Çocukları“nı, en son “120” ile karşımıza çıkan genç, yetenekli ve hep kasketli (şapkasız gören yok) yönetmen Murat Saraçoğlu çekti. “Beynelmilel” ile tanıştığımız ve bizden biri deyip bağrımıza bastığımız Sırrı Süreyya Önder de senaryoyu yazdı. ALPER “O… Çocukları“nın yapımcısı ise, bu işe TURGUT yeni yeni ısınan Energy Media & Productions’ın sahibesi Selay Tozkoparan… Filmin, yer yer etkileyici çokça arabesk müzikleri, ünlü şarkıcı Kıraç’a ait. Demet Akbağ, Özgü Namal, Altan Erkekli ve İpek Tuzcuoğlu, filmin ağır ağabey ve ablaları… Onlar, artık yüzleri iyiden iyiye eskiyen ve sürekli Türkiye’de başka oyuncu mu yok? sorusuna maruz kalanlar… Yalan da değil hani… İyi birer aktör ve aktris (hatta bir ikisine kefilim) olduklarına inandığım Sarp Apak, Sezin Akbaşoğulları, Mahir İpek, Gökhan Atalay, Selen Uçer ve Deniz Özerman da güçlü kadronun öne çıkan diğer isimleri… Sanırım geriye, harika çocuklar kaldı. Her biri adeta döktürüyor, üstelik boylarına poslarına aldırış etmeden büyüklerinden rol çalıyorlar. Tek kelimeyle müthişler. Galası, ilk kez görücüye çıkan Cinebonus Astoria’da yapılan (880 kişi oturma kapasiteli ve özel localı toplam 10 sinema salonu) “O… Çocukları” (filmin adı buram buram reklam kokuyor), dün gösterime girdi. Kaçırmayın. Cuntanın, yaprağın kımıldamasına tahammülü yok. Postal giymiş devlet, iliklerine dek cehennemi yaşatıyor, kendi evlatlarına… Devrimci Metin (Gökhan Atalay) günlerdir işkencede, kendisiyle aynı inancı ve özlemi paylaşan kayınbiraderi Selim ile birlikte… İşkenceci polisler, onları bir an önce “çözmek” istiyor, Metin’in hem eşi hem yoldaşı Meryem (Sezin Akbaşoğulları) ve 7 yaşındaki kızları Hazan’ın (Zeynep Deniz Özbay) peşindeler… Gaddar komiser Şeref (Mahir İpek), tüm mesaisini bir aileyi yok etmeye adamış. İşkencenin dozu sürekli artıyor. Genç Selim, işkencede sır değil ser veriyor… Ardından bildik bir hikâye; “Pencereden atladı, intihar etti…” Devrimcilere hürmet ve sadakatte sınır tanımayan bıçkın, afili delikanlı Saffet (Sarp Apak), olası belalardan sakınmadan Meryem ve Hazan’a kol kanat gerer. Eskiden sigara ve silah kaçakçılığı yapan bu genç, tüm İstanbul polisi tarafından fellik fellik aranan anakızı, elinde büyüdüğü “emanetçi kadın”a teslim eder. Mehtap Anne (Demet Akbağ), “kaçın kurası“ diyebileceğimiz, sert görünümünün altında insana dair her hasleti barındıran, vefakâr, cefakâr bir kadındır. Emekli fahişe Mehtap, kaderin sillesini yemiş, aynı yolun yolcusu Altın Koza’nın parlak yıldızı 28 Haziran’da Adana’a gerçekleştirilecek 15. Altın Koza Film Festivali bu yıl Avusturya kökenli Alman oyuncu Romy Schneider’e (19381982) özel bir bölümle saygıda bulunuyor. Romy Schneider 70 Yaşında başlıklı bölümde oyuncunun 4 seçkin filmi Adanalı izleyicilere sunuluyor: Les Choses de la vie (Hayat Bağları, ASLI 1969/Claude Sautet), César et SELÇUK Rosalie (Sen ve Ben, 1972/Claude Sautet), 1975/Andrzej Zulawski), La Mort en direct (Ölümü Beklerken, 1980/Bertrand Tavernier), Garde à vue (Gözaltı, 1981/Claude Miller). Rosemarie Magdalena AlbachRetty yani Romy Schneider, 28 Eylül 1938’de Viyana’da dünyaya geldi. Annesi Magda Schneider 1930’ların göz alıcı yıldızışarkıcısı, aktör babası Wolf AlbachRetty ise Kral Franz Joseph’in saray sanatçısı Rosa Retty’nin oğluydu. Savaş öncesi Avusturya sinema ve tiyatrosunun parlak döneminin bu ünlü çiftinin kızları Romy’nin yazgısı sanki çocukken çizilmişti. Moda tasarımcısı, iç dekoratör olmak isteyen Romy’yi annesi Magda tam bir menajer gibi yetiştirdi. Wenn der weisse Flieder wieder blüht’le (Beyaz Leylaklar, 1953/Hans Deppe) setlere dönen Magda’nın kızı rken rolünü Romy Ölümü Bekle üstlendi. Genç kız sıradan melodramlarda, kalıplaşmış aşk öykülerinde oynamaya başladı. Romy, uluslararası üne Avusturya veliahtı Franz Joseph’le evlenen Bavyeralı sevimli Elizabeth’i canlandırdığı Sissi’yle (1955) ulaştı, Avusturya ve Almanya’da yıldızlaştı. Genç kızlar Sissi’nin özgür, soyluluğu önemsemeyen yanından, doğallığından, yaşama coşkusundan etkilendiler. Savaşta parçalanmış ailelerin en az bir bireyini yitirdiği Almanya’da Sissi yeniden özlenen melankolik soyluluğa, onura dönüş filmi oldu. Romy halkının isteğiyle tüm Sissi’ lerdeydi: SissiDie Junge Kaiserin (Sissi Tahta Çıkıyor/1956), SissiSchicksalsjahre eine Kaiserin (Sissi Kaderine Karşı/1957). Bu şeker pembesi yapımların gencecik Romy’si annesinin denetiminde yolculuklara çıktı, flörtlere başladı. 1958’de Romy’nin yaşamında ikinci bir kapı açıldı. İlk kez bir Fransız yapımında Christine’de (Max Ophuls) yer alan oyuncu rol arkadaşı Alain Delon’a tutuldu. Annesini de, Avusturya’yı da ardında bırakan Romy, Paris’i, bohem yaşamı, Delon’u seçti. Daha seçkin bir sinemanın içine giren Romy altmışlarda Fransızların ideal kadınına dönüştü. Brigitte Bardot cinsellik simgesiyken Romy ünlü Mayıs 68’den sonraki olgun, bağımsız, tutkulu kadındı. Ünlü yönetmen Luchino Visconti, Romy ile Alain’i Ne Yazık ki Fahişe (1961) adlı tiyatro oyununda biraraya getirdi. Büyük Visconti’nin onu özenli, yoğun çalıştırmasıyla Romy karakter oyunculuğuna da adımını attı. Onu Boccaccio 70 (1961) ve Ludwig’te (1972) yöneten Visconti, Romy’nin etkileyici yorum gücünü de ortaya çıkarttı. Sissi’den 17 yıl sonra Romy, Orta Avrupa’daki soyluların ahlak çöküntülerini yansıtan Ludwig’te yine Elizabeth’di. 195864 yılları arasında Romy uluslararası çalışmalara girişti. Dava (Orson Welles), Kardinal (Otto Preminger) gibi seçkin Avrupa yapımlarında rol aldı. ABD’ye gidip yardımcı rollerde oynayan, orada aradığını bulamayan Romy Fransa’ya geri döndü. Alain Delon’la olan ilişkisi de hüzünle bitmişti. İkinci bir çıkış aramaktaydı, bu kez Almanya’da yaşamayı, anneliği deneyen Romy yeniden Fransa’ya döndü. Romy’ye üçüncü kapıyı Claude Sautet açtı. Hayat Bağları’nda birlikte çalışan Romy ile Sautet, profesyonellik ve dostlukla birbirlerine tutuldular. Sautet’nin esin perisine dönüşen Romy’den yönetmen kitleleri büyüleyecek çarpıcı bir dişil portre çıkarttı. Romy’nin alnını açıp yüzünün ovalini çıkaran, topuz saçını yaratan Sautet onu adeta yeniden çizdi. Hayat Bağları’nın ardından birlikte 5 film yaptılar (Max et les ferrailleurs/Şeref Yolu, 1971, Sen ve Ben, Mado (1977), Une histoire simple/Basit Bir Öykü, 1978). Tüm bu çalışmalarda oyuncu dingin bir yüreklilik, sarsıcı bir kırılganlıkla gündelik dramlarına sıkışmış küçük burjuva kadınları yalın, abartısız, gerçekçi bir yorumla yansıttı. 1970’de Simone de Beauvoir’la birlikte kürtajı destekledi, ünlü 343 Manifestosu’nu imzaladı. Sautet’nin filmlerinde ölümsüzleşen Romy’nin özel yaşamında trajik olaylar başladı. 1976’da bir trafik kazasında henüz doğmamış çocuğunu kaybetti. 1979’da ilk eşi yönetmen Harry Meyen’in kendini astığını öğrenen Romy, Ölümü Beklerken’de çok özel bir yorum sundu. 1980’lerse en zor yıllarıydı. Ağır bir operasyon geçirdi, on dört yaşındaki oğlu David’i beklenmedik denli vurucu bir kazada yitirdi. Oğlunun ölümü onun için sanki son darbeydi. Tümüyle çöken oyuncu içkiye başladı, yalnızlığa gömüldü. Sonra yeni bir başlangıç arayarak setlere dönen Romy “Yaşam devam etmeli, işim bana güç veriyor” demesine karşın yüreği tüm bu yıkımları kaldıramadı. 28 Mayıs 1982 akşamı aşırı dozda uyku hapı aldı, o gece kalp krizinden 43 yaşındayken yaşama veda etti. Dönemin en güzel, yetenekli oyuncusu Romy Schneider ardında 30 yıla sığan 63 film, sayısız ödüller, kızı Sarah’ı bırakarak çekilmişti. Peri masalı, film senaryosu, Yunan tragedyasına benzeyen bir yaşamın güzel, yetenekli kahramanıydı. Sanatçının ölüm yıldönümüyle örtüşen 5 filmin gösterimi Adanalı sinemaseverlere geçmişten gelen değerli bir seyir vaadediyor. “Emanetçi Anneler”e dair… Film bomba gibi başlıyor, biranda sarıp sarmalıyor. Sıkı bir açılış sekansı ve dilimizde bariz bir “Ah ulan lanet cunta” sloganı… 12 Eylül’e dair mükemmel bir analiz beklerken ne yazık ki istenilmeyen vücut buluyor. Film ilerledikçe tıkanıyor, teklemeye mahkum oluyor, finale doğru ise kopukluklar yaşanıyor. Sadece sosyalist gelenekten gelenler veya eski devrimci mahlasıyla bilinenler değil biraz olsun siyasetten anlayanlar, eksiği, gediği, hamlığı ve abartıyı çözecekler. Diyeceğim odur ki; cunta ve beraberinde gelen apolitizasyon sürecini kurgulamak, çoluk çocuğa “Ferdi”, “Sakıp” ve “Sue Ellen” adı koymakla, belden aşağı esprilerle, bir iki işkence görüntüsü ve “tüm insanları seven” devrimci takısıyla yaratılamaz. Neyse… Fazla haksızlık etmek de istemem. “O… Çocukları“ en nihayetinde iyi çevrilmiş, zekice yazılmış, güzel bir film. Üstelik ve şimdilik, Türk sineması bazında, 2008’in en esaslı yapımı… Benim kızgınlığımkırgınlığım, ucundan köşesinden hepimizi etkileyen bu dönem filmine dair büyük beklentime… Deseydiniz ki; bu öykü sadece emanetçi anneler, hayat kadınları ve onların yavrularını anlatıyor. Asla itiraz etmem, en ufak bir tepki göstermezdim. Faşizmin erkek yüzü ve ezilen, örselenen kadınlar. İşte alt metinde gizlenmesine karşın hissedilen filmin tek gerçeği; binlerce yıllık kadınerkek çekişmesi… Benim bildiğim bunun adı kısırdöngü… Dilim varmıyor ama dünya döndükçe sürecek ve hiç bitmeyecek. Cunta, fahişeler ve çocuklar… İstanbul, 1981… Türkiye hala darbe adlı karabasanın etkisinde… İnsanlar, işkence tezgâhlarına yatırılıyor, darağacına yollanıyor, cezaevlerine dolduruluyor. Dışarıda kalanlar saklanıyor, çoğu mülteci adayı… Memleketten kaçacak olmanın telaşı ve giderek büyüyecek amansız bir hasretin ilk adımları… Evet, bir ülke ölümüne korkuyor. hemcinslerinin (hayat kadınları) çocuklarına bakmaktadır. Ununu elemiş, eleğini asmış olan mahallenin fenni sünnetçisi Lokman ise (Altan Erkekli), afeti devran diye bellediği Mehtap’tan izdivaç talep etmekte, vuslat ateşiyle yanıp kavrulmaktadır. Erkek kisvesi altındaki Ceyar’lara (J.R.) kızıp, mahkeme kararıyla kızına Sue Ellen adını koydurtan Hatice (İpek Tuzcuoğlu) de neşe ve keder arasında gidip gelen çocuk dolu evin demirbaşıdır. Meryem bir süre sonra Hazan’ı Mehtap Anne’ye emanet eder ve siyasi mülteci sıfatıyla istemeye, istemeye İtalya’ya kaçar. Sonra yarı Türk yarı İtalyan güzel Dona (Özgü Namal) ile tanışırız. Konservatuar öğrencisi Dona, tüm vurdumduymazlığıyla sarışın bir kadının peşine düşerek evi terk eden Türk babasını beklemekten yorulmuş genç bir kadındır. Türkiye’ye ve Türklere önyargı ile yaklaşan Dona, yine de evlat susuzluğunda kavrulan Meryem’e yardım edecektir. O, Meryem’in biricik kızı Hazan’ın İtalya’ya getirilmesi görevinde gönüllü olur. Dona’nın gelişiyle, ev hali değişir, beraberinde çocuklar ve değer yargıları da… Komik, trajikomik ve dramatik bir dönüşümdür bu… İç içe geçmiş örgünün çözülmesi için yekvücut olup ter dökmektir. Yokluğun, yoksulluğun kucağında, dayatılana meydan okuyup, umut etmektir. Yalnızca halden bilenler anlar, anaların, evlatların yüreğinde, merhamet ve vicdan gün be gün büyümektedir. http://alperturgut.blogcu.com ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Marcel Langenegger’ın yönettiği filmde Ewan McGregor, Hugh Jackman, Michelle Williams ile Maggie Q rol alıyor. Borsa simsarlarının kişisel hayatları çok kısıtlıdır. Onlar için ‘Liste’ adında bir tür seks kulübü vardır ve cep telefonundan arayıp, dört kelime söylemeleri cinsel açıdan doyurucu bir gecenin başlangıcı olabilmektedir. Borsa simsarlarından Jonathan’ın, son derece çekici ve gizemli bir kadınla girdiği ilişki, onu hayal bile edemeyeceği bir ihanet ve cinayet dünyasının içine sokar. ? Şantaj (Deception) Yönetmenliğini Paul McGuigan yaptığı Hep Seni Aradım filminin başrollerini Josh Hartnett, Rose Byrne, Matthew Lillard ile Diane Kruger paylaşıyor. Filmde Wicker Park bölgesinde yaşayan Matthew bir gün çalıştığı iş yerinin penceresinden karşı kaldırımda en yakın arkadaşı Luke’a ait ayakkabı dükkanının vitrinine bakan bir kız görür. Artık Matthew onunla tanışmak için her yolu deneyecektir ancak bu ilişkinin bütün yaşamını etkileyeceğinden haberi yoktur. Matthew ve Lisa birbirlerine aşık olurlar ve kader ağlarını örmeye başlar. ? Hep Seni Aradım (Wicker Park) C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle