22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 ? 17 MAYIS 2008 CUMARTESİ ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Setlerden farklı sesler geliyor Sinema emekçileri tartışıyor ve örgütlenme hazırlığı yapıyorlar. “Biz üretiyoruz!” başlıklı bültenin ikinci sayısı geçtiğimiz günlerde çıktı, setlerde dağıtıldı. “Haklarımız ve sorumluluklarımız” başlıklarına ağırlık verilen ikinci toplantılarını da gerçekleştirdiler. Bültenin etkileri fısıltı gazetesinden hızla yayılıyor, tüm setlerde bu oluşumun varlığı hissediliyor. Sinema TV emekçileri kendilerini insanlıktan, sinemayı sinemalıktan çıkartan koşullara isyan ediyor. Kimi çalışmayı reddediyor, kimi sinema aşkına başka işlerden para kazanma yolunu seçiyor. ortak görüşü “Bu gidişe bir son GAMZE Herkesin verilmezse sinemanın da sonunun geleceği” yönünde. Piyasanın sinema ERBİL sektöründeki görünmez elinin marifetleri sonucu üretenler için bıçak kemiğe dayanmış. Sinema emekçileri, bu vahim tabloyu tersine çevirmek için örgütlü olmak gerektiğine inanıyor ve bu yönde çalışıyor. Fotoğraf: SİNE BORAN Her türlü örgütlenme bizi güçlendirir Mustafa Ziya Ülkenciler sinema sektörünün sorunları ve örgütlenme girişimleri üzerine sorularımızı yanıtladı. 1986’dan beri sinemada çalışıyorsunuz, sanat yönetmenliği yapıyorsunuz. Bu işlerin “nasıl olması“ gerektiğine dair yüklü bir deneyim biriktirmiş olmalısınız. Sektörün halini nasıl görüyorsunuz? “Bir dizi yönetmenle çalıştım, şu anda aramızda olmayan Atıf Yılmaz, hâlâ yaşayanlardan Yavuz Turgut, Ferzan Özpetek, Tomris Giritlioğlu gibi isimler dahil. Tabii insan her birinden birşeyler kapıyor. Birlikte çalıştığım yönetmenlerden biri ‘Yeşilçam’da ne yapman gerektiğini değil, ne yapılmaması gerektiğini öğreniyorsun’ demişti. Bu çok önemli bir şey. Biz de görerek yapıyoruz bir sürü işi, ‘Nasıl yapılmamalı‘ diyerek doğrusunu bulmaya çalıştığımız, el yordamıyla yürüyen bir üretim var. Ben yabancı ekiplerle de çalıştım, teknolojinin gelişimiyle ve diğer örneklerle kıyaslayarak ‘Ne yapmamalıyız‘ı ortaya koyuyoruz aslında. Bizim ülkemizde, birçok şey bireysel inisiyatiflere kalmış bir şekilde, rastgele gelişiyor. Onun için burada istediğiniz kadar yırtının ‘doğru bir iş yapacağım‘ diye, bunun altyapısını bulamadığınız zaman kendinizi harap edersiniz. Çünkü sektör doğru biçimde örgütlenmeyi kendisine yediremiyor. Çünkü böyle bir örgütlenmeye giderse elindeki malzemeyi satabilecek bir piyasanın olması lazım. Bugünkü düzende, diziler televizyondan, filmler kültür bakanlığından aldıkları paralarla gemilerini yürütüyorlar. O zaman yönetmen ne yapıyor, o çalışma için daha ‘ekonomik‘ bir ekip oluşturuyor. Hep ‘daha azlarla’ kurulu bir silsile takip etmeye başlıyor. Ve sonuçta güdük ürünler ortaya çıkıyor.” Setteki sinema emekçilerinin koşulları zaten hep “daha azlarla” belirlenmiyor mu? “O başlıkta biz kıyaslamalarımızı yurtdışı koşullarından kalkarak yapabiliyoruz. Diyoruz ki, dünya sinemasındaki emekçiler kaç saat çalışıyor, ne ücret alıyor? Dünya sinemasında çalışma saatleriyle ilgili sınır 10 saattir, bu süreden sonra her saat için ayrı mesai ücreti alınır ve bu ek mesai de 2 saatten fazla olmaz. Yani günde 12 saatten fazla çalışamazsınız, zaten çalışmazlar. Ben yabancı ekiplerle çalıştığımda buna tanık oldum. Yapımcılar şöyle diyor; ‘Yabancı ekip çalışmıyor daha falza, onların mesailerini ödeyelim’... Yerli ekip soruyor ‘Peki bizim mesailer ne olacak?’ diye. ‘Ya sizin için öyle değil, onlar böyle’ deniyor. Yani yerli yapımcı yabancı ekibin çalışma koşullarını kabul ediyor, ama kendi ülkesinin emekçileri için aynı şeyi düşünmüyor. Enteresan bir durum bu. Türkiye’deki sinema emekçilerinin bir başka aldığı darbe TV dizilerinde. Uzun metrajlılarda nispeten pazarlıklar yapılabiliyor. Dizilerde bölüm başı ödeme şekli var. Dünyanın hiçbir yerinde böyle birşey yok. Bölüm başı ödeme çekim süresi belli olmayan bir zaman dilimine tekabül ediyor. Bölüm bazen bir ayda, bazen 10 günde biter. Hal böyleyken bu ödeme şekli tuhaf. Diğer bir başlık, SSK işlemleri yapılmıyor sinema emekçilerinin. Ama zaten bu karmaşa varken, nasıl yapılacak o işlem, hangi ücret dilimine göre ödenecek o sigorta tüm bunlar soru işareti. Bir de taşeron sistemi var. Farklı kimliklere sahip insanlar bu sektörden iyi kazandıklarına inanıp bunu bir yatırım aracı olarak görmeye başladı. İşin kolayını bulup birisine devrediyorlar, başka bir şirkete. Diyelim A şirketi TV’de belli bir dizi çıkarıyor, bir başkasına ‘Sen bunu kaça mal edersin’ diyor. TV’den 5 alıp, işi 3’e devrediyor diğer şirkete ve hiç elini sürmeden 2’yi cebine atıyor. Bu 3 alan taşeron şirket de ekibinin canını çıkartıyor. Ucuza mal etmek için bir de staj sömürüsü devreye sokuldu şimdi. Stajerleri canını dişine takarak çalıştırıp onlara ücret ödemiyorlar. Ücretler düşük, çalışma saatleri yüksek... Sürekli iş yetiştirmek üzerine kurulu bir düzen var, günde 20 saat çalıştıktan sonra tekrar sete gelmek diye bir olay var, sabahlara kadar devam eden bir periyod var. E, şimdi buna dayanılmaz. Sektörde çalışanların artık bu gidişe bir ‘dur’ demesi gerek...” Peki nasıl “dur” denecek? “Her alanda olduğu gibi önce durumun farkına varılması lazım. Aslında farkına varan kişi sayısı da çok, ama ne yapılacağını bilmiyorlar. Bu konuda bir adım atılması lazım. Yani, ‘Olay budur, bizim de bunu yapmamız lazım’ dediğin zaman iş başlıyor. Sorunların her yerde konuşulması, tartışılması lazım. Çözüme varmadan önce tartışmanın örgütlenmesi gerekiyor. Sorunun masaya yatırılması, sonucunda da örgütlü hareket edilmesi gerekiyor. Çünkü örgütlenmeden hiçbir şey yapamazsınız, bu düzen de böyle devam eder. Bugün yapılacak her türlü örgütlenme, sinema emekçilerinin konumunu güçlendirecek bir şeydir. Çünkü ancak örgütlü ve ne yapmak istediğini bilen insanlar hareket edebilir ve yol alabilir. Bu konular açıldığı andan itibaren, her sette, her dizi setinde, benim de tahmin edemeyeceğim, kimsenin tahmin edemeyeceği sayıda insan bu oluşuma katılmak istedi. Bir şeyler yapmak istiyorlar, herkesin bir çabası var. Zaten bu gibi oluşumların sonucu kısa zamanda alınmaz, yayılması lazım. Yayılıyor ve ben son derece umutluyum.” ? ‘Sinema için sinemayı bıraktım’ Eskişehir Anadolu Üniversitesi SinemaTV bölümü mezunu ve kurgucu olarak çalışmış olan Özen, okuldayken hayal ettikleri ve sektörde karşılaştıkları arasındaki uçurum nedeniyle işi bıraktığını söylüyor. Şu sıralar bir callcenter’da çalışıyor ve sinema ile uğraşmak için gerekli maddi koşulları ve zamanı yaratmaya uğraşıyor. Yaptığı işin editörlük yönü de olduğunu ama sektörde daha çok manuel işlerle uğraştığını anlatıyor: “Okula çok isteyerek girdim, sadece bu bölümü tercih ettim ve yüksek bir puanla girdim. Bir şeyler yaratmak istiyordum. Mezun olduktan sonra istemediğim işleri yapmaya başladım. Saçma sapan diziler, TV programları... O zaman yaratıcılığını kullanamıyorsun. Zamanla ben de ‘Bu programlarda niye ve nasıl yaratıcılığımı kullanayım ki...’ diye düşünüp, manuel iş yapmayı tercih eder oldum.“ Sektördeki ağır çalışma koşulları ile ilgili değerlendirmeleri paylaşıyor Özen de. Ancak onun öncelikle önemsediği şey farklı: “Birinci sırada sorguladığım şey uzun çalışma saatleri değil benim. Gerektiğinde 24 saat de çalışırım, ama ne için uykusuz kalıyorum, ne için yoruluyorum, bunun cevabını vermeliyim. Ben çalışırken çok yoğun olduğum zamanlarda bile kendime zaman ayırabiliyordum, motivasyonum yüksekti. Ama ‘Ben bunu ne için yapıyorum’ sorusuna cevap veremez hale gelince benim için bitti.“ Bu sinema sevgisi garip bir durum ortaya çıkarmış aslında. Özen, şu anda sinemaya daha fazla zaman ayırabilmek ve kendi maddi koşullarının sürekliliğini sağlayabilmek için başka bir işte çalışıyor: “Bu da tuhaf bir durum tabii. Zaten insanların sinemayı bu kadar çok sevmesi de istismar ediliyor. Ağır sömürü diyoruz ya, iki şekilde gerçekleştirilebiliyor bu. Bir, insanlara sınıf atlama hayali sunuluyor, çok zengin olacaksınız, deniyor. İki, o kişinin işiyle arasındaki duygusal bağ sömürülüyor. Başka türlü kimseyi böyle çalıştıramazsınız.“ Sanat yönetmeni mi tedarikçi mi? Sektöre yine büyük umutlarla girmiş ve sanat yönetmeni olan Ebru ile konuşuyoruz. Mimar Sinan Güzel Sanatlar, Tiyatro, Dekor, Tasarım Bölümünden mezun. O da şu sıralarda çalışmıyor. Doğrusu “çalışmayı reddetmiş.” Sektörün yüzde 90’ında sigortasız ve sözleşmesiz çalışıldığını ve çalışma sürelerinin uzunluğunu anlatıyor. Yoğun çalışma ve hız, yaratıcılığın yanısıra insanların da ensesinde bir tehdit. Günde 18 saatlik çalışmadan, setteki tehlikelerden bahsediyor. Öğle yemekleri için akşam 6’da verilen molalardan ve ödenmeyen paralardan... Dizilerin 90 dakikaya çıkmasıyla birlikte koşulların daha da kötüleştiğini anlatıyor Ebru: “Senaryolar yetişmiyor. Sete geliyorsunuz senaryo yok. Bu sanat yönetmeni için çok önemli. Elinizde hiçbir şey yokken nasıl dekor hazırlar, aksesuar sağlarsınız. Son dakikada geliyor senaryo ve ondan sonra bir koşturmaca, hadi şunu bul, bunu bul. Düşünmek için zamanınız yok, sağdan soldan malzeme tedarik ediyorsunuz. Bunu yoldan geçen adam da yapabilir zaten. Sanat yönetmenliğinin bir anlamı kalmıyor. Siz bir tedarikçi konumuna düşüyorsunuz. Tabii görselliğin hiçbir önemi kalmıyor, ne bütünlük kalıyor ne de başka kaygılar... Olağan koşullarda yönetmen, sanat yönetmeni, görüntü yönetmeni, hepsi bir masada oturup konuşur, nasıl yapılacağı üzerine tartışırlar. Bahsettiğim koşullarda bunun imkanı yok.” Çalışma koşullarına itiraz edenlerin “tukaka” ilan edildiğinden bahsediyor: “Öyle de olsa bunu yapmak lazım, kesinlikle. Biz örgütlenmeye çalışıyoruz, herkes buraya destek olsun, birlikte iyi iş yapalım diyoruz. Tukaka olmak nedir ki artık. Bazen de olmak lazım. Ben zaten yapamıyorum ki mesleğimi. Bu koşullarda tukaka olsam ne olur. Başka türlü bu düzen değişmez ki. Dava açmak gerekiyorsa açmak lazım. Birilerinin bunu yapması lazım. Bir kişi bile olsa. Bugün belki bir kişi yapar, yarın beş kişi yapar. Zaten ondan sonra iş bitmiştir. Sonra haklarımızı yavaş yavaş elde etmeye başlarız.” Bültenin yanısıra bir de web sitesi kuracaklarından bahsediyor Ebru. Sitenin içeriğini geniş bir çerçevede oluşturacaklarını anlatıyor. “Öncelikle haklarımız nedir, onları bilmiyoruz. Arkadaşlarımız hangi koşullarda çalışıyor, bunları paylaşmamız gerek. Bu konularda neler yapabiliriz, bunları konuşmalıyız. Sözleşme örnekleri, yurtdışında bu işler nasıl yapılıyor, bizde nasıl, nasıl olmalı?... Tüm bunları kapsayan bir içerikte olmalı.” Birkaç hafta içinde www.sinematvemekcileri.org adresinde bu içeriği paylaşmaya başlayacaklarını ve herkesin katkısına açık olduklarını ekliyor: “İnsanlar bu sektörde çalışmaya devam etmek istiyorsa, bu oluşuma katılması lazım. Çekimser kalanları anlamıyorum, çekimserim demek, ben bu koşullarda çalışmaya bayılıyorum demek. Anlaşılır gibi değil.” ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ‘Hayatta kalma mücadelesi veriyoruz’ Yönetmen asistanı olarak çalışan Oğuz da, sektörde çalışmaya başlayınca sinemaya dönük duyguların yitirilmeye başlandığını söylüyor. TV dizilerinin 8090 dakikaya çıkmasının gerilimi nasıl arttırdığını ve çalışma koşullarını nasıl etkilediğini anlatıyor. Kendilerinin bu konuda söz hakkının bulunmadığı bu işleyişin son derece saçma olduğunu vurguluyor. “RTÜK’ün ‘Kanallar artık 20 dakikada bir reklam arası verebilir’ kararından sonra çok zor bir dönem başladı. Çünkü kanallar da ‘Ben para kazanabilmek için 4 reklam kuşağı yayımlamalıyım’ dedi. Bu da 8090 dakikaya tekabül ediyor. Yapımcı ve kanallar arasında bu tartışıldı. Ama işin asıl üreticileri bu tartışmanın sadece sonuçlarıyla muhatap olmak durumunda kaldılar: En az 7075 dakikalık senaryolar zorunlu hale geldi. Senaristlerden başlayarak gerilim ve zaman sıkışması başladı. Normal şartlar altında 8 haftada yapılan bir iş, 1 haftada yapılmak zorunda kalınıyor. Dünyada diziler 45 dakika ve daha profesyonel çalıştıkları için de rahatlar. Bizde ise kötü senaryoyu, kötü şekilde ama en hızlı biçimde çekme çabası içinde şu anda dizi ekipleri. Şöyle işliyor; tretman geliyor, şu sahneler çekilecek, deniyor. Haydi sete gidiyoruz; sayfa geliyor. O gün çekmeyi planladığın sahneleri senaristlere iletiyorsun, onlar bir gecede diyalogları yazıyor, sen de o gün o gece yazılan sahneleri çekiyorsun. Ertesi gün aynı şekilde. Bölüm bittiğinde elinde 75 sayfalık bir senaryo oluyor, yani son gün. Artık onu da hatıra olarak saklıyorsun.“ Sorunun sadece ekonomik hakların alınmasından ibaret olmadığını, sektörün bütününü ilgilendiren bir “iyileşmeye“ ihtiyaç olduğunu vurguluyor: “Bütün bunları yaparken mesleğimize sahip çıkan, işlerimizi iyi yapan insanlar olmayı da gözetiyoruz. Birlikte üretmenin çarelerini ve yollarını arıyoruz. Çünkü henüz sinemaya dair düşlerimizi kaybetmiş değiliz.“ Mevcut kaotik durum gerçekten “ölümcül” hale gelmiş: “Setlerin bu hali, sektörün geldiği bu nokta ölümlere de yol açıyor. Geçen haftalarda A.R.O.G. filminin setinde, bir ölüm yaşandı. Afyonkarahisar’da yaşayan ve bekçilik yaparak hayatını kazanan bir emekçi sette ısınması için gerekli tesisat kurulmadığından kendi olanaklarıyla ısınmaya çalışırken bir kazaya kurban gitti. Kimbilir bugüne dek nerelerde bekçilik yapmıştı ama hâlâ ayaktaydı. Ta ki bir sinema setinde bekçilik yapana kadar. Yani bu sektörde cana kasteden durumlar sözkonusu, bu kadar ciddi bir aşamadayız. Bizler bir yandan hayatta kalma mücadelesi de veriyoruz aslında.“ ? Bu koşullarda ‘daha iyisi’ olmaz! Yeni İnsan Yeni Sinema Dergisi editörü ve yönetmen yardımcısı Çağrı Kınıkoğlu sektörün ağır koşulları kadar insanların elini kolunu bağlayan başka motiflerine de dikkat çekiyor. Özellikle sınıf atlama ve parıltılı dünya hayallerinin çalışanların gözünü kör ettiğini vurguluyor. Yine sektördeki bazı yerleşik kavrayışları karşıya almanın önemine değiniyor Kınıkoğlu: “Türkiye’deki sanayinin gelişim süreciyle neredeyse paralel aslında sinema sektörünün gelişimi. Yani Türkiye’deki imalat sanayi de kör topal gelişti bir yerlere geldi. Şu anda, o emperyalist zincir içindeki yeri itibarıyla ‘kör topallık’ bir avantaj oldu sanayiciler için. Yani düşük ücretli, sigortasız vs. adam çalıştırabiliyorlar. Sinema TV sektörü için de bu işleyiş geçerli. O yüzden dönüşüm geçiremiyor. Teknolojik altyapı itibarıyla anormal gelişti, ama üretim süreci, üretim ilişkileri aynı yerde duruyor. Sinema TV sektöründeki abilerinablaların en çok söylediği şeylerden biri ‘Hâlâ bir sektör olamadık onun için bu problemleri yaşıyoruz’ şeklindedir. Oysa ki, sektör olduk ve bu sektör daha fazla ‘olmayacak’. Şekillendi artık.” C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle