19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 08 14/2/08 16:07 Page 1 CUMARTESİ EKİ 8 CMYK ? Taze Gelin Şaşkın Damat (Wedding Daze) ? Örtülü Gerçek (Redacted) ? Şeytan Duymadan Önce Si ne ma 8 Michael Ian Black’in yönettiği filmde Jason Biggs, Isla Fisher, Joe Pantoliano ile Joanna Gleason rol alıyor. İlk nişan deneyimi hayal kırıklığı ile sonuçlanan Anderson’ın, en son ihtiyacı olan yeni bir nişanlıdır. Sadece macera yaşamak için karşısına çıkan ilk yabancıya evlenme teklif eder, ancak beklenmedik bir şekilde genç kadın teklifini kabul eder. Bu çılgın anlaşmada, evlilik günü gelip çatana kadar onları rahat bırakmayacak kararsız aileler, nevrotik arkadaşlar ve tedbirsiz bir hapishane kaçkını vardır. Brian De Palma’nın yönettiği ve Patrick Carroll, Daniel Stewart Sherman, Ty Jones ile Izzy Diaz’in oynadığı ve Irak’taki bir yerde konuşlanmış olan küçük bir Amerikan askeri birliği üzerine odaklanan Örtülü Gerçek, farklı bakış açıları ile bu askerlerin karşılaştıkları durumlara verdikleri tepkileri, yerel Irak halkına karşı tutumlarını ve her iki taraftaki medyanın bu olayları nasıl yansıttığını konu alıyor. Gerçek olaylardan esinlenen kurgu bir öykü olan film, medyanın yarattığı imajların gücünü ve tercihlerimizi nasıl etkilediğini büyük bir açıklık ile gözler önüne seriyor. Film, Görünen şeylerin yüzeyselliğinin altında yatan anlamlar ve gerçekleri anlatırken, video günlükleri, güvenlik çekimleri, belgeseller, çevrimiçi anketler ve haber bültenleri kullanıyor. (Before The Devil Knows You’re Dead) Yönetmenliğini Sidney Lumet’in yaptığı filmin başrollerini Philip Seymour Hoffman, Ethan Hawke ve Albert Finney paylaşıyor. Maddi zorluğa düşen borsa simsarı Andy ve kardeşi Hank, anne ve babalarının sahip olduğu mücevherci dükkanını soymaya karar verirler, fakat şansları iyi gitmez. Andy ve Hank’in babaları, peşinde olduğu suçluların oğulları olduğundan habersizce adaletin yerini bulmasını beklerken kardeşler, Andy’nin eşi Gina ile birlikte başarısız soygun girişimlerinin tüm sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalırlar. ??????????????????????????????????? Haneke’nin ‘duygu buzlanmaları’ 120 kahraman çocuğun anısına 120, hayatlarının baharında solanlara dair gerçek bir hikâye… “Sarıkamış Savaşı” sırasında, kış koşullarında Van’dan hududa cephane taşıyan 120 çocuk… 120 küçük kahraman… 120 dev yürek… Donduran soğuklarda, kar altında, tipide onlardan 98’i şehit düşer. 120, vatan aşkıyla yanan çocukların iç acıtan öyküsünü, gelecek kuşaklara taşıyor. Umarım bu film, gerekli ilgiyi görür. İzleyin, pişman olmayacaksınız. 120’nin yönetmenlik koltuğuna Özhan Eren ve Murat Saraçoğlu (öykücü, dizi yönetmeni) oturdu. Filmin senaryosu, müzikleri, yapımcılığı yine Özhan Eren’e ait. Asıl mesleği harita mühendisliği olan Eren’in yazdığı “Kara ALPER Tren” türküsünü hemen hepimiz biliriz. Onun, aynı TURGUT zamanda kendi bestelerinden oluşan 3 albümü var; Güle Yazdım (2000), Turnalara Tutun da Gel (2001), Kime Sorsam (2005)… Ayrıca 7. baskısını yapan “Sarıkamış’a Giden Yol” adlı araştırma kitabı, Eren’in bu yola (yakın tarihi gün ışığına çıkarmak) baş koyduğunun resmi gibi… Gelelim oyunculara… G.O.R.A., Çemberimde Gül Oya, Sinekli Bakkal, Babam ve Oğlum ile Mavi Gözlü Dev’de giderek büyüyen oyunculuğunu bize kanıtlayan Özge Özberk, ilk kez Harem Suare’de karşımıza çıkan Hatırla Sevgili dizisiyle de iyice ünlenen Cansel Elçin, tiyatro kökenli yetenekli oyuncu Burak Sergen (iki ayrı karakteri canlandırıyor), 120’nin başrollerini paylaşıyorlar. Emin Olcay, Oytun Öztamur, Demir Karahan, Deniz Güngören, Melih Atalay, Melza Burcu İnce, Misak Toros, Ahmet Uz ve diğerleri, çocuklar tarafından yaratılan kahramanlık destanına can veriyorlar. 120’nin hazırlıkları Haziran 2005’te başladı ve yaklaşık 2 yıl sürdü. Van’daki kar altındaki yürüyüş sahnesi için 130 km. uzaklıktaki Çaldıran’dan 40 kamyonla 120 ton kar getirildi. Yaklaşık 3 milyon dolar bütçeli filmde, yüzlerce öğrenci, 2000’e yakın figüran ve develer başta olmak üzere birçok taşıma hayvanı rol aldı. Dönem filmleri konusunda, ülkemiz sinemasının daha bir fırın ekmek yemesi gerek… Ne yazık ki bu bir gerçek… İşte deyim yerindeyse ilaç gibi gelen 120’yi öncelikle cesur girişiminden dolayı selamlamak lazım… Ufak tefek aksaklıklar, bazı karakterlerin sırıtması, yürüyüşe kadar olan bölümün uzun tutulması, yer yer ağır tempo, ucundan kıyısından tarafgirlik, bir tutam milliyetçilik… 120’nin dört dörtlük bir film olduğunu söylemek haliyle zor… Ancak yine de hakkını yemeyelim, cuk oturan müzikleri, sizi sarıp sarmalayan bir havası ve anlatacak bir hikâyesi var. 120, dün Türkiye genelindeki 200 sinema salonunda gösterime girdi. Balkan Harbi ile Birinci Dünya Savaşı arasındaki yaraları sarma dönemindeyiz. Koca Osmanlı İmparatorluğu, toprak ve kan kaybetmekten küçülmüş ve bitap düşmüş durumda… Her ailede şehit her ailede gazi var… Evet, bir millet hala savaştan savaşa koşuyor. Neyse hikâyemize dönelim. Yer; Van… Yıl; 1914… Haziran sıcağı, her şeye rağmen mutlu olmaya çabalayan insanları ısıtıyor. Taşnak çeteleri iyiden iyiye azıtmış, Kars ve Ardahan’ı alan Rusların gözü hala doymamış. Büyük paylaşım savaşı kapıda… Van’daki jandarma tümeni ise, yöre halkının en büyük güvencesi… Tümenin yakışıklı ve gözü pek teğmeni Süleyman (Cansel Elçin) ve güzel nişanlısı Münire (Özge Özberk), Trablusgarp, Balkan savaşı derken vuslatı sürekli ertelemekteler. Yine de bir arada olmak, burukluğu sevince dönüştüren yegane şey… O yıllarda aşk sabırla beklemeyi gerektiriyor, tüm duygu, düşünce ve değerlerin üzerinde sadece ve sadece vatan sevgisi yer alıyor. Mutlu günler sona ermek üzeredir, Ağustos 1914’te seferberlik ilanı tüm yurda yayılır. Almanya’nın kuyruğuna tutunan Osmanlı, Kurtuluş Savaşı’na giden yolda, halkına acı, gözyaşı ve keder hediye etmeyi sürdürecektir. Kasım 1914’teki Rus taarruzu, tümenimizin sınıra gönderilmesine neden olur. Cephede işler yolunda değildir, mühimmat azalmış, askerler her türlü tedarikten yoksun kalmışlardır. 1914’ün sonu ve 1915’in ilk günleri… Van’dan hududa cephane sevki şart olmuştur. Ancak kentte yaşlılar, çocuklar, resmi görevliler ve Taşnak çetelerine karşı eli silah tutan bir avuç insan vardır. Kar, namı diğer beyaz esaret, yolları kapamıştır. Yer yer iki metreye ulaşan kar, kağnılara geçit vermemekte, cephaneyi sırtta taşımak dışında bir çözüm bulunmamaktadır. Bir oğlunu balkan harbinde, en küçüğü Mustafa’yı hastalıktan kaybeden, eşi de üzüntüden ölen Cemal öğretmen (Emin Olcay), içi kan ağlasa da elinde kalan biricik oğlu Mehmet’in cephane taşıyacak gruba katılmasına izin verir. Mehmet, ilk sevmeler çağındadır, Ermeni çetecilere silah satan Sermet beyin (Burak Sergen) güzel kızına vurulmuştur. Ama sonu ölüm olsa da yola çıkmaya hazırdır. Gönüllüler arasından yaşları 12 ile 17 arasında değişen 120 çocuk seçilir, başlarında eski bir gazi olan Musa Çavuş (Burak Sergen) vardır. Birkaç askerin de güvenlik için dâhil edildiği kafile, ana babaların gözyaşları ve dualarıyla zorlu yürüyüşe başlar. “Bu masumlar ordusu, bu kahramanlık goncaları, yurdun umut ve istikbali olan bu fedakâr yavrular” nidalarıyla… Karlı dağlar aşılırken Taşnak çetecilerin pususuna düşerler. Yardımlarına Süleyman teğmenin başında olduğu müfreze koşar. Tümen komutanı Kamil Paşa, küçük kahramanları hararetle karşılar. Sonra fırtına ve tipi altındaki uğursuz dönüş yolu… Onların öyküsü aslında tebaaların silkinip halka ve ulusa dönüşmesinin öyküsüdür. (Cloverfield) Matt Reeves’in yönettiği ve Blake Lively, Lizzy Caplan, Mike Vogel ile Michael StahlD’nin oynadığı film, New York’a düzenlenen bir canavar saldırısına tanıklık eden insanların öykülerini konu alıyor. New York’taki bir barda kulakları sağır eden bir gürültü duyulur, bardaki kargaşa sırasında davetliler merdivenden aşağıya kaçmaya çalışırken New York caddelerini alev alev yanan yıkıntı ve enkazlar kaplar. Ardından Manhattan tarafında şiddetli bir patlama olur, Özgürlük Heykeli’nin kafası tıpkı dev bir top güllesi gibi caddeye çarpar. ? Canavar ? Sweeney Todd: Fleet Sokağının Şeytan Berberi (Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street) Tim Burton’ın yönettiği ve Johnny Depp, Helena Bonham Carter, Alan Rickman ile Timothy Spall’in oynadığı, efsanevi söz yazarıbesteci Stephen Sondheim’ın ödüllü müzikal başyapıtına dayanan film, zorlayıcı ve özgün bir bakış açısına sahip. Barker, Sweeney Todd kimliğine bürünerek Bayan Lovett’ın pastanesinin üzerindeki, eskiden kendine ait olan berber dükkanına geri döner. Amacı, karısı Lucy’yi ve küçük kızını ondan çalmak için yardımcısı Beadle Bamford’la birlikte kendisini uydurma bir suçla uzaklara gönderen Yargıç Turpin’i gözlemektir. Bayan Lovett, Barker’a, Yargıç Turpin tarafından iğfal edilen karısının kendisini zehirlediğini söyler. Bu arada, rakibi olan gösterişli İtalyan berber Pirelli, Barker’ı kimliğini ifşa etmekle tehdit edince, Barker onu boğazını keserek öldürür. Cesetle ne yapacağını bilemezken, Bayan Lovett turtalarını insan etiyle doldurmayı önerir. Bayan Lovett’ın turtaları çok geçmeden Londra’da satış patlaması yapar. Günümüzün en kışkırtıcı, çatışmacı, eleştirel sinemacısı Michael Haneke’ nin “Duygu Buzlanmaları” adını verdiği üçlemesini, The Seventh Continent (Yedinci Kıta/1989), Benny’ s Video (Benny’ nin Videosu/1992), 71 Fragments ASLI of a Chronology of Chance Bir Kronolojinin 71 SELÇUK (Tesadüfi Parçası/1994) filmlerini içeren Dvd setini Tiglon firması çıkardı. Yedinci Kıta’da yönetmen bir burjuva ailesinin üç yılını (198789) kapsayan yaşam ve ölümünü her zamanki tutumuyla uzak bakışıyla yine ustalıkla aktarıyor. Genel çizgide normal, birbirlerine bağlı bir aile görünümündeki anne Anna (Birgit Doll), baba Georg (Dieter Berner), küçük kız Eva’nın (Leni Tanzer) gündelik yaşamlarında herşey alışıldığı düzende akar. Film süresince Haneke çağdaş yaşamdaki duygu boşluklarının altını acıtarak çizer, çalar saatin alarmını kapatan, kahvaltı hazırlayan, diş fırçalayan şaşmaz devinimli ellerin yakın planlarını göstererek Schober ailesinin derinden alıştıkları nerdeyse ayrımsamadıkları iletişimsiz yaşamlarını bu gerçeklikle yansıtır. Otomatik araba yıkamanın fırçalarının yavaş, sessiz döndüğü açılış sahnesinde aile bir arabanın/kafesin içindedir, varolmayan, salt düşledikleri bir yedinci kıtaya kaçma planları yapmaktadırlar. Gazetede okuduğu gerçek bir olaydan yola çıkan Haneke, aile bireylerinin sekmeyen davranışlarının teknolojiyle etkileşimlerini aktarır. Teknolojinin gündelik yaşamdaki ikilemlerini bize sıklıkla duyumsatır: Otomatik araba yıkayıcı, TV, Anna gelişmiş aletler kullanan bir göz doktorudur, arıtılmış bir ortamda çalışan Georg’sa mühendis, insanın robotlaşmış halidir. İçsel yaşamlarının boşluğu onları izleyenin ummadığı bir karara sürükleyecektir. Yaşanan etkilerden çok sonuçları anlatmayı sevdiğini belirten sinemacı, tedirgin edici nerdeyse ölümcül bir dinginlik içerisinde belirsiz çözümler bulmayı seviyor. Toplumdaki alttan alta savunulan tabuları ele alarak varsıl ülkelerin eleştirel portrelerini çiziyor. Benny’nin Videosu’nda Haneke yine bir çekirdek aileyi ele alıyor. Ondört yaşındaki elektronik delisi Benny (Arno Frisch) dünyayı, yaşamı bir monitörün gözünden algılar. Gerçeklik duygusundan yoksun Benny, aile çiftliğinde bir domuzun kesilmesini videoya kaydeder, izlenmesi güç bu görüntüleri peşpeşe izler. Hafta sonu ailesi tatildeyken eve yaşıtı bir kızı (Ingrid Stassner) konuk eder. İkisi de gerçek ölümü merak ediyorlardır. Sinemada bu ölüm sahnelerindeki kanların ketçap ve benzer şeylerden yapıldığını belirten Benny, domuzların öldürüldüğü aletle kızı bilinçsizce öldürür, videoya kaydeder. Annesi (Angela Winkler) ve babası (Ulrich Mühe) dönüncede bu gerçek ölümü onlara izlettirir. Anne ve baba kariyerlerini düşünerek oğullarını adalete teslim etmektense cinayetini örtbas ederler. Filmde yine burjuva bir aileyi, kat kat örtülü korkaklıklarla dolu suçluluk duygularını, suç paylaşımlarını izleriz. Haneke filminin anahtar sözcüğününgerçek ölümün ne olduğunu bilmek istiyordumolduğunu belirtir. Tesadüfi Bir Kronolojinin 71 Parçası’nda bu kez yönetmen burjuva aileden çıkıp geniş bir coğrafyaya, varsıl bir kente yayılarak çeşitli karakterlerin bileşkesinden bize 3 Aralık 1993’te ondokuz yaşındaki öğrenci Maximillien B’ nin bir Viyana bankasında üç kişiyi öldürdükten sonra kendini başından vurmasını anlatır. İki kapalı, aile içinde geçen dramın ardından bakış açısını değiştirmek istediğini vurgulayan Haneke, bir banka müdiresi, müdirenin tek başına yaşayan yaşlı babası, banka güvenlik görevlisi, kaçak Romen çocuk, evlat edinmek isteyen bir çift, parlak bir öğrenci aracılığıyla toplumdaki iletişimsizliği, yalnızlığı, hoşgörüsüzlüğü, ırkçılığı küçük parçacıkları başarıyla birleştirerek sunar, Viyana’nın kent yaşamına sinik, eleştirel ve nihilist bir bakışla yaklaşır. Haneke çözümler, yanıtlar vermek istemez, yaşananlar, görülenler karşısında çözümleri, yanıtları, soruları izleyicinin bulmasından yanadır. Üçlemesinin gerçekliğin soğukluğunu taşıdığını belirten sinemacı, ölüm ve yaşamla oynadığını, bütünleştirmeden ayrıştırmaya geçtiğini, varsıl toplumların pisliklerini halının altına süpürüp yok saydığını, herkesin suçluluk duygusuyla boğuştuğunu, dünyayı gündelik tüketilir medyanın aracılığıyla algıladığımızı, iletişimden, sıcaklıktan, sevgiden yoksun, birbirine yabancılaşan toplumları anlattığını irdeliyor. Çok açıklayıcı, pedagojik anlatımları yeğlemediğini, kötülüğün, şiddetin, oburca tüketimin olmadığı daha adil bir dünya istediğini sık sık vurguluyor. Filmlerini izleyiciyi sarsmak, onların uyanıklığını sağlamak için çektiğini söyleyen Michael Haneke aslında iyimser bir gerçekçi. Çünkü o toplumun duygusuzluğunu, ilgisizliğini, duyarsızlığını, soğukluğunu sarsan filmler yapıyor. Onlara kayıtsız, pespembe, konfor övgüsü yapan kaçış filmleri yerine yüzlerinde tokat gibi patlayacak durumları, çıkmazları gösteriyor. “Duygu Buzlanmaları” üçlemesi izleyiciye sorular sordurup daha iyi bir dünya ütopyasına doğru yolculuğa çıkarırken şaşırtıp tedirgin ediyor, etik ve vicdani sorgulamalara sokuyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle