22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 05 14/2/08 16:07 Page 1 CUMARTESİ EKİ 5 CMYK figenatalay?yahoo.com Faks: 0212 343 74 62 16 ŞUBAT 2008 CUMARTESİ 5 Barış eğitimi, hemen şimdi! arış eğitimi, “kalabalık grupları barışçıl topluluklara dönüştürmeyi’’ amaçlar. Bunun en etkili yolu da, barış eğitiminin çok küçük yaşlarda verilmeye başlanmasıdır. Barış Eğitimi, pek çok ülkede okullarda veriliyor. Ancak ülkemizde bu eğitimin okul öncesi dönemde verilmesine yönelik bir program henüz bulunmuyor. “Okul Öncesi Eğitimi FİGEN Dergisi’’nde okuduğum, Dr. Ebru Aktan Kerem ve Dr. Işık ATALAY Kamaraj tarafından yapılan “Erken Çocukluk Döneminde Barış Eğitimi Araştırmalarına Genel Bir Bakış’’ başlıklı bir araştırma, bu eğitimin neden çok gerekli olduğunu, Türkiye ve dünyadaki uygulamaları anlatıyor. Araştırmanın, “barış eğitiminin başlangıç yaşı” ile ilgili bölümünde, yüksek gelişmişlik düzeyinde olan ülkelerde, barış eğitiminin, doğumla ya da 23 yaş arasında başlaması ve ilk eğitimin aile tarafından verilmesinin önemli olduğu belirtiliyor. Orta ve düşük gelişmişlik düzeyinde olan ülkelerde ise bu eğitimin erken çocukluk döneminde (08 yaş) verilmesi ve bu eğitimin aile tarafından başlatılması gerektiği ifade ediliyor. B En iyi öğrenme ortamı ? Barışçıl sınıf ortamı küçük çocuklar için en iyi öğrenme ortamıdır. ? Bu ortamda öğretmen sorumluluklarını çocuklarla paylaşır. ? Öğretmen barış yapıcı bir kişiliğe sahiptir ve model olur. ? Çocuklar bu ortamda kendi öğrenme hızlarına, gelişimlerine ve stillerine göre işbirliği içinde ve çatışmalardan uzak biçimde yaşamayı öğrenirler. ? Barışçıl bir sınıf ortamında çocuklar, sosyal ve duygusal gelişimleri için son derece önemli golan güven duygusunu geliştirirler. ? Karşılıklı saygı, bağımsızlık, özerklik, farklılıklara saygı ve demokratik katılım da kazanımlar arasındadır. YAŞAYARAK ÖĞRENMEK Araştırmaya göre, doğumdan 2 yaşına kadar olan süreçte annebabalara verilecek “barış eğitimi’’ programları son derece önemli. Erken çocukluk döneminde ise bu eğitimlerin okul öncesi öğretmenlerinin eğitimi aracılığıyla sürdürülmesi öneriliyor. Okul öncesi ve ilköğretim dönemi için geliştirilen “Barış Eğitimi Programları’’, çocukların psikolojik ve etnik gelişimlerine cevap vermeye yönelik olarak hazırlanıyor. Bu programlar, genellikle etkinlik odaklı oyun ve farklı aktiviteleri temel alıyor ve tartışmalarla sonuçlandırılıyor. Bu etkinliklerin temel amacı, okul içi ve okul dışı yaşantılar yoluyla çocukların “barış’’ kavramını yaşayarak öğrenmelerine rehberlik etmek. Çocukların, barış kavramıyla erken yaşlarda tanışmaları, demokratik ortamın yaratılması, çocukların gelecekte toplumda yaşayan bireyler olarak vatandaş kimliği ve sorumluluğuyla hareket etmelerinde son derece önemli. Çocukların bu kavramı öğrenebilmeleri için öncelikle yetişkinlerin, okul öncesi çocuklarına model olmaları ve bu kavramla ilgili eğitim almaları gerekiyor. Önce güvenlik Çocuk güvenlik sistemleri geliştiren Kids SafeT, 06 yaş grubu çocukların bulunduğu ev, okul gibi mekanları kazalara karşı güvenli hale getirmeyi amaçlıyor. Uzmanlar, banyo, mutfak, oturma odası gibi yaşam alanlarını, merdivenleri, pencereleri, kapıları, bahçeleri ve havuzları yerinde inceleyerek kaza risklerini belirledikten sonra bu mekanların kaza risklerini ortadan kaldıracak çözümler üretiliyor ve montajı gerçekleştiriliyor. Güvenlik ürünleri arasında çocuk güvenlik kapıları, pencere güvenlik kilitleri, ocak bariyerleri ve koruyucu elemanları, köşe ve kenar koruyucu elemanlar, elektronik ev aletleri koruyucu elemanlar, kapı tutucuları (parmak koruyucular), elektrik güvenliği, banyoda çocuk güvenliği bulunuyor. Ayrıntılı bilgi www.cocukguvenlik.com.tr internet sitesinden ve 0216 577 04 22 numaralı telefondan öğrenilebilir. IKEA’da atölye IKEA mağazalarında, 611 yaş çocuklar için özel etkinlikler düzenleniyor. Kukla tiyatrosu, satranç, kitap okuma, ekmek pişirme, fondü yapımı, hamur atölyesi, ampul boyama, gol atma, origami, kum boyama ve çerçeve boyama aktivitelerinin gün ve saatlerini www.IKEA.com.tr adresinden öğrenmek mümkün. Eşitliközgürlük Özgürlüğün en mutlak tezahürü gürültüdür bizim mahallelerde. Aynı zamanda en etkili iletişim aracı. Sabahları önce simit sonra simiyaat diye bağıran çocukların gürültüsüyle başlar gün. Sanki o saatte uyanık ve de çalışıyor olmanın hıncını sizden çıkarır gibi bağırır o simitçi çocuklar. Sonra korna sesi bu gürültünün yerini alır. Yarışır gürültüler; bir süre sonra alışır, aldırmaz hale gelirsiniz. Yaz ayları seyyar satıcı, kış ayları hırdavatçı gürültüsü yoğundur. Balkonlardan çamaşır sarkar ekseriyetle. Daha ucuz bir haberleşme yöntemi olduğundan balkondan balkona komşu muhabbetleri sabahların vazgeçilmezidir. Gazete okumaya sıra geldiğinde bu sefer aynı gürültü o gazete sayfalarından taşar. Daha sonra o gazeteler, Ramazan dolayısıyla vitrin mankenlerinin mahrem yerlerini örtmekte kullanılır. Bizde de Malezya’daki gibi oruç polisi olur mu diye korkanlar olabilir. Bizde o oruç polislerinden, ahlak zabıtalarından bolca bulunur. Bazen bir taksi şoförü ve bazen mahalle eşrafından biri oruç tutup tutmadığınızı sorar, tutmadığınızı söylerseniz borca girdiğinizi buyururlar. Borç sizin borcunuzdur. Ama olsun! Çünkü ibadet de büyük bir gürültüyle yapılmalıdır. Sessiz olun deme hakkınız yoktur. Çünkü simitçi ekmek parasını kazanmaya, korna çalan yolu açmaya, diğerleri ibadetini yapmaya, kimileri mahallenin ahlakını korumaya çalışmaktadır. Tevazu ve sadelik kaybolur o gürültünün ardında. Sesini duyuramaz. En çok bağıranın haklı çıktığı bir demokrasidir bizimki. Böyle bir demokraside hiçbir tartışmanın felsefi derinliği de olamaz. Özgür bir tartışma ortamı ve sorgulama da. Türban da böyle bir ortamda tartışılıyor. Türbanlı veya başörtülü kızlar televizyonlara çıkıp konuşmalar yapıyor bireysel özgürlük üzerine. Hepsi okumuş, belirli bir entelektüelliğe sahip. Müstehzi bir tebessümle dinliyorlar karşıt görüşleri, yumuşak ve tiz bir ses tonuyla konuşuyorlar. Özgürlükten bahsediyor, kadının özgürleşmesinden dem vuruyorlar. Ama eşitlikten söz etmiyorlar neredeyse hiç veya eşitlik anlayışları yalnızca türban takan kadınlarla takmayanlar arasına sınırlanmış gibi. Oysa eşitlik olmadan özgürlük de olamaz. Ne kadar eşit olunduğunu ise rakamlar gösteriyor. 2004 yılında yapılan yerel seçim sonuçlarına göre 3225 belediye başkanından yalnızca 18’i kadın, 1999 sonuçları da bundan farklı değil. Parlamentoda 550 milletvekilinden 50’sini kadınlar oluşturuyor. Oysa bıyıklı kadınlar kampanyasına kendilerini çok kaptıranlar buna çok şaşırmıştı. Ama kravat, bıyık kadınları erkeklerin dünyasına yaklaştıramıyor işte. Orası “erkeklerin dünyası” çünkü. Aynı dünyada kadınlar töre cinayetine kurban gidebiliyor. Ya da evlenme teklifini kabul etmediği için öldürülebiliyor onları “seven” erkekler tarafından. O dünyada kadınlar işsiz; kadın işsizliğinde OECD ülkeleri arasındaki en yüksek işsizlik oranı ülkemize ait. Eğitim olanaklarına erişemeyen yurttaşlarımızın sayısı 7 milyonun üzerinde. Bu 7 milyonun büyük kısmı kız çocuklarından oluşuyor. Ve o dünyada iktidarda olanlar “haremine dokundurtmayan” erkekler, bireysel özgürlük adına türbana özgürlük sağladılar. Türbanlı veya başörtülü kızlar da o haremlerdeki özgürlük sorunu ile ilgili değiller pek, nedense o haremlere hiç dokunmuyorlar. Oysa o dokunulmayan haremlerde, o eşitliğin olmadığı dünyada her gün binlerce dram yaşanıyor. Felsefe ve yemek bir arada Yemek yapmak bir sanattır. Ünlü İtalyan şef Beatrice Di Lallo ise bu sanatı felsefeyle sentezleyerek sunuyor. Bolonya Üniversitesi’nde felsefe okuduğu yıllarda ünlü düşünür Umberto Eco’nun öğrencisi olan Di Lallo, birbirinden lezzetli yemekleriyle felsefeyi Napoli doğumlu HEVAL buluşturuyor. Di Lallo, üniversite okumak TÜRK için gittiği Bolonya’dan Türkiye’ye gelmiş. Bir arkadaşının onu Ankara’daki Mezzaluna Restoran’a şef olmak için çağırmasıyla başlamış hikayesi... Daha sonra İzmir’e, oradan da Bodrum Alaçatı’ya gitmiş kendi restaurantını açmak için. Sonunda yolu İstanbul’la da kesişmiş. ‘İtalyan Pasta’ deyince ilk akla gelen isimlerden olan Di Lallo, bugünlerde Beyoğlu Ghetto’nun içindeki ‘Beatrice’ isimli restoranıyla İstanbullulara el yapımı İtalyan makarnalarını ve pizzalarını sunuyor. Di Lallo’ya göre Umberto Eco’nun öğrencisi olması yemeklerine ayrı bir tat katıyor. Onu lezzete ve estetiğe sevk ediyor. Aslında onun yemek yapmaya olan aşkı, çok daha öncesine, köklerine dayanıyor. Büyük büyük babannesi 2. Dünya Savaşı sırasında İtalya’da çok ünlü bir aşçıymış. Kendi restoranında o bölgenin en lezzetli makarnalarını ve pizzalarını yaparmış. Babası ise büyük bir firmanın gıda malzememelerinin tazeliğini ve kalitesini denetliyormuş. Yani böyle bir aileden gelen Di Lallo için şef olmak çok sürpriz olmamış aslında. Gerçi ailesi hiç istememiş onun aşçı olmasını. Tatili olmayan, çalışma saatleri gecelere kadar süren bir iş olduğu için tabii. Ama o yılmamış ve üniversitede felsefe okurken bile bir yandan aşçılık yapmaya başlamış zaten. Hayatta değişikliklerden hoşlanan ve yaşama değişik pencerelerden bakmayı felsefe haline getiren Beatrice bu ideolojisini yemeklerine de yansıtıyor. Onun mutfakta en çok önem verdiği şeylerin başında ise, bir aile geleneği yatıyor. O, kullandığı bütün malzemelerin kaliteli ve taze olmasına özellikle önem gösteriyor. Fakat Türkiye’deki pahalılıktan ve istediği malzemeleri her yerde bulamayışından biraz muzdarip. Alışveriş yapmayı en çok sevdiği yerler ise Balık Pazarı ve Eminönü’ndeki Mısır Çarşısı.... Beatrice’in Türkiye’deki lezzet anlayışıyla ilgili bir de şikayeti var. İnsanların gittikleri mekanlardaki yemeğin lezzetine değil de, popüleritesine önem vermeleri... Di Lallo’yu bulmuşken ona Türk insanının sağlıklı beslenip beslenmediğini de soruyoruz. “Aslında Türk geleneksel yemekleri oldukça sağlıklı. Fakat Türkiye’de de tüm dünyada olduğu gibi fast food yeme anlayışı her geçen gün yayılıyor. Bunun yanı sıra kırmızı et tüketimi de oldukça fazla. Geleneksel yemekler ise çoğunlukla sebze ağırlıklı ve çok daha sağlıklı” diyor. İtalyan ve Türk mutfağını karşılaştırarak devam ediyor sözüne: “Türk ve İtalyan mutfakları birbirine çok yakın. Çünkü ikisinin de kökleri Akdeniz mutfağına dayanıyor. Örneğin ‘pide’ ve ‘pizza’ çok benzer yiyecekler. Sadece malzemelerinde bazı değişiklikler var. Yapılışlarıysa tamamen aynı”. Bu arada Beatrice Di Lallo, dünyada ‘fast food’ anlayışına karşı, her bölgenin kendine has yiyeceklerini korumasını ve kullanmasını hedefleyen ‘slow food’ akımının uygulayıcılarından. Zaten onun Ghetto’da yaptığı yemekler de bu akıma uygun. Di Lallo, yaptığı İtalyan yemeklerinde mutlaka bölgenin geleneksel malzemelerini de kullanıyor. AYÇA AKPEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle