Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 29 KASIM 2008 CUMARTESİ El, kol, ayak, yüz, göz konuşunca.. İnsanoğlu var olduğundan bu yana “anlatmak” ister... Diliyle, bedeniyle, mimikleriyle hep bir şeyler anlatır... İnsan konuşma EMRE yetisini kazanmadan önce vücudunun diliyle aktarıyordu. DÖKER Sözlerin yetmediği yerde devreye giren el ve kol işaretleri, uzun yıllar öncesine dayanan pandomim sanatın temelini oluşturuyor. Sinemanın öncü isimlerinden Charlie Chaplin’den anımsanacağı gibi insan, konuşmasa da bir şeyleri istediği gibi anlatabiliyor. Pandomim de, el kol, jest ve mimiklerle iletişim kurmanın bir yolu. Pandomim, kelimelerin vücut jestleriyle ifadesi değil, “fikirlerin hareket, tavır pozlarla anlatımı, düşünce ve duyguların vücut aracılığıyla doğrudan iletimi” olarak geçiyor sözlüklerde. 20 yüzyılın başında Chaplin’in siyah beyaz sessiz filmlerinden anımsanacak bu sanat, ülkemizde de gün geçtikçe yayılıyor. Tiyatronun atası olarak kabul edilen sanat dalı, halkla birebir temas için sokaklara kadar iniyor. İzmir’de başlayan ve İstanbul, Ankara, Eskişehir, Burdur’da kurulan “Sokak Sanatları Atölyesi”, sokakta gerçekleştirdikleri pandomim gösterisiyle insanlarla birebir iletişim kuruyor. İlk kitlesel gösterisini Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde gerçekleştiren İzmir Sokak Sanatları Atölyesi oyuncuları, kentlilerin ilk başlarda meraklı gözlerle izlediği gösterilerine artık alışıldığını belirtiyor. İzmir’in her yaştan, her gelir grubundan insanın günün her saatinde yürüdüğü bu sokakta, yapılan pandomim gösterisinin izleyicisi her geçen gün artıyor. Sanatın sokağa inmesi gerektiğini düşünen, popüler kültürün insanı yalnızlığa sürüklediğini, paylaşmayı engellediğini düşünen gençlerin oluşturduğu grupta farklı meslek gruplarından insanlar çalışıyor. 3 ay önce İstanbul’dan gelen pandomim eğitmeni Fatih Kolçak’la Gümüldür Belediye Tiyatrosu Yönetmeni Erdal Çoban’ın öncülüğünde çalışan grup, atölyeyi kurarak ücretsiz olarak tiyatro ve pandomim dersleri veriyorlar. Aralarına Türkiye’nin ilk profesyonel kadın pandomimcilerinden Ayça Yaşıt’ın da katılmasıyla güçlenen İzmir Sokak Sanatları Atölyesi’nde gençler, İzmirlilerin kendilerine verdiği destekten hoşnut olarak çalışmalarını sürdürüyor. Duvarların arasına sıkışıp kalan tiyatroya alternatif olarak sunulan bu oyunu kentin varoş bölgelerinde sergileyen genç grup, bölgedeki insanlardan aldıkları olumlu tepkiyi de önemsiyor. Bazı pandomim ifadeleri ? Bir elin yürek üzerine konması “aşk” duygusunu ifade eder. ? Gözler üzerine yerleştirilen ellerin aşağıya dogru çekilmesi “gözyaşı” izlenimi verir. ? Sıkılmış yumrukların baş üzerinde sallanması “öfke”yi anlatır; kolların çapraz olarak aşağıda tutulması “arzu”yu dile getirir. ? Ağzını ve gözünü kocaman açmak şaşkınlığı belirtir. Can yakan öyküler anlatan bir yönetmen 40 yaşında “Genç Yetenek” ödülünü alan yönetmen Aydın Bulut, anlattığı hikayenin bir tartışma yaratmasını sorunların konuşulur hale gelmesini amaçlıyor. Aydın Bulut ilk uzun metrajlı sinema filmi ‘Başka Semtin Çocukları’nı çekti. Altın Portakal’da da yarışan ve ödüller alan film 27 Şubat Cuma günü vizyona girecek. Yanlış anlamayın, 40 yaşındaki yönetmen anlatacak hikaye bulamadığı için değil, bambaşka olumsuzluklardan dolayı ilk filmi için bu kadar ŞİRİN beklemek zorunda kalmış. Gazi Mahallesi ve GÜVEN Nitekim Güneydoğu sorunu üzerinden pek çok şey anlatmaya çalışan film için 10 yıl önce yola çıkmış aslında. Ancak yapımcı sorunuyla yüzleşmiş ve kendi filminin yapımcısı olacak parayı kazanana kadar beklemek zorunda kalmış. Amacı sinema yapmak, dertlerini anlatmak olsa da hayat onu televizyona savurmuş. Yeditepe İstanbul, Ihlamurlar Altında gibi birçok televizyon dizisi ve filminin ardından ‘insanı öğüten bir süreç’ diye nitelendirdiği televizyona dur demiş. Ve 10 yıl önceki projelerinin üzerinden geçip tekrar başlamış yapımcı avına. Ancak görmüş ki, hâlâ yapımcılarla ortak bir dil tutturamıyor, hâlâ o ticari bakış açısıyla kendi hayata bakışını özdeşleştiremiyor, hâlâ suya sabuna dokunmayan ve tamamen gişeye endeksli işler yapması bekleniyor. İş başa düşmüş ve birikimiyle ilk filmini çekebilmiş sonunda. Niyetlenmesinden tam 10 yıl sonra... Kaybettiğimiz kardeşlik duygusu Anlatacak çok derdimiz var diyorsunuz... Türkiye’de canımızı yakan ama üstünde çok konuşulmayan bir sürü konu var. Bu konulara eğilmek istiyorum. Mesela Tuzla çok ilginç bir havza. Deri ve tersane işçileri orada. Şehrin hemen başında bir işçi havzası var ve orada yaşanan çok acı var. Çok fazla insan hikayesi var yani. Kaybedenlerin hikayesi bunlar biraz. O bölgeyi anlatmayı düşünüyorum biraz. Bir de bir Beşiktaş hikayem var. ‘Hayat Siyah, Beyaz Ölüm’ diye... Çarşı ruhunu çok seviyorum ben. Neyzen Tevfik’ten bugüne Çarşı ruhunu farklı 3 kuşaktan Beşiktaşlının kaderlerinin kesiştiği bir hikayeyle anlatmak istedim. Çarşının ruhunu, yaratıcılığını, muhalif duruşunu, tarzını, çizgisini seviyorum. Hikaye İstanbul’a odaklanıyor aslında. Hatta Beşiktaş bir bahane bizim onu anlatmamız için. İstanbul’da ytirdiklerimizi, bu ülkede, bu dünyada kaybettiklerimizi anlatan bir hikaye. Kardeşliğe odaklı bir hikaye. Temel meselesi kaybetmiş olduğumuz kardeşlik duygusu. Ayrıca Akdeniz sineması yapmak istiyorum. Akdeniz bölgesinin ortaklıkları üzerine... Yani Akdeniz’in nasıl ortak bir kader yarattığı üzerine... İNSANLIK KADAR ESKİ Eski Yunan’da “Mime” taklitçi demekti ki; bu düşünce ve fikirleri seyircilere iletebilmek amacıyla hayatı taklit edene denirdi. Gösteriler geliştikçe “Mime” e “bütün” anlamına gelen “Pantos” kelimesi eklenerek Pantomim kelimesi türedi. Pantomim’in doğuşu insanlığın doğuşu kadar eski. Yaşamak için avlanan ilkel insan avdan dönünce avının nasıl geçtiğini kabilesine mimik ve hareketlerle anlatmaya başlamış. Bu tek kişiyle anlatım giderek topluca anlatıma dönüşmüş. Daha sonraları avın bereketini artırmak için önceden böyle gösterilere baş vurulmuş. Bu ilkel pandomim örnekleri tabiatı etkilemek amacında. Çiftçiliğe geçince insanoğlu, pandomim bolluk ve bereket törenlerine dönüşmüş. Fakat bütün bu ilkel pandomim örneklerinin ciddi ve dini olduğu söylenemez. Örneğin bir kabilenin efsanevi tarihini anlatan veya salt eğlendirmek amacı güden gösteriler de varmış. Dünyanın her tarafında kutlamak, eğlendirmek, tanrıları tesir altına almak için kullanılan pandomimin eski Yunan’dan Dioniysos adına tertiplenen dini törenler. Bunun en gelişmiş şekli Polonya’da Henryk Tomaszewski’nin Pantomim Tiyatrosu’na gelinceye kadar geçirdiği evrim olarak göze çarpıyor. Klasik pandomim denince ilk akla gelen ve bu sanatı dünyaya tanıtan isim 1923 yılında dünyaya gelen Etienne Decroux’un öğrencisi Marcel Marceau’dur. Genellikle çok az dekoru olan boş sayılabicek bir sahnede tek başına gösteri yapan Marceau, “Bib” adlı çok detaylı olmayan romantik şehir kalabalığından, makina gürültüsünden uzak, pandomim dilini daha çok amaç edinmiş, kişiliği ile sahneden kopmayan bir tip yaratmıştır. Alanında büyük etkiler yaratan diğer pandomim sanatçıları ise İsveç’li Dimitri, Budapeşte’li Laslo Frencz, İsrail’li Deborah Bertonoff, Shai, Ophir, Hollanda’lı Deryk Mendel, Rusya’da değişim sanatçısı olarak bilinen Arkady Rajkin, Tokyo’lu Once Baiko ve Kikuzo, Newyork’ta Salvadore Guida, Amerika’da Lionel Shephart bunlardan bazılarıdır. Pandomim sanatının Türkiye’de ki en büyük temsilcilerinden biriside Ulvi Arı’dır. SÖYLEYECEK SÖZÜ ÇOK Arkası çorap söküğü gibi gelecek gibi ama... Çünkü Bulut’un elinde bir dolu proje var. Ne de olsa o, Türkiye’nin sorunlarını konu alıyor ve Türkiye’de sorundan bol bir şey yok. Şimdi o, niyetlenip de çekemediği günlerin inadına kollarını sıvamış. Birbiri ardına canımızı yakan konulara, kendini en iyi anlatabildiği yol olan sinemayla eğilmek için... Bu arada aslında onun sinema geçmişi, sorunlara odaklanışı ve onları sinemayla anlatmak istemesi çok eskilere dayanıyor. 80 sonrası darbeden nasibini alan Galatasaray Lisesi’nde okuduğu yıllara... Yasak olan kültür şenliğini başlattığı ve okulda film gösterimleri yapmaya başladığı zamanlara... Ardından öğrencilikten çok, öğrenci hareketlerinde aktif rol aldığı Boğaziçi Üniversitesi yıllarına ve nihayetinde sinema okumak için Mimar Sinan Üniversitesi’nin Sinema Televizyon Bölümü’ne girdiği günlere... O, Türkiye’nin 80 sonrasındaki ilk öğrenci hareketinin içinde aktif rol almış, ardından işçi ve öğrenci gençlerin bir araya geldiği Çağdaş Sanat Atölyesi’nde yer almış. Toplumsal olaylara duyarlı, muhalif insanların bir araya gelmesiyle oluşmuş Çağdaş Sanat Atölyesi’yle Gazi olaylarına da duyarsız kalmamışlar ve Gazi Mahallesi isimli bir belgesel çekmişler. Yaşanan şeylerin öfkesiyle, gerçekleri yansıtabilmek için... Gazi Mahallesi ve Güneydoğu’ya neden odaklandınız? Ben kenar mahalle gençliğinin sıkışmışlığı üzerine bir film yapmak istedim. Ama bu çatışmalar, benzer gerilimler şehrin kenarına itilmiş olan bütün mahallelerde yaşanıyor aslında. O resmi göstermek istedim. Kültürel, etnik çatışmalar, TürkKürt karşı karşıya gelişleri, AleviSünni tartışmaları filmin sosyal gerçekliğinin elemanları olarak filmin içinde var. Bu gençler böyle bir gerçekliğin içinde var olmaya çalışıyorlar demeye çalıştım. Güneydoğu meselesi de ben bu filme 10 yıl önce kalkıştığımda hiç konuşulmuyordu. Şimdi daha konuşulur hale geldi ama yine de bir de oradaki savaşın tramvasıyla buraya gelen, hiç sözü edilmeyen ve ciddi hastalıkla yaşayan insanlar var. Toplumsal cinnet, patlamalar, üçüncü sayfa haberleri durduk yerde oluşmuyor. Bu ülkede neredeyse 25 yıldır kanayan böyle bir yara var, yangın var. Bu uzun bir süre görmezden gelindi. Aslında toplumsal bir travma yaşıyoruz. Güneydoğu’dan en fazla göç alan yerler o kenar mahalleler. Oradan kaçanlar gelip bu kenar mahallelerde yaşıyorlar. Sonuçta orada yaşanan savaşın burada da sonuçları var. Filmde savaşın her yerde olduğunu söylemeye de çalıştım. Yani bu mahallelerde yaşayan gençlerin hayatlarını çalan, onları köşeye sıkıştıran ve onları ezen başka gizli bir etken de var. Böyle bir paralellik de kurmaya çalıştım. KENAR MAHALLE SIKIŞMIŞLIĞI Bu film için neden 10 yıl beklemek zorunda kaldınız? Maddi nedenlerden dolayı. Projenin içeriği yapımcıya uygun gelmiyor. Ortak dil kurmak çok önemli ancak o ticari bakışla bizim hayata bakışımız örtüşmüyor. Daha doğrusu yapımcı bulabilirsiniz ama bu projenize bağlı. Suya sabuna dokunmayan, tamamen gişeye endeksli işlere çok rahat bulursunuz mesela. Türkiye’de hep ezberler var. Sinemada da belli klişeler, ezberler var. Eğer o ezberlerin dışında bir şeyle çıkıyorsanız insanların karşısına orada ilk refleks ‘bir dakika bir düşünelim’ oluyor. O anlamda çok zamanım çalındı. Biraz da onun yorgunluğuyla projeyi rafa kaldırdık. Sonuçta benim birincil amacım sinema yapmaktı ama hayat beni başka yerlere sürükledi. Sinema yapamadığım için televizyona yönelmek zorunda kaldım. Televizyonda da seçici olmaya çalıştım. Pek çok işi Tomris Giritlioğlu’yla beraber yaptığım için şanslıyım yine. Ama televizyon çok tehlikeli bir alan. Yaptığınız şey karşı olduğunuz bir şeye dönüşebiliyor birden. Çok mutlu edici, tatmin edici bir alan değil. Neyse sonra sinema yapmak için bir dur dedim. Sonuçta beni gerçekten mutlu ve tatmin edecek şey sinema. Anlatacak çok şeyim, söyleyecek çok sözüm var ve kendimi ifade etme yolu olarak sinema bana en uygun olanı. Televizyonu bıraktınız, peki sonra? Bir yıl film yapma çabasıyla geçti. Yani yapımcı bulma çabasıyla. Sonra Serkan Turhan diye çok eski bir arkadaşım, ‘Biz bu işi yapımcılarla yapamayacağız, hadi artık kendimiz yapalım’ dedi. Böylece televizyondan biriktirdiğim parayla ‘Başka Semtin Çocukları’na başladık. Oturup beraber senaryonun üzerinden geçtik ama maalesef bazı şeyler hiç değişmediği için sorunları çıkaramadık. Yani ne o kenar mahallelerdeki barut fıçısı gerçekliği değişti, ne de Güneydoğu’daki savaş... Biz yola çıkınca kısa sürede gelişti iş, o öfkeyle kısa sürede hallettik filmi. Birçok kişinin desteği oldu, kollektif bir çalışma yaptık diyebilirim. Oyunculara da teşekkür etmeliyim. Hemen hemen herkes gönüllülük temelinde hiçbir karşılık beklemeden, projeye ve bana inandıkları için geldi. Bu da bizim için çok motive edici oldu tabii. C MY B C MY B