Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
29 KASIM 2008 CUMARTESİ 3 İstanbul sahne mi, yoksa aktör mü? İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı hafta başında, kültürsanat, iş ve iletişim dünyasının temsilcilerine sürdürülen çalışmaları ve projeleri anlattı. Ajansın sloganı “Sahne Senin İstanbul”du. Aslında İstanbul ESRA uzun yıllardır tam da ALİÇAVUŞOĞLU sahnenin ortasında durmuyor mu? Çağlar esraali?yahoo.com Keyder’in dediği gibi, özellikle küreselleşme sürecinin yoğunluk kazandığı 1980’lerden itibaren İstanbul zaten Türkiye’nin dünya sahnesine çıkışıyla tanımlanan sürecin, vitrini ve kapısı değil miydi? Festivaller, bienaller ve uluslararası pek çok etkinliğin gerçekleştirildiği İstanbul, 80’lerden itibaren kültürel tüketime göre biçimlendirilmiş bir kent olmadı mı? Peki, 2010 Avrupa Kültür Başkentliğini Almanya’nın Essen ve Macaristan’ın Peç kenti ile paylaşan İstanbul’a 2010 neler katacak ya da katabilecek. Bir dizi etkinliğin peşi sıra gerçekleştirildiği “festivalize” bir İstanbul mu göreceğiz ya da kente yeni açılımlar getiren, dünyaya bir gösteri sunmaktan öte, kentte yaşayanları kendilerini buraya ait hissetirecek projeler mi izleyeceğiz? “İstanbul’a dikkat çekmek”, “İstanbul’a artı değer katmak” gibi klişeleşmiş hedefler zaten uzun yıllardır bu kent söz konusu olduğunda ilk akla gelen cümleler. İstanbul’u ilk kez sahneye çıkıyormuş gibi düşünmek, tarih boyunca baş rol kapmış bu kente biraz da haksızlık değil mi? Yoksa İstanbul’u kişileştirip mitsel bir figür haline getiren bizzat biz üzerinde yaşayanlar mıyız? Soruları çoğaltmak mümkün, yanıtları ise 2010 sürecinde tek tek alacağız. başlı meydanlarının yönlendirici bir planlama ve tasarım çalışması içinde ele alınacağı İstanbul Meydanları; Antik dünyanın en büyük tek kemerli köprüsünü inşa etmek üzere Sultan II. Beyazid’e teklif sunan Leonardo Da Vinci’nin Haliç Köprüsü önerisinin hayata geçmesi için uluslararası bir yarışma düzenlenmesi kentsel uygulamalardan bir kaçı. Halk ayağı kayınca kapaklanır caddeye Belediye sanır ki arzı ihtiram eder FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL Kent Arkeoloji Müzesi 2009’da yapılması planlanan bir diğer önemli kentsel uygulama ise Theodosius Limanı (ArkeoPolis) ve YenikapıTransfer Noktası Projesi. Marmaray raylı sistemi için yürütülen çalışmalar sırasında Yenikapı’da ortaya çıkarılan ve bugüne değin bilinenleri altüst eden Theodosius Limanı kalıntıları, 2010 çerçevesinde projelendirilecek. Projenin ilk etabı, “çok işlevli kamusal alanlar” üzerinde çalışan Rem Koolhaas, Renzo Piano, Norman Foster gibi mimarların yönetimindeki ekipler tarafından bir masterplanının hazırlanması ve bu plan içinde yer alan mimari projelerin geliştirilmesi için Türkiye’den ve dünyadan mimarlarla yapılacak çalışmaların yönlendirilmesinden oluşuyor. Ayrıca, Yenikapı kazılarında ortaya çıkan jeoarkeolojik bulguların, limanlar, gemiler, fosiller gibi buluntuların sergileneceği bir Kent Arkeolojisi Müzesi’nin kurulması ve müzeyle bütünsellik oluşturacak bir Arkeolojik Park’ın tasarlanıyor olması ilginç ayrıntılardan. Müzenin, Yenikapı’nın yanı sıra Sirkeci, Üsküdar ve Sultanahmet’te yürütülen arkeolojik kazılardan elde edilen bulgulara da yer vererek, kentin bütünsel tarihini anlamaya katkıda bulunması planlanıyor. Sinemaya gidiyo musunuz? Tiyatro seviyo musunuz? Düzenli olarak kitap okuyo musunuz? Sergi geziyo musunuz? Eğer ki şayet bütün bunlara cevabınız ‘EVET’ ise ‘HAYIR’lara vesile olur inşallah!.. Yoğun günler kapıda 2010’un projeleri elbette sadece kentsel uygulamalardan ibaret değil; İstanbul’un çeşitli bölgelerinde gezmesi planlanan “çağdaş sanat sergi paketleri”; tiyatroda yeniden yapılanma sempozyumu; Türkiye üniversiteleri tiyatro şenliği; belgesel sinema eğitimleri; ulusal gençlik senfonisi orkestrası ve demokrasi labaratuvarı; Osmanlı serpuşları rastgele seçtiğimiz etkinliklerden sadece bir kaçı. Bu etkinliklerden bazıları yıllardır, hatta yüzyıllardır bu kentin beklediği projeler. Bazıları ise sanki “bu alanda da bir şeyler yapalım, eksik kalmasın” kaygısını taşıyor. Her ne olursa olsun 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’u sizin de gördüğünüz gibi yoğun günler bekliyor. Bu noktada çalışmaların, başta da değindiğimiz gibi, “festivalize” bir etkinlikler yumağı mı olacağı sorusu en hayati konuların başında geliyor. Bu etkinliklerin 2010’lu yıllara yayılacak siyasi, sosyokültürel ve kentsel bir zihniyet dönüşümü yaratması şüphesiz en önemli beklenti olacaktır. En nihayetinde biliyoruz ki metro inşaatı sırasında ortaya çıkan arkeolojik buluntulara sinirlenen, hatta karalar bağlayan, Tarlabaşı ve Sulukule’de sokakları yıkayıp, evleri boyayıp, yaşayanlarından arındırıp, steril mekanlar hale getirip, oraları kurtarılmış bölge haline sokma girişimlerinde bulunan yerel yöneticilerimiz; Cezayir sokağı gibi mekanları “bal dök yala” kafelerine dönüştüren özel sektör girişimcilerimiz; kenti sadece bir rant aracı olarak gören insanlarımız; estetikten yoksun, kentsel dokuya ihanet eden gökdelenlerle iftihar eden mimarlarımız; festival ve bienaller dışında temsil olanağı bulamayan sanatçılarımız bu “Başkent”te yaşıyor. Tüm bunları sorgulayacağımız bir süreci başlatırsa İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinliklerinden daha ne isteriz ki? Hafta sonu gidilmez, HAFTA SONU okunur! Kentsel uygulamalar Gelelim 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul için sürdürülen çalışmalara ve projelere. Projeler, Sahne ve Gösteri Sanatları, Görsel Sanatlar, Müzik ve Opera, Edebiyat, Geleneksel Sanatlar, Kent Kültürü, Sinema, Dış İlişkiler, Kültürel Miras ve Müzeler ve Çok Yönlü Projeler olmak üzere çeşitli ana başlıklar altında sürdürülüyor. 2010’un en dikkat çekici ve kalıcı projelerini Kentsel Uygulamalar oluşturuyor. Örneğin, Atatürk Kültür Merkezi’nin güncellenerek farklı kullanım alanlarına açılması, onarım çalışmalarının desteklenmesi 2010 programının içinde. Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesi restorasyonları; kentsel tarihsel topografyasını korumuş tek örnek olan İstanbul surlarının araştırma, belgeleme ve yaratıcı yöntemlerle UNESCO normlarına göre korunması ve tanıtımı; kentin belli Daha genciz.. Nerden çıktı? TECRÜBE.. Bu kupondan 30 tane biriktirip BUŞ’a götürün, beklemeden ‘Federasyon’u kapın! Kupon son teslim: 20 Ocak 2009 Çamur at DİZİ olsun!... Sarsıcı gerçek tiyatroda Dot’un geçen sezon sahneye koyduğu Karatavuk, ne yazık ki artık aşina olduğumuz pedofili üzerine yıkıcı, yıpratıcı ve tabii ki sarsıcı bir oyun. Zaten tecavüz, taciz haberleriyle bu denli içiçe olduğumuz tuhaf bir dönemden geçiyoruz. Böyle bir temanın tiyatroda ele alınmasına da pek alışkın değiliz. Emre Koyuncuoğlu, oyunu İngiltere’de izleyince çok etkilenmiş ve döndükten hemen sonra çevirmiş. Çevirir çevirmez de Dot’a götürmüş. Murat Daltaban da tesadüfen o dönemlerde izlediği oyunu hemen sahneye koyalım demiş. Emre Koyuncuoğlu ile oyun üzerine konuştuk. Oyuncuları nasıl belirlediniz böyle zor iki rol için? Aslında Blackbird’ü çevirdikten sonra 2 yıl boyunca ‘hangi oyuncu olur nasıl olur’u çok tartıştık. Şöyle bir şey de var. Cüneyt Türel’i zaten hep düşünüyorduk oyuncu olarak ama nedense ya hayır derse diye düşündük sanırım. Çok hassas bir konu bu. Herkesin kaldırabileceği, oyunculuk için malzeme olarak kullanacağı karakter olarak çok zor. Hazmetmen gerekiyor bir kere. Çok ağır bir şey hazmetmek. O anlamda çok büyük bir oyuncuyla çalıştım. Aynı şekilde Mine Tugay. Mine genç bir oyuncu ama yaptığı işlere baktığınızda çok önemli bir oyuncu. Emeğine kendini adama biçimine, çalışmasına hayranım. Çok şanslıydım. Bu oyunda bu iki oyuncuyla çalışıyor olmak benim işimi çok rahatlattı. Pedofili olgusu çok yerleşik aslında ülkemizde. Gizli olsa da çok da yaşamın içinde. Ama tam anlamıyla da tabu. Hiç kimse konuşmaya yanaşmıyor. Bunu sahneye koymak nasıl bir duygu ve neden? Temayı çok tartıştık tabii. Çok farklı SİNEM DÖNMEZ yerlere gidiyor tartışmaya başladığınzda. Ama tartışılması gereken bir konu olduğu için ele aldık. Bu konunun çünkü erkek toplumunda özellikle pedofili çok bilinen ama çok da konuşulmayan sanki konuşulması bile bir tabu gibi kabul edilen bir şey. Özellikle o tabuyu reddetmek, tam tersine hayatın içinde böyle bir sorunun olduğunu bile bile bunun üzerinde konuşmak için bu oyunu oynamamız gerektiğini düşündük. Oyunun yapısı köyde konuşulmayan kapalı toplum anlayışı içinde yaşananla birebir değil. Çok özel bir hikaye anlatıyor. Birçok hikaye olabilir ama bu hikayeyle birlikte birçok şeyi düşünmeye seni zorluyor bu oyun. O önemli. Seyircinin pedofili üzerine projeksiyon yapması yeterli. Orada herhangi bir hikaye dinliyor ama onu dinledikten sonra kendi yaşantısını, kendi toplumunu sorguluyor ve konuyu bunun üzerinden tartışıyor. Konuyu okuduğunda bile zorlanıyor insan, peki izlemek çok zor değil mi? Benim çok yakınlarım, çok sevdiğim insanlar, Emre oyununa gelmeyi çok istiyoruz ama konusu çok ağır biz bunu yapamayız, gelemeyiz dediler. Konu birçok insan için ağza alınmayacak kadar tabu aynı zamanda rahatsız edici bir şey. Benim için de öyle. Ağır ve üzerinde düşünmek istemediğim, birisi yaşadığında ona nasıl yardım edeceğimi bilemediğim bir konu. İnanılmaz bir travma. Korkunç bir şey bir insanın sana bunu yapıyor olması. Türkiye’de inanılmaz vakalar yaşandı. Bebekler dahil. Bunlar insanın kafasının almayacağı şeyler. O haberleri okuyunca insan midesine yumruk yemiş gibi oluyor... ‘O insansa ben nasıl insanım? Bu korkunç bir şey bunu düşünmek bile istemiyorum’ diyoruz içimizden. Böyle yaparak gerçekten düşünmüyoruz. O bir gerçek olarak kendi gizliliğinde var oluyor. Tam burada tiyatronun yapması gereken, çünkü toplumsal eleştirinin varolması gereken yer tiyatro. Yoksa ben de özel hayatımda öyle davranıyor olabilirim ama tiyatrocu olarak böyle toplumsal bir gereçeği konuşmak ve o gerçeğin orada olduğunu, onun ne kadar kırıcı yaralayıcı olduğunu hatırlatmak benim görevim. Oyun sadece pedofili teması üzerinde değil. Zaman zaman izlerken bunun bir aşk hikayesi olduğundan da şüpheleniyor izleyici. Siz kitabı da çevirdiniz. Orijinalinde nasıl? Çok zekice yazılmış bir oyun. İki uç arasında gidiyor. Aşk hikayesi ve ağır bir pedofili vakası arasında sürekli seyirciyi dolandırıyor. Bir o uca bir ötekine çekiyor. Biz oyunu çalışırken iki tarafın ağırlığını denk tutmaya çalıştık. Ki seyirci, karar versin, seyirci birçok farklı açıdan düşünsün. Çıktıktan sonra uzun süre düşünmen gereken bir oyun bu. Yazar çok iyi tutturmuş dengeyi, seyircinin kendini sorgulaması, konuyu sorgulaması, her alandan ahlak kavramını tartışıyor. Seyircinin kendiyle, oluşturduğu yargının, durumun ahlakını sorgulatıyor. (Oyun 3,4,5,6 Aralık’ta Dot’ta...) Balık burcundakiler kaliteli beraberliklerden yana olduğunuz için (evri taym) gireceğiniz pozisyonları ona göre seçiyor ve mafiliş ‘3 PUANLIK’ hayatları kaçırıyorsunuz. Hayat beklemez Erenköy!... Doktorunuz diyor ki.. ‘Dünyanın bütün serbest radikalleri birleşin! Damlaya damlaya SU BÖREĞİ olur!... SATILIK AYDIN. ANADOLU YAKASI 3 ADET AVRUPA YAKASI 3 ADET EN AZ DÖRT YIL ŞANTİYE DENEYİMLİ FİLOZOF ALINACAKTIR. İSTEKLİLERİN AŞAĞIDAKİ ADRESE MÜRACAATLA ŞAHSEN DÜŞÜNMELERİ RİCA OLUNUR. En çok kullanılan ilaç antibiyotik Türkiye’de antibiyotikler aşırı kullanılan ilaçların başında geliyor. 2007 yılı oranlarına bakıldığında 15.7 ile en çok kullanılan ilacın antibiyotik olduğu ortaya çıkıyor. Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Haluk Eraksoy, bu nedenle Avrupa Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’nin 18 Kasım’ı “Avrupa Antibiyotik Farkındalık Günü” olarak ilan ettiğini hatırlatıyor. Prof. Dr. Haluk Eraksoy, antibiyotiklerin aşırı şekilde kullanılması engellenmezse, bir süre sonra infeksiyon hastalıklarının tedavisinin olanaksız hale geleceğini vurguluyor: “Antibiyotikler gerekmediği halde ya da doğru olmayan bir biçimde kullanıldığında, bakteriler o antibiyotiklere karşı dirençli hale gelmektedir. Bu durumda ileride gerekli olduğu zaman kullanıldığında antibiyotikler direnç kazanmış bakterilere hiçbir etki gösterememektedir.” Prof. Dr. Haluk Eraksoy sözlerini şöyle sürdürüyor: “Soğuk algınlığı antibiyotikle tedavi olmaz. Grip ve viruslara bağlı diğer infeksiyonlar antibiyotiklerle düzelmez. Antibiyotik ateş düşürücü ya da vitamin değildir. Antibiyotiklerle ancak bakterilere bağlı infeksiyonlar tedavi edilebilir. Gereksiz kullandığınız antibiyotik bakterileri öldürme yeteneğini yitirecektir.” C MY B C MY B