Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 07 17/1/08 16:32 Page 1 CUMARTESİ EKİ 7 CMYK 19 OCAK 2008 CUMARTESİ 7 Sahne duruşumu komedyenlere borçluyum Profesyonel olarak çalışmaya henüz yedi yaşındayken başlayan Zeliha Sunal, ‘Zeliha Sunal ve Caz Arkadaşları’ isimli projesine devam ediyor. Önceki aylarda Sümer Ezgü ve Betül Demir ile aynı sahneyi paylaşan Sunal, 7 Şubat Perşembe akşamı, aynı proje kapsamında bu kez Asya ile birlikte şarkılar seslendirecek. Şarkıcıyla Ghetto’da gerçekleştireceği proje öncesinde buluştuk. Bugüne dek hayatını mikrofonla geçiren Sunal, 30 dilde şarkı söyleyebilmesinden olağanüstü sahne şovlarına, sahneye ilk çıkışında onu Seda Sayan ve Huysuz Virjin’in hazırlamasından komedyenlerden aldığı yardımlara kadar pek çok şeyi anlattı. “Benim için şov çok önemli. Alışılmış bir kere, herkes sadece şarkı söylüyor o kadar... Başka bir şey yapmıyorlar sahnede. Oysa şov çok önemli” diyor Nasıl başladınız şarkı söylemeye, müzikle uğraşmaya? “Ben yedi yaşımdayken profesyonel oldum. Küçüklüğümden beri aynı işte çalışıyorum yani. Profesyonel olarak ilk kez TRT Çocuk Saati’nde görev aldım. Bu demek oluyor ki hayatımın tamamını mikrofonla geçirmişim. Ortaokul ve lisede gruplarımız vardı. Lise zamanı ayrıca orkestralarda gitarist olarak çalmaya başladım. Konservatuvar olmadı çünkü ben çocukluğumu babamın işi vesilesiyle Diyarbakır’da geçirmiştim. Diyarbakır’da o dönemde varolmak, konservatuvardan da, birçok başka şeyden de uzaktı. Sonra 12 yaşlarımda İzmir’e taşındık. O zaman konservatuvara başvurmak istedim. Ben keman bölümünü istiyordum fakat annem Türk filmlerindeki veremli kemancıları bahane göstererek istemedi. Konsevatuvar maceram da böylece bitti ama içimdeki müzik sevgisi hiç bitmedi. Annem ve babam da özel dersler aldırarak bana destek oldular. O yüzden yaşamımdan müzik dersi hiç eksik olmadı. Hatta tıpkı bir konservatuvarlı kadar çok ders almışımdır diyebilirim. İyi bir gitaristim. Zaten yıllar boyu hep orkestralarda çaldım.” Sonra vokalistliğe nasıl başladınız? “Arada sırada söylüyordum ama ciddi anlamda değil tabii. İzmir’in Maksim Gazinosu’nun sahibi, fuardaki Akasyalar’ı da çalıştırıyordu. Ben de onun orkestrasında “Ankara’da Genel Kurmay ile çalıyordum. Hatta çalışıyordum. Yani hükümetin yurt rahmetli Tanju dışından gelen konuklarına müzik Okan’a çalıyorduk. yapmak üzere çalışıyordum. Grup Şimdiki Angora ile birlikte yapıyorduk. Herkes repertuvarımın gibi ben de İngilizce, Fransızca ve büyük bir bölümünü İtalyanca söylüyordum. Sonra bir gün de Tanju Okan’a Nijerya’dan bir konuk geldi. Çok borçluyum. Bir gün güzel giyinmişti, çok sevimliydi. Ben öndeki üvertür, yani de içimden ‘Keşke bir Nijerya sahneye ilk çıkan kız şarkısı bilsem de, söylesem’ diye hastalanmıştı. Seda geçirdim. Böylece başladı işte. Sayan ve Huysuz Ondan sonra özel hazırlanarak Virjin’in sahneye gitmeye karar verdik tabii. Mesela çıkacağı önemli bir haber veriyorlardı Sırbistan’dan geceydi. Patron konuklar gelecek diye. Biz de oturup hemen gözünü bana başlıyorduk çalışmaya. Önden bir dikti ve ‘Bu çıksın, çevirmen ile çalışıyordum. Almanca çabuk, çabuk’ dedi. ve Fransızca’da olduğu gibi, başka Ben ‘Olmaz patron. dillerde de eşyalara dişi ve erkek Uygun değilim. olmak üzere farklı ön ekler geliyor. Altımda pantalon, Onları bile öğreniyordum. Tabii üstümde ceket var’ telaffuzu da... Söylenecek şarkıları biz dedim. Seda Sayan seçmiyorduk tabii çünkü bizim tamam deyip beni seçtiğimiz parça doğru olmayabilir. aldı ve bana Samanyolu gibi herkesin bilebileceği kıyafetlerini verdi. ve hep bir ağızdan söylenebilecek Huysuz Virjin de şarkıları tercih ediyoruz. Şu an hazırlanmama İstanbul’a bazen özel bir konuk yardım etti. geleceğinde bana haber veriyorlar. Makyajımı yaptılar. Önce çevirmenle birlikte çalışıyorum Yani beni ilk kez yine. Ama çok zaman alan bir uğraş. sahneye çıktığımda Bunu yapabilmek için hafif çatlak Seda Sayan ile olmak lazım bence. Deli işi...” Huysuz Virjin hazırladı.” Peki ne söylediniz ilk çıkışınızda hatırlıyor musunuz? “Hiç hatırlamıyorum. Tek hatırladığım çok heyecanlı olduğum. Hatta elimi bile nereye koyacağımı bilemiyordum. Zaten sonra Huysuz Virjin çok dalga geçmişti benimle. Sonra üç ay boyunca onunla beraber çalıştık. Bana sahnede nasıl bir kadın gibi duracağımı Huysuz Virjin o zamanlar öğretti. Ellerimi nereye koyacağımı, nasıl şarkı söyleyeceğimi hep ondan öğrendim. Bir de daha sonraları bu tür sahne derslerimi, tecrübelerimi komedyenlerden edindim. Çünkü bana göre insanları ağlatmak ya da hüzünlendirmek çok kolay ama güldürmek zor. Bu anlamda sahnede gerçekten zor işi yapanlar bence komedyenler. Mesela Atilla Arcan, Yalçın Menteş ve Müjdat Gezen’in bana çok katkısı olmuştur. Aynı yerlerde çalışıyorduk. Ben de onları en önden pür dikkat izliyordum. Tabii sonra onların yakalarına yapışıp ‘Şu nasıl oluyor, bu nasıl oluyor’ diye soruyordum. Ağlıyordum, sızlıyordum... Onlar da sağ olsunlar çok şey öğrettiler bana. Eğer bugün sahnede iyi bir duruşum varsa çoğunu komedyenlere borçluyum.” Sahnede aksesuvarlar da kullanarak şov yapıyorsunuz. Nasıl başladı bu? “İstanbul piyasasında 9394 yıllarında sahnede şov yapan tek kadındım ben aslında. Herkes gelip benden esinleniyordu o zamanlar. Herkes gibi ben de Regetta’da sahneye çıkıyordum. Kenan Doğulu, Burak Kut da oradaydı o yıllarda. Ben sahnede davul çalan, yerlerde oturup şarkı söyleten, masaların üzerinde oynatan, Türk Sanat Müziği şarkılarını ve türküleri elektronik öğelerle sergileyen ve kıyafetleri sahne üzerinde değiştiren ilk kişiydim. Bunların hepsini zamanla başkaları aldı tabii. Ama benim hoşuma gidiyor, ‘Asla aaa benden aldılar’ demiyorum yani.” ŞİRİN GÜVEN Artık politika sanatla “Dünya tek bir ülke olsaydı başkenti İstanbul olurdu.”… Napolyon’un bu meşhur sözünün altına hangimiz imzasını atmaz ki… Üç imparatorluğa başkentlik yapan tarihi yedi tepeli kentin kendine has bir kokusu, büyüleyen bir cazibesi ve sanata dair bir yatkınlığı var. Başay Okay, Elif Özel, Şeniz Erdinç ve arkadaşlarının kurduğu Grup Artistanbul, adını, ALPER şehri İstanbul’a karşı hissedilen TURGUT muazzam aşktan aldı. (Zaten ‘İstanbul’u sevmezse gönül aşkı ne anlar’ dememişler miydi?) Şimdi hep birlikte İstanbul’un en ünlü caddesi İstiklal’de gezelim. Köşe başlarından yükselen caz, Latin, klasik, pop ve rock müzik, hiç istisnasız kulaklarımıza çalınacak ve yol boyunca bize büyük bir keyifle eşlik edecektir. İşte Başay, Elif ve Şeniz’in repertuarları da öylesine zengin ve doyurucu… Müzikal altyapıları sapasağlam ve kaliteden ödün vermiyorlar. Onlar, bencillik ve bireyciliğin baş tacı edildiği günümüzde 10 yıldır birlikte şarkı söylüyor. Sıkı dostluklarını ve dinmeyen neşelerini sahneye taşımayı unutmadan… Grup Artistanbul ise 2005’te kuruldu. Hemen söyleyelim, vokalsopranolar Elif Özel ve Şeniz Erdinç, vokalalto Başay Okay, “müziğin üç cadısı” olmayı peşinen kabul ediyorlar. Vokaltenor Berk Özbek, vokaltrombon Dünya Kızılçay, vokalsaksafon Cenk Sökmen, viyola Eda Berker, klavyeler Okan Barut, elektrogitar Kerem Türkaydın, basgitar Altay Dönmez ve davul Mehmet Yüzgeç’in de katılımıyla grup gerçek kimliğini buluyor ve hep birlikte sahnelerin tozunu atıyorlar. Onlara 2007’yi nasıl geçirdiklerini ve bu yıldan neler beklediklerini soruyorum. Yanıtları hazır; “Geçtiğimiz yıl popülerliğe adım attığımız bir dönem geçirdik. Ancak sanat tarafının yüksek olduğunu da ekleyelim. Bu nedenle ‘popüler’ kelimesini severek üstümüze alıyoruz. Bizim cephemizden bakarsak, olumlu değişikliklerin yaşandığını söyleyebiliriz. Ve halen insanların bizi tanıma dönemindeyiz. Yanlış anlaşılmak istemeyiz. Biz kaliteyi popülaritede bulmuyoruz, bu çok büyük bir yanılgıyı beraberinde getirir. biliyoruz. Kalite her şeyden önemlidir. Bu bizim sihirli sözcüğümüz. Grupça nitelikli müzik ile alkışa muktedir sahne şovlarını esas alıyoruz. Çünkü kalite ekseninde başarılı olacağımıza bir kez inandık. Klişe bir ifade belki ama 2008’in bizim yılımız olacağını düşünüyoruz. Ne yaptığımızı bilerek yola çıktık ve iyi ve güzel olandan ödün vermeyeceğimizi bile bile hedeflerimizi büyük tuttuk. Sanatsal tavrımızı en başından belirlemiştik. Delidolu, fıkır fıkır, kaynayan ve kaynaştıran eğlence… Türkiye standartlarında en iyisi… Kısacası operada şarkı söylemediğimizin farkındayız ve bunun tadını çıkarıyoruz.” Türkiye’de halkın operayla arası nasıl? Cevabı kısmen biliyor ve tahmin ediyorum ama yine de soruyorum; “New York’ta 1883’te kurulan Metropolitan Operası, 300 dolarlık biletlerine karşın tıklım tıklım dolu. Bizimki ise 15 YTL’ye sinek avlamayı sürdürüyor. Kurum kendini geliştirmiyor ve hemen her operacı at gözlüğüyle bakmayı sürdürüyor. İki arya söylemekle işlerini yaptıklarını sanıyorlar. Birçoğu sadece aldığı maaşa bakıyor. Bir nevi bankamatik memuru… Anlayacağınız tencerede aynı iğrenç yağı kavurup duruyoruz. Batılı ülkelerin büyük kentlerinde çok sayıda opera var. İstanbul gibi dev bir kentte ise bir tek AKM... Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda birkaç yıldır opera yapılmıyor. Şimdi bir de Süreyya sineması, özüne dönerek opera binası oldu. Süreyya biraz küçük, orada ancak bazı müzikaller ve operetler sahnelenebilir. Şehir, devlet, özel… Tiyatroların sayısı belki bir gün tatmin edici bir noktaya çekilebilir. Opera için ise umutlu değiliz.” AKM’nin yıkılması gündeme gelmişti? Bu durumda AKP, operayı tamamen ortadan kaldırmayı mı amaçlıyor, ne dersiniz? Elif bu konuda zaten dertliymiş… “Ben operada kadrosuz 5 yıl çalıştım. İşimi çok seviyordum. Belli aralıklarla iki defa kadro sınavına girdim. Oysa kadroya girmek, kayırmaların (birinin kızı, birinin öğrencisi) yaşandığı eşit olmayan şartlar altında bir mucize gibiydi. O, performans için yıllarca çaba sarf ettik. Sonuçta, ezildik ve üzüldük. Her yıl 3 solo, 10 koro kadrosu için sınav açılıyor. Son sınava 300’den fazla insan başvurdu. Bunun dışında, her yıl İstanbul, Ankara, İzmir çok sayıda mezun veriyor.” Başay ve Şeniz de sırasıyla söze karışıyor; “Artık politika sanatla iç içe… AKP’nin iktidar olmasının ardından AKM’ye müfettişler gelmeye başladı. AKM’de görevli bin kusur insan nedense birilerinin gözüne batıyor. Yanlış anlaşılmasın ancak TRT’de bendir, darbuka çalan kadrolu bir müzisyenin durumu bizlerden çok daha iyi… Kültür bakanlığı kendi operasına kadro açmıyor. Süreyya Opera Binası için kadro açılsa, dekorcusundan solistine 300–500 kişi iş sahibi olabilirdi. Birçok arkadaşımız geçinemiyor, parasızlıktan evlenemiyor… Bu nedenle Grup Artistanbul’u kadro alamayan operacılara yeni bir iş kapısı olarak görüyoruz.” iç içe Çiçek dürbünüyle bakmak gibi... Sizin tarzınızın herhangi bir adı var mı? “Tarzımız dünya müziği. Biz evrensel müziği icra ediyoruz. Carmen’i rock tarzı söylüyoruz, Gece Kraliçesi’nin aryasını dinlerken dans edebiliyorsunuz. Aryalar, napolitenler… Caz, Latin, pop… Dans. Koreografi... Nostalji ve günümüz. Bohemian Rhapsody, Yesterday ve Think belki en bilinenleri… Sonra Frank Sinatra, Beatles, Nat King Cole… Ardından Broadway esintileri… İnsanlar eğer eğlenmek istiyorlarsa bizleri hiç düşünmeden her türlü etkinliklerine çağırabilirler.” Ya albüm? “Kendi şarkılarımızı yapalım ve albümümüz çıksın gibi bir derdimiz bulunmuyor. Türkiye’de enteresan bir bakış açısı var. İnsanların birçoğu isme önem veriyor. Çünkü onu duymuşlar, onu bilmişler. Aslında onlara yedirilmeye çalışılan çikolatanın adı var ama tadı yok ve içinde hep bir şeyler eksik… İsim eşittir çok para. Bu tüketim toplumuna sunulan kötü bir ambalaj…” Fotoğraf çekiminde eğleniyordunuz, peki sahnede de eğleniyor musunuz? “Hem de nasıl… Arkadaşlarla müzik yapmak çok güzel… Müzik, ruhumuzu ve tüm benliğimizi sarmış durumda… Keyif alıyoruz ve bu izleyenlere de sirayet ediyor. Yaratıcılığımız, enerjimiz ve performansımız paylaştıkça artıyor. Sahnede kalabalık olmak, ekiple var olmak ve farklı ses tonlarından bir bütünlük yakalamak… Adı üstünde bu bir müzikal eğlence ve biz zevk alıyoruz. Sanat için sanat ve insan için sanat. İkisinin kolajı aynı zamanda bizim kurulma gayemiz.” Başay, özlemle andığımız, aradığımız oyunculuk anıtı Yaman Okay’ın yeğeni… Hukuk fakültesini bitirmek yerine müziği ve oyunculuğu tercih eden Başay Okay’ın yeteneklerinin sınırı yok gibi… Tangoda ustalık, güzel ses ve iyi oyunculuk… Başay, Artistanbul dışında Can Bora Genç ile birlikte Şaraband Grubu’na da ses veriyor. İkiliyi izlemek isteyenler, Cuma ve Cumartesi akşamları Beyoğlu’ndaki Şarabi’ye uğrayıp kulaklarındaki pası silebilirler. Elif, haksızlığa uğradığını düşünerek istifa etmeden önce İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin solisti idi. 18 yaşında sahneye adımını atan Elif Özel, Batı Yakası Hikâyesi’nin de aralarında bulunduğu 15 opera ve müzikalin başrolünde seyircilerin karşısına çıktı. Halen “Doktorlar” dizisinde oynayan Elif, vizyondaki “Kabadayı” filminde de rol aldı. Şeniz de başarılı bir operacı ve iyi bir eğitmen ancak kadro sıkıntısı onun düşlerini engelliyor. ‘Sahnede olmak’ onun en büyük hayali… Tiyatro oyunculuğu ve seslendirme, Şeniz Erdinç’in kolundaki diğer bilezikler arasında… Üniversitede akademik kariyer yapmak ve geleceğin müzisyenlerine hocalık etmek... Şeniz’in kısa vadeli planı bu… Çiçek dürbünü (kaleydoskop) ile baktığınız yer güzellikler içindedir. Grup Artistanbul üyeleri de, hayata öyle bakmayı deniyorlar. Eğlence, müzik, şov adını artık siz koyun, onlar sahnedeyken zaten göreceğiniz yegâne şey, işte bu güzellik… Eğer bakmayı biliyorsanız. 30 dilde şarkı söylüyor Müziğimiz olgunlara... Sizleri izlemeye ve dinlemeye daha çok kimler geliyor? “Öncelikle çok sesli ve renkli eğlence arayanlar. Yani hemen herkes… Sahnede gökkuşağının renklerini yansıtalım istiyoruz ve gelenlere dört dörtlük şovlar sunuyoruz. Puzzle’ın parçalarıyız biz. Birlik olunca güçleniyor, çoğalıyor ve beğeniliyoruz. Ayrıca tarihimizi ve müziğimizi de anlatıyoruz. Gecenin konseptine uygun giyinerek, aksesuarlar kullanarak yapıyoruz bunları… Yabancı konukları, Kalamış’tan Üsküdar’a dolaştırıyoruz, eski İstanbul’u, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarını ve Osmanlıyı tanıtıyoruz. Mesela NATO toplantısında ve dünyaca ünlü kalp cerrahlarının katıldığı etkinlikte çok özel anlar yaşadık. Hiç ummayacağımız simalarla karşılaşıyoruz. İnsanlar gelip bize teşekkür ediyor. Doyasıya eğleniyorlar, stres atıyorlar. Şunu da söylemekte yarar var. Müziğimiz gençlerden ziyade daha olgunlara hitap ediyor. İzleyici kitlemiz, 25 yaş ve üstü…”