17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 02 yeni 17/1/08 17:30 Page 1 CUMARTESİ EKİ 2 CMYK 2 19 OCAK 2008 CUMARTESİ Yokluğunun 10. yılında Ali Ulvi Ersoy Naif resmin koca bilgesi: Fahir Aksoy Kuşağı’nın önde gelen karikatürcüleri yavaş yavaş aramızdan kopup gidiyorlar. Şadi Dinççağ (1983), Mim Uykusuz (1983), Altan Erbulak (1988), Nehar Tüblek (1995), Ali Ulvi (1998), Ferruh Doğan (2000), Oğuz Aral (2004), Semih Balcıoğlu (2006)… Kalanlar; iki, bilemedin üç kişi. Uzun ömürler dileyelim kalanlara. ATİLA Semih Balcıoğlu’nun birinci ölüm yıldönümünde de böyle başlamıştım ÖZER yazıya. Zaman geçiyor… Zaman her şeyi unutturuyor. Karikatüre “Altın Çağ”ını yaşatan “1950 Kuşağı” da unutuluyor. Nehar Tüblek için eşi İhsan Hanım çırpınıp duruyor; yılda bir kez olsun anılsın diye. Başarıyor da; 13 yıldan beri Beşiktaş Belediyesi ve Karikatürcüler Derneği ortaklaşa bir ulusal yarışmada anıyorlar O’nu.. Oğuz Aral için yetiştirdiği öğrenciler Cihangir Parkı’na ustanın heykelini dikiyorlar, gelen geçen hatırlasın diye. Ferruh Doğan için, Semih Balcıoğlu ve diğerleri için yapılan pek bir şey yok. Mezarları başında üçbeş kişi ya da bir salonda sergi ile anılıyor. Oysa Almanya’da çok da ünlü olmayan bir yazarın (henüz yaşarken) bir doğum günü programına tanık oldum. Üç gün süreyle akademik bir sempozyum, anılar, tartışma grubu çalışmaları, kitap sergisi ve kitaplarındaki desenlerin sergisi, okuyucuların mektupları ve hediyeleri sergisi, imza günü... Tümü bir düzen içinde yapıldı. Ülkenin dört bir yanından gelen konuklar toplantının yapıldığı binada yemek yedi, aynı binada yattı, boş saatlerde insanlar birbirleriyle tanıştı, sohbetler etti. 100’e yakın katılımcı düşük tutulan yemek ve yatma masraflarını kendileri ödedi. Bizde olmuyor, olamıyor nedense. Ocak ayı ile birlikte Ali Ulvi’yi anımsıyorum. Zaman geçmiş… 10 yıl olmuş Ali Ulvi’nin gidişi. 30 Ocak 1998’de aramızdan ayrılan Ali Ulvi’nin Cumhuriyet Gazetesi’ndeki yeri hala doldurulamadı. Galiba birinci sayfadaki o yer hep Merhaba Üniversite üçüncü sınıfta, eğer bütünlemeleri verirse dörde geçecek. Pazartesi son sınavı. Biraz stres atmak için hafta sonu arkadaşının arabasını alıp dolaşmaya çıkıyor. Onun da hayalleri var tüm gençler gibi... Sevdiği bir kız var düşlerini süsleyen... Büyüyünce ‘mavi’ olacaktı yani kocaman bir tebessüm... Henüz 22 yaşında. O gün yaşayacağı trafik kazasının kendisini tekerlekli sandalyeye mahkum edeceğinden habersiz... Artık koşamayacak, merdiven çıkamayacak, karda yuvarlanamayacak, sevdiği kıza sarılıp dans edemeyecek, sevişemeyecek... Hayat artık başka bir anlam ya da anlamsızlık ifade etmeye başlamıştır... Rehabilitasyon merkezinde geçirdiği 1 yılda yaşadıkları, gördükleri... Belinde tümör olan 7 yaşındaki Ünzile’nin her gün ölüme biraz daha yaklaşmasına karşın büyüyünce doktor olma hayalleri... 16 yaşında, sokakta yürürken yanlışlıkla bir kurşuna hedef olan ve felç olan bir gencin “Ağabey, sen hiç seviştin mi? Ben hayatım boyunca sevişemeyeceğim” sözleri... Dipsiz, kıyısız, uçsuz, karanlık bir denizin orta yerinde yapayalnız kalmıştı. Bir gün evde yalnız otururken bir sineği öldürmek için hamle yaptı. Sineğin sadece kanatlarını zedelemişti. Onun da artık kendisi gibi olduğunu görünce bu kez yardım etmek istedi. Sandalye izin vermedi. Düştü, başını yaraladı. Üç saat boyunca birisinin gelip kendisine yardım etmesini beklerken, ölümünü planladı... Güçlü görünmeye çalışsa da, kendi deyimiyle “22 yaşında bir insan ne kadar güçlü olabilirdi ki bir yerlere sığınmadan?”... O da bir çok yere sığındı... Yeni bedeniyle aşkı, tutkuyu, çaresizliği, öfkeyi tanımaya başladı. Ve bunları insanı sarsan bir boyuta taşıyarak romanlaştırdı. Gerçekle hayalin içiçe geçtiği ‘Sandalye’ kitabında ‘büyüyünce mavi olma’ hayallerini anlattı. Mavinin tonu değişse de yine kocaman bir tebessüm Süleyman Akbulut... İyi hafta sonları... 1950 boş kalacak. O, Cumhuriyet gazetesinde 1950 yılından ölümüne dek günlük karikatürler çizen gazetenin ayrılmaz bir parçası oldu. Dünyanın hiçbir gazetesinde böyle bir örnek var mıdır bilemiyorum. Cumhuriyet’teki çalışmasına sadece 195759 arası kısa bir süre Amerika’ya gittiğinde ara verdi. Gözlemlerini, deneyimlerini okyanus ötesinde sınamak için, yeni şeyler öğrenmek için gitmişti Amerika’ya. Arkadaş, Kahkaha, Mizah, Karikatür, 41Buçuk, Tef, Dolmuş, Taş gibi mizah dergilerini saymazsak O, hep Cumhuriyet’te çalıştı. “Cumhuriyet dışında benim mizah anlayışıma uyacak gazete göremiyorum” diyordu. Ali Ulvi Ersoy; her konu ile ciddi olarak ilgilenen, merak ettiği her konuyu araştıran ve sürekli kitap okuyan bir kişiydi. Moleküler biyoloji, atom fiziği, felsefe, ekonomi, tarih, din, sosyoloji, sanat... Tüm bu alanları kapsayan kitapları okur ve ilgilenen birini bulunca ayrıntılarıyla tartışırdı. O, “karikatür sanatçısının bu konuları çok iyi bilmesi gerekir” derdi. O karikatürü sanat olarak görür “Nasıl resim sanatı renklerin, heykel hacimlerin, müzik seslerin, sinema planların kurgusu ise karikatürü sanat yapan öge de mizahın çizgideki kurgusudur” derdi. Günümüzde karikatürü ikiye ayırarak değerlendirmek doğru olsa gerek.. İlki; yazısı bol, abartılı, eğlenceye yönelik, kalıcılığı olmayan mizah dergilerinde örnekleri çok olan tür, ikincisi; yazısız, fazla abartmayan, güldürmekten çok düşündürmeye yönelik çizilen, uzun ömürlü “sanat karikatürü” diyebileceğimiz tür. Buna kimileri “humoristik desen”, kimileri de “grafik mizah” adını vermektedir. Ali Ulvi Ersoy daha çok ikinci türden karikatür çizen bir sanatçıydı. Üstelik her gün çizen gazete karikatürcüsü olmanın verdiği dezavartajdan bile fazla etkilenmiyordu. Onun Cumhuriyet gazetesinde çizdiklerinin bir bölümünü bile izleyenler, ne denli derin düşüncelere sahip bir kişilik olduğunun ayırdına varacaktır. Hıfzı Topuz “Ali Ulvi, Türk basınında başlı başına bir ekoldür. Ne siyasal eğilim bakımından, ne de biçem bakımından kimsenin izinden gitmemiş, kendi türünü kendi yaratmıştır” diyor. Bir süre önce Tan Oral, bir paketle Eskişehir’e gelir. Pakette Anadolu Üniversitesi Eğitim Karikatürleri Müzesi’ne bağışlanmak üzere Ali Ulvi’nin eşi Alev Hanım’ın gönderdiği karikatürler vardır. Cumhuriyet’te yayınlanan orijinal karikatürler… Rektör Prof. Dr. Fevzi Sürmeli bu karikatürler için teşekkür ettikten sonra “yokluğunun 10. yılında bunları sergileyelim, ustayı da analım” der. Müzenin arşivine kaydedilen bu karikatürler 30 Ocak 2008 tarihinde Saat; 17.30’ da Anadolu Üniversitesi Eğitim Karikatürleri Müzesi’nde sanatseverlerin görüşüne sunulacak. Bu karikatürlerle birlikte ustanın çeşitli dönemlerde çekilmiş fotoğrafları da olacak sergide. Meslekdaşlarının Ali Ulvi portreleri de olacak.. Dostları anılarını paylaşacak izleyicilerle. Işıklar içinde yat Ali Ulvi Ersoy… Yokluğunun 10. Yilında ALİ ULVİ ERSOY’u ANMA SERGİSİ Açılış: 30 Ocak 2008 Saat: 17.30 Yer: Anadolu Üniversitesi Eğitim Karikatürleri Müzesi Akcami Mh. Malhatun Sk. No:6 Odunpazarı ESKİŞEHİR Sergi Süresi: 30 Ocak 2008 – 29 Şubat 2008 ERMAN ŞAHİN Onunla 1967’de, Ankara’nın Babı Ali’sinde, Rüzgarlı Sokak’ta tanışmıştık. Son Baskı Gazetesi’nde. Gazeteyi Erdoğan Örtülü yönetiyordu. Düzgün bir akşam gazetesiydi. Öcal Uluç düzenliyordu Son Baskı’yı. Ve muhabirler; Güngör Sayarı, Erdal Çetin, Mehmet Bican, Mete Bayındır, Nihat Ulukaya, fotoğrafçı Mahzar Aras ve başkaları! Muğla’dan gelip ben de katılmıştım bu kadroya! Köşe yazarları vardı, ünlü kişiler; Şair Arif Nihat Asya gibi, Prof. Fahir Armaoğlu gibi… Bir de sözleşmeli gibi, anlaşmalı gibi arada sırada uğrayan, yazı getiren, yazısını gönderen gazeteciler, yazarlar... Fahir Aksoy bu gruptandı... MUĞLA’NIN ANITSAL MİSAFİRLERİ Aybaşlarına doğru gelirdi. İdareye uğrar sonra bizim yanımıza gelirdi. Uzun boylu, iriyarı, yarım sakallı, güler yüzlü, elli yaşlarında bir adam. Kısa zamanda sevmiştim onu. Rindmeşrepti, eski bir solcuydu, bildiklerini sakin ve alçak sesle anlatıyordu. Onurlu bir tevazu taşıyordu. Sanat yazıları yazıyordu gazeteye. Ressamdı. Yirmi yıl sonra tekrar karşılaştık. 1986’da Muğla’da. Ben 1973’ten beri Muğla Belediye Başkanı’ydım. 1984 seçimleri ile üçüncü kez seçilmiştim. O yıldan itibaren Muğla’da oldukça ciddi bir SanatKültür Festivali yapmaya başlamıştık. 1986’da Fahir ağabeyi davet ettik. 1974’ten sonra İzmir’e yerleşmişti. Orada Köken isimli bir dergi ve bir çalışma grubu kurmuştu. Resim öğretiyordu. Naif resimde karar kılmıştı. O yıllarda Muğla’da bir başka dünya yaşanıyordu. Aziz Nesin, Oktay Akbal, İlhan Selçuk, Melih Cevdet Anday, Halet Çambel, Cengiz Bektaş, Prof. Ekrem Akurgal, Nail Çakırhan, Mina Urgan Muğlalılarla oturup konuşuyorlar, oralarda yaşıyorlar, Saburhane’de, Gökova’da, Akyol kahvelerinde çay, kahve içiyorlar, yemek yiyorlardı. Sanatkültür haftaları öyle yaşanıyordu. Daha pek çok yazar, çizer, ressam, gazeteci, bilim adamı, üniversiteliler, öğrenciler Muğla’nın misafiriydiler. DOĞAYLA KUCAKLAŞMIŞTI Fahir Aksoy kadim dostumdu. O yıllarda hep benimle oldu. Köken Grubu ile sergiler açtı. Hatta 90’lı yıllarda Köyceğiz’e Dalyan’a yerleşti. Bir süre orada çalıştı, yaşadı. Resimleriyle, yazılarıyla, resim dersleri ile geçiniyordu. Yaşamla uyum içindeydi. Kalacak bir yer, karnını doyuracak kadar gelir, resim malzemesi ve yazı yazmak için bir kalem. Muğla’da kaldığı günlerde sık sık Karabağlar’a, Mustabey’in Gökkıble’deki kır lokantasına giderdi. Gündüz giderdi, kimsenin olmadığı saatlerde. Karabağlar’ın dingin yeşilinde, asırlık çınarların, asırlık karaağaçların altında dolanırdı. Mustabey ona orada çardağın altında küçük bir çilingir sofrası hazırlardı. Kendi yaptığı peynirden koyardı bir parça, bir parça kavun koyardı, biraz domates. Sonra bir küçük parça et… Fahir Aksoy sonsuz mutlu olurdu. Lokantacı Mustabey’le ağır ağır, usul usul konuşurlardı ağaçların altında. BEKTAŞİ TUTKUNU Yine bir yirmi yıl geçti, görüşemedik. Ben O’nu takip ediyordum, Marmara’nın güneyinde bir yerlerde olduğunu öğrenmiştim. Şimdi yeri kesin belli oldu. Erdek’te imiş. Artık hep orada kalacak. Bir değişik olay var. 1990’da Fahir Aksoy Muğla’daydı; benim de belediye işim bitmişti, gazetemin başında, matbaamda oturuyordum. “Benim bir küçük kitabım var, basabilir misiniz?” dedi. Ben hiç kitap basmamıştım “Deneriz” dedim. Yaptık, uğraştık, altmış sayfalık küçük boy bir kitap ortaya çıktı. İsmet Ünal Türker bir kapak çizdi. Kitabın adı Hacı Bektaş Veli! Fahir Aksoy, halk resim sanatını araştırırken Bektaşi resmine ulaşmış. Derken Bektaşilik ile ilgilenmiş, anlaşılan hoşuna da gitmiş; notlar almış, konuşmalar yapmış, küçük, sade, sağlam bir yapıt çıkmış ortaya… Yattığın yer nur olsun Fahir Aksoy. Sergi Nazım ve Vera Moskova’dan İstanbul’a Dünya şairi Nazım Hikmet, ilk kez sergilenen kişisel eşyaları, özel belgeleri ve elyazmalarıyla, Yapı Kredi Kültür Merkezi Sermet Çifter Salonu’nda memleketinin insanlarıyla buluşuyor. Bugün açılacak “Şehrime ulaşamadan bitirirken yolumu/ Nazım ve Vera, Moskova’dan İstanbul’a’ başlıklı sergi, Nazım Hikmet’in eşi Vera Tulyakova’yla paylaştığı ve yaşamının son yıllarını geçirdiği Moskova’nın 2. Pesçannaya Sokağı’ndaki evinden getirilen pek çok özel eşyayı şairin sevenlerine ve edebiyat meraklılarına sunuyor. Nazım Hikmet’le Vera Tulyakova’nın bazı fotoğraflarına da yansıyan kıyafetlerinden örnekleri de içeren ve Nazım Hikmet’in Moskova’daki yaşamını ilk kez sergilenen özel eşyalarıyla İstanbul’a taşıyan sergi, büyük şairin yaşadığı mekana dair ilginç ayrıntıları izleyicilerle buluşturacak. İzleyiciler, bu eşyaların/giysilerin çiftin yaşamında nereye denk geldiğini ve günlük hayatlarının neresinde durduğunu, YKY’nin bu ay yayımlayacağı Vera Tulyakova imzalı ‘Bahtiyar Ol Nazım’ adlı kitaptan alıntılanan metinlerden takip edebilecekler. Sergi, 22 Mart tarihine dek açık kalacak. (Tel: 0 212 252 47 00) Aklını Oynatmalar Juan Botella Lukas’in hayata ve ölüme dair bu sıradışı durusunu tüm yalınlığı ile gösterecek sergi sanatçının ekim ayının sonunda Galeri Apel’de açtığı ‘aklını oynatmalar’ adlı sergisinin ikinci etabını oluşturuyor. Galeri Apel’de yarı şeffaf kalın streç plastik ile yarı transparan olarak izlenen, net olarak algılanamayan işler bu kez yalın olarak izlenecek. Lucas daha önce açmış olduğu sergi ve katıldığı bienallerden İstanbul sanatseverlerin yakından tanıdığı bir İspanyol sanatçı. Sergi, 27 Şubat tarihine dek görülebilecek. (0 212 236 68 53) S ahne tozu Ya Devlet Başa ya Kuzgun Leşe Orhan Asena’nın ‘Taht ve Baht’ adını verdiği dörtlemenin üçüncüsü olan ‘Ya Devlet Başa ya Kuzgun Leşe’ Nedret Denizhan tarafından yönetiliyor. Kemal Kocatürk, Selçuk Soğukçay, Ersin Sanver, Tarık Şerbetçioğlu, Hakan Güner, Mazlum Kiper, Dinçer Çekmez, Berrin Koper, Bora Ayanoğlu, Haşmet Zeybek, İbrahim Şirin, Caner Bilginer, Naci Taşdöğen, Selçuk Yüksel, Gökhan Eğilmez, Doğan Altınel, Aslı Narcı’nın rol aldığı oyunda Kanunî Sultan Süleyman’ın en güçlü olduğu dönemde, oğullarının hayatı hakkında karar vermeye zorlanması anlatılıyor. Oyun, 26 Ocak tarihine dek Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’nde seyirciyle buluşacak. (Tel: 0 216 349 04 63) İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Yazıişleri Müdürü: Güray Öz Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Yönetim yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No. 2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64 Reklam: Cumhuriyet Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörleri: Neşe Yazıcı, Hakan Çankaya Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı Reklam Rezervasyon: Mete Çolakoğlu Tel: 212251 98 7475 212 343 72 74 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ Roma Hamamı Beşiktaş Belediyesi Ortaköy Kültür Merkezi Afife Jale Sahnesi, yarın Ankara Sanat Tiyatrosu’nun 45. kuruluş yıldönümü nedeniyle sahneleyeceği ‘Roma Hamamı’ oyunun İstanbul galası ile açılacak. Stanislav Stratiev’in yazdığı, Rutkay Aziz’in yönettiği oyunda, Hakan Salınmış, Cengiz Sezgin, Ebru Saçar, Aylin Saraç, Melih Yetkin, Hayrullah Tahran Karagöz, Hasan Ballımtaş, Ümit Bakış rol alıyor. Roma Hamamı’nın konusu ise, yıllardır tatile çıkma hayali kuran İvan Antonov’un tatile çıktıktan sonra evine döndüğünde, salonun tam ortasında evde tamire gelen işçilerin bulduğu tarihi bir roma hamamıyla karşılaşmasından sonra başına gelenler. Roma Hamamı gala sonrasında, 21 Ocak tarihinde Caddebostan Kültür Merkezi’nde, 22 Ocak tarihinde Avcılar Barış Manço Kültür Merkezi’nde, 23 Ocak tarihinde Semaver Kumpanya Sahnesi’nde, 24 ve 25 Ocak tarihlerinde ise Duru Tiyatrosu’nda sahnelenecek. (Tel: 0 212 260 02 16) Koresh Dance Çalışmalarını bol ödüllü sanat yönetmeni Ronen Koresh ile sürdüren Koresh Dance Company, koreografisini Ronan Koresh yaptığı ‘Looking Back: The Music of the 40’s and 50’s’ ve koreografisini Robert Battle’in gerçekleştirdiği ‘Embattled’ adlı gösterilerden oluşan programla bu akşam İş Sanat’ta sanatseverlerle buluşuyor. 1991 yılında İsrailli koreograf ve sanat yönetmeni Ronen Koresh’in kurduğu Koresh Dance Company bale, modern dans ve cazı mükemmel bir şekilde harmanladığı ve izleyiciyi hayretler içinde bırakan programlar sunuyor. (Tel: 0 212 316 10 83) Deniz sergisi Palet Sanat Galerisi’nde yer alan Arif Turan’ın çoğunluğu tuval üzerine akrilik ve karışık teknikten oluşan resimlerin içinde balıkçı tablalarının üzerine yaptığı çalışmalardan oluşan sanatçının 12. kişisel sergisinde yer alan resimlerin konularını deniz, dalgalar, balıklar, insan, tekneler, gemici düğümleri, can simitleri, denizaltılar oluşturuyor. Arif Turan konularını denizden seçiyor çünkü, suyun hayatın başlangıcı olduğuna, tükenişinin de sonu olacağına inanıyor. Sergi, 9 Şubat tarihine dek sürecek. (0 216 416 57 35) hafta?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle