Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 06 10/1/08 16:57 Page 1 CUMARTESİ EKİ 6 CMYK 6 12 OCAK 2008 CUMARTESİ Artık yaşam gerçekten bir tiyatro oldu Şefik Döğen’in anılarını ve dostlarını duvara yapıştırarak anlattığı ‘Duvardaki Dostlarım’ kitabı hem bir özyaşam öyküsü hem de Türkiye ve dünyadan siyasi bir panorama D ile kolay. 45 tiyatro oyunu, 64 sinema filmiyle geçmiş ve sanata adanmış bir yaşam... ‘Yer Demir Gök Bakır’, ‘Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’, ‘Sarıpınar 1914’, ‘Güneşi Görüyorum’, ‘İşte Hayat’ gibi oyunlardan tanıdığımız Şefik Döğen, 25 yıldır sahnelerden uzak. Tiyatrocu ve hatta Dormenci, reklamcı ve mizahçı Döğen, yıllarını, enerjisini ve emeğini ortaya koyduğu sanattan uzak kaldığı zamanlarda hiç de pişmanlık duymadığını söylüyor. Sevdiği işleri yapabildiği için şanslı olduğunu ZUHAL söyleyen Döğen, “Şimdi bir tiyatro AYTOLUN oyunu teklifi gelse, seve seve kabul ederim. Ama artık hayat gerçekten bir tiyatro oldu. Ne zaman neyle karşılacağın belli değil. Yaşama ve üretme sevincim yok olmasın yeter. Herkes sağolsun” diyor. Yaşadıklarını, anılarını, dostları ile Türkiye ve Dünya gündemini duvara yapıştırdığı ‘Duvardaki Dostlarım’ adındaki yeni kitabının heyecanını yaşıyor şimdilerde Döğen. Duvarı ‘set’ olarak tanımlıyor. Dostlarını duvara yerleştirerek aşmış bugüne kadarki setleri. Ümitsizliğe kapılıp, duvarın dibine çöktüğü günler de olmuş. Ama daha fazla güç toplayarak kalkmış ve tırmanmış duvarları. Anlamlar yüklediği kimi zaman aşmaya çalıştığı, kimi zaman dibine çöktüğü duvara çok kez toslamış. Verdiği savaşı anlatırken, “İnsanların sizden menfaati varsa, başlarının üzerine çıkarırlar” diyor gözlerinin içindeki kırgınlığı gizleyemeyerek. Vatandaş Bekir olarak hafızalarımıza kazınan Şefik Döğen’le anıları ve yaşanmışlıklarıyla kendi kabuğuna çekildiği Dağarcık dükkanında, sanat yaşamını ve önüne çıkan duvarları konuştuk. Modern arkeologlar iş başında Bundan 15 yıl önce Amerika’da yayın hayatına başlayan Caveman çizgi romanı ile tanınan Tayyar Özkan, bugünlerde yeni bir projeye başladı: Junkids. Junkids yani ‘Çöp Çocukları’, çok ileriki yıllarda, insanlığın bıraktığı teknolojik çöplük içinde yaşayan, dünyanın dört bir yanından gelen ve birbirinden farkı özelliklere sahip olan sekiz çocuğun öyküsünü anlatıyor. Cumhuriyet Gazetesi’nde her pazartesi, salı, cumartesi ve pazar günleri yayınlanan ‘Çöp Çocukları’ ve çizgi roman geleneği hakkında söyleşmek üzere Özkan ile buluştuk. Junkids’deki çocuklar ne anlatıyor? “Junkids ileriki yüzyıllarda, teknolojinin artık hat safhaya geldiği bir dünyada geçiyor. İnsanlığın bıraktığı çöplükte yaşayan 8 çocuğun hikayesini anlatıyorum. Bu sekiz çocuk dünyanın farklı yerlerinden gelmiş. Değişik ırklarda ve özelliklerdeler. Asyalı, siyahi, beyaz, vejeteryan, et obur, zeki, aptal, güçlü ve zayıf olmak üzere ayrılıyorlar. Yani birbiriyle zıt sekiz çocuğun ilişkilerini ve bizim arkamızda bıraktığımız çöplükten bizi anlamaya çalışmaları anlatılıyor. İsmi de oradan geliyor zaten. JunkKids, çöplük çocukları demek. Teknolojik çöplük dünyasında geçirdikleri zaman boyunca, orada buldukları her türlü artıkla bizi anlamaya çalışıyorlar. Yani bir çeşit modern arkeologlar aslında.” Neler görüyorlar? Buldukları şeyleri ne yapıyorlar? “Her türlü bilgisayar artıkları, araba parçaları ve mutfakta kullanılan elektronik şeyler... Bu tarz atıklardan bizim yaşam alışkanlıklarımızı anlamaya çalışıyorlar. Ve bulduklarını kendilerine göre yorumlayıp tekrar kullanılır hale getiriyorlar. Özellikle de içlerindeki aşırı zeki Kobi... Koca gözlü bu deha çocuk, bulduğu bir çaydanlık ve bir pervaneyi bir araya getirerek helikopter yapıyor. Önceden kullanılmış artıklar burada farklı bir amaçla kullanılıyor yani. Çöplükteki şeyleri tekrar kullanılır hale getirerek de bir dönüşüm oluşturuyorlar. Bir yandan da bize ‘Neden teknolojiyi bu kadar hor kullandınız? Neden doğayı kirlettiniz, bize böyle bir dünya bıraktınız’ diye soruyorlar.” ŞİRİN GÜVEN KALIP SAVAŞMAK GEREK! Ortaokul birinci sınıfta Türkçe öğretmeninin yönlendirmesiyle skeçlerde rol almış Döğen. Samsun’daki ilk oyunu ‘Buzlar Çözülmeden’. Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın tiyatro grubunda tek öğrenci olarak oynayan ve o oyunla ODTÜ tiyatro festivaline katılan Döğen, Halk Eğitim Merkezi’nde oynamış, Orhan Elçin’in tiyatro ekibiyle turneye çıkmış ve ardından Samsun Oda Tiyatrosu’nu kurmuş iki öğretmen, iki Samsunlu arkadaşıyla birlikte. Sonra İstanbul Belediye Konservatuarı’nda tiyatro eğitimi ve Yer Demir Gök Bakır ile Dormen Tiyatrosu. “Ne tiyatroydu o yıllarda yapılan” diyor iç geçirerek. Amatör tiyatro kökenli olduğunu söyleyen Döğen, Haldun Dormen’in kendisi için yerinin ayrı olduğunu belirtiyor: “Ondan, hem iyi bir tiyatrocu olmayı, sahnede durmayı, sesimi kullanmayı hem de Samsun’dan İstanbul’a gelmiş biri olarak İstanbullu olmayı öğrendim.” Tiyatro’nun ‘şaha kalktığı’ yıllarda sahneye çıkan ve yıllar içinde 45 tiyatro oyunu, 64 filmde rol alan Döğen, yıllarla birlikte hem deneyimini biriktirmiş hem de doğru bildiğini aktarmış. Ancak yaşadığı olayların yarattığı kırgınlıklar nedeniyle 25 yıldır da sahnelerden uzak. Kandemir Konduk’un unutulmaz oyunu ‘İnsanlığın Lüzumu Yok’ ile veda etmiş sahnelere. Bir süre reklamcılık, daha sonra da televizyon program yapımcılığı yapmış Döğen. Son 10 yıldır ise Dağarcık adlı dükkanıyla Antikacılar Çarşısı’nda Geleneksel Türk El Sanatları’nı yaşatmaya çalışıyor. Yıllarca emek veren, üreten mücadele eden, her duvara çarpışında daha güçlü ve daha dik ayağa kalkan Döğen, inanmadığı işlerde ve değerlerine uymayan davranışlarda hep duruşunu sağlam tutmuş: “Zaman zaman ümitsizliğe kapılıyor insan. Duvarın dibine çöktüğüm çok günler oldu benim de. Çöküp siniyorsun. Ama insan öyle bir güç topluyor ki duvarın dibinde, eliyle tırmana tırmana aşıyor o engeli. Fazıl Say da haklı duyarlılığıyla dile getiriyor düşüncelerini. ‘Ama çekip gideceğim bu ülkeden’ diyor. Niye gidiyorsun? Bu kaçmak demek. Kalıp savaşmak gerek. Ben çok düştüm ama bakın ayaktayım. Bastonla da olsa yine eski bir neferim” diyor tüm enerjisiyle ve ekliyor: “Bırakın konuşmayı. Konuşmakla olmaz. Üretmemiz lazım.” TÜCCAR ZİHNİYETLİ TİYATROLAR Çok sayıda özel tiyatroda rol alan Döğen, tiyatro oyuncularının sinemaya ve televizyona yönelmesiyle oyunların şekil değiştirdiğini söylüyor. O yıllarda da yaşanan bu değişimin etkileri şimdilerde daha belirgin. Tiyatronun bir imece işi olduğunu ve bir tiyatro iş yaparken öteki yapmıyorsa Türk Tiyatrosu’nun durumunun ‘iyi’ olarak yorumlanamayacağını vurguluyor. “Eskiden oyunlar iş yapardı. Şimdi tiyatrolar. Çünkü kadrosunda dizi oyuncularını bulunduran tiyatrolara daha fazla izleyici gidiyor. Artık tüccar zihniyetiyle tiyatro yapılıyor” diyerek önemli bir noktaya dikkat çekiyor ve bu durumun Türk Tiyatrosu ve oyuncuları için ne kadar acı bir durum olduğunu da ekliyor sözlerine. Dizi oyuncularının yer aldığı oyunların dolu olduğunu ancak Ferhan Şensoy, Genco Erkal gibi politik tiyatro yapanlara gelenlerin koca salonda ‘çürük diş’ gibi kaldığını belirterek “Onlar söylenmesi gerekenleri söyleyebiliyor. Çoğu tiyatrocu arkadaşımız buna cesaret edemiyor” diyor. Eskiden taklit de olsa politikacıların eleştirildiğini, tiyatrolarda politik bir duruş sergilendiğini ancak şimdilerde buna kimsenin cesaret edemediğini söylüyor: “O zamanlar Umur Bugay’ın yazdığı Devri Süleyman vardı. Neden Devri Tayyip yapılamıyor. İnsanlar kendilerini kendi içlerinde de susturuyorlar. Televizyonların renkli dünyası insanları düşünmekten uzaklaştırıyor. Pek çok tiyatro var ama eğleniyor insanlar.” ULUSLARARASI BİR PROJE Birbirinden farklı sekiz karakterden bahseder misiniz? “Zeki olanın adı Kobi. Çok kısa boylu, koca gözlü, pek konuşmayan, kafasında soru işaretleri olan, sürekli tek başına yaşayan, elinde alet edevat taşıyan ve devamlı üreten bir karakter. Mesela elektrik süpürgesi ve masa lambasını kullanarak uzaktan kumandalı, robotik bir tank yapıyor. Kötü karakter Topaz, kendini grubun lideri zannediyor. Zayıf, ince, uzun ve korsan görünümlü biri. Zaten kendini korsan sanıyor ve herkesi rahatsız ediyor. Bir tek Kobi onu ürkütüyor çünkü Kobi garip robotlar yapıp Topaz’ın üstüne salıyor. Topaz’ın asıl rakibi ise Boraks. O, sportif, üçgen vücutlu, yakışıklı bir tip. Boraks’ın yakın arkadaşı Gabro ise, iri, konuşmayan, aptal görünümlü bir karakter. Bir yandan da çok saf ve temiz. Siyahi karakterimiz ise, bulduğu aletlerle müzik yapıyor sürekli. Eski bir motorun parçasından dümbelek, bir borudan ise saksafon yaratıyor. Yani neşeli ve keyifli. Topaz’ın kız kardeşi Lava, et yiyen, dişleri sivri ve şişman biri. Sürekli çatık kaşlı ve aksi. Tabii kimseyle de iyi geçinemiyor. Lava’nın tam tersi olan bir karakter var. O, vejeteryan. Çöplüğün içinde her şeyi ektiği bir bahçesi var. Hiç et yemez, o yüzden de çok zayıf. Ve son karakterimiz de Asyalı. O da bütün gün zıplıyor, hopluyor. Yakında Caveman’in yayınlandığı Çin gazetesinde Junkids’e de başlayacağız. Onlara da yabancı gelmeyecek bir öykü çünkü uluslararası bir proje. Caveman gibi yani.” Çizgi roman pek basılmıyor ve satılmıyor artık. Uzun yıllardır çizgi roman kitapları çıkan biri olarak ne düşünüyorsunuz? “Çizgi roman dünyası her yerde biraz düştü. İlk video oyunlarının başlamasıyla, yani bundan 15 yıl falan önce bir düşüş oldu. Son beş yıldır da internetin iyice yayılmasıyla, insanlar dijital bir dünyaya girdi. Basımla ilgili bütün ürünlerin satışlarında düşüş gerçekleşti. Ancak sanırım son yıllarda biraz bir kıpırdanma var çünkü insanlar ondan da biraz rahatsız oldular. Eskisi kadar karikatür de yok gazetelerde. Zaten Tükiye’de pek çizgi roman alışkanlığı yok. Genelde çizgi roman deyince mizah dergileri akla geliyor bizde. Klasik çizgi roman dergiciliği olmadı Türkiye’de. Çocukluğumuzda Texas, Tommiks okundu o kadar. Dijital dünya çok etkiledi dergiciliği sanırım. Hatta Amerika’daki çok büyük çizgi roman firmaları Spider Man’i cd olarak vermeye başladı. İnsanlar dergi almıyorlar, bilgisayarın başından kalkmıyorlar. Onlar da bari cd olarak verelim, bilgisayarlarında okusunlar dediler. Ama o da çok tutmadı, çünkü yoruyordu insanları. Sonuçta durağan şeyleri pek görmek istemiyorlar sanırım. Hareket halindeki şeyler önem kazanmaya başladı. Bu çizgi romanların animasyon ya da dijital efektlerle yapılmış filmi olursa o seyredilir. Sadece Batman, Superman gibi süper kahamanların çizgi romanları çıkıyor. Onun da nedeni, sinemada filmi çıktığı zaman insanlar yadırgamasın, o karakteri unutmuş olmasın diye kitaplarını çıkarmaya devam ediyorlar. Yani çizgi romanlar birer duyuru kataloğu ya da reklam aleti haline geldi aslında. Yani ileride tekrar bir filmini yapabilirler diye devam ediyorlar çıkarmaya. Türkiye’de ise çizgi roman görevini mizah dergileri görüyor. Yine de ben umutluyum çünkü insan çizgiyi, kitabı bırakmaz. Devam ettirmeliyiz çünkü dijital dünya sıkıyor ve boğuyor insanı bir yandan. Mutlaka tekrar bu yöne bir dönüş olacaktır. “ ELİMİZE HİÇ SİLAH ALMADIK Duvara iliştirilmiş notlar, fotoğraflar, anılar... Döğen’in Duvardaki Dostlarım kitabı, hem bir özyaşam öyküsü hem de Türkiye ve dünyadan yaşanan önemli olayları ve kişileri konu alan belgesel niteliğinde bir çalışma. Duvarları nasıl tanımladığını ve nasıl anlamlandırdığını sorduğumuz Döğen, onu bir set olarak değerlendiriyor. Gönlündeki dostlarını o duvara yerleştirerek, zorlukları ve engelleri aştığını söylüyor. “Kitabımdaki dostlarımın karşısına her zaman bir duvar çıkmış. Ruhi Su mesela. Karşısına bir pasaport sorunu çıkarmışlar, adam hastalanmış çaresi yurtdışında, ona bile engel olmuşlar. Benim duvarım yaşamda karşımıza çıkan duvar. Kiremit, kerpiç ya da demir parmaklık... Şimdi yok mu? Var elbette. Şimdikilerin sözleri duvar” diyerek onların duvar örmesine gerek olmadığına vurgu yapıyor Döğen. Elinde bulunan arşivi değerlendirerek gelecek kuşaklara kendi yaşadıklarını ve ikinci dünya savaşından sonra yaşananları aktarma isteğiyle yola çıkan Döğen’in kitabı bir anlamda, o dönemde kendilerini suçlayanlara, yanlış anlayanlara bir cevap niteliğinde. Döğen: “Haklı olduğumuzu anlatmak istedim. Çoğu bizim dönemimizdekileri suçladılar. Ancak şimdiye baktığımızda yerden göğe kadar haklı olduğumuz ortaya çıktı. Biz bağırdık, çağırdık, dile getirdik sorunları. Ama elimize hiç silah almadık. Şimdi ise durum ortada. Gördüler ki söylediklerimiz doğruymuş ama anlatamamışız. Şimdi başımızdakilere bakıp ‘Vah vah’ diyoruz. Sokaklara çıkıyoruz. O sokaklar yanılttı zaten bizi. İnsan bunlara üzülüyor en çok” diyerek dile getiriyor hassasiyetlerini. İkinci bir duvar yazmaya başlamış Döğen. Ancak bu duvar biraz daha farklı. ‘Ha Bu Diyar’ adını verdiği kitabındaki kişiler birer duvar. SİNEMADA DUYGU YOK 64 filmde rol alarak Yeşilçam Sineması’na büyük emek harcamış Döğen. Arkadan geçen 1955 yapımı Chevrolet’ler, boğazdaki dönemin muhteşem yalıları, siyah beyaz aşk filmleri, sosyal içerikli yapımlar... “Şimdikiler yatsın kalksın Yeşilçam’a dua etsin. Yeşilçam Sineması olmasaydı şimdiki Türk Sineması da olmazdı” diyor Döğen. Teknik imkanlar olmasa da çok iyi yapımların izleyiciyle buluştuğu Yeşilçam Sineması’nın büyüsünün duyguda saklı olduğunu söylüyor. Dostluğun, arkadaşlığın, vefanın ve aşkın samimiyetle verildiği filmlerin aksine artık, aralarında çok iyi filmlerin olmasına rağmen, duyguların yüzeysel geçildiği yapımların var olduğunu belirtiyor. Bu duygu yoksunluğu Döğen’e göre kendi kaynaklarından, kendi öz değerlerinden beslenen bir sanat anlayışının olmaması. Döğen, “Bizden, topraklarımızdan ve değerlerimizden bir şeylerin yapılması gerekiyor. İlla ki yabancı festivallere gidip, orada bizi onlara göre anlatan filmler göstermek değil iş. Kendi kaynaklarımızdan neden beslenemediğimizi anlayamıyorum. Kaç tiyatro yerli yazarın oyununu oynuyor? Kandemir Konduk, Umur Bugay çekildi köşelerine. Çünkü insanlar bir şey istemiyor. Kimse birşey istemiyor. Türk Sineması’nda masal tadında çok şey yapılır. Ama imece eksik bizde” diyor. Kimseye de kırgın olmadığını söylüyor Döğen, yaşamında en büyük kazancının dost olduğunu sözlerine ekleyerek. Tekrar tiyatro sahnesinde olmayı isteyip istemediğini sorduğumuz Döğen, “Bir teklif gelse mutlulukla oynarım ama artık hayat bir tiyatro oldu gerçekten. Ne zaman neyle karşılaşacağın belli değil” diyerek biraz buruk ama çokca umutlu bir şekilde yanıtlıyor sorumuzu: “Üretme ve yaşama sevincim yok olmasın yeter. Herkes sağolsun.”