Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 03 10/1/08 16:59 Page 1 CUMARTESİ EKİ 3 CMYK ergi S O hep tutkularının 12 OCAK 2008 CUMARTESİ 3 Muğlak Statü peşinden koştu er ölüm erken, her ölüm beklenmedik... 2007’nin son gününde yitirdiğimiz Hüseyin Alptekin de işte aramızdan çok erken ayrılanlardan. Henüz 50 yaşında, yeni baba olmuş, sanat yaşamının belki de en verimli dönemini yaşayan Alptekin için söyleyecek ne çok şey var; ama beklenmedik ölüm için her kelime yazıldığı an anlamını, içeriğini yitiriyor ne yazık ki. Bundan yaklaşık 10 yıl ESRA önce Cumhuriyet’in kültür ALİÇAVUŞOĞLU sayfası için Dulcinea’daki Kriz: Viva Vaia ve Fransız esraali@yahoo.com Kültür Merkezi’ndeki Kereban’ın İzinde sergileri dolayısıyla röportaj yapmak için tanışmıştık Alptekin’le. Sonrasında ise bir daha görüşmedik. Bu nedenle kişisel olarak söyleyebileceğim çok az şey var onunla ilgili. Ama onun yapıtlarının izini sürdüğümüzde tutkularının peşinden giden bir adam portresi çıkıyor karşımıza. Etrafımızı saran imge ve nesne bombardımanına bambaşka bir gözle bakan, sıradan olanın içindeki anlamları çekip çıkarmaya çalışan, biriktiren, toplayan ve bunlara tekrar bakmamızı sağlayan biriydi Alptekin. Bu kimi zaman Balkan ülkelerinden toplanmış tütün kutuları, ikonlar, küçük bir daktilo, rozetler olabildiği gibi kimi zaman neonlara, payetlere yazılmış sözcükler, kimi zaman ise göçebe bir sanatçının objektifine takılan tabelalardı. Hemen her yerde turist olmayı seçmişti; turistin o herşeyi görmeye, kavramaya çalışan bilinç düzeyiyle gündelik olan üzerine düşünüyor, bizi de düşünmeye çağırıyordu. Küreselleşmeyi, yerel olanı, coğrafyaların benzerliklerini ve farklılıklarını klişeler üzerinden değil, değişik boyutlarıyla ele alıyordu Hüseyin Alptekin. Modern ve Ötesi sergisindeki eski işlerini saymazsak en son İstanbul’da Rodeo’da görme olanağı bulmuştuk sanatçının çalışmalarını. Heterotopia’sını tekrar gündeme getiriyordu Alptekin. Ayrıca, Ulan Batur’daki The New World Hotel’den aldığı yatak çarşaflarını “Karadelik”in işlendiği bir tuvale dönüştürüyordu. Buluntu nesneler, imgeler ve beyaz çarşaf üzerine işlenmiş kelimelerle eğlenceli, ironik ve çift anlamlarla dolu bir düzenleme gerçekleştiriyordu. Kronolojik olarak bakarsak, Hüseyin Alptekin’in geniş kitleler tarafından izlenmesine 1995’teki İstanbul Bienali’nin aracılık ettiği söylenebilir. Michel Morris ile Antrepo’nun içine yerleştirdikleri koca bir kamyonu kırmızı, yeşil ve sarı renkte taklit futbol toplarla doldurmuşlardı. “Turk Truk” başlığını taşıyan bu Siemens Sanat, yeni yılda yeni bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Melih Görgün ve Mürteza Fidan’ın küratörlüğünü yaptığı ‘Muğlak Statü’de Türkiye ve İngiltere’den üç sanatçının illüstrasyonun farklı formlarını kullanarak oluşturdukları yapıtlar sergileniyor. David Shillinglaw, Aksel Zeydan Göz ve Erkut Terliksiz ‘Muğlak Statü’de sergilenen çalışmalarında salt tutarlı bir resim yapma ya da görünür hale getirme kaygısı taşımadan, güncel olanın bir ifade aracı ile iletişim kurma çabasını ortaya koyuyorlar. Sergi 22 Şubat tarihine dek görülebilir. (0 212 334 11 04) H Ses’li Kareler Ressam Lolita Asil, ‘Ses’li Kareler’ adını taşıyan, sekizinci kişisel sergisini 1525 Ocak tarihleri arasında garajistanbul’da açacak. Asil, son sergisinde ele aldığı ‘ses, ısı ve renk’ konusuna eğilerek sanatseverleri, beş duyunun en üst düzeyinde algılamaya zorluyor. Lolita Asil sergisinde Karl Gerstner’in ‘parlak renkler ‘yüksek ses’ verir, siyah ve beyazın yüksek oranda kullanılması ise ‘sessiz’dir” tezinden yola çıkarak, parlak etkisi olan renk kareleri yaratıyor. (0 212 244 44 99) Şehrin Belleği İstanbul’un belleğini oluşturan tarihsel ve kültürel mirası, varlıkları ve yapıları resimlerine konu alan sanatçı Meral Ağar, ‘Şehrin Belleği’ adlı sergisinde iki yıla yayılan çalışmalarından derlediği resimleriyle, uygarlığın kaosu içinde ayakta kalmak için direnen bu şehrin geçmişini arıyor. Sergi, 19 Ocak tarihine dek AKM Sanat Galerisi’nde devam ediyor. (0 212 251 56 00) Distilasyon çalışma bir limanın deposunda olmasıyla, plakasıyla, renklerin akla getirdikleri ve tabii adıyla dikkat çekiyordu; çok da tartışılmıştı. Ama sanatçı izleyicilerle bu karşılaşmasından çok daha önce 1991’de ve 1992’de “Hiyerarşi”, “Heterotopia” gibi kişisel sergiler açmıştı Ankara’da. Bu yıllarda sanat yapmanın yanında Bilkent Üniversitesi’nde dersler veriyor, yazılar da yazıyordu Alptekin. Hacettepe Üniversitesi ve Paris Sorbonne’da felsefe ve estetik öğrenimi görmüştü. Bu anlamda, Türk sanatında estetik ve felsefe disiplininden gelen ender sanatçılardan biriydi. kopyalarını İstanbul’a getirmişti. Bazı kaynaklarda MS 5. yüzyılda Sakız adasından hipodroma getirildiği öne sürülen, 1204 Latin istilasında Venedik’e taşınan, Venedik’te cephane olarak eritilme tehlikesi ile karşı karşıyayken şair Petrarca tarafından bunların Lysippos’un orijinal eserleri olduğu söylenerek kurtarılan bu heykeller neredeyse saplantılı bir projeye dönüşmüştü Alptekin için. Sonunda başarmış, bu heykelleri İstanbul’a taşımıştı bir süreliğine bile olsa. Hüseyin Alptekin 52. Venedik Bienali’ne Türkiye’den katılan tek sanatçıydı. Asıl önemlisi ana mekan Arsenale’de sergilenmişti Şikayet Etme başlığındaki çalışması... Gürcistan ve Batı Asya’da karşılaşılan bir tür restorandan esinlenerek tek göz odalardan oluşan yerleştirme gerçekleştirmişti. Bu tek göz odacıklarda yer alan LCD ekranlara ise yine peşine düştüğü, takip ettiği imgeleri, hikayeleri, kendi deyimiyle küçük vakaları yerleştirmişti. Küçük anlatılardan büyük anlar yakalamıştı. Hüseyin Alptekin çok erken ayrıldı aramızdan. Yaşasaydı belki de bir sergisinin açılışında ya da gelecekte yapmayı planladığı projelerin peşinden gidiyor olacaktı. Fotoğrafı, şekli ve ışığı aydınlık ve karanlığı kullanarak görsel bir armoniye dönüştüren bir damıtma olarak gören Mehmet Kısmet, değişik yerleri ve insanları fotoğraflıyor. Son sergisi Distilasyon, sanatçının zihninin geçmiş dönemlerinden damıttığı kareleri sanatseverlerle paylaşıyor. (0 212 238 11 60) BİENAL’DE TEK TÜRK Nesnelerin takipçisiydi; belki de arzu nesnesi nesnenin kendisiydi. 1998’de Sao Paulo Bienali’ne, 2004’te Manifesta 5’e katılmıştı; 2005’te 9. Uluslararası İstanbul Bienali çerçevesinde Garanti Platform’da sergilediği çalışma ise bienalin en güçlü ve bağlama en iyi uyan işiydi. Sorguladığı alanlar anıt mantığı, kopya, kamusal alan heykelinin iç mekana taşınması vs çok katmanlı ve düşündürücüydü. Alptekin İstanbul’un tarihsel belleğinden faydalanmış, Venedik San Marco Meydanı’nın girişinde bulunan atlı heykellerin S Bayazıt ahne tozu Biz şenliğe gelmiştik... Dostlar Tiyatrosu’nun yeni oyunu Sivas’93, 1993 yılında Pir Sultan Abdal’ı Anma Kültür Etkinlikleri için Sivas’da bulunan aydınların yaşadıklarını, Madımak Oteli’nin kundaklanmasının ardından aralarında Behçet Aysan, Metin Altıok, Uğur Kaynar, Asaf Koçak ve Muhlis Akarsu gibi aydınların olduğu 35 kişinin ölümünü konu alıyor. Nurdan Arca yapımı belgesel bir film eşliğinde oynanacak oyunun müziği Fazıl Say imzasını taşıyor. Genco Erkal’ın yazdığı ve yönettiği belgesel oyundaki konuşmalar, olayı yaşamış olanların tanıklıklarına, yazdıkları kitaplara, yaptıkları söyleşilere ve Sivas Davası tutanaklarına dayanıyor. Sivas ‘93’ün oyuncu kadrosunda Genco Erkal’la beraber Meral Çetinkaya, Yiğit Tuncay, Murat Tüzün, Nilgün Karababa, Şirvan Akan ve Çağatay Mıdıkhan yer alıyor. Oyun, bugün ve yarın Muammer Karaca Tiyatrosu’nda izlenebilir. (0 212 252 59 35) Batı’ya giderek Doğu’yu keşfeden sanatçı Erol Akyavaş’ın resimleri sanatçının 50 yılını içeren retrospektif bir kitapla meraklılarıyla buluştu İlona Akyavaş Türk resminin en seçkin ve en özgün sanatçılarından olan Erol Akyavaş’ın yapıtları bir retrospektif kitapla sanatseverlerle buluşuyor. 1999 yılında yitirdiğimiz Erol Akyavaş’ın 50 yıllık sanat yaşamını içeren kitap doğubatı sentezini en iyi yorumlayan sanatçının resim hayatının farklı dönemlerini, etkilenme, esinlenme, oluşum aşamalarını bir arada görme olanağı sunuyor. Bu önemli çalışmanın oluşumunu ve Erol Akyavaş’ı, aynı zamanda kendisi de sanatçı olan eşi İlona Akyavaş’la konuşmak üzere Salacak’taki evinde buluştuk. Erol Akyavaş için çok özenli çalışmayla bir kitap hazırladınız ve Finansbank da özel bir gece düzenledi. Kitap çalışması ne kadar zamanınızı aldı? Erol hayattayken düşünülüyordu. Hastalığı yüzünden kısmet olmadı. Ama asıl böyle bir kitap istemişti. Çalışma yaklaşık iki buçuk yıl sürdü. Tabii Haldun Dostoğlu’nun emeği ve Onur Bayic’in ince tasarımı sayesinde bu kitap gerçek oldu. Finansbank işbirliğiyle bir gece düzenlendi ve o gece üç eser de sergilendi. Daha geniş bir sergi neden düşünülmedi? Sergi açmayı hiç düşünmedik. O gece kitap tanıtımı için düzenlendi. Finansbank güzel bir jest olarak 1989’dan beri kendi koleksyonundaki üç eseri Esma Sultan’a yerleştirdi. Erol Akyavaş nasıl biriydi? Bu kadar zor sual nasıl soruyorsunuz ki? Tabii zor insandı. Ama çok karizmatik, çok hareketli, yerinde duramayan, sonsuz fikirlerle dolu, gece gündüz çalışan, kitap okuyan, müzik dinleyen biriydi. Böyle bir insanı birkaç cümle ile anlatmak zor. Nasıl anlatılır ki? Gerçekten o her yerde, hiçbir yerde ve havadaydı çoğu zaman. Sürrealist bir adam. İstanbul’da üç ay kalıp gidiyorduk. Çünkü politik olaylara dayanamıyordu. Yani biliyorsunuz devamlı birşey oluyordu burada. Peki o hassas dönemlerde yaptığı işler nasıl değerlendiriliyordu? Aşırı birşey yoktu, ama birkaç arkadaşı ve resim alanlar sinirleniyordu yaptığı resimler yüzünden. Halbuki değişen birşey yoktu. Erol hep içinde varolanı resime döktü. DoğuBatı sentezini en iyi yorumlayan, Türk sanatının özünü en iyi yansıtan ender sanatçılarımızdan biri... Hakikaten öyle, günümüzde de Ergin İnan’ı beğeniyorum. Sanırım bir sürü sanatçı Erol’un kitabı çıktıktan sonra etkilendiler, çünkü ben bakıyorum bazen mecmualara eyvah tam Erol. Erol, Yunus Emre ve özellikle Mevlana aşığıydı. İyi oldu, bu kitap tam Mevlana’nın 800. doğum yıldönümünde çıktı. Siz Macaristan’da büyüdünüz... Çok zor bir çocukluğum oldu, babam çok erken öldü. Amerika’ya gittik. Kardeşim orada doğdu ve bizi kurtardı. Kardeşim yüzünden Amerika’ya gidebiliyorduk. Nasıl tanıştınız Erol Bey’le, hikâyenizi anlatır mısınız? Ben ilk defa Erol’un bir resmiyle tanıştım. Cleveland Musede büyük bir Mayus sergisinde. Sergiyi gezip oturdum ve önümde sergideki en büyük ve benim için o zaman çok farklı bir resim asılıydı. İlgimi çekti. Acaba kim yapmış derken ikiüç hafta sonra, bir SABİHA KURTULMUŞ cuma akşamıydı ve ben depresyondaydım. Arkadaşımın ısrarı üzerine ecnebi bir grubun davetine katıldım ve o beğendiğim resmin sahibi Erol’la tanıştım. Resim kimde biliyor musunuz? Evet. Hatta satmak istiyorlar. Tanıştıktan bir sene sonra evlendik. O kadar çok anlatılacak şey var ki... Oturup kitap yazacağım. Seyahatlerimizin hepsi ayrı bir önem taşıyor. Erol çok hızlı seyahat kararı alıyordu. Ben “Şimdi mi?” derdim hep, o ise “Şimdi değilse ne zaman?” Sanki vakit yok. Tabii ben hep yanında, bir yükseğe çıkar düşer, ya da hasta olur diye... Bir de biliyor musun, sanki ben dünyaya Erol’a bakmak için geldim gibi geliyor bana. Hayatım hep “Ay Erol’a bir şey olmasın” diye geçti. Çünkü hep yüksekteydi, tam kenara geliyordu, düştü düşecek. Resim yaparken mi? Fotoğraf çekerken de, birden Peru’ya gitmeye karar veriyor. Eyvah! Bir hafta içinde alışverişe çık, hazırlan. Çok meraklıydı, inanılmaz gezmeyi seviyordu. Erol Bey’in farklı dönemleri var çalışmalarında. Sizin en çok sevdiğiniz hangi dönemi? Eski ve son dönemleri bana daha yakındı. Ve hâlâ onlara aşığım. Erol her zaman bir arayış içindeydi. Bir yere varmaktan çok, bir yol yapma telaşı içindeydi. Bosna savaşı sırasındaki ziyaretinden çok etkilenerek bir sergi kurgulamış Rusya’da sergilenmek üzere... Ama sergi birinci haftasını doldurmadan kapatılmış... Bir hafta değil. Komik bir hikaye. O sıralar zaten bir sergisi vardı ama Rusya’dan sergi istediler. Erol da Bosna izlenimlerini yansıtan serginin gitmesi ısrarında bulundu. Bu onlara biraz garip geldi. İlk gün çok güzel bir açılış oldu. Sonraki gün bir baktık kapı kapalı, giremiyoruz sergiye. Sırbistan’ın tepkisinden çekindiler. Ama Erol, Bosna’daki kadınların durumuna çok üzülüyordu. Erol kimi çevrelerce yanlış değerlendirildi. Onun işleri aşırı dini değil, daha çok tasavvufa yönelikti. Peki sanatseverlerin, koleksiyonerlerin yoğun ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz Erol Akyavaş resmine? Erol’un her zaman karizması vardı ve çok insan tanıyordu. İnsanlar sanatını her zaman beğeniyorlardı. Kendi öz kültürünü batıdan getirdiği birikimle çok güzel birleştirdi, kaynaştırdı diye. Zannederim onun için farklı buluyorlar. Sizce hak ettiği değeri buluyor mu? Hayır. Dışarıdaki birçok ressamın fiyatlarına bakınca, bir baskı bilmem ne kadar ediyor. Anlıyorum tabii burası Türkiye. Ama iyikötü resim satışı sayesinde ayakta durabiliyorduk o hayattayken. Tabii asıl yoğun ilgi sanatçının vefatından sonra oluyor. Şu ara üzüldüğüm şey, batan bankaların resimleri satılıyor ve Erol’un ölümünden sonra hak ettiği fiyatların çok altında. Sizin elinizde hâlâ önemli bir koleksiyon var. Var daha ama çok yok, onun için pek satmak istemiyorum. Müzayedelerde bir sürü insan para ediyor diye Erol’un onlara yolladığı kartları bile satıyor. Olacak iş mi Allah aşkına. Yazık, yapmamak lazım böyle. İstanbul Şehir Tiyatroları’nın sahnelediği Bayazıt, Osmanlı saray dünyasına, aşk, öç alma, çaresizlik ve iktidar kavramları çerçevesinde, tarihsel gerçeklikle, Jean Racine’in “doğu”ya bakışını iç içe sunuyor. 4.Murat Bağdat Seferi’ndeyken Topkapı Sarayı’nda olanları ele alan oyun, Avrupa’dan gizemli düşsel bir dünya gibi görünen Osmanlı dünyasına, görkemiyle olduğu kadar saray insanlarının iç dünyasıyla da yaklaşıyor. Başar Sabuncu’nun yönettiği oyunda Can Başak, Mehmet Avdan, Şebnem Köstem, Hümay Güldağ, Ahmet Özaslan, Işıl Zeynep Tangör, Yonca İnal rol alıyor. Bayazıt, 16, 17, 18 Ocak tarihlerinde Ümraniye Sahnesi’nde tiyatroseverlerle buluşacak. (0 216 349 04 63) Dokuz ay son gün Oyunbozan ekibi, ilk oyunları Dokuz ay Son Gün’le seyircisiyle buluşuyor. Canlı bomba bir kadının rahmine düşen dört sperm ve onların dokuz ay on günlük serüvenini anlatan oyun hem trajedi hem de komedi öğeleri taşıyor. Aynı rahimde buluşan farklı cinsel eğilimlere, politik görüşlere sahip dört spermin serüvenini anlatıyor. Sermiyan Midyat’ın yazıp yönettiği oyunda, Emel Çölgeçen, Erdem Akakçe, İsmail Hacıoğlu, Sermiyan Midyat rol alıyor. Oyuna Zuhal Olcay, Ferhan Şensoy, Sumru Yavrucuk, Altan Erkekli, Bülent Emin Yarar ve Nihat İleri sesleri ile destek veriyor. Oyun, 14 Ocak tarihinde Yunus Emre Kültür Merkezi’nde, 16 Ocak’ta Kadıköy Halk Eğitim Merkezi ‘nde sahnelenecek. (0 212 661 19 42) Kim O? Tiyatrokare’nin Ray Cooney ile Gene Stone’un orijinal adı ‘Why not stay for breakfast?’ adlı oyunundan uyarladığı Kim O? orta yaş üzeri, kendi halinde, içine kapanık, tutucu bir memurun, üst katında yaşayan rockçı, genç, güzel ve uçarı, üstelik de hamile komşusuyla tanışıp yeni dünyalar keşfetmesini keyifli bir dille anlatan anlatıyor. Oyun iki farklı kuşağın hayata bakışlarını ve çatışmalarını dile getiriyor. Nedim Saban’ın yönettiği, Metin Serezli ve Özlem Tekin’in rol aldığı oyun, bugün ve yarın Profilo Kültür Merkezi’nde sahneleniyor. (0 212 216 93 14) sinemsd@yahoo.com