15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 08 4/7/07 15:15 Page 1 CUMARTESİ EKİ 8 CMYK ? Şeytanın Oteli (Fritt Vilt) ? Diriliş: Vampir Avcısı (Rise: Blood Hunter) Si ne ma 8 ogma akımının öncüsü, yönetmenyapımcısenarist Lars Von Trier, Alman yönetmen Wim Wenders gibi Amerikan kültürü ve politikasını yakından izliyor. ABD: Fırsatlar Ülkesi adını verdiği üçlemesinde (Dogville/2003, Manderlay/2005, Wasington/2009) köktenci sanatsal deneyimlerini minimalist anlatımıyla ard arda sergileyen Trier, Amerika’daki köleliğin istemli yanını açıkça vurgulayarak ABD karşıtlığını ASLI tüm gerçekliğiyle betimliyor. SELÇUK Manderlay’de Amerika’yı şiddetle ırkçılığın avucunda bir ülke olarak çizen sinemacı tüm ulusu suçlamakla, Amerikan değerlerine amansız bir saldırıda bulunmakla suçlandı. Dancer in the Dark’tan (Karanlıkta Dans/2000) itibaren ABD’ine gitmemesine karşın böylesine ağır sorgulayıcı filmler çekmiş olmakla yargılanan Trier çocukluğundan beri Amerika’nın bir kavram, herkese ait bir mit olduğunu, yaşamının % 60’ının Amerika’yla dolu olmasından ötürü bu tür filmler çektiğini belirtiyor: “Ben ABD hakkında Amerikalılardan daha çok şey biliyorum. Hepimiz onun etkisindeyiz, bu ülke dünyanın üstüne çullanmış durumda, istesekte istemeksekte şöyle ya da böyle düşüncelerimizi yönlendiriyor”. Roar Uthaug’un yönettiği filmde Ingrid Bolso Berdal, Victoria Winge, Tomas Alf Larsen ile Rolf Kristian Larsen rol alıyor. Beş genç snowboard yapmak için gittikleri Jotunheimen dağında bir otelde kalırlar. Yıllar önce kapandığı belli olan otel boş ve sessizdir ancak beş genç bu otelde yalnız olmadıklarını kısa bir süre sonra farkederler. Otelde onlarla birlikte olan bir seri katildir ve kısa bir süre sonra yaşam ve ölüm arasındaki savaşın içinde bulurlar kendilerini. Gençlerin sayısı azaldıkça, olay aralarındaki arkadaşlık ve cesaret testine dönüşür. Sebastian Gutierrez’in yönettiği filmin başrollerinde Lucy Liu, Michael Chiklis, Carla Gugino ile James D’Arcy oynuyor. Gazeteci Sadie (Lucy Liu), araştırmaları sırasında Los Angeles’in genç ve modern insanlarını içine çeken bir tarikatla karşılaşır. Başlarda tarikatla ilgili bilgi alamaz ancak ortadan kaybolan gençlerin öldüğü anlaşılınca Sadie, tarikatın peşine düşer. Araştırmasının ortasında bu hunharca cinayetlerin ardındaki kişiyle karşılaşır. ??????????????????????????????????? ABD kölelerin üstüne kuruldu D yarayı göstermem bir durum saptamasıdır. Hani nerede kölelik müzeleri? Oysa Amerika köleliğin, kölelerin üstüne kuruldu. Irkçılık Amerikan toplumunun daima merkezinde durmaktadır. Bu sorunu gidermekse yüzleşmekten geçer”. İyi ve kötü robotların savaşı Transformers, başka bir gezegenden dünyamıza gelen iyi ve kötü robotların savaşını anlatıyor. Yeni sahip olduğu otomobili, uzaylı bir robota dönüşen sıradan liseli bir gencin öyküsüne sarınarak… Film, komik, eğlenceli ve hayli heyecanlı bir macera vaat ediyor. Karşımızda dur durak bilmeyen bir aksiyon… Özellikle Transformers hayranları ve bilim kurgu meraklıları kaçırmasın. “Armageddon”, “Rock”, “Bad Boys”, “The Island” ve “Pearl Harbor” gibi bilimkurgu, savaş, macera ve aksiyon filmlerinde yönetmen koltuğuna oturan Michael Bay, yaşayan efsane Steven Spielberg’in (aynı zamanda filmin prodüksiyon amiri) ısrarlarına dayanamayarak Transformers projesinin başına geçti. Michael Bay, “Her biri fenomen haline gelmiş oyuncakları yaratan insanlara saygılı olmalıydık. Ancak bir yandan da onları animasyon alanından çıkartıp gerçek dünyaya çekmek gibi bir zorunluluk söz konusuydu. Onları gerçek dünyada da ilginç kılmamız gerekiyordu. Bunu başarmanın tek yolu yeni yaklaşımlar getirmekti. Örneğin bu film için yaptığımız Optimus Prime robotunda her biri ayrı ayrı hareket edebilen 10.108 parça var.” Steven Spielberg ise, Transformers’in yeri geldiğinde ürkütücü ve karanlık, yeri geldiğinde de mizah yüklü bir film olduğunu söylüyor. Tam 23 yıl önce çocukların hayatına giren Japon orijinli kült bir çizgi film olan Transformers, aradan geçen uzun yıllar boyunca oyuncak ve bilgisayar oyunları piyasasında da Hasbro firmasına büyük paralar kazandırdı. İyi robotlar “Autobots” ve kötü robotlar “Deceptions”, tam unutulmaya yüz tutacaklarken 2007’ye (16. MTV Film Ödülleri’nde En İyi Yaz Filmi Ödülü’nü kazandı) damga vuracak bir filmle tekrar aramıza dönüyorlar… Transformers’in senaryosu, Roberto Orci ve Alex Kurtzman’a ait… Mitchell Amundsen, filmin görüntü yönetmenliğini, Steve Jablonsky’i ise müziklerini üstlendi. Geleceğin Tom Hanks’i olarak gösterilen Shia LaBeouf, ilk kez büyük bir yapımda yer alan güzeller güzeli Megan Fox, bağımsız sinemanın yüz akı oyuncuyönetmen John Turturro ile Oscar’lı kurt aktör Jon Voight, filmin ağır topları… Travis Van Winkle, Josh Duhamel, Tyrese Gibson, Bernie Mac, Kevin Dunn, Anthony Anderson, ALPER TURGUT Rachael Taylor ve Peter Cullen de robotların dünyasına gerek oyunculukları gerek ise sesleriyle destek oluyorlar. Türkiye’de 13 yaş sınırı koyulan, 150 milyon dolarlık dev bir bütçeye sahip Transformers dün gösterime girdi. BEYAZLAR GİBİ ‘NORMAL’ Manderlay’de kölelerin özgürlükleri yerine kul kalmayı yeğledikleri durumu Trier, 70’lerde Amerikan rüyasını arayan insanların fotoğraflarını çeken Danimarkalı fotoğrafçı Jacob Holdt’un çalışmalarına bağlıyor. Çok yoksul siyahları odaklayan Holdt, ikonkırıcı düşünceler geliştirerek özellikle tutucu Güney’de kökleşmiş atasal bağ efendiköle ilişkisini sürdüren, bunu psikolojik ve duygusal anlamda olumlu gören siyahları görüntülemiş. Holdt’a göre Amerikalı liberaller onları dölleyip doğurtan toplumdan çok getto sorunlarını gettoda çözmekten yanaymışlar. Bazı siyahlarsa yazgılarını iyi vicdanlı beyazların ellerine bırakmışlar. Amerikan medyasındaki kimi aldatmacalara, göz boyamalara gülüp geçen Trier ünlü 24 dizisinde ABD’ni siyah bir başkanın yönetmesinin siyahlara küfür etmekle aynı anlama geldiğini belirtiyor: “Böyle bir varsayım tümüyle gerçek dışı. Siyahlar belirli bir saygınlığı ancak Hollywood onları aptal, güvenilmez, oynak, saf, yalancı olarak göstermekten vazgeçtiğinde, beyazlar gibi normal birileri gibi yansıttıklarında edineceklerdir”. Manderlay’de siyah kölelere özgürlük ve demokrasi vermek isteyen beyaz kahramanın öyküsünü Bush’un Irak’a girmesinden önce yazmaya başladığını vurgulayan Lars Von Trier bunun eski bir öykü olduğunu belirtiyor: “Özgürlük adına bir elde İncil bir elde tüfekle başlatılan bu istila girişimi hem ilkel hem de eski olan bilindik Amerikan mitolojisine dayanır”. ARAÇ ROBOTA DÖNÜŞÜYOR Cybertron gezegeninde sürekli birbirleriyle savaşan iki ayrı grup vardır. Bir tarafta kısaca Autobotlar denen iyi robotlar, (yöneticileri Optimus Prime), diğer tarafta ise şeytani ruhlu ve kötü niyetli Decepticonlar (Lord Megatron)... Onlar, yaşamsal ‘Energon Küpünün’ azalması üzerine rotayı, mineral zengini dünyamıza çevirirler. Kendi halinde ve içine kapanık bir lise öğrencisi olan Sam Witwicky’in, ilk arabası 1976 model bir Chevy Camaro’dur… Artık paslanmaya yüz tutmuş rallici eskisi bu otomobil, Sam’de hayal karıklığı yaratır. Okulunun en gözde kızı Mikaela’nın (Megan Fox), arabalara karşı saplantısı vardır ve Sam’in külüstürünü görür görmez beğenir. Sıra dışı olaylar Sam’in arabayı, evine getirmesiyle başlar. Araç, gayet iyi niyetli, radyo istasyonları aracılığıyla konuşan ve sahibini koruyan bir robota dönüşür. Aynı zaman diliminde farklı bir coğrafyada (Katar), ABD askerleri, helikopterden acımasız bir robota dönüşen uzaylı canavarın saldırısına uğrar. Amerikan üssünde yaşanan şiddetli ve kanlı baskından sadece özel kuvvetler birliğine komuta eden Yüzbaşı Lennox (Josh Duhamel) ile Hava Kuvvetleri kontrol görevlisi Çavuş Epps (Tyrese Gibson) sağ kurtulur. Sam’i dost belleyen Autobotlar, yaşam kaynağı “Allspark”ı bulmak için ondan yardım isterler. Ancak Sam ile Mikaela’nın karşısına hafif çatlak gizli ajan Simmons ve adamları çıkar. Ve onları tutuklayarak, baraj altındaki komuta merkezine götürürler. Sam, Mikeela, Simmons, Lennox ve Epps’e, savunma bakanı John Keller (Jon Voight), güzel bilgisayar ve ses analisti Maggie Madsen (Rachael Taylor) ile hacker Glen Whitmann (Anthony Anderson) da katılır.Kendilerini kolaylıkla otomobillere, deniz taşıtlarına, uçaklara, kamyonlara, teknolojik cihazlara, hatta insanlara dönüştürebilen Transformerlar, savaşmaya başlamıştır. İnsanoğlunun kaderi, zaman zaman 18 tekerlekli tıra dönüşen asil ve fedekar Optimus Prime ve onun sadık yardımcıları olan diğer aotobotlar’ın elindedir. KURBANLARIN ÇOĞU SİYAH Çocukluğunda Walt Disney’in çizgi romanlarının bir numaralı hayranı olan Trier, günümüzde Amerikan toplumunu sinema endüstrisiyle televizyonun güdümlediğini, hiçte yumuşak olmayan bu görüntülerin ona esin kaynağı olduğunu, kendisini iyi kötü bilgilendirdiğini vurguluyor: “Medyanın yansıttığı Irak savaşı Amerikan toplumuyla ilgili sayısız verilerle doluydu. Bu yanlı yayının ardından ABD’ne gitmemek bence bir engelden çıkıp bir koza dönüştü. Eğer Kayalık Dağları’na çıksaydım Dogville’i çekemezdim, Alabama’yı kendi gözlerimle görseydim Manderlay’i gerçekleştiremezdim. Olguları uzaktan, kişisel açıdan gözlemlemek size daha keskin, daha gerçekçi bir ufuk, bakış sağlıyor. Katrina kasırgasının ardından New Orleans kurbanlarının çoğunun siyah olması beni hiç şaşırtmadı, çünkü onlar inanılması güç bir yoksulluk içindeler. Amerikalı beyazlar da bu gerçeğin ayrımındalar ama sorunlar öylesine büyük ki çözümlemek yerine görmemezlikten gelmeyi yeğliyorlar”. Dogville ve Manderlay’i 1930’larda, Ekonomik Bunalım döneminde geçirmesini Trier dönemin dramatik gücüne, insan ilişkilerinin şiddetlenmesine bağlıyor. Ona göre Amerikan sineması 30’larda gangsterler gibi güçlü karakterler yarattı, o dönemde ırkçılık, ayrımcılık doruktaydı, Güney’de siyahlar linç ediliyordu. Bazı bölgelerde kölelik kaldırılmak bir yana gelenekselleşmişti. Masalımsı bir öykü anlatsa da olayların gerçek ve doğru olduğunun altını çiziyor yönetmen. Amerikan karşıtlığıyla suçlanan Lars Von Trier, herhangi bir ulusun karşısında olmanın anlamsızlığını, Bush’un politikasının dayanılmazlığını, Bush’un tez elden yargılanmasının gerekliliğini açıklıyor: “Adil olmayan yıkıcı yönde büyüyen bir gücü caymadan eleştirmek demokratik bir tavırdır. Köleliğin ABD’de bıraktığı açık DVDVCD Yeniler Night Train (Gece Treni) Yön: John Lynch Oyn: Brenda Blethyn, John Hurt, Pauline Flanagan/1998, renkli, 90 dakika/Sony Pictures. Aodhan Madden’ın özgün senaryosundan çekilen romantik dram, eski suçlu, dolandırıcı Michael Poole’la sigorta şirketinde çalışan evde kalmış Alice Mooney’in duygu, mizah dolu öykülerini anlatıyor. Dublin mafyasının muhasebeciliğini yaparken zimmetine para geçiren Michael tutukevinden çıkar çıkmaz yeni bir yaşama başlama umuduyla işçi sınıfından Mooney’lerin evine kiracı olur. Evden hiç çıkmayan, sürekli TV izleyen ve yakınan annesiyle oturmaktan bıkmış, yaşamında hep bir şeyleri ertelemiş Alice’le hobisi minyatür trenler olan, şiddetten yorulmuş, dinginlik ve sevgi arayan Michael arasında bir yakınlaşma olur. Mafyanın peşinde olduğu Michael, sevgilisi Alice ve mafyanın çalıntı parası arasında seçim yapmak zorundadır. Özel Bölümler’de yaratıcı ekiple söyleşiler, karakterlerin tanımı, oyuncu seçimi, filmin öyküsü var. Birbirlerinin eksiklerini paylaşıp tamamlayan orta yaştaki iki insanın gerçekçi aşk öyküsünde B. Blethyn, J. Hurt, P. Flanagan’ın yorumları olağanüstü. All The King’s Men (Kral’ın Tüm Adamları) Yön: Steven Zaillian Oyn: Sean Penn, Jude Law, Kate Winslet/2006, renkli, 128 dakika/Sony Pictures. Robert Penn Warren’ın Pulitzer ödüllü 20. yüzyılın en önemli Amerikan klasiğinden 1949’da sinemaya uyarlanan politik dramın ikinci versiyonunda dürüst, halk adamı Willie Stark’ın kent saymanlığından belediye başkanlığına, belediye başkanlığından eyalet valiliğine uzanan öyküsü düşündürücü, etkileyici bir anlatımla karşımızda. Louisiana valisi Huey Long’un gerçek öyküsünden çekilen filmde, başta yoksulların yanında varsılların karşısında olan idealist Stark, politik gücü ele geçirdikçe denetimsiz bir erk hırsına kapılır. Çevresindeki herkese zarar vermeye başlar, bu doymazlık onu dönüşü olmayan bir çöküşün içine sürükleyecektir. Özel Bölümler’de filmin yapımı, çıkarılmış sahneler, yaratıcı ekiple söyleşiler, yapımgiysi tasarımları, R. P. Warren’ın portresi, oyuncu seçimi, H. Long efsanesi var. Günümüz Amerika’sındaki olaylara gönderme yapan, politikanın yıkıcı etkilerini yansıtan yapım yaşam, duygular, aşk, nefret, ihanet, çürüme, ahlaksızlık, yoldan çıkma kavramlarına, etik değerlere evrensel bir açıdan yaklaşıyor. ? Miyazaki sinemasıyla tanışmak isteyenler için İstanbul Film Festivali’nde gösterilen Hayao Miyazaki’nin filmleri iki hafta boyunca dönüşümlü olarak Alkazar Sineması’nda sinema severlerle buluşacak. Miyazaki sevenler için, 614 ve 18 Temmuz’da Rüzgarlı Vadi (Kaze No Tani No Naushika), 712 ve 16 Temmuz’da Komşum Totoro (Tonari no Totoro), 81315 ve 17 Temmuz’da Küçük Cadı Kiki (Majo No Takkyubin), 9 ve 19 Temmuz’da Gökteki Kale (Tenku No Shiro Rapyuta), 10 Temmuz’da Ruhların Kaçışı (Sen To Chihiro No Kamikakushi), 11 Temmuz’da Yürüyen Şato (Sen To Chihiro No Kamikakushi) gösterilecek. Filmler her gün 12.00 14.15 16.30 18.45 21.00 saatlerinde sinemaseverlerle buluşacak. Miyazaki Filmleri Haftası
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle