16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 06 4/7/07 15:12 Page 1 CUMARTESİ EKİ 6 CMYK 6 7 TEMMUZ 2007 CUMARTESİ İstanbul konuğunu ‘İç mimari emekliyor’ Türk tasarımını nasıl değerlendiriyorsunuz? “90’lı yılların başına bakacak olursak Türkiye’de tasarım, iç mimari çok başlangıçtaydı, şimdi şimdi emekler hale geldi. Yıllarca tasarım ve dizayn genellikle yurtdışından esinlenerek, oradaki haberleri takip ederek uygulanan bir yöntemdi. Şimdi daha cesur, üretken, edüstriyel ve moda tasarımcıları var. Tasarımcılık da son birkaç yıldır ön plana çıkar hale geldi. Deforme etmemek, iyi elemek lazım. Herkes tasarımcı mıdır? Herkes tasarımcı gibi görünüyor. Artık her şey bir tasarım anlayışı içine girmeye başladı. Ben diğer tasarımlardan etkilenmem. Karıştırdığım, takip ettiğim kitap, dergi yok.” Neden? “Böyle bir şeye ihtiyacım yok. Acaba nereden bir şey kapsam da bu projeye koysam mantığında değilim. Benim işlerime bakıldığı zaman kimse hiçbirinin bir yerden alınabileceğini düşünemez. Çizgilerimi görünce bu Ali Konya derler. Belki benimle birlikte siyahı deneyenler olmuştur. Geçen yıla kadar vitrinlerde ve mekanlarda siyah kullanılmazken Adress İstanbul’daki mağazamdan sonra siyah mekanlar görmeye başladım.” Genç bir tasarımcıda nasıl bir potansiyel arıyorsunuz? “Serbest el çalışmaları çok önemli. İşlerine bağlılıkları önemli. Kazançtan önce kendi meslekleriyle ilgili kaygıları ön plana çıkmalı. Bu zamana kadar karşılaştığım birçok yeni jenerasyonun serbest elleri çok zayıf. Bir sandalye tasarlasalar kağıda dökemiyorlar, bilgisayar ortamında daha rahat hareket edebiliyorlar. Hazır malzemeyi kullanıyor, şekillendiriyorlar. Bilgisayar onları yönlendiriyor. Geçmişten gelen ünlü ressam ve sanatçılar hiçbir zaman bilgisayar ortamında üretmedi, kendi dünyalarını yarattılar. Onun için çok önemliler. Onun için bugün hala yaşıyor ve paha biçilmez değerlere sahipler.” unuttu kdeniz’in Fransız kıyılarının ünlü sayfiye kenti Nice’in ortalama bir sakinine, “Dünyaca en tanınmış hemşeriniz kim?” diye soracak olursanız, size tek bir cevap verecektir: Joseph Pepin Garibaldi. Yanlış duymadınız, Garibaldi... Hani şu İtalya’nın Ataitalyan’ı, “Risorgimento” (Doğuş/Yeniden Doğuş/Başkaldırış) farklı bir deyişle ‘İtalya Birliği’nin kurucusu, romantik cumhuriyetçi devrimci, muçokorsanbahriyeli, askergeneralkomutan, düşünürUĞUR devlet ve eylem adamı, modern İtalya’nın ilk evrensel ve efsanevi HÜKÜM kahramanı Guiseppe Peppino [email protected] Garibaldi. Herkesin bir biçimde kendine yonttuğu bu tarihi kişilik 1807 yılında Fransa’nın bir ili olan Nice’de doğuyor. Yani Fransız vatandaşı. Hatta Victor Hugo’ya göre Fransız cumhuriyetçi ordusunun Generali, emperyal ordunun Mareşali André Massena (17581817) ile aynı evde dünyaya gelmiş. İşte Nice’liler de, İtalyan komşuları gibi 4 Temmuz’dan itibaren aynı toprağın çocuğunun 200. doğum yılını kutluyor, benzersiz hayatını anıp, tanıtıp dünyaya anlatıyorlar. 2 yıl sürecek anma faaliyetleri her yönüyle çok zengin ve örnek, tek istisna İstanbul ve Türkiye. Niçin mi? İtalya’yı birleştiren Fransız Garibaldi, doğumunun 200. yılında anılırken yaşam serüveninin bir dönemini geçirdiği kentte görmezden geliniyor A Kentte işçi örgütü kurdu İtalya olduğu kadar Avrupa’nın kıtasal, siyasal, kültürel ortak kimlik kazanmasında tarihsel bir çehre, bir etken nitelenebilecek bu dev adamın yaşam serüveninin bir hatta iki dönemi de İstanbul’da geçiyor. Tarihçi İlber Ortaylı (1) Garibaldi’nin 18351837 arasında denizci olarak geldiği bu kentte yaşadığını, İşçi örgütü kurduğunu yazıyor. İstanbul İtalyan Kültür Merkezi uzmanlarından Aldo Baldini (2) İtalya’nın birliğini bir anlamda Osmanlı’ya borçlu olduğunu söylüyor. Farklı Türkçe kaynaklarda ise ilginç değişik bilgilere rastlıyoruz. 1862’de yeniden bir süre İstanbul’a sığındığı hatta doğum gününü Galatasaray’daki Naum Tiyatrosu’nda kutladığı belirtiliyor (3). Bugün halen 40 kadar üyesi olduğu ifade edilen İstanbul İtalyan Amele Cemiyeti’nin başkanı Henrico Boari, bizzat Garibaldi’nin ilk başkanı olduğu derneklerinin 1863’te kurulduğunu anlatıyor (4). İtalyan Kültür Merkezi Garibaldi’nin 200. doğum yılı (ki aynı zamanda ölümünün 125. yıldönümü) vesilesiyle torununun kızı Prof. Annita Garibaldi Jallet’nin katılımıyla bir konferans, bir de fotoğraf sergisi düzenlemişti. Biz de böyle güzel bir vesileyle gazetecilik sınırlarının elverdiği ölçüde, Garibaldi’nin İstanbul ve Osmanlı İmparatorluğundaki konukluğu üzerine 4 yabancı dilde (Almanca, Fransızca, İngilizce ve İtalyanca) küçük bir araştırma yaptık. Bu 4 dilde Garibaldi’yi ağırlayan “İstanbul ve Osmanlı” üzerine bir tek referansa rastlamadık. Avrupa’nın belleğinde, beyninde bazı karanlık noktaların olması çok doğal. Gericilik, Kilise, her türlü Avrupalı milliyetçilik kendi berisine bakarken, cumhuriyetçi bir Türkiye’yi, Orta Çağ karanlıklarına dönme özlemiyle yanıp tutuşan bir ortamda, evrensel değerlere sahip çıkma kavgası veren bir toplumun görmemezlikten gelmesi çok doğal (!). Sözümüz kuytuluk şeriatçılara bile değil. Sorumuz diğerlerine: Garibaldi’nin adı, hayatı bütün dünyada anılırken, niçin İstanbul, Türkiye yok? Nedir bu istisna? İç mimarlığının dışında tasarımcı, ressam ve heykeltıraş olan Ali Konya’nın sürekli yenilenen, gelişen ve değişen avangard çizgilerini birçok ünlünün evinde görebilirsiniz. Özgün kalmak ve etkilenmemek uğruna hiçbir tasarım ve mimari yayını takip etmeyen Ali Konya, genç jenerasyonun bilgisayar güdümlü işler üretmesinden şikayetçi. 15 Kasım’da 2007’de açılacak el sanatlarıyla uğraşan insanlara yönelik fotoğraf sergisinin çalışmaları ortasında görüştüğümüz Ali Konya’yla çalışmak istiyorsanız, hazırladığı 200 soruluk anketi cevaplamak zorundasınız... SABİHA KURTULMUŞ ‘İKİ DÜNYA KAHRAMANI’ İtalya’ya bütünlüğünü kazandırdığı için Faşizm’in isim babası, Benito Mussolini kendini Garibaldi’nin doğal uzantısı addediyor. Fransız Devriminden esinlenerek giriştiği bağımsızlık ve birlik savaşındaki takipçisi “Binler” namıyla maruf seferberlik ordusunu oluşturan gönüllü asker ve devrimcilerin gömlekleri de kırmızı olunca öteki İtalyanlar da başbuğdan aşağı kalabilir mi? “Kızıl Gömlekliler” ordusunun komutanı Garibaldi, İstanbul dahil dünyanın dört bir yanında “Amele Cemiyetleri” de örgütleyen bir yurtsever olması nedeniyle başta İtalyan komünist ve işçi hareketinin liderleri Antonio Gramsci (18911937) ve Palmiro Togliatti (18931964) olmak üzere tüm İtalyan solu tarafından da sosyal mücadele tarihi kurucusu, simgesi kabul ediliyor. Garibaldi’ye atfedilen, verilen sayısız ünvandan biri de “İki Dünya Kahramanı”. Zira gerçekten bu eşsiz maceraperestin olağanüstü hayat hikayesinin 13 yıllık (183648) bir kısmı Güney Amerika’da bağımsızlık savaşları içinde geçiyor. Uruguay’ın bağımsızlığı, Arjantin ve Brezilya’daki ayaklanmalardaki rolü çok önemli. Bağımsızlık yanlısı ve cumhuriyetçi değerlerin savunucusu sıfatıyla ilk uluslararası mit, evrensel kahraman olarak Avrupa’ya, İtalya’ya dönüyor. Ülkesindeki işbirlikçiler ve işgalci Prusya ordusuna karşı savaşıyor. Kraliyet Fransa’nın 1849’da kurulan geçiçi cumhuriyetten kaçan Papa’ya yolladığı ordu desteği karşısında tekrar sürgün yollarına düşüyor. 5 sene Amerika, Asya, Afrika arasında yelken açıyor. 1860’da başlattığı “Binler Seferi” ile “Sicilya”yı kurtarıp Kuzey ve Güney İtalya’nın birliği anlamına gelen “İki Sicilya Krallığı” kralı Victor Emmanuel’i destekliyor. 1861’de bölgede egemen olan Bourbon Krallığı ordusunu yenerek onu İtalya Kralı ilan ediyor. Kendi popülaritesinden yararlanarak da kalıcı cumhuriyet amaçlı, laik “Özgür Yurttaşlar” birliklerini oluşturuyor. 1870’e kadar çeşitli defalar, 3. Napoleon ve Fransız İmparatorluk ordusu destekli İtalyan Kraliyet ordusu, Papa’nın askeri güçleriyle savaşıyor, yeniliyor, yakalanıyor, kaçıyor. Sonunda Kraliyet’in yıkılması, Papalığın nüfuzunun kırılması ve İtalyan cumhuriyetinin kurulması üzerine Garibaldi 1870’de dehasını Paris Komünü’nün hazırlayan cumhuriyetçi Fransa’nın hizmetine sunuyor. İki oğluyla birlikte başına geçtiği Vosges ordusuyla Prusya Kraliyet kuvvetlerini hezimete uğratıyor. 1871’de yapılan genel seçimlerde Bordeaux bölgesi sınırları içindeki 4 ili temsilen milletvekili seçiliyor. Bu kez de Bordeaux’da çoğunlukta olan Fransız gericiler Garibaldi’nin tam Fransız olmadığı gerekçesiyle milletvekilliğini iptal ettiriyorlar. 1874’da İtalyan meclisine Roma milletvekili olarak giren Garibaldi çağdaş bir özgürlük ve barış platformu ve siyasi örgütlenmesi olan “Demokrasi Ligası”nı kuruyor. İtalya’nın en sevilen ve sayılan kişiliğinden bir tek kurum rahatsızdır, Vatikan Kilisesi. Garibaldi 1880’de politikadan çekilip Sardunya yakınlarında kendisine ait Caprera adasına yerleşiyor. Vefat tarihi olan 2 Haziran 1882’ye kadar “Anılar”ını yazıyor. (1) http://www.milliyet.com.tr/2006/10/28/pazar/yazortay.html (2) http://arsiv2.hurriyet.com.tr/istanbul/turk/99/04/16/isthab/35ist.htm (3) http://www.geocities.com/arkeoloji2000/istanbulitalyan.htm (4) http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2005/05/29/650122.asp ‘Çalışılması zor bir tasarımcıyım’ Ali Konya markası nasıl oluştu? “Ali Konya markasının aslında başlangıç tarihi yok. Hayatıma başladığım andan itibaren, pişe pişe, büyüye büyüye geldik. Markamın hala olgunlaşma adına biraz daha zamanı var diye düşünüyorum. Halkın kabul ettiği markalar kendini geliştirir. O yüzden kendimi marka olarak kabul ediyorum. Ali Konya markası resmi, kağıt üzerinde değil, gerçek bir markadır. Ama bir başka bakış açısıyla sorarsak, sanatın markası olur mu? Leonardo da Vinci, Monet bir marka mıydı? Bence onlar marka değil, sanatçı kişiliklerdir. Bir sanatçı markadır demek ne demektir, ben çok iyi anlamış değilim açıkcası.” avangard, bir taraf yalın. Avangard da bir bütünde insanı rahatsız edebilir. O yalınlık ve sadelikle birlikte kullanmak gerekir. Bütün tasarımlarımda, projelerimde, resimlerimde avangard kesim var ama bir yalınlığın içinde ortaya çıkması anlamında var. Bembeyaz bir fon üzerinde atılmış bir mürekkep gibi düşünmek gerek. Esasında avangardı anlatmak tabii ki bununla kalmıyor, içinde süsleme ve el sanatları konusu var. Çok iyi özümsemek, malzemeyi çok iyi bilmek lazım. Malzemenin de kendi içinde avangardını bulmak gerek. Ben istediğim kadar çizimlerimde avangard olayım, kullanılan malzeme de onunla uyumlu olmak zorunda. O malzemeyi de zorlamak lazım. Zorlamak derken yanlış anlaşılmasın, ‘hay allah ben bunu yapamıyorum, zorlayayım da bir noktaya getireyim’ diye birşey yok.” İNSAN VE DOĞA Tasarımlarınızda öne çıkan imgeler nedir? “Ana tema insan ve doğa. Estetik, hareket, güzellik, can, insanı anlatan en önemli öğeler. Doğada ise hayvanlar, bitkiler her şey bir ilham kaynağıdır. İnsanla bütünleştiği sürece sadece onu yorumlamak, insanın kendi gözüyle şekle sokmak, biçimlendirmek sanatçının yaratıcılık yüzünü ön plana çıkarır. O nedenle bütün tasarımlarda, örneğin bir vazonun, mekanın eğriliklerini belirlerken mutlaka insandan ilham almışımdır. En güzel kıvrım nerededir, en güzel dik çıkış nerededir, bitiş, en güzel geçiş hangi noktadadır, belki insanı iyi tanımlayıp özümsediğim için estetik kaygısı taşımadan çabuk çözümlüyor olabilirim. Hayal gücümüzü zorlayıp bize yardımcı olabilecek noktayı bulmadaki anahtar şifre insandır. Üzerinde her şey taşır. Ressam bir subay bana şöyle demişti: ‘Çok sıkıştığın anda, nasıl bir kombinasyon yapayım diye düşündüğünde doğaya çık. Çünkü bir menekşenin yaprağıyla kendi rengi arasındaki uyumu gösterebilecek güzel bir örnektir doğa.’ Böyle bir düşünceden hareket edecek olursak, hakikaten doğa ve insan üzerinde fazla figüratif çalışan, detaylara çok giren, bilek hareketlerinden asla taviz KENDİMDEN DERTLİYİM vermeden çalışabilen çok nadir kişilerden bir tanesiyim.” Tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz? “Avangard minimalizm. Avangard, tasarımın değil, düşünce yapısının skaladaki en son noktasıdır. Modada, resimde, edebiyatta aklın, düşüncenin getirmiş olduğu sınırdır. Onun da ötesine geçilebilir. Avangardın ötesinde de hayal etmek mümkün. Artık oralarda yaşanılır mı, yaşanmaz mı, onlarla bütünleşilir mi, bütünleşilmez mi o başka bir kavram. Kimileri, acaba bunu müşteri kabul eder mi, evlerinde kullanırlar mı gibi ticari kaygı taşır. Benim avangard dediğim düşünce yapısına ulaşmadan belli bir yerde dururlar. Ben bu konuda o kadar tatminsizim ki, sadece sınırları zorlayarak değil, tasarımla birlikte düşüncenin getirmiş olduğu noktaya taşımaya çalışıyorum. Bende bu çok katılaştı, sertleşti, bir beton haline geldi. Avangard duygularımdan vazgeçmek mümkün değil. Sadece formları, biçimleri avangard hale getirmek değil, avangard da yaşamak lazım. Bir taraf Çalışacağınız kişilere anket mi uyguluyorsunuz? “200 soruluk anketimin cevaplanması gerekiyor. 20 yıldır her müşteriye mutlaka uyguluyorum. O zaman 99 soru vardı, şimdi 200 oldu. İnsanların yaşayacakları mekanları tasarlarken kesinlikle onları tanımak lazım. Sohbetle olacak şey değil. Anket soruları gerçekten doğru şekilde yanıtlandıysa, doğru sonuç alınıyor.” Çalışılması zor bir tasarımcı mısınız? “Kesinlikle. Bu konuda kendimden dertliyim. Çünkü ölçülerde, renklerde, formlarda çok çabuk değişik kararlar verebiliyorum. Bu ciddi bir zorluk.” Üzerinde çalıştığınız bir sergi projeniz var, şu anda ne aşamada? “Geçmişteki birikimlerimin bir neticesi üzerinde çalıştığım iki proje var. Biri fotoğraf, diğeri de resim ve objenin birleşiminden oluşan, iki boyuttan çıkıp üç boyutlu hale gelecek bir sergi projesi. Dünden bugüne tamamen el sanatlarıyla uğraşan insanlara yönelik, onlardan çıkışlı fotoğraf sergisinin 15 Kasım 2007’de İstanbul’da açılması planlanıyor.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle