22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 10 30/5/07 15:41 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 2 HAZİRAN 2007 CUMARTESİ rih Ta er İstanbul’un fethi yıldönümünde, tekerlek monte edilmiş bir “kadırga” karikatürünün asfalt yolda Belediye işçilerine çektirilmesi mizanseni yaşarız. Genellikle aksiliklerle ve komik görüntülerle gölgelenen, ama yine de ısrarla yinelenen bu gösteriden amaç, Fatih’in 72 gemiyi bir gecede karadan geçirdiği efsanesini kamuoyuna mâletmektir. Ne ki tarihsel gerçeklikte yeri olmayan bir gösteriydi yinelenen. Hikâyeyi anlatan kaynaklar, II. Mehmet’in, 20 Nisan’daki deniz ERDOĞAN yenilgisinin öfkesiyle karadan gemi geçirmeye karar verdiğini ve bu AYDIN çerçevede 2 gecede 72 kadırgayı Tophane (veya Beşiktaş, veya Dolmabahçe)’den Kasımpaşa’ya indirdiğini iddia edecektir. Ne ki söz konusu gemilerin karadan geçirildiğini kanıtlayan somut bilgiler yoktur. Gemilerin 22 Nisan sabahı Kasımpaşa’da göründüğü konusunda kuşku yok; ancak nereden ve nasıl geldikleri sorunu, Fetih sürecinin en büyük bilmecesi, daha doğrusu miti olarak karşımızdadır. Kimi Osmanlı kaynakları yanında kimi Bizans kaynaklarında da yinelenen söz konusu iddia, tüm Osmanlıcı tarihçilerin en temel övünç vesilesi olarak fetih anlatımlarının temel malzemesi yapılır. Ancak söz konusu iddia, örneğin Rumeli Hisarı’nın yapılması veya döktürülen büyük toplara ilişkin olduğu gibi bilgi ve belgeyle desteklenmekten yoksundur. H Fetih’te gemiler e ç nereden geldi? GERÇEK NEREDE? dışında gerçekleşmesinin olanaksızlığıdır. Tüm bu veriler ışığında büyük bir özgüvenle belirtilmeli ki, iki gecede (siz deyin ki iki ayda) gizlice dağdan gemi aşırtma safsatasına inanmamızı isteyenler, amiyane tâbirle hiç hesap bilmiyorlar! Her yıl tekerlekli büyücek bir kayığı asfalt yoldan Kasımpaşa’ya taşıma mizanseni sırasında yaşanan sorunlar bile, bu 72 gemi geçirme efsanesine itibar edilemeyeceğinin yeterli kanıtı aslında. Dolayısıyla Fatih’in elinde yüzlerce tonluk bir ağırlığı yüklenecek bir helikopter olmadığını bildiğimiz koşullarda bu efsane, salt bizim değil, pek çok tarihçimizin de ne hale getirildiğinin göstergesi olmaktan başka bir anlam taşımıyor. HAVADA YÜRÜTTÜLER, BELKİ UÇURDULAR Kimsenin sorgulamaya cesaret edemediği bir fetih efsanesi ile karşı karşıyayız. Örneğin Şehabettin Tekindağ; “Mamafih bu mevzuda Aşık Paşazade, Tursun Bey, İdrisi Bitlisi gibi en eski kaynakların, Dukas gibi mühim bir Bizans menbaının tafsilat vermemeleri bu hususta kat’i bir hükme varmayı güçleştirmektedir” demekte, ama yine de karadan geçirilmeyi bir veri olarak işlemektedir. İşaret ettiği Tursun Bey’in anlatışı aynen şöyledir: “İslam gemileri bayraklarla bezenip yelkenleri açtılar. Galata kalesi ensesinden havada yürüttüler. Belki uçurdular. Bu heybetle götürüp mükemmel silahla liman denizine saldılar.” Buna göre, İslam gemileri yelkenleri açıp Galata kalesi ensesinden havada yürüyor, belki de uçuyor ve bu heybetle liman denizine konuveriyorlar!.. Aşıkpaşazade’nin anlatışı da farklı değil: “Yetmiş parça gemi dahi Galata’nın üst yanından karadan yelken açtılar. Savaşçılar ayak üzeri durdular ve sancaklarını çözdüler. Geldiler Hisar dibinde denize girdiler” !.. Görüldüğü gibi Aşıkpaşazade daha da ileri gitmiş, en kısa mesafede üç kilometre olan bu yol boyunca yelken açarak kaydırdığı yüzlerce ton ağırlığındaki gemilerin içine savaşçıları da yerleştirip, onları ayakta dikeltmekten de imtina etmemiş!.. Tabii asıl üzerinde durulması gereken nokta, Osmanlı vakanüvislerinin bu gerçeküstü söylemi değil; bu masalın, günümüz resmi tarihçilerince de sorgusuz yinelenebilmesidir. Bu noktada ciddi verilerle desteklemediği halde, söz konusu efsaneyi yineleyen tarihçilerimizin, Voltaire’in ifadesiyle; “…keşişlerin o zaman uydurdukları masalları tekrarlayıp durma” konumuna düştüklerini açık. Voltaire’in; “Tarihsel yanlışlıklardan hoşlanan uluslar çoktur. (...) Çoğu birer alfabetik yalan dergisi olan sözlüklerimizde böyle gülünç masallara sık sık rastlanır” sözleri, bizim için de geçerli ne yazık ki. OLGUSAL DEĞERİ OLMAYAN AYRINTILAR Bu durumda, gemileri dağdan aşırmaya varacak denli büyük bir zahmet ve zekâya kadar, alt tarafı bir zinciri kesecek testereleri de mi yoktu atalarımızın diye sorası geliyor insanın? Zinciri kesmek veya Osmanlı vesayetindeki Galata yanından kırmak varken, Osmanlı dedelerimizin, böyle olağanüstü bir organizasyon için kafa patlatmasını, eaydin?cumhuriyet.com.tr binlerce insan ve hayvanın onca yük altında eziyet çekmesini, onca ormanın telef edilmesini anlamak mümkün değil doğrusu. Gerçekten de ayrıntıları üzerinde kafa yormaya başladığımızda, tam da Voltaire’in işaret ettiği bir masal örneği ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. İddianın belki de ilk kaynağı olup o sırada içeride olan Bizanslı danışman Francis’in anlatımı ise daha da ilginç: 20 Nisan yenilgisi sonrasını kastederek; “Padişah kızgınlığı içinde hıncından ellerini ısırıyor ve topuğu ile toprağı dövüyordu. (…) Donanmasının bir bölümünü limana sokabilmesini sağlayacak bir çare bulmaya çalışıyordu. Bu düşüncesini de hemen gerçekleştirdi. Galata’nın arkasındaki tepeden limana kadar bir yol yaptırarak, onu öküz ve koyunlardan elde ettiği yağlarla kayganlaştırdığı kalas ve odunlarla döşedi. Gene değişik bazı makineler yaptırarak bunlarla iki ve üç sıralı gemilerini kolaylıkla tepeden geçirerek limana indirtti.” Görüldüğü gibi Francis’te, vakanüvislerde olmayan ayrıntılar mevcut. Ancak bu özgülde olgusal değeri olmayan ayrıntılar bunlar. Esasen onun yaptığı, Sezar’ın Antonyus’a karşı savaşta uyguladığı, düz yolda gemi yürütme bilgisini, Haliç’te görüp bilgisine sahip olmadığı gemilere uygulamaktır. Onun bu geniş hayal gücünü, Fatih’e ilişkin tiyatral anlatımdan, ‘Ulubatlı Hasan’ efsanesini üretmesinden, Galata sırtlarından sorumlu olan Zağanos Paşa’yı saldırının yöneticisi ilan etmesinden ve Fatih’in topunun ağız genişliğini 12 karış göstermesinden biliyoruz. Tabii dağdan gemi aşırmayı mantıki kılmak için, “değişik bazı makinelerin” varlığından söz eder ki; eğer bu iddia gerçek olsaydı, o dönem koşullarında, Osmanlıyı Yeniçağ’ın öncüsü yapacak teknolojik bir devrimden söz ediyor olacaktık. HESABA GELMEZ İDDİA Özetle farklı kaynaklarca yinelenmiş olmasına rağmen, dağdan gemi aşırma efsanesine itibar etmek olanaksız. Her şeyden önce teknik ve zamansal olarak olanaksız. En uygun güzergâhın saptanması ve işin yapılabilirliği için keşif gerekiyor öncelikle; ki birkaç ekibin çalışması halinde bile iki günden fazla sürer. İkincisi, o dönemde orman olan o arazide ki en kısa mesafe bile 3 kilometre gemilerin geçebilmesi için binlerce ağaç kesmek ve güzergâhı temizlemek gerekiyor. Bir ayda yapılabilirse mucize olur. Üçüncüsü, Galata veya Taksim sırtını geçmek, oldukça büyük bir çıkış ve iniş yanında bir dizi irili ufaklı iniş, çıkış ve kavisleri geçmek demek. Geçirilecek olanın koca koca gemiler olduğu düşünülecek olursa ciddi bir stabilizasyon çalışmasının önceden yapılması, bir dizi çukurun doldurulması, tepenin kazılması, kavislerin düzeltilmesi zorunlu. Dördüncüsü, gemiler kaydırılmışsa gemi başına bir kızak ve üzerinde kayması için yol boyunca, yağlı ve birbiriyle simetrik binlerce (en kısa mesafede en az 6 bin) kereste hazırlanıp yerleştirilmesi gerek. Tekerlekler üzerinde götürülmüşlerse, 72 tane, yüzlerce ton taşıyabilecek büyüklükte ve yeterli sayıda tekerleği olan araba ve üzerinde gidebileceği sağlamlıkta yol gerek. Ne kadar mükemmel bir organizasyon olursa olsun bu da aylar alacak bir iş. Bir geminin sadece kızağa alınıp karaya çıkarılması bile, neresinden bakılırsa bakılsın, her gemi için tekrarlanmak üzere saatler alacak bir iş. Oldukça dik olan o yokuştan gemilerin çıkarılması ve o kadar ağır ve hassas bir yükün, çıkarmaktan da zor bir iş olan, elden kaçırılmadan aşağıya kadar indirilmesi, en tecrübeli ve uyumlu ekiple bile haftalar alır. Diğer yandan tek güzergâh olduğundan, biri inişe geçmeden diğerinin çekilmesi olanaksız, dolayısıyla birbirlerini beklemek zorundalar. Bunların yanında, 72 geminin Kasımpaşa’ya indirilebilmesi için, buranın bu işe uygun hale getirilmesi, yani, gemilerin karaya çıkarıldıkları yer gibi, Kasımpaşa’da da ciddi bir inşaat faaliyeti gerek. Aynı güzergâh kullanıldığından aynı mekanda on binlerce insan, bir o kadar manda, deve, vb., bunların sevk ve organizasyonu, yaşanan olağanüstü trafik... O ilkel koşullarda ne denli mükemmel bir mühendislik ve idare yapılırsa yapılsın, üstelik benzeri bir iş deneyimi olmadığından bir dizi aksama da kaçınılmaz. Son olarak belirtilmesi gereken, söz konusu güzergahlarda yapılacak bir gemi yükleme ve indirmesinin Bizans’ın haberi Esasen karadan gemi geçirme masalına yüklenen bu olağanüstü anlam, bizi gerçeklikten koparması yanında, döneminin en büyük planlama örneklerinden olan fetih sürecini yöneten kurmayı da hafife almaktadır. İstanbul’un fethi sürecindeki asıl başarı, her şeyin daha en baştan incelikle planlanmasıdır. Rumeli Hisarı inşası, topların dökülmesi, tünel hazırlıkları, o kadar askerin yemek ve tuvalet organizasyonu yanında zayıf Haliç surlarına saldırı için gemi ve köprü hazırlığı da bu kapsamda değerlendirilmeli. Özetle büyüklük, çocukları ve çocuklaştırılan bir toplumu büyülemek için işlevsel olan iki gecede gemi geçirme masalında değil, tarihin kaydettiği en etkin surlarına karşı, her türden olasılık hesabını önceden yapabilen öngörüde aranmalı. Tüm bu irdelemelerin üzerine Haliç’te görülen söz konusu gemilerin nereden geldiği sorusuna gelince.. Bunlar, saldırıdan çok önce yapılan hazırlıklardan biri olarak, Okmeydanı sırtları ve Kağıthane deresinin Haliç’e açıldığı noktada yaptırılan tersanelerdeki inşaatın ürünüdür. Buralar Bizans’ın görme alanının tümüyle dışında, gemi yapımı için bol miktarda ağaç barındıran bir yerdir ve Osmanlı da böylesi gemi yapımında ustalaşmıştır. Bu gerçekliğin en olgusal anlatımını, çoğu zaman abartıya kaçan Evliya Çelebi’de buluyoruz: “Ebü’lfeth, Timurtaş Paşa’yı iki bin askerle Kâğıthane’deki koruluk içinde 50 parça kadırga yapmakla görevlendirdi. O da kimi köyleri talan edip tahta ve kerestelerden işe yarayanları bu gemilerin yapımında kullandı. Koca Mustafa Paşa ise azap askeriyle Okmeydanı ensesinde Levent Çiftliği denilen yerde 50 parça kadırga ve 50 parça da at kayığını işe hazır eyledi. [Kuşatmanın] Onuncu gününde de Kâğıthane’deki kadırgalar da hazır olup, cümle karada, denizde olan bütün gemiler ve içlerindeki asker hazır baş idiler. ... Tersane bahçesi dibinde Şahkulu adlı iskelede denize indirildiler. Gemilerin geçtiği yerler, Okmeydanı’nda hâlâ görülmektedir. O günlerde gemilerin altına dökülen darılar oralarda kendi bitip kendi yiter. Sonra cümle gaziler silah ve nacaklarıyla gemilere doldular ve emre hazır oldular. Kâğıthane’de Timurtaş Paşa’nın yaptırdığı 50 parça büyük kadırga da Eyüp tarafında görünürdü.” Görüldü gibi oldukça somut bilgilerle karşı karşıyayız; 22 Nisan sabahı görülen gemilerin, kimlerin komutasında, nerede, nasıl yaptırıldıkları, başka bir kaynakta rastlamadığımız bir açıklıkla anlatılmış. Gemilerin, Bizans’ın haberi olmadan nasıl birdenbire Kasımpaşa’da beliriverdikleri sorusunun yanıtı da böylece belirginleşmiş olmaktadır. Müneccimbaşı da Evliya Çelebi’yi onaylanmaktadır: Sahaifü’lAhbar adlı Tarihi’nde, önce yağlı tahtalar üzerinden kaydırmanın Boğazkesen Kalesi’nden başladığından söz ederek malum efsaneyi yineleyen Müneccimbaşı, hemen devamında; “Fakat sahih [doğru, gerçek] olan rivayete göre, gemiler Okmeydanı’nda hazırlanmış ve buradan denize indirilmiştir” demektedir. İşte 22 Nisan sabahı aniden Haliç’te beliriveren ve Bizanslıların, “Eya bu ne ola deyü perişan oldu”kları gemilerin hikâyesi bundan ibaret (ayrıntılı bilgi ve irdelemeler için bkz. Fatih ve Fetih, Cumhuriyet Kitapları). S ergi Renklerin suda dansı Capitol Alışveriş Merkezi, ‘Renklerin Suda Dansı’ sergisine ev sahipliği yapıyor. Alpman Sanat Galerisi işbirliği ile düzenlenecek sergi, Türkiye’nin önde gelen 10 suluboya sanatçısını bir araya getiriyor. ‘Renklerin Suda Dansı’ suluboya koleksiyonu, Sabri Akça, Vahap Demirbaş, Işıl Özışık, Orhan Gürel, Cemal Güvenç, Saadet Gözde, Vahap Taşkınsoy, Ayten Taşpınar, Neşe Üçer, Gülseren Sönmez, Hatice Soysal’ın imzalarını taşıyor. Cumhuriyet dönemi resim sanatı tarihinden kesitler sunan sergi, 7 Haziran tarihine dek sürecek. (Tel : 0 216 554 77 77) Tekstil oyunları YKY’nin düzenlediği Tekstil Oyunları adlı sergide İtalya’da üretilen kumaşların zarafeti ve özellikleri gözler önüne seriliyor. Benzeri malzemelerle çalışan ya da bu tür metodları ilk kez uygulayacak olan bütün sanatçılar sergi boyunca İtalyan tekstil üreticilerinin sunduğu çok çeşitli örnekleri tanıma, bunlara özgü özellikleri irdeleme olanağını da yakalayacak. Nicola Salvatore’nin çeşitli kumaşları bir araya getirdiği ve değişik bir tarzla ortaya koyduğu sergi, 15 Haziran tarihine dek Vedat Nedim Tör Müzesi’nde görülebilecek. (Tel: 0 212 252 47 00) S ahne tozu Akbank Prodüksiyon Tiyatrosu’nun oyunu Antiloplar, son iki kez sahneleniyor. Oyun, bir adam ve bir kadının Afrika köylerindeki insanlara su ulaştırmak için üç yüz kuyu açmaya çalışmalarını konu alıyor. Yalnızca üç kuyuyu hizmete sokabilen çift, Afrika’daki son gecelerinde kendileriyle hesaplaşıyor. Hennig Mankell’ın eserinden uyarlanan eseri Işıl Kasapoğlu yönetirken, oyunculuğu Cüneyt Türel, Lale Mansur ve Bekir Aksoy paylaşıyor. (Tel: 0 212 252 35 00) Antiloplar Leyla ve Mecnun Tofaş Tiyatro Grubu sahneye çıkıyor Tofaş’ın genel merkezindeki 19 çalışanı tarafından oluşturulan Tofaş Tiyatro Grubu perdelerini açıyor. Tofaş’ın İstanbul’daki genel merkezinde çeşitli birimlerde çalışan kişiler tarafından oluşturulan Tofaş Tiyatro Grubu, Teşvikiye Işık Lisesi’nde sahneye çıkacak. Yaklaşık bir yıldır çalışmalarını sürdüren Tofaşlı tiyatrocular, Ekrem Reşit Rey’in yazdığı ve Cemal Reşit Rey’in bestelediği unutulmaz operet Lüküs Hayat’ı sahneye koyuyor. 4, 5, 7 ve 8 Haziran tarihlerinde sahnelenecek müzikalden elde edilecek gelirin tamamı KAÇUV (Kanserli Çocuklara Umut Vakfı’na) bağışlanacak. (Tel: 0 212 233 12 03) Leyla ile Mecnun’un herkesin bildiği hikayesi, Şehir Tiyatroları tarafından görkemli bir müzikal olarak sahneleniyor. Müzikal, Leyla ve Mecnun’un aşklarını savunanlarla bu aşka engel olanların çatışmalarını anlatıyor. İskender Pala tarafından yazılan, Yalçın Tura’nın müziklerine imza attığı müzikal, şehir tiyatrolarının geniş oyuncu kadrosuyla sahneleniyor. Leyla ve Mecnun, 7 ve 8 Haziran tarihlerinde Harbiye Açıkhava Sahnesi’nde tiyatroseverlerle buluşacak. (Tel: 0 212 296 36 30) Yürümek Günümüz Türk resminde, toplumsal gerçekçiliği kendi üslubunda yorumlayan Ahmet Umur Deniz’in yeni sergisinde ağırlıklı olarak, şehir insanlarının gündelik hayat içinde tekrarladığı, gruplar halindeki yürüyüşleri betimleniyor. Deniz, resimlerini Haydarpaşa Garı içinde kurgularken, Haydarpaşa Garı’nın kaybedilme tehlikesine dikkat çekiyor. Sergi, 12 Haziran tarihine dek Evin Sanat Galerisi’nde görülebilir. (Tel: 0 212 265 81 58) Ricardo Rios Artane bu sergisinde 1965 Küba doğumlu, 1991’den beri yaşamını Meksika’da sürdüren Angel Ricardo Ricardo Rios’u ağırlıyor. Sanatçı minder, sehpa, puf, yatak ve sandalye gibi günlük eşyanın anlamlarını yeniden oluşturuyor ve postmodern bir tarzda yorumluyor. İzleyiciler, Ríos’un yapıtlarında, yepyeni bir yaratıcı disiplin oluşturan, günlük eşyayı ifade gücü yüksek bir dille yeniden tanımlayan sanatçının özenli çalışmalarıyla ve öznel dünyasıyla karşılaşıyorlar. Sergi, 30 Haziran tarihine dek görülebilir. Tel: 0212 249 25 63
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle