19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 08 4/4/07 16:14 Page 1 CUMARTESİ EKİ 8 CMYK ? Grbavica: Esma’nın Sırrı (Grbavica) Boşnak yönetmen Jasmila Zbanic’in Avusturya Bosna Hersek Almanya ortak yapımı filminde Mirjana Karanovic, Luna Mijovic, Leon Lucev ile Kenan Catic rol alıyor. 2006 Berlin FF Altın Ayı (En İyi Film), Barış Ödülü ve Kiliseler Birliği Ödülü, Berlin FF Golden Bear, Peace Film Award and Prize of the Ecumenical Jury alan film, yönetmenin ilk uzun metrajlı çalışması. Film, savaştan sonra Saraybosna’nın Grbavica mahallesinde, kızıyla yaşama tutunmaya çalışan dul bir kadının yaşamını yansıtan çarpıcı bir yapım. Grbavica: Esma’nın Sırrı, savaş sonrası acı ve korkularını sade ve etkili bir biçimde anlatmayı başarıyor. Si ne ma 8 ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Union Maids Steven Bognar ve Julia Reichert Seeing Red A Lion in the House (Pan’s Labyrinth) Hellboy, Blade 2, Mimic ve Devil’s Backbone filmlerinin usta yönetmeni Guilermo Del Toro’nun başyapıt niteliğindeki filmi Pan’ın Labirenti, korkufantastikdram türünde. Filmde Ivana Baquero, Doug Jones, Ariadna Gil, Roger Casamajor, Cesar Vea, Sergi López, Maribel Verdú rol alıyor. En İyi Görüntü Yönetimi, En İyi Sanat Yönetimi, En İyi Makyaj dallarında ödül alan filmde, kendi hayal dünyasında yaşayan 10 yaşındaki Ofelia’nın arka bahçelerinde keşfettiği esrarengiz bir labirentin içinde yaşayan Pan’la tanışınca değişen hayatı anlatılıyor. ? Pan’ın Labirenti ??????????????????????????????????? Gerçekliğin peşinde Julia Reichert ve Steven Bognar, ‘Evdeki Aslan’ adlı belgeselde kanser tedavisi gören beş çocuğun korkularını, umutlarını ve hastanedeki mücadelelerini aktarıyor. Çekimleri ve kurgusu 9 yıl süren çalışmanın sonucunda ortaya düşündürücü, gerçekçi, çarpıcı ve duygu yüklü bir belgesel çıkmış. . Selanik Uluslararası Belgesel Film Festivali: 21. Yüzyılın Görüntüleri etkinliği bu yıl ABD’den iki önemli sinemacıyı, belgeselin annesi diye nitelenen Julia Reichert’le onun işteki ve yaşamındaki arkadaşı Steven Bognar’ı ağırladı. Festivalin sanat yönetmeni Dimitri Eipides’in insanlığın dışavurumuyla güçlü, bilgilendirici olarak tanımladığı A Lion in the House (Evdeki Aslan/19972006) adlı son çalışmalarını tanıtan çift, 97’de başladıkları çekimi ancak 2004’te bitirmişler. Belgeselin çekimini ve ASLI kurgusunu dokuz yılda tamamlayan Bognar, 500 saatlik belgeyi SELÇUK Reichert’le 225 dakikaya indirmişler. 1990’ların sonunda Cincinatti Çocuk Hastanesi’nin kanser uzmanı, çifti kanser tedavisi gören beş çocuğu yakından izlemeleri için davet etmiş. Bognar bu çağrıyı bir yazgı diye tanımlıyor: “Kızımızın kanser terapisi henüz bitmişti ki bu çağrıyı aldık. Kanserle savaşan bir çocuğumuz olmasaydı böyle bir filmi gerçekleştiremezdik. Hastaneye tam bir giriş izni istedik. Onların bizi finanse etmesini istemedik böylece özgür olacaktık.” 9 ? SİSTEM ÇOCUKLARI KORUMUYOR A Lion in the House, hasta beş çocuğun korkularını, umutlarını, aile üyeleriyle, doktorlarla, hemşirelerle, hastane personeliyle ilişkilerini yalın, duyarlı, etkileyici biçemde izleyiciye aktarıyor. Aynı zamanda hastane dışına çıkarak her ailenin gündelik bireysel yolculuklarına katılıp onların karmaşık bir portresini de çiziyor. Tim, Al, Jenny, Justin ve Alex’in özeline girerek bu çocukların korkuya, acıya karşı dirençlerine, yürekliliklerine tanık oluyoruz. Reichert’le Bognar çekim süresince çok sayıda zorlukla karşılaşmış. “Kriz nöbetleri başladığında kamerayı kapatıyorduk” diyor Reichert, “Birde ebeveynler istediklerinde çekimi durduruyorduk. Bunu yapmalıydık öbür türlü yaşananların gerçekliğini kayıt edemezdik”. Cincinatti Hastanesi’nde değişik sınıflardan, ırklardan beş çocuğu yakından izleyerek onların sevinçli, üzüntülü, umutlu, acılı zamanlarını peliküle geçiren belgeselciler düşündürücü, gerçekçi, çarpıcı, duygu yüklü bir çalışmayla karşımızdalar. Julia Reichert, ABD’de özellikle çocuk kanseri olaylarında sağlık sisteminde görülen ayrımın ırk ve sosyal statüden kaynaklandığına değiniyor: “Kanser tanısı konan yoksul çocuklar hastaneye geç başvurduklarından hastalıkla savaşım şansları da az oluyor. Hele de göçmenseniz tedavi bile olamıyorsunuz. ABD’de çocuk ölümlerinin çoğunluğu kanserden, yılda 12 500 çocuk kansere yakalanıyor. Ne yazık ki çocuk kanseri araştırmaları için ekonomik kaynaklar yetersiz. Ülkede ulusal sağlık ve sigorta sistemi olmadığından geleceğin kuşakları çocukların sağlığı görmezden geliniyor. Çocukları korumayan bir demokrasiye de demokrasi denemez”. Bognar’da tüm dünyada demokrasinin tehditlere uğradığını, Amerika’da ifade özgürlüğünün olmasına karşın medyanın çok uluslu şirketlerin, küçük fakat güçlü grupların denetiminde olduğunu, bundan ötürü de muhaliflerin seslerinin de artık duyulmadığını, bir belgeselcinin görevininse olayları dürüstçe yansıtmak olduğunu söyledi. Bir düğünle ortaya çıkan giz ALPER TURGUT Düğünden Sonra (Efter Brylluppet), aileye dair yakıcı bir trajedi… Adı ölüm olan çaresizliğin gölgesinde, hala mutlu bir aile düşü kuran zengin bir baba... Huzuru başka bir kıtada ararken onu yakalamasını bilen gerçeğin karşısında sendeleyen bir idealist… Yüreğine iki erkeğin sevgisini sığdırmaya çabalayan bir kadın… Düğününde babasıyla tanışan genç bir kız… Herkesin eteklerindeki taşı dökmeye o denli ihtiyacı var ki… Bir öykü düşünün sustukça kanatır, paylaştıkça çoğalır… Düğünden Sonra, işte öyle bir film… Festivallere abone, Danimarkalı kadın yönetmen Susanne Bier’den gözyaşlarıyla beslenen yeni bir film. Anders Thomas Jensen’in sıkı senaryosunun buna katkısı büyük... Düğünden Sonra, DanimarkaHindistan hattında sürüklenen yalnız bir adamı anlatıyor. Düğün merasimiyle ortaya saçılan gerçekler, kah yaşamı kah ölümü resmediyor. İnsanı insan eden duyguları beyazperdeye aktarmayı seven Bier, sonuçta klişe olmasına karşın sarsmayı bilen bir aile dramına imza atıyor. Özellikle gözlere odaklanan yakın plan çekimleri ise müthiş... Nemli göz, ölü göz, sorgulayan göz, gülen göz... Gözler ne çok şey anlatır... Birçok ödül kazanan filmin oyuncuları ise Mads Mikkelsen, Sidse Babett Knudsen, Rolf Lassgård, Stine Fischer Christensen, Christian Tafdrop... Jacob (Mads Mikkelsen), insan sevgisiyle dolu, idealist bir adam… Hindistan’da bir yetimhanede sokak çocuklarına adanmış bir yaşam. Nüfusu milyarı aşan, yetim ve öksüz çocukların sürekli arttığı ülkede, zor iştir gülümsemek… Ve iyilik meleği Jacob, parasızlıktan kapanmak üzere olan yetimhane nedeniyle kara kara düşünmektedir. Zengin bir adamın maddi yardımda bulunma talebi, onu harekete geçirir. Yardım meleği, Jacob’u yıllardır gitmediği memleketine çağırmaktadır. Jacob, büyük bir sevgiyle bağlandığı çocukları bırakıp istemeye istemeye Danimarka’ya gider. Bağışı yapan işadamı Jorgen (Rolf Lassgård), oldubittiye getirip Jacob’u kızının düğününe çağırır. Kendisini bekleyen sürprizlerin farkında olmayan Jacob, düğün törenine katılır. Jorgen’in eşi Helene (Sidse Babett Knudsen), Jacob’un gençlik aşkıdır. Jacob’un alkol problemi onun evden kaçmasına neden olmuştur. Karnında Jacob’tan sakladığı bir bebek vardır. Sır perdesi aralanmıştır. Gelin Anna, Jacob’un öz be öz kızıdır. Bu raslantı değil, Jorgen’in bir oya gibi işlenmiş planının parçasıdır. Kırgınlıklar, bağışlamalar, aldatmalar, aldanmalar… Peşi sıra gelir. Geriye gözyaşları ıslanan yarına ait umutlar kalır. ALANINDA TEK İSİM Belgesel yapmaya 70’lerde başlayan, Growing up Female (1970), Union Maids (1976) gibi başarılı çalışmaların yaratıcısı Julia Reichert o zamanlar bu alanda tek kadın olduğunu, laboratuara film almaya giderken teknisyenlerin onu sekreter ya da işçi sandıklarını belirtti: “Bu yüzden ortak dayanışmamız için 1971’de New Day Films adlı bir şirket kurduk. Bu yenilikçi şirketimizin amacıda bir filmi aracısız izleyiciye ulaştırmaktı. Şirkete katılan her yönetmen eşit haklara sahipti, aramızda başkan, başkan yardımcısı gibi sıfatlar yoktu. Herşeyi a’dan z’ye kendimiz yapıyorduk”. Seeing Red’de (1983) ABD’nin gizli yüzünü gösteren, 192030’larda Komünist Parti’ye üye olan sıradan insanları, 1950’lerde Soğuk Savaş döneminde onların karşılaştıkları zorlukları anlatan Reichert, “Bir insanın ilkelerinin, inançlarının çok sayıda yaşamı nasıl değiştirdiğine burada tanık oluyorsunuz” diyor. Çalışmasını altı yılda bitirebildiğini, 1983’te Ronald Reagan döneminde hem sağ hem de sol kesimden sayısız gözdağı aldığını belirten Reichert, “Her iki grubunda ağır küfürlerini yedik. Buna karşın Amerika’nın saklanan yüzünü görmeye susamış insanların sevgilerini de, övgülerini de aldık. Olaylar ve durumların içerisinden tarihi restore ederek beklediğimiz çağdaş onayımıza ulaştık. Böylelikle sendika hareketleri yeniden gündeme geldi” diyerek Seeing Red’in ciddi toplumsal bir tartışma yarattığını açıklıyor. New York ya da Los Angeles’ta yaşamaktansa küçük bir kasabada oturmayı yeğlediklerini belirten ReichertBognar çifti sanatçılar, sinemacılar yerine halkla iletişim kurma ayrıcalığına sahip olduklarını söylediler. Bağımsız sinemacıların çok parası olmamasına karşın zaman lüksü olduğunu belirten Bognar, babasını anlattığı Personal Belongings’i (1996) sekiz yılda yapmış. ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Ferzan Özpetek’in İtalya’da ‘Saturno Contro’ ismiyle 23 Şubat’ta vizyona giren filmi, kırklı yaşlarına gelmiş bir grup arkadaşın yaşamlarını sorgulamasını konu alıyor. Margherita Buy, Stefano Accorsi, Pierfrancesco Favino ile Serra Yılmaz’ın oynadığı filmde, arkadaşlıklarını ve gönül bağlarını koparmak istemeyen bir grup arkadaşın hikayesi anlatılıyor. Dostlukta olduğu kadar aşkta da ayrılığı kabul edememek bu arkadaş grubunu; duyguları, heyecanları ve en derin korkularıyla yüzleşmeye zorluyor. Özpetek filmde ayrıca iki Türkçe şarkıya da yer veriyor. Işın Karaca’nın seslendirdiği ve Sezen Aksu ile Yıldırım Türker’e ait Bitmemiş Tango ve Nil Karaibrahimgil’den Pırlanta. ? Bir Ömür Yetmez (Saturno Contro)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle