18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 04 4/4/07 16:14 Page 1 CUMARTESİ EKİ 4 CMYK 4 7 NİSAN 2007 CUMARTESİ Bob’dan kurtuldu... Şimdi sıra zincirlerinde “Bakın! Bir adam doğar ve biz İçindeki çocuğu çekip alırız, sınava çeker Nasıl akıllı bir adam olacağını, öbürlerini Nasıl aldatacağını öğretiriz” Ian Anderson rodüktör Bob Rock ile yollarını ayıran Metallica, şimdilerde thrash metal döneminin efsanevi prodüktörü Rick Rubin’le birlikte yeni bir albüm için çalışmaya başladı. “Acaba nasıl bir albüm olacak” sorusu herkesin dilinde. Kimileri Rick Rubin isminden dolayı eski günlere dönüşten bile bahsediyor. Eh, Rick Rubin denilince birçoğumuzun APTÜLKADİR aklına 80’lerin sonunda ELÇİOĞLU parlayan thrash metal döneminin plakları ve tabii Slayer geliyor. Grubun prodüktör Bob Rock tarafından tamamen ele geçirilişinin ilanı olan “Load”ın 1992’de çıkışından beri beklentiler arttı. Ardından “Re Load” geldi. Sonrasında tekrar garaja dönülerek metal klasikleri yapıldı. Senfonik orkestra ile albüm falan derken, 2003’de “St. Anger” heyacanı başladı. O albümün çıkmasından öncesi dergilerde “köklere dönüş” müjdeleniyordu. Albüm çıktı ve gerçekten çok sert bir sound vardı. Cüretini aşan bir yargı sayar mısınız bilemem ama, ilk Metallica albümlerinden bile sert bir müzik hakimdi. Albüm bu halde çıktı ama ne eski ne de yeni Metallica dinleyicisi memnun olamadı. Kendi adıma belirtmem gerekirse eski albümlerdeki giz sadece sertlikten kaynaklanmıyordu, yanı sıra başka şeyler de vardı... İçtenlik, samimiyet ve saf müzik tutkusu gibi. 1983’te “Kill Em All”, 1984’de “Ride The Lightning”, 1986’da “Master Of Puppets” ve 1988’de de “And Justice For All”... Bu 4 albümden birini yok saysanız Metallica denilen efsaneden çok şey eksik kalır. Oysa o albümlerin çıkış tarihlerinde kimse Metallica’nın farkında değildi. 80’lerin sonuna doğru insanlar klasik heavy metal’in ardından gelen speed ve thrash denilen yeni bir türün ayırdına varacaklardı. Tabii bu farkına varıştan da kastımız geniş bir kitle değil, çok lokal bir dinleyici için geçerliydi. O belirli sayıdaki dinleyici için de thrash metal denilince Metallica’dan önce akla gelen o kadar isim vardı ki. Metallica’yı dünya gibi bizde efsanevi basçısı Cliff Burton’un ölümünden sonra tanımaya başlayacaktık. 70’lerin hard rock ve 80’lerin New Wave British Of Heavy Metal gruplarının unutulmaz parçalarını yorumladıkları “Garaje Days” isimli mini albümlerinin rüzgârını 1988 sonu hissettiğimizde grubun eski albümleri de aranır olacaktı. Hem dünyada hem de ülkemizde dalga dalga büyüyen grup 90’lara girerken heavy metal dinleyicisi için önemli hale gelecekti. Tarihler 1990’ı gösterdiğinde ise “Bob Rock’ın grubun prodüktörü olduğu” haberi yayılmaya başladı. O günlerde Bob Rock ismi çok yüksek satışlı, popüler rock gruplarının prodüktörü olarak bilinirdi ve Metallica gibi kendi halinde bir gruba el atması biraz Sinderella masalını anımsatır gibiydi. Böylece 1991 yılında siyah kapaklı albüm geldi. Ardından çıkılan dünya turnesinin sonunda Rolling Stones hatta hatta Michael Jackson kadar markalaşmış bir grup vardı, karşımızda. Açıkcası herkesin gözleri onların üzerindeydi. 90’lara adım atarken rock dünyasında iki dev isim vardı artık. Bunlardan biri, “dakka bir gol bir” misali öne çıkartılan Nirvana’ydı. Diğeri de Metallica. Müzik sanayi Metallica’nın eski fakat az sayıda insanın bildiği başarılarının üzerine konmak için kolları sıvamıştı. Operasyonun üzerinden on küsur yıl geçmişti ve Metallica 100 yıllık bir yıpranmışlığın görüntüsü içindeydi. 2003’te çekilen o traji komik ve kahredici belgesel “Some Kind Of Monster” da psikoterapi seansları vesaire görüntüleriyle sistemin muhteşem bir tabloyu nasıl bir rezalete döndürdüğünü görüyorduk. Aşırı botokslanan efsanenin zavallı bir Frankeştayn’a dönüşmesiydi bu. Ve şimdi o korkunç dönemin sonu geldi ve herkesi bir umut aldı. Kimileri yeni Metallica albümünün “Master Of Puppets” çizgisinde olacağını bile söylüyor. Kimileri ise Rick Rubin’in de çare olamayacağını ve grubun ilk zamanlarındaki mütevazı ama heybetli albümlerinde imzası olan prodüktör Flemming Rassmussen’in asıl kurtarıcı olacağını söylüyorlar. D inleyin eğlenin J&B sponsorluğunda bu akşam Nişantaşı Niş’te Alman saksafon sanatçısı Natalie Marchenko konser verecek. Saat 22.00’de başlayacak gecede son zamanlarda yurtdışı ve yurtiçindeki çalışmalarını hızla sürdüren ünlü DJ Can Hatipoğlu ile DJ Ejoop da müzikseverleri coşturacak. (0212 296 95 55) Alman saksofoncu Marchenko Niş’te P Bedük’ten yeni albüm öncesi konser İkinci albümü ‘Even Better’ı 16 Nisan’da çıkaracak olan Bedük, 12 Nisan Perşembe akşamı yedi kişilik grubuyla Roxy’de sahneye çıkacak. Funk, disco ve house müzik türlerini; akılda kalıcı, güçlü ve eğlenceli melodilerle zenginleştiren Bedük 2006 Miller Music Factory yarışmasında Dans müziği kategorisinde ‘Like Tomorrow Will Never Come’ isimli parçasıyla birinci olmuştu. (0212 245 65 39) Beatles’a tropikal yaklaşım Kübalı Armando Miranda, Kolombiyalı Rodrigo Rodrìguez ve Peru’lu Cesar Correa’nın Avrupa’da bir araya gelmesiyle kurulan Mercadonegro 13 Nisan Cuma akşamı saat 23.00’de Babylon’da konser verecek. Latin Amerika müziğini, yeni tınılar ve titreşimlerle birleştiren topluluk daha önce 11. Uluslararası Caz Festivali kapsamında İstanbul’da unutulmaz bir konser vermişti. Grubun yeni projesi ‘Tropical Tribute To The Beatles’, Beatles’ın en sevilen klasiklerini Latin dünyasına taşıyor. (0212 292 73 68, biletler 30 ve 20 YTL) İsveç’in gizemli sesi İstanbul’da “Melankolik şarkıların İsveçli kırılgan sesi” dersem, kimden söz kzulal?yahoo.com ettiğimi herhalde pek çok kişi hemen anlar: Elbette JayJay Johanson. 1969 doğumlu müzisyenin, ülkemizde özellikle 30’lu yaşlarında olanlar arasında sadık bir hayran grubu var. Yedinci albümünü yayımlayan Johanson, 14 Nisan’da İstanbul Taksim’deki Balans’ta bir konser verecek. Kendisine konser öncesinde merak ettiklerimi sorma olanağı buldum ve doğrusu albümde en beğendiğim şarkının derin bir hikayesi olmadığını öğrenince de şaşırdım. Ama pek ikna olamadım ya da olmak istemedim. “Kes saçlarını/Değiştir ismini/Her son yeni bir başlangıçtır/Bitti artık/Fakat hiçbir zaman aynı olmayacak” diyen bir şarkının nasıl hikayesi olmaz ki? “Antenna” adlı albümünüzle belirgin bir şekilde electroclash tarzına yönelmiştiniz. Oysa yeni albümünüzde caza özgü unsurlar daha öne çıkıyor. Son çalışmanızı daha öncekilere göre müzikal açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz? “‘The Long Term Physical Effects Are Not Yet Known’, benim için ilk üç albümüm, Whiskey, Tattoo ve Poison’ın devamı niteliğinde. Bu ilk üç albüm dışındakiler, Antenna ve Rush, deneysel çalışmalardı, aslında bir takma isim altında da yayımlanabilirlerdi. Antenna’da daha çok elektronik sound’u denemek istedim. Rush’da ise dans müziği yapabilir miyim diye bakmak istedim. Fakat şimdi ZÜLAL KALKANDELEN bu yeni albümle, dördüncü defa, kendi tarzım olduğunu hissettiğim müziği yaptım. Soundtrack’lerden etkilenen, daha çok gizemli ve karanlık unsurlar var içinde. Bunun benim şarkı yazma tarzıma ve sesime en çok uyan tür olduğunu düşünüyorum.” Müziğinizin eklektik bir paleti var; caz, pop, elektronika ve triphop bir arada. Müziğin mutlaka tanımlanması gerekmiyor elbette ama siz bu çeşitliliği nasıl değerlendiriyorsunuz? “Sizin bütün bu saydıklarınızla birlikte, insanların folk şarkıcısı/bestecisi olarak tanımladıkları grubun bir parçası olmak isterim. Giderek minimalist ve akustik bir tarza yöneliyorum.” Yeni albümünüzün de dramatik bir havası var ve yine o eski yalnızlık duygusunu barındırıyor. Bu duyguların kaynağı ne? “Ben buyum ve o duyguları sürekli içimde taşıyorum. Olduğu gibi görünmek ve kırılganlık benim özelliklerim arasında. Fakat evet, üzgün şarkıları sevdiğimi de kabul etmem gerek.” Müziğinizin “yağmur müziği” olarak tanımlanmasına ne diyorsunuz? “Ya da gece yarısı müziği, alacakaranlık şarkıları, karanlık orman melodileri… Bilmiyorum.” Albümdeki en dikkat çekici şarkılardan birisi, “Tell Me When The Party’s Over/Prequiem”. Bu şarkının özel bir hikayesi var mı? “Albümde benim açımdan en önemli şarkılar, Only For You, She Doesn’t Live Here Anymore, Rocks In Pockets, Coffin ve As Good As It Gets. Bunlar hakkında saatlerce konuşabilirim, ama o şarkı sadece bir fikirle ilgiliydi. Orkestra elemanları tam enstrümanlarını akord etmeye başladıkları anda polis helikopterleri de yaklaşıyordu. Ve bunun farkına varmak gerçekten ilginçti.” Albüme “The Long Term Physical Effects Are Not Yet Known” (Uzun Dönemli Fiziksel Etkiler Henüz Bilinmiyor) adını vermenizin nedeni neydi? “Bir süredir içimde taşıdığım bir hissi anlatıyor. Uzun zaman önce keşfettiğim ve benim için çok önemi olan albümler var ve onları hala neredeyse her gün dinliyorum. Nasıldır bilirsiniz, örneğin ilk Chet Baker albümüm, ilk David Sylvian, ilk Portishead unutulmaz… Ben de kendi şarkılarımın, albümlerimin bazı insanlar üzerinde böyle uzun dönemli etkilerinin olmasını ve yirmi yıl boyunca ya da daha uzun bir süre dinlenmesini umuyorum sadece. Fakat bu etkinin olup olmayacağı ya da nasıl olacağı henüz bilinmiyor.” Müzik yaparken nelerden etkileniyorsunuz? “Şarkı yazma/besteleme söz konusu olduğunda etkilendiğim belli bir şey yok, sadece sözcükler ve melodiler var.” Sibel Tüzün Beyoğlu Hayal Kahvesi’nde Sibel Tüzün, 10 Nisan Salı akşamı saat 21.30’da Beyoğlu Hayal Kahvesi’nde sevenleriyle buluşacak. 1988 yılında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Opera ve Konser Şarkıcılığı Bölümüne birincilikle alınan Tüzün; TRT Altın Anten, Kuşadası Altın Güvercin ve Eurovision Şarkı yarışmalarına katılarak ödüller aldı. Şarkıcının ‘Kırmızı’ albümünde yer alan Kırmızı, Yediveren Gülü ve Hakikaten parçaları Yunanca’ya çevrildi. Müzik dışında otomobil sporları ve yelkenle de ilgilenen Sibel, iki sezon ünlü rallici Ethem Genim’in copilotluğunu yaptı. (0212 244 25 58, biletler 15 YTL) ‘Bermuda Şeytan Beşlisi’ Chantage’ın kurucusu ve solisti Kivanch K, Burak Kurumak, Hakan Özer, Can Algeç ve Ebru Kıran’dan oluşan ‘Bermuda Şeytan Beşlisi’ bu akşam Muamma’da olacak. Topluluk sevilen şarkıları yorumlayarak müzikseverlere keyifli saatler yaşatacak. Kapı açılışı 21.30. (0212 265 89 93, biletler 10 YTL) Balans’ta Teoman geceleri Teoman bu akşam ve 21 Nisan Cumartesi akşamı saat 22.00’de Balans’ta konser verecek. Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun Teoman ilk topluluğu Indians’ı 1986 yılında arkadaşlarıyla birlikte kurdu. Kendi adını taşıyan ilk albümünü 1996’da çıkardı. Ardından 1998’de ‘O’ isimli ikinci albüm ve ‘Onyedi’ isimli üçüncü albüm geldi. Teoman gece ‘Renkli Rüyalar Oteli’ albümündeki parçaların yanı sıra sevilen şarkılarını da seslendirecek. (0212 251 70 20, biletler 30 YTL) Sefarad’dan ‘Evvel Zaman’ içinde İstanbul Yıllar önce ‘Osman Aga’ şarkısıyla gönüllerde taht kuran ‘Sefarad’ müzik grubu şimdi unutulmaya yüz tutmuş eski İstanbul şarkılarını gün ışığına çıkarıyor. Musevi Sefarad müziğiyle popüler müzik arasında bir sentez oluşturan topluluk, Sami Levi, Cem Stamati ve Ceki Benşuşe tarafından 1996 yılında kurulur. Topluluk ilk iki albümünde artık pek duyamadığımız Ladino dilindeki şarkıları Türkçe adaptasyonlarla günümüze getirmişti. Son albümlerinde ise, İstanbul’un 2010 yılı için kültür başkenti seçilmesiyle eski şarkıları toplama projelerini etlendirip butlandırmış ve tozlu raflardaki şarkıları müzikseverlerle buluşturuyorlar. Kantolar, tangolar ve İstanbul türkülerinden oluşan ‘Evvel Zaman’da, ‘İstanbul’un Kızları’, ‘Üsküdar’a Gider İken’, ‘Evlilik ŞİRİN GÜVEN Düeti’, ‘Kız Sen İstanbul’un Neresindensin?’ ve ‘Yangın Olur’ gibi parçalar var. Gelecek kuşaklara “Bunlar bizim şarkılarımız, lütfen bunları bilin, unutmayın” diyen Sefarad albümdeki şarkıları mikrodalgaya koymadan masaya sunduklarının, yani canlı çaldıklarının altını çiziyor. Erol Köse Prodüksiyon’dan çıkan albüm ismini masalların başlangıç cümlesinden alıyor: “Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde...”. Üç yıldır İstanbul ile ilgili bir gösterinin hazırlığını sürdürdüklerini söyleyen grup üyeleri şöyle devam ediyor: “Bunun ilk adımı olarak ‘Evvel Zaman’ albümünü çıkardık. İstanbul Türkiye için çok önemli bir kent. Özellikle 2010 için İstanbul’un kültür başkentlerinden biri seçilmiş olması bizim projemizi destekledi. Albüm için Kültür Bakanlığı’ndan ya da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden destek almadık. Amacımız hazırladığımız albümün İstanbul’un kültür başkenti olmasıyla ilgili bir etkinlikte kullanılması ve Kültür Bakanlığı’nı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni destekler nitelikte olmasıydı. Umarız yarın öbür gün İstanbul’un tanıtım organizasyonunda birlikte çalışabiliriz. İçerik olarak önemli şarkılar barındıran ve içinde Seferad melodileri olan bir albüm bu. Zaten Sefarad kültüründe de İstanbul yatar. Bütün şarkıların hikayelerinin olması ve İstanbul yaşamışlığını taşıması çok önemli” İlk iki albümünde hem Ladino dilini, hem de Türkçe adaptasyonlarını kullanan Sefarad, son albümünde de aynı izleri sürmüş. Ama İstanbul’u ön planda tutarak. “Sonuçta bu albüm konsept bir albüm, içinde teatral öğeler var. Teknik açıdan da diğer albümlerimizden farklı. Bütün enstrümanlar canlı çalındı. Sefarad parçalarının Türkçe adaptasyonlarını da ilk kez Cem yazdı” diyorlar. RİFAT MUTLU rifatmutlu?hotmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle