19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 08 11/4/07 15:59 Page 1 CUMARTESİ EKİ 8 CMYK ?Sevgilim İstanbul ?Zincirbozan Si ne ma 8 atematik ve fizik eğitiminin ardından sinemaya yönelen Turkish Delight (1973), Soldier of Orange (1977), Spetters (1980), The Fourth Man (1983) gibi filmleri gerçekleştirdikten sonra Hollanda hükümeti, medyası ve sinema endüstrisince çökertici ve sapkın yapıtlar yapıyor gerekçesiyle suçlanan Paul Verhoeven (69), 1985’te ülkesini terkederek ABD’ye gider. Burada Flesh and Blood (1985), RoboCop (1987), Gerçeğe Çağrı (1990), Temel İçgüdü (1992), ASLI Yıldız Gemisi Savaşçıları (1997), (1995) gibi gişe başarısı SELÇUK Showgirls yüksek filmler çeken Verhoeven’in sineması şiddet, cinsellik, alaycılık, keskin mizah içeren gerçekçi bir anlatıma dayalıdır. Bol görsel efektli Görünmeyen Tehlike’yi (2000) bitirdikten sonra kendisiyle hesaplaşmaya giren usta yönetmenlik yazgısını eline alma kararı verir: “Hollywood beni özel efektleriyle şişirdi, bu tür filmleri sürdürseydim ruhumu yitirecektim. Bana önerilen senaryolarsa eskilerin yinelenmesiydi” diyen Verhoeven dünyanın onu aksiyongerilim filmleriyle tanıdığına değinerek 11 Eylül’den sonra Hollywood’un bunalıma girdiğini, Harry Potter, Narnia Günlükleri, Superman benzeri fantastik, salt eğlenceye yönelik yapımlara yöneldiğini belirtiyor: “Zor bir dönemin eşiğindeydim, istediğim bir projeyi yapmak istiyordum, böylelikle bana gereken etik dersi verecek, sansürleyecek bir stüdyoda olmayacaktı”. Seçkin Yasar yönetmenliğindeki filmde Karyofyllia Karabeti, Nişan Şirinyan, Köksal Engür ve Alptekin Serdengeçti rol alıyor. İstanbul kökenli Yunan bir babanın kızı İrini hem Paris’te tanıştığı gazeteci sevgilisini hem de ölen babasının yaşadığı şehri görmek için, ilk kez İstanbul’a gelir. Sevgilisi Ali ile birlikte geçirdikleri aşk ve tutku dolu birkaç günün ardından Ali ansızın kaybolur. Tehdit telefonları ve mektupları almakta olduğunu bildiği sevgilisinin kaybıyla, İrini, İstanbul labirentinde Kafka’vari bir arayışın içine sürüklenir. Dijitürk ve TürkMax’ın ilk sinema filmi Zincirbozan, Gazeteci Abdi İpekçi suikastı ile başlayarak, 12 Eylül 1980 askeri müdahalesine kadar tırmanan terör olaylarını, bu olaylarla başa çıkmaya çalışan siyaseti, ordunun yönetime el koymasını, siyasi liderlerin sürgüne gönderilişlerini ve o süreçte yaşananları konu alıyor. Film, siyasi liderlere ve eşlerine benzerlikleri dikkat çeken oyuncuları dışında, çekimlerin gerçek mekanlarda yapılması nedeniyle de ilgi çekici. Atıl İnaç yönetmenliğindeki filmde Bülent Emin Yarar, Suavi Eren, Orhan Aydın ve Fatih Yıldız rol alıyor. ??????????????????????????????????? Verhoeven’in sanatsal direnişi M yönetmen etik belirsizliği, entellektüel alayı ustalıkla işler, erkek ve kadın karakterlerin çelişkilerini, zayıf noktalarını, korkaklıklarını olduğunca yansıtır. Kara Kitap’ta ne salt kahramanlar, ne de alçaklar vardır, tarihin ham ışığı altında kendilerini olabildiğince sergileyen insanlar vardır. Verhoeven yargılamaz, gerçek olayları göstererek gözlemler, yirmi yıl sonra vatanına dönerek özgürlük içinde çektiği savaşı, gerilimi, aşkı, dramı içeren Kara Kitap’ta sarsıcı, çağdaş bir vizyon sunar. Sanat ve eğlence arasında bir denge kurmayı seven usta, tarihe kopukluklarıyla, insanların ikilemleriyle yaklaşmayı, aynı anda genç izleyicinin ilgisini çekmeyi sever: “Hiçbir şey kara ya da ak değildir, gri geçiş tonları da vardır. Direnişçilerin içinde de hainler, Nazilerde de iyiler bulunur” diyen Verhoeven Almanların Hitler’i nasıl bir mesih olarak gördüklerine şaşırmış: “O dönemki aldanış ve inançla günümüz Amerika’sı, Bush hükümeti arasında koşutluklar görüyorum. Bush’un güdümlemeleri, yalanları, aldatmaları, sık sık yaptığı Tanrı göndermeleri Hitler’in dalaveralarına çok benziyor. Almanya’daki gibi ABD’de de faşizm gittikçe yükseliyor. Kara Kitap gerçeklere dayalı bir kurmaca, Nazilerle direnişçiler arasındaki gizli ortaklığa değiniyor” diyerek Verhoeven savaş sonrası tutuklulara uygulanan işkencelerin ona Ebu Garib olaylarını anımsattığını söylüyor: “Bu filmimde tarihe çağdaş bir bakışla yaklaştım. 11 Eylül’den sonra uzun yıllar vatandaşlarına yalan söyleyen Amerikan hükümetinin dolandırıcılığını görenlerin gözüyle geçmişi yansıttık”. 1956 tarihli final sahnesiyle günümüzle bağlantı kuran Paul Verhoeven, Kara Kitap’ın salt 2. Dünya Savaşı dramı olmadığını, sonunda kadın kahramanın yaşamının denetimini eline aldığını ama dünya üstünde bu gidişle savaşların hiç bitmeyeceğini vurguluyor. ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Berlin’in kucağında kara bir film İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ AZALDI Orion, Carolco gibi bağımsızlarla çalıştığına değinen sinemacı eğer Temel İçgüdü’yü büyük bir stüdyoya çekseydi içindeki şiddetten, cinsellikten ötürü filmin gösterime giremeyeceğini vurguluyor. “Günümüz Amerika’sındaki ifade özgürlüğü geçmişe göre iyice azaldı. Filmler, video oyunları gibi satışa sunulan ürünlere dönüştüler. Bense Tatlı Hayat, Hiroşima Sevgilim gibi unutulmaz filmlerin yapıldığı, Yeni Dalga’nın, Rossellini’nin, kıtasından geliyorum. ABD’de ise sinema tümüyle gişe getirisine odaklanan bir endüstriye dönüştü” diyen Verhoeven, filmlerinin yaratıcı, felsefi, politik katkıları ne oldu diye kendine sormuş. Bu varoluşçu sorgulamasının ardından da 20 yıldır aklında olan Black Book’a (Kara Kitap/2006) yönelerek 2. Dünya Savaşı’ndaki direnişin insanın doğasını yansıtan yanını keşfetmiş. Yönetmen, 194445 yıllarında 67 yaşlarında olduğunu, ailesinden kimsenin ölmediğinden ötürü bu trajik dönemi algılamadığına değiniyor: “Heryerde şiddet, dehşet vardı. Bu döneme karşı ilgim çocukluk anılarımdan kaynaklanıyor. İşgal altında büyümekse insana barıştan çok savaşın doğal olduğu duygusunu veriyor.” İ SAVAŞIN DEHŞETİ Kişisel, Avrupalı bir yapıt çıkarmaya karar veren Verhoeven senaryosunu ana dilinde yazar, böylelikle diyaloglar daha gerçekçi olur. İki yıllık yazım bitince iş para bulmaya gelir. Amerikalılar İngilizce çekilirse projeye katılacaklarını belirtirler, Verhoeven bu ödünü vermez, ortak yapıma gider. Kara Kitap’ta Rachel Stein adlı bir Yahudi kadının yaşam savaşımını izleriz. Önünde tüm ailesi katledilen genç kadın direnişçilere katılır, ailesini ele veren adamı bulmak amacıyla Gestapo’nun önemli şeflerinden birinin metresi olur. Savaşın tüm dehşetini görür, yaşar. Rachel’in yaşadıkları bir çok insanın yaşadığı gerçek olaylara dayanmaktadır, o bu soykırımı yaşayanların bir karışımıdır. Film süresince kaçışlara, ihanetlere, ikili oyunlara tanık oluruz. Kara Kitap İhanet kavramıyla yi Alman (The Good German), savaşın getirdiği yıkıma karşın hala güzelliğini koruyan Berlin’i fon alan, bir aşk, ihanet ve entrika öyküsü… Tekmil savaş suçluları, toplama kampı yaratıcıları, yaralarını sarmaya ve yaşama tutunmaya çabalayanlar, kan ve gözyaşından nemalananlar… Klasik, esrarengiz, cazibeli ve kapkara… Her tür boyaya bulanan deneysel sinema cambazı Steven Soderbergh, Amerikan sinemasının yüz aklarından… O, İyi, kötü, beğenilen, beğenilmeyen birçok yapıma imza attı. Son eseri İyi Alman, aynı zamanda 26. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin kapanış filmi… Yazar Joseph Kanon’un romanından uyarlanan İyi Alman’ın senaryosunu Paul Attanasio kaleme aldı. Film, 62 yıl öncesine ait gerçek görüntülerle bütünleşsin diye o günlerin tekniğiyle siyah beyaz çekildi. Bu insanda, sanki zaman makinesine atlayıp, Sovyetler Birliği, ABD, İngiltere ve Fransa’nın dörde böldüğü Berlin’e gitmişsiniz hissini uyandırıyor. Filmde savaş anlatılmıyor, savaş karşıtı mesaj vermek gibi bir kaygısı da yok. Kartpostal tadında karelere eşlik eden aslında bir polisiyegerilim hikâyesi… İyi Alman, eski yapımlara ve artık yaşamayan müthiş oyunculara göndermelerde bulunmayı da ihmal etmiyor. Kadınların rüyası, gözde bekâr George Clooney, Oscar’lı güzel oyuncu Cate Blanchett ve “Örümcek Adam” filmleriyle tanıdığımız Tobey Maguire ise İyi Alman’ın ağır topları… İyi rol keserek, orta karar filmi elbirliğiyle kurtarıyorlar. Yer: Berlin… Tarih: Haziran 1945… 2. Dünya Savaşı’nın galipleri, Avrupa’yı paylaşacakları Potsdam Barış Konferansı’nın hazırlıklarına başlamıştır. Amerikalı Yüzbaşı Jacob ‘Jake’ Geismer (George Clooney), savaştan önce bir süre yaşadığı kente tekrar gelir. Görevi, konferans sırasında Amerikalı ALPER TURGUT kongre üyesine yardımcı olmaktır. Ama aslında tek amacı yıllar önce Berlin’de bıraktığı hayallerinin kadınını aramaktır. Kentte tam anlamıyla bir kaos vardır ve yozluk dört bir yanı sarmıştır. Harabeye dönüşen Berlin çoktan farklı uluslardan askerlerin tıka basa doldurulduğu dev bir kışlaya benzemiştir. Jake’i karşılayan şoförü Patrick Tully (Tobey Maguire), çenesi düşük, kanı bozuk ve eli uzun bir gençtir. Er Tully, savaşın hayatında başına gelen en güzel şey olduğunu düşünür. Ve ilk iş olarak yakışıklı, karizmatik ve saf aşık Jake’in cüzdanını çalar. Boş zamanlarında Amerikan bölgesinden Rus bölgesine mal kaçıran Tully’in sevgilisi Lena Brandt‘ın (Cate Blanchett) tek arzusu Berlin’i terk etmektir. Nazi olduğu gerekçesiyle hakkında dosya açılan soğuk güzel Lena aynı zamanda Jake’in bulmak istediği eski kız arkadaşıdır. Tam aşk üçgeni oluştu derken haddini aşan bir işe kalkışarak arı kovanına çomak sokan Tully öldürülür. Cinayet, esrarı tetikler. Ve öykü bu noktada yeniden başlar. Lena’nın kocası Emil Brandt, tam 30 bin insanın yok edildiği ünlü Dora Kampı’nda görevlidir. Hem Amerikalılar hem de Ruslar tarafından tüm kentte fellik fellik aranan Emil, birçok karanlık sırrın tam odağındaki isimdir. Berlin’in gözden uzak ve karanlık izbelerinde bir fare gibi saklanan Emil’in yerini bilen tek kişi ise eşi Lena’dır. Bir gece kulübünde çalışan ve Ruslar dışındaki (orada bir ayrıntı gizli) askerlerle yatmayı göze alan Lena, kendisine gözü kara bir tutkuyla bağlanan Jake’e ise sürekli sırt çevirir. Rus bölgesinin hırslı komutanı General Sikorsky, geleceğin bombasını yaratan ve aynı zamanda Emil’in de patronu olan sabık bilim adamı Franz Bettmann, Amerikalılarla çalışacak kadar kurnaz ve gözünü kırpmadan adam öldürecek kadar sadist eski bir Gestapo… Farklı karakterler, peşi sıra boy gösterir, ayrıntılar bir avuç misket gibi ortaya saçılır. Ve film, çözümü getiren finale doğru ağır ağır yürür. ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? (Renaissance) Christian Volckman yönetmenliğinde hazırlanan animasyonbilimkurgugerilim türündeki film, Fransa, İngiltere ve Lüksemburg ortak yapımı. Yer Paris ve tarih 2054. Genç ve başarılı bir araştırmacı olan Ilona Tasuiev kaçırılır ancak fidye istenmez ve onu bulmak için yapılan ilk girişimler de boşa çıkar. Dev bir çok uluslu şirket olan Avalon ve kızın işvereni onu ne pahasına olursa olsun kurtarmak istemektedir çünkü Ilona, insan ırkının geleceğini belirleyecek bir protokolün bilimsel anahtarını elinde tutmaktadır: The Renaissance Protokolü. ?Rönesans
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle