19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 10 11/4/07 15:59 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 14 NİSAN 2007 CUMARTESİ rih Ta Çanakkale’yi nasıl anmalıyız? Geçen hafta Çanakkale savaşının bir kahramanlık destanı olması yanında, Osmanlının insan kaynaklarını tüketen gelişmelerden biri olduğuna, oysa egemen kutlama geleneğinin sorunun birinci boyutunu vurgulayıp ikinci boyutunu bütünüyle yoksaydığına değinmiştim. Ülkenin işgale uğraması gibi bir durumda elbette ki insan kaynaklarının hesabı yapılmaz; erdemli olmak, saldırıya uğrayan topraklarını korumak için son bireye kadar direnmeyi gerektirir. Ancak sorunu Dünya Savaşına sokuluşumuz ve bunun bedeli olan boyutuyla da irdelediğimizde, bu kutlama anlayışının sorunlu niteliği de belirginleşir. Egemen kutlama anlayışı sorunludur, çünkü bizi sürecin nedenlerinden koparıyor; sorunludur, çünkü benzeri süreçlere karşı önlem alma bilinci geliştirmiyor; sorunludur, çünkü Çanakkale’yi, durup dururken saldıranları yenmemizden ibaret bir kahramanlık menkıbesine indirgiyor. Oysa Çanakkale zaferini, parçası olduğu dünya savaşı bütününde halka ödetilen çok ağır faturası ile birlikte anmak durumundayız. Onu bu bütünlüğüyle andığımızda, Rusya’yı durup dururken bombalayıp savaşı başlatanların, bu eylemleriyle sadece Osmanlı halklarının değil, Osmanlı İmparatorluğunun da başına çuval geçirmekten sorumlu oldukları belirginleşir. Ancak böylesi bir bilinç, en kutsal değerlerimiz olan yurttaşların ve ülkenin geleceğini güvence altına almamızı, saldırı yerine savunmayla, savaş yerine barışla sorun çözme özgüveni edinmemizi sağlar. e ç ERDOĞAN AYDIN açılma(yacak)dı, Meclisin günden güne daha sükuti olan kürsüsü bu bahsin açıldığını hiç görme(yecek)di.” (M Birgen, Age., s.211) Sonuçta ülke önce viraneye, sonra da işgale uğrayacaktır. Ve bizler Osmanlı halklarını telef eden, sorunların tartışılabilmesini ‘cılk’ edip, toplumu sükuta uğratanları ‘atamız’, ‘vatan kahramanı’ olarak hazmetmeye zorlanacaktık. Oysa bu korkunç felaketi hazmettiğimiz, hazmettirmeye çalışanların sözüne itibar ettiğimiz müddetçe, kaderimiz benzerlerinin elinde kalacaktır. Bu durumda tebaalıktan yurttaş olmaya yükselmemiz daha da zorlaşacaktı. Şehitlerin, aynı zamanda hakları, sevenleri, hayalleri olduğunu, onları ölüme gönderenlerin (yenildiklerinde Alman denizaltısıyla kaçanların) canı kadar değerli canları olduğunu, ülke güvenliğinin çoğu zaman saldırıyla değil barışçıl diplomasiyle, hukukla, kalkınmayla sağlandığını öğrenemeyecektik. ALMANLARI RAHATLATMAK Birgen, ‘savaşa neden girdik?’ sorusunun bilinen yanıtını çok sonradan, 1936’da şöyle verecektir: “Filhakika o tarihlerde Almanya ile AvusturyaMacaristan Rusya tarafından pek çok sıkıştırılmış bir vaziyette bulunuyorlardı. Rus orduları şimalden şarki Purusya’ya, cenuptan da Galiçya’ya girmiş ilerliyorlardı. Bu vaziyet karşısında Almanlar Türkiye’nin de harbe iştirak etmesini, Rusya’dan bir miktar yükün de bizim tarafımızdan kendi üstümüze çekilmesini istiyorlardı” (Age., s.210). İşte ‘neden?’ sorusunun susturulması, işbirlikçiliği ve halka karşı sorumsuzluğu deşifre eden bu niteliğinden kaynaklanıyordu. Avrupa’nın batı ve doğu cephelerinde sıkışıp kalan Almanları rahatlatmak için, Osmanlının devreye girip öncelikle Rusya’yı, akabinde İngiltere’yi başka alanlara çekme ‘görevini’ yerine getirmesi gerekiyordu. Almanya, sözde Osmanlıyı saldırılardan korumak için imzalanmış 2 Ağustos Anlaşmasının, kendisini korumak üzere Osmanlı tarafından uygulanması için bastırıyordu. Hükümetin çoğu bu isteğe direnirken, EnverTalat hizibi durumu oldu bittiye getirmeye çalışıyordu. Bu sırada Rus Elçiliği telgraf şifrelerini çözerek Almanya’nın bu baskılarını, Osmanlı karşısındaki yaptırım gücünü ve Alman subaylarının Çanakkale Boğazında istihkam yaptıklarını öğrenecekti. Bu bilgiler üzerine Büyükelçisi Giers, 3 Ekimde, Osmanlı ile “savaş bütün belirtilere göre kaçınılmaz bir şey oldu” diye kaydedecekti. (P. Renouvın, I. Dünya Savaşı ve Türkiye, s. 298) Buna rağmen saldırı Rusya’dan değil Osmanlıdan gelecekti; tabii Osmanlı resmi karar organlarının haberi olmadan! Almanya, Osmanlının muktediri olmuş Başkonsolosu, Osmanlı Donanma Komutanı olmuş Amirali, Osmanlı Genel Kurmayı olan generalleri ve tabii Osmanlı iktidarında ipleri elinde tutan adamları Enver Paşa aracılığıyla 29 Ekim saldırısını gerçekleştirip Osmanlıyı savaşın göbeğine çekecekti. Yani Çanakkale’ye saldırıyı da kaçınılmazlaştıran adım, Alman emperyalizmi ve işbirlikçilerince atılacaktı. ORDUYU KONTROL EDEN GÜÇ Dönemin Alman Büyükelçisi Wangenheim, Osmanlının gerçek bir muktediri olarak kendinden emin bir şekilde Alman çıkarlarını hayata geçiriyordu. Daha 23 Nisan 1913’te, işbirlikçilerinden aldığı güçle kendi hükümetine şöyle telgraflar çekebiliyordu örneğin: “Orduyu kontrol eden güç, Türkiye’de en büyük güç olacaktır. Hiçbir Alman düşmanı hükümet, ordu tarafımızdan kontrol edildikçe, iktidar mevkiinde kalamayacaktır” (Akt. E. Mütercimler, Komplo Teorileri, s.107). Nitekim kısa bir zaman sonra Von Sanders, 13 Ocak 1914’te mareşalliğe yükseltilerek Osmanlı Ordusunda kritik konumlar elde edecek, Genelkurmay başkanlığına getirilecek Bronsart Von Schellendorf, daha İtilaf devletleriyle ittifak ararmış gibi yapıldığı 21 Ekimde, Enver Paşayla, “Karadeniz’de Rus donanmasına saldırılması, Kafkasya ve Mısır cephelerinde seferleri içeren bir plan üzerinde anlaşacak”(A.L. Macfie, Osmanlının Son Yılları, s.133), 9 Eylülde Osmanlı Donanma Komutanlığına atanacak olan Amiral Souchon da 29 Ekimde, Hükümetin, parlamentonun ve Padişahın haberi olmadan Rusya’nın limanlarını bombalayacaktı. Bu verileri ve sonraki gelişmeleri üstüste koyduğumuzda, Enver Paşa’nın olağanüstü bir hızla ve bütün kademeleri atlayan yükselişinin, gerçekte Almanların Osmanlının tepesine yükselişinden başka bir anlama gelmediği görülecektir. İşte Çanakkale’ye saldırının yolu bu sürecin sonucunda açılacak, Sarıkamış Harekâtı ise kaçınılmazlaştıracaktı. Ancak yinelenmelidir ki, Çanakkale’nin öngününde İtilaf Bloğunun asıl derdi Almanya’yı yenmekti. Çanakkale’ye de bunun için saldırılıyordu. Rus Dışişleri Bakanı Sazanov’un ifadesiyle; “Askeri birlikler İstanbul ve Boğazı ele geçirmek niyetiyle, Çanakkale yarımadasına çık(arken) Türkiye’nin savaşa devamını önlemek umut ediliyordu. Bu umut son derece iştah kabartıcıydı. Gerçekleşmesi Almanya’yı Bulgaristan ve Türkiye’den soyutlayarak ve Sırbistan’ın güneydoğusunu tehlike dışı bırakarak, savaşın elverişli ve çabuk sona erişine katkıda bulunacaktı.” (Anılar, S.304) İTİLAF GÜVENCE VERİYOR Tabii bunun öncesinde Osmanlının tarafsızlığı için bir dizi görüşme yapıldığı da anımsanmalı. İtilaf Bloğu, Alman ordusunun ilk dönemde gösterdiği olağanüstü performansın da kaygısıyla, Osmanlının Almanya ile birlikte savaşa katılmasını engellemeye çalışacaktı. 2 Ağustos Anlaşması’ndan habersiz olan müttefikler, tarafsız kalması halinde Osmanlının toprak bütünlüğünü tanıyacaklarına dair garanti vereceklerdi. Almanlarla anlaşma imzalamış olan Osmanlı ise, zaman kazanmak için bunun yazılı ve savaş sonrasını da kapsayacak şekilde verilmesini talep edecekti. Rusya, Osmanlının bu talebine önce itiraz edecekti; savaş sonrası için kendini bağlamak istemiyordu. Ancak İngiliz ve Fransız baskıları sonucunda buna razı olacaktı. Sonuçta üç İtilaf devleti, gönderdikleri bir nota ile, “Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünü savaştan faydalanarak bozmaya kalkacak her düşmana karşı güvence vermeye hazır olduklarını” bildiriyor ve buna karşılık, “tam bir tarafsızlık sözü” istiyorlardı. (P. Renouvın, Age., s. 298) İtilaf Bloğu, 16 Ağustos’taki bu notayı, “Osmanlı İmparatorluğunun, devam eden savaşta, tarafsızlıktan doğan bütün sorumluluklarını yerine getireceğine ve Boğazları kullanan ticaret gemilerinin her durumda rahatsız edilmeden ve engellenmeden geçişini kolaylaştırmak için herşeyi yapacağına dair yazılı bir belge vermesi koşuluyla 22 Ağustosta yineleyecekti.” (A.L. Macfie, Age., s.117) Ancak bilindiği gibi Osmanlı bu güvence anlaşmalarına cevap vermeyecekti. Cemal Paşa’nın ifadesiyle “Almanya ile birlikte olduğumuzun anlaşılmaması için İtilaf devletleri ile görüşme” yapılarak oyun oynanıyordu. (E. Mütercimler, Gelibolu, s.12) EnverTalat iktidarı, hem tüm ipleri Alman militarizmine kaptırdığından Osmanlıyı savaş felaketinden koruyacak bir seçeneği değerlendiremiyor, hem de Alman savaş aygıtının performansına güvenle Mısır, Kafkasya, Turan hayalleri kuruyordu. YURTSEVER POLİTİKANIN OLANAKLARI Oysa İtilaf Bloğunun 29 Ekim saldırısı öncesinde verdiği taahhütler ile, “Rusya bize saldıracak,” bahanesi de inandırıcılığını yitirmişti. Nitekim başta Sadrazam ve Maliye bakanı olmak üzere Hükümetteki tarafsızlık yanlıları da Alman dayatmalarına karşı artan bir direnç göstermeye 2 Ağustos kelepçesinden kurtulmaya çalışıyorlardı. Bu durumda Osmanlı hükümeti de kilitlenmişti. Emperyalistlerin sözüne ilanihaye güvenilmezdi elbet, ama İtilaf Bloğunun bu sözünden sonra, uygun bir diplomasiyle değerlendirilebilecek büyük avantajlar elde edilmişti. Herkesin Osmanlıya göz koyduğu, ama herkesin diğerine karşı kolladığı bu rekabet ortamı, gerçekte Osmanlı için büyük bir hareket serbestisi yaratıyordu. İngiltere ve Fransa, müttefik olmalarına rağmen Rusların boğazları ele geçirmesini kesinlikle istemiyorlardı. Çünkü boğazları ele geçiren bir Rusya, onlar açısından, zayıf bir Osmanlıyla kıyaslanmayacak denli büyük bir sorun olacaktı. Dolayısıyla Rusya’nın sıcak denizlere inmek isteği, uygun bir diplomasiyle etkisizleştirilebilirdi. Nitekim Rusya, Boğazların kendisine açık tutulması garantisiyle mevcut duruma razı edilmişti. Özetle yurtsever bir yönetim açısından bu ortam, Osmanlının tüm dikkatini kalkınma ve tahkimatını güçlendirmeye yöneltmesi için büyük avantajlar sunuyordu.Ancak ne pahasına olursa olsun savaşa girmekten yana veya girmeye mahkum olan EnverTalat iktidarı, bu gelişmeyi görmezden gelecek, Rusların İstanbul hayalini de, savaş politikasını halka meşru gösterebilmek için istismar edecekti. Bu maceracı politikanın sonu ise, eğer Rusya’da devrim olmasaydı, İstanbul’da Çarlık bayrağının dalgalanması olacaktı. ZİHNİMİZİ YORMAK BİLE MANASIZ! Neden sonuç ilişkisi içinde Çanakkale’ye emperyalist saldırıyı getiren sorumluluğun 2 numaralı ismi Talat Paşa’nın, Rus limanlarına saldırının akabinde Diyarbakır Mebusu Fevzi Bey’le olan diyalogu bu açıdan ibret vericidir: Talat Paşa, Diyarbakır Mebusu’nun, “diyorlar ki, bizimkiler doğrudan doğruya Rus sahillerini topa tutmuşlar, bu sahi mi?” sorusunu; “canım Fevzi Bey, merak ettiğin şeye bak” diye başlayıp, Nasrettin Hoca’nın ‘Peki bunları çuvala kim koydu’ fıkrasıyla geçiştirmeye çalışarak şöyle yanıtlar: “... bunun ne ehemmiyeti var? Hücumu şu yapmış, bu yapmış, emri şu vermiş bu vermiş! Farzet ki ben vermişim, bundan ne çıkar? Şimdi iş harbi kazanmakta. Bu dakikada başka şeyle zihnimizi yormak bile manasızdır” (İttihat Terakki’de On Sene, s.211) Bu zihniyetin egemen olduğu, yaşamsal soruların böyle yanıtlandığı bir sürecin ardından bilindiği gibi 500 bin’i aşkın insanımız cephelerde, çok daha fazlası ise hastalık, açlık ve diğer nedenlerle ölecekti; genç insan kalmayınca orta yaşlılar, ardından kilosu 45’i aşan çocuklar, onlarla birlikte hayvanlar, toprak, ve tabii toplumun vicdanı ve demokratikleşme potansiyeli de ölüme sürülecekti. Giderek siyasaltoplumsal ortamı kuşatan hamaset ve korkuyla “harbin devamı müddetince bu mesuliyet meselesi üzerinde hiçbir münakaşa eaydin?cumhuriyet.com.tr S ahne tozu Barış Yaprakları Yunus Emre Kültür Merkezi yeni bir teknikle sahnelenen bir oyuna ev sahipliği yapıyor. Oyun, doğanın yok olmasına karşı insanların duyarsızlığını konu alıyor. Barış Yaprakları, BlackLight (Siyah tiyatro) adında bir teknikle sahneye konuyor. Oyun, konuşan büyük hayvan kuklaları ve mor ötesi ışıklarla, hem çocuklar hem de büyükler için görsel bir şölene dönüşüyor. Aytekin Özen’in yönettiği oyunda Sevgi Gemici, Tamer Duman, Volkan Bora Güler ve daha birçok Anadolu Meydan Sahnesi oyuncuları rol alıyor. (Tel: 0 212 661 38 94) S ergi Afyon’da fotoğraf sergisi Afyon bir fotoğraf sergisine ev sahipliği yapıyor. Fotoğraf Dergisi yayın yönetmeni H. Nadir Ede ve Photo Digital Dergisi Yayın Yönetmeni Ömer Serkan Bakır, yepyeni fotoğraflarını sanatseverlerle paylaşacakları birer sergi açıyorlar. Şimdiye kadar pek çok sergi açan Nadir Ede’nin ‘Çeşitlemeler’ adını verdiği sergisi, İstanbul’un ve Türkiye’nin değişik yerlerinde son on yılda çektiği fotoğraflardan oluşuyor. ‘Yaşamdan’ fotoğraf sergisi ise, Ömer Serkan Bakır’ın daha çok 2000 yılından sonra çektiği fotoğraflardan oluşan, batıdan doğuya geçişi fotoğraflarla anlatan bir sergi. Sergiler, Fevzi Çakmak Yetiştirme Yurdu Fotoğraf Galerisi’nde 1 Temmuz tarihine dek ziyaret edilebilecek. (Tel: 0 272 215 15 53) Anna Karenina Kent Oyuncuları’nın sahneye koyduğu Anna Karenina, yoğun istek üzerine İş Sanat’ta yeniden tiyatroseverlerle buluşuyor. Oyunun Helen Edmundson’un uyarlaması ve Cevat Çapan’ın çevirisi, yalnızca Anna ve yasak aşkını değil, Tolstoy’un kendisini ve değişen Rusya’sını da sahneye taşıyor. Kent Oyuncuları, her kadın gibi hem anne hem de sevgili olmak isteyen Anna Karenina’ya başka bir gözle bakıyor. Mehmet Birkiye’nin yönettiği ve Yıldız Kenter, Hakan Gerçek, Yeşim Koçak, Cüneyt Türel, Engin Hepileri, Demet Evgar’ın rol aldığı oyun, 19 ve 20 Nisan tarihlerinde İş Sanat’ta sahneleniyor. (Tel: 0 212 316 10 83) Atinalı Timon Oyun Atölyesi’nin son iki kez sahneye koyacağı oyunda, paranın yarattığı sahte dostluklar eleştiriliyor. Paranın insan ilişkilerinde neden olduğu yıkımı en iyi anlatan oyunlardan biri sayılan ve Kemal Aydoğan yönetimindeki oyunda, Haluk Bilginer, Tülay Bursa, Mahmut Gökgöz, Cüneyt Uzunlar, Gürkan Uygun, Sermiyan Midyat, Barış Yıldız, Öner Erkan gibi Oyun Atölyesi oyuncuları rol alıyor. Oyun bugün ve yarın Oyun Atölyesi’nde sahnelenecek. (Tel: 0 216 345 39 39) Aşk Delisi Akbank Yeni Kuşak Tiyatro’nun 20042005 sezonunda sahnelediği oyun yeniden sahnede. Lise yıllarında masumca başlayan bir aşkın nasıl olanaksızlaştığını, alışılmadık bir tiyatro diliyle aktaran oyun, hem gerçek hem de gerçek üstü ögelerle kurgulanmış. Dünya tiyatrolarının sayılı örneklerinden biri olan oyunun yönetmenliğini aynı zamanda Türkçe’ye de çeviren Mehmet Ergen yapıyor. Serhat Tutumluer, Esra Bezen Bilgin, Cengiz Bozkurt ve Melih düzenli’nin rol aldığı oyun, 17, 20 ve 24 Nisan tarihlerinde Akbank Sanat’ta sahnelenecek. (Tel: 0 212 252 35 00) Adnan Tönel’in rögarları Bursa’da 17. Bursa Fotoğraf Günleri kapsamında Bursa Tayyare Kültür Merkezi’nde 13 Nisan’da açılıyor. Daha önce TBMM Beylerbeyi Sarayı ve Nişantaşı egale’de açılan sergi, bu kez Bursa’da 17. Bursa Fotoğraf Günleri kapsamında sergilenecek. Rögarlar Fotoğraf sergisi’nde; Türkiye’nin yanı sıra, İtalya, Almanya, Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Kıbrıs, Macaristan ve Libya’da görüntülenmiş rögarları izleme fırsatı bulunabilir. Sergi, 20 Nisan’a kadar açık kalacak. (Tel: 0 224 220 88 47) Ağaçlarla anlatıyor Türkiye Amerika’daki çeşitli üniversitelerde sanat Sinemaskop eğitimi alan Rasim Konyar, 1992 de Türkiye’ye döndükten sonra çeşitli resim ve heykel sergileri açmaya başladı. Sergilerini belli bir tema üzerine oturtan ressam bu kez kadın erotizmini ağaçlarla simgeliyor. Heykellerinde malzeme olarak mermer, bronz ve mozaik kullanan sanatçının yeni sergisi bugün Kızıltoprak Sanat Galerisi’nde açılacak ve 5 Mayıs tarihine dek sürecek. (Tel: 0 216 418 38 06) 26. Uluslararası İstanbul Film Festivali kapsamında, film yönetmeni ve fotoğraf sanatçısı Nuri Bilge Ceylan’ın son dört yıl içinde çektiği fotoğraflar, Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde sergileniyor. Sergi 28 Nisan tarihine dek izlenebilecek. (Tel: 0 212 231 47 30)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle