22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 06 21/3/07 16:48 Page 1 CUMARTESİ EKİ 6 CMYK 6 24 MART 2007 CUMARTESİ En büyük silahımız sinema Tamer Karadağlı’ya göre Türkiye’nin kendisini tanıtması ve imajını düzeltmesi için sadece bir lale ve ‘I Love Turkey’ yazısı yetmez österime girmeden eleştirileriyle gündeme gelen Ölümle Dans, “Living&Dying” 29 Mart’ta vizyona giriyor. Yelda Reynauld ve Deniz Akkaya ile birlikte Tamer Karadağlı’yı ilk defa Hollywood yapımı bir filmde 35 saniye değil, Amerikalı Michael Madsen, Bai Lign, Arnold Vosloo ve Edward Furlong gibi ünlü isimlerle birlikte önemli bir rolde izleyeceğiz. Amerika’da geçen ve SABİHA soygun girişiminde üç kişinin KURTULMUŞ bulunan etrafında gelişen olayları anlatan film aynı zamanda Dallas Film Festivali’nden de davet aldı. İlk olarak YunanistanTürkiye ortam yapımı “Bir Tutam Baharat”la Yunanistan adına Oskar aday adayı olan filmde yer alan Tamer Karadağlı, Türkiye’de başarıların hak ettiği değeri bulamadan eleştirilmesinden şikayetçi. Ölümle Dans “Living&Dying” 29 Mart’ta vizyona giriyor. Hollywood’da çekilen bir filmde yer almak nasıl bir duygu? “Çok güzel ve müthiş bir deneyimdi. Böyle projelerin yeni bir kapı açtığına inanıyorum. Bu büyük bütçeli bir stüdyo filmi değil. Tam tersine bağımsız, düşük bütçeli kendi halinde bir aksiyon filmi. Ama yurtdışındaki çalışmaların nasıl olduğunun görülmesi ve aynı zamanda yurtdışı pazarını zorlaması açısından önemli. Bu bir kapı olacaktır, bizden sonrakiler daha rahat bu işe girecek, daha iyi işler yapacaklardır. O anlamda ben çok önemli buluyorum bu filmi. Türk oyuncuların sadece 35 saniye göründükleri değil, rol oynadıkları, ciddi ciddi sahne aldıkları, Amerikalı oyuncularla kafa kafaya çalıştıkları bir film oldu. Türkiye tanıtımına da ciddi katkıları olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar düşük bütçeli film olsa da, yurtdışında iş yapan her insan bir şekilde elçi görevi görüyor. Siz sadece orada kendi oyunculuğunuzu temsil etmiyorsunuz, ülkenizi temsil ediyorsunuz. Oraya gittiğimde, Türkiye’den gelen Türk oyuncu diye bakıldı. Kendinizden çok ülkenizi temsil ediyorsunuz, o yüzden daha büyük bir baskı oluşuyor üstünüzde.” Filmle ilgili birçok ön haber yapıldı ama gösterimi gecikti, neden? “Onu ben bilmiyorum çünkü oyuncuyum. Yapımcıların takdiridir. Yurtdışında 20 ülkeye satıldı. Meksika, Çin, Kore, Polonya ve Avrupa ülkelerine. Tamamen distribütörün insiyatifinde olan birşey.” Önemli bir rolünüz var, kadroya nasıl dahil oldunuz, nasıl hazırlandınız? “Ben bu filmde Duca isimli bir karakteri oynuyorum. Duca bir işadamı ve işyeri soyuluyor. Parısını G geri almak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Bu kadroyu oluştururken ilk başta filmin yapımcısı Nesim Hason ve Elif Dağdeviren benimle görüşmek istedi. Projeyi anlattılar ve ben de sıcak baktım, şartlarda anlaştık ve kadroya dahil oldum. Uzun zamandır tanıdığım ve izlediğim oyuncular vardı kadroda. Çalışmak da büyük bir keyif oldu benim için.” Çekimler ne kadar sürdü? “Bütün filmin çekimi yanılmıyorsam 45 hafta sürdü. Benim çekimlerim ise 2 hafta. Türkiye’de dizi çekimlerim vardı ve Amerika’daki çekimleri bitirip hemen dönmem gerekiyordu. Dolayısıyla çok sıkı bir programım vardı.” Film Dallas Film Festivaline de davet edildi. “Hepimize davetiye geldi ama buradaki işlerimizden dolayı katılamadık. Böyle bir festivale davet edilmiş olması çok hoş birşey.” Oyuncu olurum hepsini oynarım Hep oyuncu mu olmak istediniz? “Hayır. Pilot olmak istedim, polis olmak istedim, ahçı, astronot, avukat, araba yarışçısı olmak istedim. Sonra baktım ki hepsi olamayacağım oyuncu olayım, hepsini oynarım dedim. Böylece oyuncu olmaya karar verdim.” Oyunculukta ve sinemada hedeflerinize ulaştığınızı düşünüyor musunuz? “Hayır, bu hiçbir zaman olmayacaktır, eminim. Çünkü daha iyi birşeyler yapmak için çaba gösterirsiniz. Aslında televizyonda yaptığımız sanat değil. Televizyon ticari bir kurum ve biz de para kazanıyoruz. Çabuk tüketilen pop kültürün yoğunlukta olduğu bir mecra. Dolayısıyla orada kalıcı birşeyler yapıyor olmak çok zordur. Böyle diyorum ama Çocuklar Duymasın’da 95 bölüm son 5 senede 3400 kez gösterildi. Ama tüm bunların yanında kalıcı olarak yapacağımız işler sinema veya tiyatrodadır. Ben hep kendime küçük hedefler koyuyorum ve onlara ulaşmak için çaba harcıyorum. Tek bir hedefim yok, zirveye çıkayım tamamdır diye bir düşünce içinde hiçbir zaman olmadım. Bir zirveye çıkmak diğer zirveleri görmeye yarar diye hep inandım ve o yolda ilerledim. Kendimle yarışma çabası içindeyim.” Türkiye’deki dizi karakterlerinin gerçek kişiliklerle çok fazla karşılaştırılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? “Biz duygusal bir milletiz, gördüğümüz seyrettiğimiz şeylere inanıyoruz. Onları gerçekmiş gibi kabul ediyoruz. Televizyon bizim hayatımıza çok fazla işlemiş durumda. Dünya sıralamasında Amerika’yı bile geçtik televizyon bağımlılığında. Ben ne kadar karıştırılmamalı desem de dizi karakteriyle gerçek kişilikler karıştırılıyor. Elbette ki bu doğru değil. Televizyon dizilerini insanların günlük sıkıntılarından kaçış yeri gibi görüyorum. Ekonomik sorunlarından bunalıp başka bir dünyaya girmek insanları rahatlatıyor. Tümüyle kendini o dizinin içine dahil ettiği için de bazen gerçek dünyayla dış dünya karışıyor. Bizim insanımız Biri Bizi Gözetliyor gibi izliyor. Böyle bir dünya, böyle bir ev var, bu onun karısı, kocası... Çocuklar Duymasın’ı öyle izliyordu.” Bir türlü koşmaya başlayamadık Devlet kredisiyle birçok Türk filmi çevriliyor. Her ay en az dört yeni Türk filmi vizyona giriyor. Bu kalite açısından bir sorun teşkil ediyor mu? “İki türlü de değerlendirilebilir. Bardağın dolu tarafından bakıldığında sektörün dönmesi açısından çok faydalı. Tabii ki kötü filmler de olacaktır ama aralarından iyileri de sıyrılacaktır. Sektör bir şekilde kendini hep yenileyecektir. Sinemada hala emekleme dönemindeyiz bence. Bir türlü kalkıp koşmaya başlamadık, tabii ki üçbeş proje ve filmden bahsetmiyorum. Gişede çok başarılıdır ama sanat değeri taşır mı taşımaz mı onun ayrımı da çok zordur zaten. Ödül alan filmlerimiz var yurtdışında, Antalya Film Festivali’nde ama gişede çok kötü. Festivale giremeyecek olan bir film de 23 milyon gişe yapabiliyor. Çarkın dönmesi için devletin o teşviki vermesi gerektiğine inanıyorum. Yurtdışından gelecek yapımcılara da devletin yardımcı olması gerekiyor. Vergi indirimine gitmesi gerekiyor?” Sizce Türk sineması dünya sinemasında bir yer edinebilecek mi? “Ben Türkiye’nin tanıtımının sinemayla olacağına inanıyorum. Söylemek istediklerinizi en rahat anlatabilecek mecra sinemadır. Bunun örneği de Amerika’dır. 2. Dünya savaşından sonra kendi kültürünü tüm dünyaya pazarlaması adına kullandığı en büyük silah sinemaydı. Hepimizi, bütün dünyayı etkiledi. Kendimizi tanıtmak, imajımızı düzeltmek adına en büyük silahımız sinema. Sadece bir lale ve ‘I Love Turkey’ yazılarıyla filan olmaz bu iş. Sanatla çok geniş kitlelere ulaşabilirsiniz. Evet, biz sinemada emekleme dönemindeyiz ama çok yetenekli insanlara sahibiz. Yurtdışında iki projede çalıştım. İlk çektiğim ‘Bir Tutam Baharat’ Yunanistan adına Oskar aday adayı oldu. İki projedeki deneyime bakarak söylüyorum; daha iyi oyuncuları, senaristleri, yönetmenleri yok ama daha iyi bir teknik yapıları var. Teknik olarak bizden çok daha iyiler, endüstrileşmiş bir sektör. Türkiye’de sinema hala bir sektör durumuna gelmiş değil.” Canan Dağdelen’in kitabeleri ve noktaları ksanat sezonu, sergi salonu olarak kullanılan giriş mekanının TEKNOSA’ya dönüştürülmesinin yarattığı olumsuzluklarla açtı. Uzun süre, cadde üzerindeki girişi ile hemen her kesimden izleyiciyi mekana çağıran ve üst katı da içine alarak çağdaş sanat sergilerine ev sahipliği yapan kurum, ne yazık ki, artık sadece üst katta hizmet veriyor. Sergi mekanının tek bir alana indirilmesinin yarattığı olumsuzluğun yanı sıra girişin ön cepheden yana alınması da sanırız izleyici sayısında gözle görülür bir azalma yaşanmasına neden oluyor. ESRA Bu türden yeni koşullara sergilerle direnmeye ALİÇAVUŞOĞLU açtığı çalıştığını söyleyebiliriz esraali@yahoo.com Aksanatın... Örneğin ünlü İranlı yönetmen Abbas Kiarostami’nin “Kar ve Yol” dizisi fotoğraflarından oluşan sergisi ve ardından çağdaş sanat ortamının mualif Yugoslav grubu İRWİN ile kurumun, sarstığı itibarını geri kazanmaya çalıştığı pekala ifade edilebilir. Tüm bunları bir yana bırakırsak; Aksanat yaşadığı değişimin ardından ilk kez bu denli mekanla uyumlu, izleyeni daha içeriye adımını atmadan kendine çeken bir sergiyi ağırlıyor şu günlerde. Canan Dağdelen’in “Kitabesi dot” başlıklı kişisel sergisi, bir bütün olarak, hem son derece şiirsel bir dil üzerine şekilleniyor, hem de bu şirselliği son derece güçlü bir mekan kurgusuyla biraraya getiriyor. Sanat yaşamını Avusturya’da sürdüren Dağdelen’in, küratörlüğünü Hasan Bülent Kahraman tarafından gerçekleştirilen bu sergisi, özellikle seramik gibi sınırları diğer sanat alanlarına nazaran daha sert olan bir alanın nasıl çeşitlendirilebileceğini göstermesi açısından son derece dikkat çekici. Sanat eğitimini Viyana’da alan Canan Dağdelen’in sergi A Fotoğraf: KAAN SAĞANAK başlığı da aslında sanatçının bu sergi çerçevesindeki meselesini ortaya koyması açısından açıklanmaya değer. “Kitabesi dot” başlığında kitabe artık neredeyse kullanılmayan, eskiyi çağrıştıran özelliğiyle; dot ise gündelik yaşamın en sık kullanılan kelimelerinden biri olması nedeniyle sergiye dahil ediliyorlar. Başlık, bir anlamda, geçmiş ile bugünün birlikteliğini sunmayı amaçlıyor. Kitabe ve dot, yani yazıt ve nokta bu serginin odak noktası... Sanatçının dile getirdiği üzere bugün ile geçmiş arasında kurmak istediği bağın bir metaforu, göstergesi aslında bu başlık. Önce noktadan düzenleme uzaktan bakıldığında kubbe ile örtülmüş merkezi planlı bir yapıyı anımsatıyor. Ayrıca atomize edilmiş bir mimarinin seramik kürelerle tekrar canlandırılmış biçimi olarak da okunabilir. “Canevine dot”a yaklaştıkça bu mimari bütünsellik kayboluyor ve hatta sadece seramik kürelerden ibaret bir biçimsellik kalıyor. “Canevine dot” adlı yapıtın tam karşısında ise “Tabanı dot” başlıklı yerleştirme yer alıyor. Alüminyum ve bakır malzemeyle gerçekleştirilmiş bu çalışma yine ince çelik sicimlerle tabana paralel olarak asılı duruyor. “Canevine dot” nasıl geçmişi çağrıştırıyorsa “Tabanı dot” da, malzemesi nedeniyle, bugünü akla getiriyor. Canan Dağdelen’in noktalarla oluşturduğu bu düzenlemelerinin yanı sıra kitabe mantığıyla gerçekleştirdiği çalışmaları da hayli ilgi çekici... Sergiye adını da veren “Kitabesi dot” başlıklı çalışma sanatçının seramik küreleri gerçekleştirme anını ölümsüzleştiriyor. Kitabelerden bir diğeri ise “İletişimi sözsüz” başlığını taşıyan alüminyum rölyef... Sanatçı burada da elleri kullanarak sözün olmadığı bir iletişim biçimini hatırlatıyor izleyenlere. Aksanat’taki Canan Dağdelen sergisi ne bir parçanın eklenebileceği, ne de bir parçanın çıkarılabileceği türden bir niteliğe sahip. Kısaca, “Kitabesi dot”, son dönemde İstanbul’da açılan sergilerin belki de en şiirseli, en mekanla uyumlusu ve en izlenmeye değer olanı... Bir başka Canan Dağdelen sergisi daha izlemek isterseniz yolunuzu Galatasaray’da Galeri Apel’e çevirebilirsiniz. Aksanat Kültür Sanat Merkezi, “Canan Dağdelen Kitabesi Dot” 21 Şubat– 21 Nisan 2007 İstiklal Caddesi, Zambak Sokak, No: 1, Beyoğlu / İstanbul Tel: 0212 252 35 00 www.akbanksanat.com Galeri Apel, “Sakine Çil “Duvar”, Canan Dağdelen “Elde” 22 Mart21 Nisan 2007 Hayriye Caddesi, No:7, Galatasaray, 80060 ISTANBUL Tel : 0212 292 72 36 başlamak gerekiyor çünkü sergi mekanına girdiğiniz andan itibaren sizi kendisine doğru çeken ana eleman “nokta” üzerine şekillendirilmiş olan düzenlemeler. Bu düzenlemelerden biri “Canevine dot” başlığını taşıyor. Galeri mekanının ortasında asılı duran ve tıpkı Yunan tapınaklarında olduğu gibi, etrafında dolaşabildiğiniz ama içine giremediğiniz bir yapı biçiminde kurgulanan bu yerleştirme, serginin ana elemanlarından birini oluşturuyor. Bu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle