19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 06 31/1/07 15:00 Page 1 CUMARTESİ EKİ 6 CMYK 6 3 ŞUBAT 2007 CUMARTESİ Müzik dünyasının son dehası ERDEM KOCA “Sekiz yaşında bir çocuğun gözünüzün önünde Beethoven stili harika bir piyano sonatını bir saatten az bir sürede hiçbir enstrümandan faydalanmadan yazdığını görseniz ne tepki verirsiniz?” New York’taki Julliard Müzik Okulu’nun müzik teorisi öğretmeni Samuel Zyman bugün 15 yaşında olan Jay Greenberg’le tanışınca şaşkınlığını bu sözlerle ifade etti ve ekledi: “Bu kadar olağanüstü bir yetenekle karşı karşıya kaldığınızda ve bunu kavramakta bile zorlandığınızda ne yaparsınız? Böyle bir kompozisyon yeteneğinin bu kadar küçük yaşta oluşmasına inanabilir misiniz? Mozart, Mendelssohn ve SaintSaens’a benzer bir yetenekle karşı karşıyayız.” Jay Greenberg’in bu övgüye verdiği yanıt ise zekâsını ve kendine güvenini ortaya serecek nitelikteydi: “Bu karşılaştırmalar yapılırken mesela Mozart’ın geçmişi ve yaşadığı şartlar göz önüne alınmıyor, bu noktada iki bestecinin müziğini karşılaştırmayı garip buluyorum.” ÇELLO İNSAN SESİNE YAKIN 1991’de, Amerika’nın New Haven kentinde dünyaya gelen Jay, klasik müzik dünyasında büyük heyecana neden oldu. Greenberg iki yaşından beri müziğe olan ilgisiyle ailesini şaşırtıyordu. İlgi alanı özellikle çelloydu, durmadan çello resimleri çiziyordu. Üç yaşına geldiğinde ise bu enstrümanı çalmaya ve besteler yapmaya başladı. Jay Greenberg müziğe olan aşkını bugün şöyle Jay anlatıyor: “Müzikle neden bu kadar ilgili olduğum hakkında bir fikrim Greenberg yok, nörolojik olarak incelersek kendi kendine genetik bir duruma; işitsel yönü piyano çalmayı aşırı hassas olan bir kulak kemikçiğine bağlanabilir. öğrenir. Yedi yaşına Çelloya olan ilgim ise insan geldiğinde ilk müzik sesine yakınlığından teorisi derslerini almaya kaynaklanıyor. Hâlâ çok yönlü ve dokunaklı sesini başlar. Üç yıl sonra, on yaşına basan Jay, Julliard müzikal sebeplerden dolayı solo geçişlerde Müzik Okulu’na kabul kullanıyorum.” edilir ve her biri otorite Jay Greenberg kendi kendine piyano çalmayı da olan eğitmenlerinin öğrenir. Yedi yaşına geldiğinde şaşkınlık dolu ise ilk müzik teorisi derslerini övgüleriyle almaya başlar. Üç yıl sonra, on yaşına basan Jay, Julliard Müzik karşılaşır Okulu’na kabul edilir ve her biri otorite olan eğitmenlerinin şaşkınlık dolu övgüleriyle karşılaşır. Julliard’da geçen yıllarında öğretmenlerini, öğrenci arkadaşlarını ve klasik müzik dünyasını kendine hayran bırakan Jay, beste yapmayı aralıksız sürdürür. Kısa zamanda beş senfoni, bir düzine piyano sonatı, yaylı dörtlüsü ve oda orkestrası için parçalar, piyano, keman ve viyola için konçertolar besteler. İLK ALBÜM YAYIMLANIYOR Yıl 2003... Jay 12 yaşındadır ve beşinci senfonisini yazar: “Kafamdaki materyalin söz gelimi bir piyano sonatı için değil bir senfoni için olduğundan başından beri emindim. Bunun sebebi kullanacağım enstrümanlardan, melodilerin tonal renklerinden ve parça için gereken uzunluktan kaynaklanıyordu. Tüm bunlar büyük ölçekli, birden çok bölümlü, orkestral bir yapı gerektiriyordu.” Jay ilk ödülünü 11 Eylül saldırıları için bestelediği uvertürü ile aynı yıl kazanır, 2004, 2005 ve 2006 yıllarında da ASCAP Genç Besteci ödülüne layık görülür. Bu başarıları Amerikan basınının da dikkatini çeker ve hikâyesi ilk olarak CBS kanalının ünlü 60 Minutes (60 Dakika) programında izleyicilere aktarılır. Olağandışı bir yetenekle karşı karşıya olduklarını farkeden sadece müzik öğretmenleri ve gazeteciler değildir. Jay önde gelen menejerlik şirketi IMG Artists ve Sony BMG plak şirketine imza atan en genç sanatçı olur. Sony BMG’nin başkanı Gilbert Hetherwick de yapılan anlaşmadan memnundur: “Yaşına göre başardıkları gözümüzden kaçmadı, bunun ötesinde müziğine olan tutkusu ve kendinden emin ruhu çok etkileyici. Genç ve geniş bir dinleyici kitlesinin bu keşfi yapmakta gecikmeyeceğinden eminim.” Jay’in ilk albümü, Sony ile yaptığı anlaşmanın ardından geçen yılın 15 Ağustos’unda yayınlanır. Beste yapmak çocuk doğurmak gibi Bu alçakgönüllü sanatçı için beste yapmak aslında nefes almak kadar doğal bir süreç; Jay’in kafasından durmadan melodiler geçiyor, bunlar bazen başkalarının parçaları bazen de kendi besteleri oluyor. Daha sonra kafasında duyduklarını bilgisayara geçiriyor ve dinledikten sonra düzeltmeleri yapıyor. Söylediklerinden müziğine olan yaklaşımının insancıllığı ortaya çıkıyor; “Benim için beste yapmak bir çocuk doğurmak gibi. Gebelik sürecinden sonra ona düzgün konuşmayı, görgü kurallarını öğretirsiniz. Aynı bir bebek gibi büyüdüğü zaman nasıl biri olmasını istediğinizi ve nasıl davranmasını beklediğinizi önceden kesin olarak bilirsiniz. Daha sonra yuvadan uçar, Carnegie Hall’de dünyayla karşı karşıya gelir ve siz de içinizde bir boşluk hissedersiniz. Doldurmak için de yeni bir parça yazarsınız.” Çağdaş bestecilerin eserlerinden ve müzikle ilgili yazılarından çok şey öğrendiğini söyleyen Jay, özellikle Igor Stravinsky, Leonard Bernstein, Aaron Copland ve Bela Bartok’tan etkilenmiş. Jay’in ayakları yere basan bir genç olduğu ortada, şöhretle ilgilenmiyor, asıl önemsediği bestelerinin kalitesi: “Bana gösterilen ilgiden rahatsızım çünkü şu an ürettiğim çalışmaların mükemmele yakın olacağından emin değilim. Keşke insanlar beni ilgiye boğmak için bestecilikte daha iyi olmamı bekleseler.” Müzikten arta kalan zamanlarında bir gencin sıradan yaşamını sürmeye çalışan Jay’in hobileri geniş bir yelpazeye dağılmış: “Kompozisyonun yanı sıra tekvando, kitaplar, Lego gibi inşaat oyuncakları ve fotoğraf ile ilgileniyorum, özellikle de Photoshop’la.” Jay’in Jose Serebrier yönetimindeki Londra Senfoni Orkestrası’nın 5. Senfoni’sini seslendirdiği albümü büyük ilgi gördü ve başarılı bir satış grafiği izledi. Bestelerine ara vermeden devam eden Jay Greenberg şu aralar ilk kez ünlü keman virtüözü Joshua Bell tarafından Carnegie Hall’da seslendirilmek üzere St. Luke Orkestrası’ndan aldığı keman konçertosu siparişi üzerinde çalışıyor. Son iki yüzyılın en büyük müzik dehası olarak değerlendirilen Jay Greenberg dünya müzik tarihine geçme yolunda emin adımlarla ilerliyor... 99 sayfada panik atak G azeteci Füsun Saka’nın üçüncü kitabı İş Bankası Kültür Yayınları’ndan piyasaya çıktı. Füsun Saka’nın, Prof. Dr. Özcan Köknel ile birlikte yayına hazırladıkları “Panik Atak” kitabı 99 syfada irdelenen soru ve cevaplardan oluşuyor. Kitapta, panik atak tüm yönleriyle ele alınıyor… Kitabın hazırlanışına ilişkin olarak Füsun Saka’nın yazdığı önsözdeki bilgilere göre, dünya nüfusunun yüzde 40’ının ruh sağlığı yerinde. Sağlığı bozuk olup tedavi olanların oranı yüzde 1821 arasında seyrediyor. Geriye kalanlarınsa ruh sağlığı yerinde değil. Bu tablonun sonucunda bilgi dağarcığımıza her gün yeni bir psikiyatrik hastalık tanımı yerleşiyor. Panik bozukluk da bunlardan biri… bu kadar ön plana geçebiliyor. Prof. Dr. Psikiyatr Özcan Köknel’e göre; artık dünyada bu hastalık giderek yaygınlaşıyor. Yapılan psikiyatrik araştırmalar, hastalığın yaygınlık oranının ürkütücü boyutlara vardığını da gösteriyor. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde her beş kişiden biri panik atak geçiriyor. Bu sayı her geçen gün katlanarak artıyor. Türkiye’de ise araştırmalar bu oranları tam yansıtmıyor çünkü hala psikolojik rahatsızlıklar nedeniyle doktorlara gitme oranı çok düşük ama her yüz psikiyatri hastasından 4’ünün tedavi gerektirecek düzeyde panik atak sorunu yaşadığı tahmin ediliyor. Ayrıca hastalığın bir önemi de ülkelere göre değişkenlik göstermeyip, gelişmiş, az gelişmiş, gelişmekte olan ülke diye ayırmayıp tüm insanlığı etkisi altına almış olması. Yani panik atak oranları ülkeden ülkeye çok fazla değişiklik göstermiyor. ? KORKUDAN KORKMAK Panik bozukluk ya da halkın tabiriyle panik atak dünyamıza girdiğinden bu yana, o kadar da çok zaman geçmedi. Hatta bu hastalığın ünlüleri bile var artık. Yani öyle kötülenecek türden değil gibi. Ruhsal bir hastalık mı? Sorusunun cevabı da “Hayır”. Peki ama nedir bu panik atak? Ya da panik bozukluk? Dünyamızı çoğunlukla cehenneme çeviren, bir daha gelecek mi, korkusunu insanın yüreğine yerleştiren bir kabus mu? Aslında kelimenin tam anlamıyla korkudan korkmak diye özetlenebilir kısaca. Çok popüler, çok korkunç, hakkında giderek daha fazla şey öğreniyoruz ve doğal olarak panik atak, tüm dünyada giderek artan bir şekilde dikkatleri üzerinde topluyor. Belki psikiyatri dünyasında bu kadar önemsenen başka hastalıklar da var. Ama neler olup bitiyor da panik bozukluk ÖLECEKMİŞ GİBİ... Dünyada belki de milyonlarca insanı pençesine sinsice alan panik atak, insanı öylesine sarsıyor ki, bu atağı yaşayanlar bir sonraki atağın korkusuyla panik oluyorlar. Neden mi? Çünkü panik atak nöbeti geçirenler yaşadıkları anı tüm çıplaklığı ile anlatırken ölecekmiş korkusunu çok net hissettiklerini dile getiriyorlar. Kalbin yerinden fırlayacakmış ve bir daha yani duruncaya kadar hiç yavaşlamayacakmış gibi hızlı atması, başın dönmesi, kulakların çınlaması ve uğuldaması, solunumun duracakmış gibi hissedilmesi, boğazında bir yumru varmışçasına yutkunmakta hissedilen güçlük, bayılma hissi ve ölüm beklentisi. İşte tüm bunlar panik atak nöbetlerinin kısaca özetleri. Panik Bozukluğu her yaşta başlayabilir En sık görüldüğü yaş aralığı ise 2030 arasıdır Panik bozukluk açısından bakıldığında bu sorunu yaşayanlar arasında çok büyük kültürel farklılıklar olmadığı görülüyor Şehirde yaşananlar, kırsal bölgelerde yaşayanlara oranla daha sok panik bozukluk geçiriyor. Eğitim düzeyi, sosyoekonomik durumla panik bozukluk arasında direkt bir ilişki bulunmuyor. Evli insanlarda, dul ya da boşanmış insanlara göre daha az görülüyor
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle