26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 03 31/1/07 15:02 Page 1 CUMARTESİ EKİ 3 CMYK 3 ŞUBAT 2007 CUMARTESİ 3 Bir ulus ve bir sergi tasarlamak... ESRA ALİÇAVUŞOĞLU [email protected] Karaköy, sergi ya da galeri mekânı olarak oldukça verimli bir alan olmasına karşın izleyici açısından çok da tercih edilen bölgelerden biri değil. Oysa iki kurumun, Garanti Bankası’nın ve Sabancı Üniversitesi’nin galerileri burada ilginç sergilere ev sahipliği yapıyor. Aslında bu bölge, bu iki kurumun etkinlik alanı olmasının yanı sıra Yaya Sergileri ve 9. Uluslararası İstanbul Bienali’nde de kullanıldı ve çok sayıda sanat izleyicisi İstiklal Caddesi’nden bu bölgeye aktı. Ancak, geçici sergilerin kapanmasının ardından bölgeye gelen izleyici sayısının yine de yeterli olmadığını söylemek gerekiyor. Çünkü neredeyse hemen her sergide bu iki kurumun etkinlik mekânlarındaki izleyici sayısı, ne yazık ki, bizimle birlikte ikiyi geçmiyor. Oysa Kasa Galeri gibi açıldığı günden itibaren genç sanatçıları ağırlayan “alternatif” bir mekânın izleyici tarafından desteklenmesi gerekiyor. Aynı durum “alternatif” bir mekân olmaktan çok bir müze kimliği altında etkinlik düzenleyen Garanti Osmanlı Bankası Müzesi için de geçerli... DÖNEM SERGİLERİ Garanti Bankası’nın Karaköyİstiklâl Caddesi üzerinde üç farklı sanat mekânı bulunuyor. Bunlardan Garanti Platform güncel sanat, Garanti Galeri ise mimarlık alanında sergiler gerçekleştiriyor. Eski Osmanlı Bankası’nın Garanti tarafından satın alınmasının ardından bir bölümü Osmanlı Bankası Müzesi adı altında izleyiciye açılan diğer mekân ise genellikle dönem sergilerine ev sahipliği yapıyor ve bu sergiler çerçevesinde yetkin söyleşiler gerçekleştiriyor. Özetle, Garanti Bankası’nın sanatla kurduğu ilişki diğer kurumlardan farklı olarak daha tematik ve uzmanlık alanlarına yönelmiş durumda. Aslında bu, kurumların sanata destek verirken belki de göz ardı etmemeleri gereken en önemli ayrıntılardan biri. Ülkemizdeki özel müze ve kurum galerilerine kabaca göz attığımızda uzmanlık ya da ilgi alanları merkezlerinde bir odak kayması sorunu yaşadıkları dikkat çekiyor. Bunun temel nedeni, çok sayıda izleyiciye hitap etmek olarak formüle edilse de, sonuç profesyonellikten ödün vermekle eşanlamlı bir hal alıyor. yakın kurum ve kişiden temin edilen görsel malzemelerden oluşan sergide, dönemin tarihi konjonktürünü aktaran kısa bir giriş filminin yanı sıra, 120’nin üzerinde fotoğraf ve 10 dokümanter filmin fragmanı yer alıyor. Sovyet Rusya, Faşist İtalya, Nazi Almanya, iki savaş arasında Fransa, iç savaşın kucağında İspanya ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ulus olarak kendilerini nasıl gördüğünü ve nasıl görünmek istediğini çok net bir biçimde izleyebiliyoruz bu sergide. Serginin içeriğine, ele alınan konunun işlenişine söylenecek pek söz yok. Ancak, aynı mekânda bundan önce gerçekleştirilen ve 1980’leri büyüteç altına alan sergide de aynı durumun söz konusu olduğu bir olumsuzluk var: Sergileme biçimi.... Sergi tasarımı, bu türden didaktik sergiler için salt görselliğin ya da salt bütünün nasıl “göründüğü” üzerine şekillenmemeli ve bizzat izleyicinin sergiyi okuyabilmesi üzerine odaklanmalı. Ancak son iki serginin de en büyük problemi, sergileme biçiminin izlemeyi okunmaz kılmasından kaynaklanıyor. Açıkçası 1980’ler sergisinde bunun sergiye özel olarak, bilinçli bir biçimde, 80’lerin karmaşasını yansıtmak amacıyla gerçekleştirildiğini sanmıştık. Sergileme biçimi bir sergiyi varedebilmenin en önemli öğesiyse, yok olmasına da aracılık eden en hayati etkenlerden biridir. Dolayısıyla adı müze olan bir kurumun bu türden etkinlikler gerçekleştirirken sergi programlarına gösterdikleri profesyonelliği ve titizliği sergileme biçimine de göstermeleri gerekiyor. Yukarıda sözünü ettiğimiz olumsuzluğu bir yana bırakırsak, mutlaka izlenmesi gereken bir sergi “ulusu tasarlamak”. Hem bu türden eğitici ve sözü olan sergilerin azlığından, hem de serginin içeriğini oluşturan malzemenin öneminden dolayı.... Durdurun uçağı, molada fotoğraf çekecek var! Bugünlerde yolunuz İstanbul’da Çukurcuma’ya düşerse, Faik Paşa Sokağı No. 37 adresindeki Article Sanat Galerisi’ne uğramanızı öneririm. Çünkü galeride, Mustafa Önder’in 23 Şubat’a kzulal?yahoo.com kadar sürecek “Stopovers” başlıklı enfes bir fotoğraf sergisi var. 1969 doğumlu Mustafa Önder, Mimar Sinan Üniversitesi’nin fotoğraf bölümünden mezun profesyonel bir fotoğrafçı. Geçen yıl atmış sırtına çantasını ve 10 ülkeyi dolaşmış. Birbirinden güzel ve ilginç fotoğrafları da çekip getirmiş ayağımıza kadar. Eh, daha ne yapsın? Bize de galerinin duvarlarını süsleyen fotoğraflara bakıp hayaller kurmak ve kendisine sorular sormak düştü. Verdiği yanıtlar, aynı tür maceraya atılmak isteyenlere ilham kaynağı olacak cinsten… ZÜLAL KALKANDELEN Osmanlı Bankası Müzesi “Ulusu Tasarlamak” 20 Mart 2007, Voyvoda (Bankalar) Caddesi 3537 Karaköy, Tel: 0212 334 22 70 www.obmuze.com GİDİŞ DÖNÜŞLERDE KONAKLAMA İMKÂNI Bugün bir ülkeden bir başka ülkeye seyahat etmek hiç de azımsanmayacak miktarlarda para harcanırken sen bir yılda 10 ülkeyi gezmeyi başardın ama bunun fazla para gerektirmediğini söylüyorsun. İşin sırrı nedir? Stopovers, “bir yerden bir yere yapılan yolculuğun bir ya da birkaç yerde duraklama yapılarak tamamlanması” anlamına geliyor. Güzergâhlarını bu şekilde ayarlayan havayollarıyla uçarak uçağın aktarma yaptığı ülkelerde bir süre konaklamanın mümkün olduğunu öğrendiğimde çok heyecanlandım.Yeni Zelanda’ya hep gitmek istemiştim. Bu ulaşılmaz gibi görünen ülkeye en uygun bileti araştırdığımda, Emirates Havayolları’nın İstanbul’dan Yeni Zelanda’ya Dubai, Singapur ve Avustralya üzerinden gittiğini ve bu güzergâhlarda “stopovers” yaptığını, yani istersem bu ülkelerde gidiş ya da dönüşte bir kereye mahsus olmak üzere konaklayacağımı öğrendiğimde, güzergâhım da aşağı yukarı belirlendi. Sergi hangi ülkeleri kapsıyor? Yeni Zelanda dönüşü Avustralya’ da 10 gün, Singapur’ da iki ay kalacak şekilde biletimi ayarladım. Bu iki ay boyunca Singapur’dan önce komşu ülke Malezya’ya, daha sonra sırasıyla birbirine komşu ülkeler Tayland, Laos,Vietnam ve Kamboçya’ya gitmek üzere rotamı belirledim. Tabii bu ülkelere kimi zaman otobüsle, kimi zaman trenle ve kimi zaman da tekneyle ulaştım. Güneydoğu Asya ülkelerini kapsayan bu güzergâh, Tayland’da sonlandı. Buradan İstanbul’a dönmek için Singapur’a gitmem gerekiyordu. Bu yolculuğu da başka bir havayolundan biriken millerim sayesinde, Tokyo üzerinden stopover olanağı veren başka bir havayolu ile yaptım. Orada da beş gün kalarak Singapur’a, yani beni İstanbul’a ulaştıracak uçağa ulaştım. Fotoğrafların insanı doğal yaşantısı içinde görüntülüyor. Seni fotoğrafçı olarak etkileyen temel unsur, o doğal yaşantıların ülkelere göre farklılaşması mı? Yoksa farklılaşan mekanlarda keşfettiğin temel insani özelliklerin benzeşmesi mi? Sonuçta nereye gidersem gideyim, insanı insan yapan öğelerin değişmediğini gördüm. Buna fotoğrafçı olarak yaklaştığımda, insanları kendi doğal yaşamları içinde kendilerine has özellikleriyle görüntülemek için çabalıyorum. Benim yöntemim, yeni bir şehirde hem turist gibi hissedip hem oranın yerlisi gibi yaşamak. SERGİLEME BİÇİMİ... Garanti Bankası Osmanlı Müzesi’nin açıldığı günden bu yana bu türden bir odaklanma problemi yaşamadığını belirtmek gerek. Bu çerçevede, GarantiOsmanlı Müzesi’nde şu günlerde oldukça ilginç bir sergi olduğunu hatırlatmakta fayda var. 1920’ler ve 1930’larda Avrupa Devletleri’ni büyüteç altına alan “Ulusu Tasarlamak” başlıklı bu sergi, aynı coğrafya üzerindeki ülkelerin, aynı tarihlerde geçirdikleri ulus inşaasının evrimi ve yönelimi üzerine odaklanıyor. Küratörlüğünü tarihçi Sandrine Bertaux’nun gerçekleştirdiği sergi, çeşitli fotoğrafları, arşiv belgelerini, afişleri, posterleri vb. gibi malzemeleri biraraya getirerek bir dönemin ulus tasarımındaki etkileşimi oldukça net görmemizi sağlıyor ve kültürden endüstriye kadar tüm alanları kapsayan bu tasarımın öğeleri üzerine düşünmemize neden oluyor. Bir ulusu inşa etmenin yanı sıra modernite algısının ve modellerinin nasıl çeşitlendiğini ve bazen nasıl da aynı paralellikte yürüdüğünü göstermesi açısından son derece önemli veriler sunan bir sergi bu. Ulusların ideolojiler tarafından nasıl tasarlandığını, ideolojilerin nasıl görselleştirildiğini ve bu görselleştirmenin aynı coğrafya üzerinde nasıl da etkili olduğunu gösteren bir sergi “ulusu tasarlamak”... Ayrıca, Fransa, İngiltere, Rusya, Amerika, Almanya, Hollanda, İtalya, İspanya ve Türkiye’den 30’a SİNGAPUR’DAKİ MUSTAFA CENTER Gördüğün yerlerde seni en çok etkileyen yer neresi? Yeni Zelanda, doğasıyla, manzarasıyla büyüleyici olsa da, kendine has insan öğesinin olmaması hayal kırıklığıydı. Ama Auckland şehri yakınlarında bir zamanların Oscarlı filmi Piano’nun çekildiği Piha ve Kare Kare Plajları, seyrederken etkisinde kaldığım filmi bir kere de canlı yaşattı. Laos, hem huzur bulduğum, hem de sakinliğine rağmen renkli görüntüsüyle beni en çok etkileyen ülke oldu. Özellikle Tayland’dan Laos’un Luang Prabang şehrine yaptığım Mekong nehrinde iki gün süren tekne yolculuğu, hayatımda huzur içinde geçirdiğim tek yolculuktu. Tokyo ise, film karelerinden çıkma gerçeküstü görüntüsüyle beni büyüledi. Fakat orada kaldığım bir hafta süresince, iki ay boyunca bütün Güneydoğu Asya’da harcadığım paradan daha fazla harcamak zorunda kaldım. Kamboçya, gittiğim ülkeler arasında en fakir olanıydı. Angkor Wat’ı, yani yıllarca orman altında saklı kaldıktan sonra arkeologların uzun çalışmalar sonucunda yeryüzüne çıkardıkları kilometrelerce uzunlukta alanı kaplayan tapınakları görmek için 16 saat bisiklet kullanmak zorunda kalsam da, gördüklerim her türlü zorluğu çekmeye değerdi. Tahiti’nin Moorea adası cennetten bir köşeydi. Başrolünü Leonardo Di Caprio’nun oynadığı “Kumsal” filminin çekildiği, Tayland’ın tsunami felaketinden etkilenen Kho Phi Phi adası, ben oraya vardığımda aradan altı ay geçmesine rağmen, sanki felaket dün yaşanmış gibi görünüyordu. Bu beni hayrete düşürmüştü. Singapur’da pek çok farklı din ve milletten insan yaşıyor. Bir gün yolda yürürken, “Mustafa Center” yazılı bir tabela dikkatimi çekti; kendi adımı taşıyan büyük bir alışveriş merkezine rastlamak beni şaşırtmış, döviz bürosundan oteline, hatta kafesinden içinde satılan çaya kadar herşeye Mustafa adının verildiğini görmek şaşkınlığımı daha da artırmıştı. S iyah beyaz cazibe Bebek’te kafe ve restoran olarak hizmet veren Lucca, bu kez bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Mehmet Mutaf’ın isim vermektense dişilik sembolünü (+) kullanarak tanımlamayı seçtiği sergisi 10 Şubat’a dek açık. Kadın vücudu fotoğraflarıyla ünlü olan Mutaf, siyah beyaz fotoğrafları daha anlamlı ve etkileyici bulduğunu söylüyor. İnsan fotoğrafları çekmeyi de çok seven Mutaf önümüzdeki günlende insan portreleri konulu bir kitap çıkarmayı düşünüyor ve bu kitabından seçtiği sekiz fotoğrafı Lucca’da sanatseverlerle paylaşıyor. İngiltere’deki üniversite eğitiminden sonra fotoğraf çekmeye yönelen Mehmet Mutaf reklam özellikle reklam sektöründe tanınıyor. Moda dergileri, reklam broşürleri ve kataloglar için yirmi yıldan bu yana sayısız iş yapan Mutaf’ın sergisi son dönem çalışmalarından oluşuyor. (Tel: 0 212 257 12 55)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle