19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 05 14/2/07 16:50 Page 1 CUMARTESİ EKİ 5 CMYK 17 ŞUBAT 2007 CUMARTESİ 5 Kavga önemli bir deneyimdir Çocuğunuzun başka çocuklarla kavga etmesinden korkar mısınız? Ben çok korkarım! Kızımın, arkadaşlarıyla hiç sorun yaşamamasını, kimseyle kavga etmemesini isterim. Hiç gerçekçi olmayan bu isteğim, doğru da değilmiş. Kavga, çocuklar için çok önemli bir deneyimmiş ve günlük yaşamda üstesinden gelinmesi gereken normal bir olaymış. Ancak, tabii ki, kavganın tehlikeli bir boyuta ulaşması ya da çocukların birbirine hakaret dolu sözler söylemeye başlaması üzerine müdahale etmemiz şart. FİGEN ATALAY Bir kavga, karşılıklı bağrışmak ya da dövüşmek yerine bir balon savaşı ile geçiştirilebilir. Herkes bir balon şişirir ve bu balonun ağzını sıkıca bağlar. Balonlara keçeli kalemle öfkeli yüzler çizilir. Çocuklar bunları birbirlerine fırlatırlar. Tarafların arası düzelene kadar pek çok balon patlayabilir. Kavga sırasında büyük bir enerji açığa çıkar. Bu durumda çocuklar, öfkelerini birbirlerinden değil de eski kumaş parçalarından çıkarabilirler. Bir makasla kumaşların kenarlarını biraz kesin. Kumaşlar, kesilmiş kenarlardan büyük bir çatırtı ile yırtılabilirler. Kumaş ne kadar kalın olursa ve parçalamak için ne kadar güç gerektirirse o kadar iyi olur. Çocukları denge yoluyla barışmaya teşvik edin. Bu oyunda, kavga eden iki kişi ellerinde birer kaşık tutar. Kaşıklardan birinin içine düğme, ceviz, haşlanmış yumurta gibi bir şey konulur. Diğer kaşıkla da savaşılır. Amaç, öteki kaşıkta duran nesnenin düşürülmemesidir. Bütün çocuklar büyük bir halka oluşturur. Birbirleriyle kavgalı iki çocuk önce kendi görüşlerini söyler. Sonra roller değiştirilir ve her çocuk diğerinin görüşünü savunmak zorunda kalır. Böylece karşı tarafın ne düşündüğünü öğrenir ve belki de ona karşı anlayışlı olmaya çalışır. Balon kavgası Kavgayı parçalamak GÜÇ SINAMASI Martin Stiefenhofer’in yazdığı ve Erdem Yayınları’ndan çıkan “Çocuğunuzu Kavgacı Tutumundan Uzaklaştırmak İçin 55 Öneri” başlıklı kitapta, kavganın çocuklar için yararı şöyle anlatılıyor: “Çocuklar, aralarında tartıştıkları zaman kendi güçlerini ölçerler ve insanların davranışlarının sebeplerini de anlamaya çalışırlar. Bu tartışmalar, kardeşlerin ailedeki konumları için mücadele vermelerine ve bu konumu garanti altına almalarına yarayan birer araçtır. Ayrıca çocukların arkadaşlarıyla olan ilişkilerinde de karşısındakine karşı koyabilmesini ve kendi çıkarlarını koruyabilmesini sağlar. Bu hedefler doğrultusunda kavga etmek bazen kaçınılmaz olur. Sorunlar oyunla çözülebilir Denge çarpışması Rolleri değiştirmek Kavgayı sandalyeye bağlamak Kavgalı iki kişi için iki ayrı yer belirlenir. Bu, 35 metre mesafeyle duran iki sandalye olabilir. Her çocuk sandalyeye oturarak ya da üzerine çıkarak kendi konumunu belirler. Bu şekilde rakibine karşı kendisini savunur. Kavga boyunca kimse sandalyesini terk etmemelidir. Kavganın şiddeti hafifleyince iki taraf da sandalyesini birbirine yaklaştırabilir. KİŞİLİK GELİŞİMİ Çocuk, kardeşleriyle ve arkadaşlarıyla yaptığı bu kavgalar sırasında başkasına karşı koyabilme ve kendi isteklerini kabul ettirebilme gücünü sınar. Bu konuda kazanılan başarılar kişilik gelişimi için gereklidr, benlik bilincini kuvvetlendirir ve sosyal yeterlilik için bir temel oluşturur. O halde kavga önemli bir deneyimdir. Çünkü çocuklar bir taraftan kendilerini ortaya koymak ve yaşamla başa çıkmak zorundadırlar. Diğer taraftan da geri çekilmeyi ve kaybetmeyi öğrenmelidirler. İsteklerini dile getirebilmeleri, karşısındakileri buna ikna edebilmeleri ve böylece herhangi bir grup ya da aile içinde yerlerini bulmalarını gerekmektedirler. Akranlarıyla mücadele ederken gösterdiği dayanma gücü ya da yenilgiyi kabul edebilme anlayışı, çocuğunuzun kendisine olan güveninin artması ve kişisel gelişimi için önemli bir deneyimdir. Demek ki, çekişmelerin ve kavgaların belli bir ölçüde yaşanması doğaldır. Böyle bir anda çocuğunuzun yapması gereken, kendisini savunmaktır.’’ figenatalay?yahoo.com Faks: 0212 343 62 74 Beklentileriniz yüksek olmasın zman psikolog Dr. Dilara Kızılçay, annebabaların beklentilerinin, çocuğun yapabilecekleri ve hedefleri ile doğru orantılı olması gerektiğini vurguladı. Yalova yolu üzerindeki Özdilek Alışveriş Merkezi’nde, Acıbadem Hastanesi işbirliğiyle gerçekleştirilen seminerde annebabalar, “Çocuklarda okul başarısını etkileyen faktörler” konusunda bilgilendirildi. Çocukların okulda ve hayatta başarılı olabilmeleri için nelere dikkat edilmesi gerektiğini anlatan Dr. Kızılçay, şunları söyledi: “Ailenin, gerek okul, gerekse bazı okul dışı konulardaki çeşitli tutum ve tavırları, çocuk tarafından sürekli izlenir ve taklit edilir. Her şeyden önce ebeveynin okul ve öğretmenler hakkında ne hissettiği, ne düşündüğü ve bunları çocuğa nasıl yansıttığı önemlidir. Bazı çocuklar derslere ilgi duymaları için gösterilen tüm çabalara kayıtsız U kalır ve ailelerinin istediği başarı düzeyine bir türlü ulaşamazlar. Diğer bir kesim çok daha başarılı olabilecekken kapasitesini tam olarak ortaya koyamaz ve elde edebileceği notların daha azına razı olur. Kimi öğrenciler de başarılı olmalarına karşın sürekli bir stres yaşar ve en küçük bir başarısızlık onları yoğun bir biçimde yıpratır. Ama öncelikle başarı kavramına değinmek, yerinde olacaktır: Başarılı olma, bir varolma koşuludur. Yani sağlıklı bir insan, iş yapmadan, bir şeyler başarmadan yaşayamaz. Başarılı ya da başarısız olmak insanın ruh halini ve davranışlarını önemli ölçüde etkiler. Henüz eğitim çağında olan çocuk için başarı genellikle “okul başarısıyla” ölçülür. Okul başarısı ise çoğumuz için yüksek notlar anlamına gelir. Böylece bir çocuğun hayattaki başarısı sadece aldığı notlarla belirlenmiş olur ve bu da çocuğun uzun süre taşıyacağı bir etiket haline gelir.” Dünyayı değiştiremiyorsan adi gelin bugün dünyaya bir yoksulun, yok yok en diptekinin gözleriyle bakın. Kolay değil peşinen söylemeli. Artık olmak var işin ucunda. Çaresizlik, açlık beraberinde. Horlanan, yok sayılan, hakir görülensiniz. Bir günlük seyir istiyorlar sizden, hepsi bu. İzmir Devlet Tiyatrosu sanatçıları size, “dünyayı değiştiremiyorsan, dünyaya bakan gözleri değiştir” çağrısı yapıyor. H ona bakan gözleri değiştir OZAN YAYMAN sürdürenlerin öyküsü. “Günde kaç milyon insan ölür yeryüzünde/doğar kaç milyon/kaçı yaşadım diyebilirdi/kaçı yaşadım diyebilecek/kaçı günde üç öğün yemek yiyebilirdi/kaçı yiyebilecek” dediyse Nâzım Hikmet 1961 yılında, onun kuşağından olan Samim Kocagöz de, 1963 yılında kaleme aldı “Islak Ekmek” adlı oyunu. Oyun o günden bu yana yazıldığıyla kaldı. Zemin bulamadı bir türlü perde demeye. Sosyalist Samim Kocagöz yazdı bir kez. Toplumcu gerçekçi yapıtlar sunuyordu. O halde ne yapmalı yapıtlarına? “Yasak” dersin olur biter. Dönem iktidarlarının sanat çevresine özellikle tiyatroculara karşı uyguladığı baskılar bitmek bilmez. Kocagöz’ün oyununun yasaklanması yönünde yazılı bir hüküm olmasa da, kırk dört yıl çekmecede tutulur. Ankara’dan İzmir’e gelen yönetmen Tayfun Orhon’un ilgisini çekmesiyle gerçek değerine kavuşur, Islak Ekmek ve dört gün önce seyirciyle buluşur. Bugüne kadar hiçbir yerde sahnelenmeyen oyun çöplükte yaşayan, sıfır noktasındaki insanların hayatından sunulan kesitler ile yaşadığımız yüzyılın sefaletine ayna tutuyor. Biz, oyun sahneleniyor diyoruz ancak tiyatrocular, “Bu sahnede, bu temsil oynanmıyor. Bire bir aktarılıyor” diye not düşüyorlar. Provalara başlamadan önce kendi aralarında söz vermişler, “oynamaktan öte yaşayacak ve hissedeceğiz” diye. Gösterim öylesine sarsıcı ki, yüze vurulan tokat gibi geliyor. İstem de bu zaten.Yaşanan sürece en dip noktadan bakılmasını sağlamak. Çöplüğü mesken belleyenlerden, kadının kocasına geçmişe dair şöyle bir yakınmasını duysanız ne düşünürsünüz? “Ne kadar mutluyduk oysa ben gündeliğe sen fabrikaya giderken ne kadar mutluyduk”. Ya da sıcak bir ekmek, temiz bir pantolon için saksı diplerinde saklanan bir kaç kuruşun en yakın arkadaşınız tarafından çalındığını düşünseniz ne yaparsınız? Şampiyon bir sporcusunuz vakti zamanında ve sonunda çöplüğe mahkum oluyorsunuz. Oradakilere size “şampiyon” diye seslense hiddetlenir misiniz? Oyunda bunların her biri kare kare geçiyor göz önünden. Sahneye asılan çerçevenin içinde zifiri karanlık bir tablo var. Oyunda emeği geçen her birey bunun yaşanan yüzyılın gerçeği olduğunu aktarıyor her fırsatta. Oyunun yönetmeni Tayfun Orhon, Islak Ekmek’i, “Üç metrekarelik alana bir dünyayı sığdırmak” diye tanımlıyor. Mekandan bağımsız, dünyanın herhangi bir yerinde şimdiki zamanda olan biten sefaleti sahneye taşıdıklarını söyleyen Orhon, “Amacımız insanları kendilerine getirmek. Yaşadığımız çağın gerçekleriyle yüzleşmelerini sağlamak. Evrensel bir insanlık dramını yansıtıyoruz. Hikaye Afrika, Asya, Ortadoğu, Avrupa ya da dünyanın başka bir yerinde aynı. Oyuncularımızın yansıttıkları tamamen bir tregedya ve hiçbir aşamasında umuttan söz edilmiyor” görüşlerine yer veriyor. Orhon perdelerinin, görmezden gelinen, unutulan ya da hiç bilinmeyen bir dünyanın kapısını aralama adına açıldığını sözlerine ekliyor. ÇÖPLÜKTE YAŞAM Yıllar önceydi. Gazetenin penceresinden sokağın akşam telaşını seyretme anıydı. Telaşlı adımlar, otobüs durağındaki bildik kuyruk, tanıdık yüzler ona eklenen yabancılar. Yabancılardan birisi dikkat çekti. Saçı sakalı karışmış, üstü başı peşmurde, sırtında dünyanın yükü; çökmüş kağıt topluyor. Belli ki o sokak bu sokak derken durakların olduğu yere geldi. Baktı durakta insanlar kümelenmiş, bıraktı tüm uğraşını usul usul sıraya geçti. Kağıtları doldurduğu çuval köşede kaldı. O yana zaten hiç bakmadı. Diğerleri gibi sırasında, otobüs beklemeye devam etti; gidecek bir yeri varmış gibi. Derken otobüs geldi. Sorsalar o sırada otobüsün gelmesini bir tek o istemezdi. Gidecek olanlar bindi bir tek o kaldı. Belli ki, durak sırasında birisi olmayı herhangi birisi olmayı çok istedi. Bir daha hiç göremeyeceğimi sanıyordum onu. Ta ki, İzmir Devlet Tiyatrosu’nun ellinci sanat yılında programına aldığı “Islak Ekmek” adlı oyunun gösterimine kadar. Oradaydı, sahnedeydi. Tiyatro sanatçılarının etine, kemiğine, kimliğine bürünmüştü. Samim Kocagöz de 1963 yılında görmüş benzerlerini. İzmirli düşün ve edebiyat adamı Samim Kocagöz’ün kaleme aldığı “Islak Ekmek” çöplükte barınan, yaşamını oraya atılanlarla En dipteki insanların sefaletini katıksız biçimde yansıtmak için oyuncular çöplükte yaşayanları gözlemliyorlar provalar sırasında. İzmir Seferihisar’daki çöplükte naylondan, kartondan kulübelerinde yaşayan aileler mercek altına alınıyor. Yaşam pratikleri bire bir gözlemlenmek suretiyle sahneye taşınıyor. T ayfun Orhon’un yönetmenliğini üstlendiği oyunda Murat Çobangil, Hülya Böceklioğlu, Türker Şenyiğit, Sadık Yağcı, Devrim Akkaya ve Birsel Aygün rol alıyorlar. Oyunun dekor tasarımı Candan Günay, giysi tasarımı Yıldız İpeklioğlu ve ışık tasarımı da Kemal Gürgün tarafından hazırlanmış. Çöplükten, karın doyurabilecek ne bulurlarsa, onun peşinde olan insanların hikayesinin işlendiği oyunun adı kurumuş, taş kesilmiş ekmeğin üzerine bir bardak su dökülerek yumuşatılması ve öylece yenilmesi gerçeğinden geliyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle