19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 10 14/2/07 16:48 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 17 ŞUBAT 2007 CUMARTESİ rih Ta İslamın Emevi trajedisi Halife Ömer 644’te 53 yaşındayken öldürüldüğünde, geride peygamberin 632’de ölürken bıraktığından bambaşka bir siyasal miras bırakıyordu. 632’de Arabistan’ın ancak belli bir kesiminde egemen, ekonomik ve siyasal kaygılarını aşamamış bir İslam topluluğu söz konusuyken, 644’te, Sasani imparatorluğunu yıkmış, Bizans imparatorluğunu iyice küçültmüş, Ortadoğu’nun bütününe hakim ve talan gelirleriyle olağanüstü zenginleşmiş büyük bir devlet söz konusuydu. Ancak buna rağmen bu devlet, henüz bu gelişimiyle uyum sağlayacak bir siyasal hukuktan ve kurumsallaşmadan yoksundu. Kur’an’ın getirdiği hukuk, peygamber yaşarken karşılaşılan sorunların çözümüne yönelik yüzeysel bir hukuktu. Öyle ki kendinden sonraki iktidar sorununun nasıl çözüleceğini dahi öngörmemişti. Bundan dolayı Ebu Bekir ve Ömer, tamamen güç dengelerinin avantajlarıyla ve birbirinden farklı yöntemlerle birer oldu bitti örneği olarak halife olacaklardı. Bunların döneminde, İslamiyetin çok yeni olmasından kaynaklı görece idealist ortam ve her iki halifenin saygın ve işbilir yapısı nedeniyle çok da önemli bir sorun yaşanmayacaktı. Üstelik dışarıya akıtılan ve karşılığı fazlasıyla alınan Arap enerjisiyle elde edilen başarılar da sorun alanlarını etkisizleştirmişti. Ancak iktidar hukuku alanındaki boşluk, temel bir sorun potansiyeli olarak duruyordu. e ç ERDOĞAN AYDIN ŞÛRA OYUNU P restijinin doruğunda ölmek üzere olan Ömer, taleplere karşın, (kendi geliş biçiminin aksine) bir vasi atamayacaktı. Esasen toplumsal talep Ali’den yanaydı, ama güç dengeleri yanı sıra belli ki Ömer de onu istememekteydi. Bu koşullarda Ömer, sorumluluğu yüklenmeden bir çözüm üretmek üzere Kureyş aristokratlarından oluşan 6 kişilik bir ‘şura’ atayacaktır. Ancak bu, daha en baştan adil olmayan bir atamaydı. En zor zamanında peygamberi sahiplenerek İslamiyetin kurumlaşmasını sağlamış Medine Kabilelerinin (Ensar) temsilcileri Şura’ya alınmamışlardı örneğin; “Ensar’ı kendi yurdunda değil halife olabilmek, halifeyi seçme hakkından dahi mahrum eden bir uygulamanın müşavere (danışma) ile bir ilgisinin olmadığı” açıktı. (Bkz. Sahabe Devri Siyasi Hadiselerinin Kelami Problemlere Etkileri, Ahmet Akbulut Birleşik Y., s.155) Ancak bundan da önemli sorunları vardı söz konusu Şura’nın. Şuranın, İslami yönetimin belirlenmesine ilişkin yöntemsel ve hukuksal bir arayışın ürünü olmadığı sürecin her ayrıntısında daha da belirginleşecektir. 14 yüzyıllık İslam tarihindeki tek örnek olacak olan bu Şura, gerçekte bir yönetim geleneği veya hukuku oluşturmak üzere değil, o anki krizi egemen aristokrasinin hassasiyeti doğrultusunda çözmenin formülüdür. Krizin görünür yanı suikasta uğrayan halifenin ardında yönetim boşluğunu gidermek ise, görünmeyen yanı ise toplumsal prestiji ile Ali’nin seçilmesini engellemektir. Ali bu şurada, adeta toplumsal baskı nedeniyle vardır, ama iktidar olmasını engelleyecek bir dengeleme yapılmıştır. “Akrabalık bağlarının önemli olduğu bir toplumda, siyasi kararları etkilemek bakımından, bu komitenin üyelerinin birbirleriyle yakınlıklarına işaret etmek faydalı olacaktır. Abdurrahman bin Avf ile Sad b. Ebu Vakkas amca çocukları olup Kureyş’in Beni Zühre kabilesinden idiler. Sad’ın annesi Ebu Süfyan’ın kızı, Abdürrahman da Hz. Osman’ın ana bir kızkardeşinin kocası idi. Talha b. Ubeydullah, Kureyş’in Beni Teym kabilesinden olup Ebu Bekir’in amcasının oğlu idi. Ebu Bekir’in kızı Ümmü Gülsüm ile evliydi. Zübeyir b. Avvam da Kureyş’li olup Hz. Peygamberin halasının oğluydu ve Hz. Ebu Bekir’in diğer kızı Esma ile evliydi. Bu dört Sahabi de Medine’nin ileri gelen zenginlerinden idiler. Öldüklerinde geriye büyük servet bırakmışlardı.” (Age., s.153). Geriye kalan iki üye ise, asıl halife adayları olan Beni Ümmeye kabilesinden Osman ile rakibi Beni Haşim kabilesinden Ali idi. Şura’nın yine Ömer tarafından saptanmış ilginç bir ‘hukuku’ vardı: “Hz. Ömer, eşitlik durumunda Abdurrahman’ın görüşünün tercih edilmesini vasiyet etmişti” ve bu vasiyete göre toplanan şurada ondan başka kimsede kılıç bulunmayacaktı.(Age., s.154) Yeni halifeyi belirlemeden dağılmayacak olan Şura, karara itiraz eden olursa, halife Ömer tarafından, “muhalefet edenin boynunu vurun!” emriyle yetkilendirilmişti. Yani Abdurrahman, bu mizansen içinde hem gerçek seçici hem de boyun vurucu idi. Nitekim Ali’nin amcası Abbas, bu sonucu seçiminden belli Şura’ya katılarak durumu meşrulaştırmaması konusunda ısrarla Ali’yi uyarır. Ali ise, sonucu görmesine karşın Şura’ya katılmama iradesi gösteremeyerek kurulu mekanizmanın parçası olmaya devam eder. İşte bu mizansen çerçevesinde Abdurrahman, belli bir diyalog sürecinden sonra, “Ey Osman, elini uzat” diyerek ona biat edecek, ardından Ali’ye dönerek, Osman’a biat etmesini isteyecek, Ali’nin duraklaması üzerine, “biat et yoksa boynunu vururum” uyarısıyla sorunu çözecekti! (Age., s.154) YENİ EGEMENLER O sman, Hilafet makamına genelde Mekke soylu sınıfının, özel olarak da (bir parçası olduğu) Ümmeyeoğullarının temsilcisi olarak geliyordu. Nitekim Ümmeyeoğulları onun hilafeti döneminde ekonomik ve siyasal olanaklardan aslan payı alarak güç biriktirecekti. Bu güç sayesinde de sonraki dönemde İslami monarşinin kurucusu olacaktı. Bu bağlamda Osman’ın hilafeti, hem kendinden önceki görece idealist dönemin sonu, hem İslam monarşisinin şekillenmesi için gerekli ekonomik siyasal alt yapının oluşum dönemidir. Kendisinden sonraki meşru halife Ali’nin hem siyaseten hem de ekonomik olarak iktidarını olanaksızlaştıran alt yapı da esas olarak bu dönemde kurulacaktır. Burada pek çok devrimin de başına gelen şeyle, yani yıkılan eski düzenin egemen sınıfının yeni kimlik altında tekrar iktidara gelmesi şeklindeki trajediyle karşılaşıyoruz. çoktanrıcılığı ‘kâfirlik’ olarak niteleyip ortadan kaldırmasıyla, gerçekte cumhuri bir rejimin ideolojik dayanağını da ortadan kaldırmıştı. Bununla birlikte ilk dönemdeki idealist ortam yanında, öncü kadrolar ve kabileler arası güç dengeleri nedeniyle İslami yönetim güçlü bir cumhuri potansiyele de sahipti. Dahası bu arayış ve yükseliş ortamında siyasal katılımın da artması söz konusuydu. Nitekim bu dönemin prestiji yüksek halifeleri sonraki dönemin despot padişahlarıyla kıyaslanmayacak denli paylaşımcıydılar. Etrafları kendileriyle aynı prestije ve tabi güç dayanaklarına sahip öncü Müslüman kadrolarla sarılmıştı ve bu durum İslami iktidarın bir cumhuriyet olarak şekillenmesi olasılığını mümkün kılıyordu. Ancak bu olasılık yerine giderek otoriter ve tekçi yönetim tarzı şekillenecekti. Talan gelirlerinin paylaşımı ve egemen olunan toprakların yönetimi temelinde şekillenen iktidar kavgası, hilafetin de bu çıkar ekseninde şekillenmesini getirecekti. Bu ise çevrenin ve siyasal katılımın zayıflatılmasına ve farklı görüşlerin etkisizleştirilmesine neden olacaktı. İşte bu sürecin güç dengelerinde “aranızdaki işler danışma iledir” diyen Şura38 ayeti iktidara gereğince katılamayan kabile ve muhaliflerin temel dayanağı olurken “ulü’l emre itaat edin” diyen Nisa59 ayeti de, keyfiliğe ve mutlakçı idareye dayanak oluyordu. Tabii sonucu belirleyecek olan, kutsal da olsa metinler değil, hızla zenginleşen Arap egemenleri arasındaki güç dengeleri olacaktı. Önce çıkarlarına MONARŞİ Mİ? karşıt görüp ezmeye Gerek ilk iki halifenin belirlenmesi süreci ve çalışacakları İslamiyeti, sonrasında yaşanan sonradan egemenliklerini tartışmalar gerekse farklı ve zenginliklerini yaymanın kabile ve Müslüman güç ideolojik bayrağı haline odakları arasındaki getireceklerdi Emeviler. İdealist dengeler üzerinden cumhuri bir çözüme Müslümanların şaşkınlıkla yönelmek mümkündü. izledikleri bir süreç yaşanıyordu. Esasen İslam öncesi Bir dizi acı ve fedakârlık yapan ‘cahiliye’ diye nitelenen Mekke Müslümanları yanında dönemde de, antik Peygambere kucak açarak hem Atina’yı anımsatan cumhuri bir rejim söz onun can güvenliğini hem de konusuydu ve gerek İslamın yükselebileceği kabileler arası güç dengeleri güvenlik alanını sağlayan gerekse de çok tanrıcılıkta Medinelilerin belirlenen çoğulculuk bu rejimin dayanaklarını elinden bir şey oluşturuyordu. Ancak İslamiyet gelmiyordu. CUMHURİYET Mİ KANLA TASFİYE Önce dede Utbe, sonra baba Ebu Süfyan aracılığıyla eski Mekke Ordusunun komutanlığını ve Mekke düzeninin yöneticiliğini yapmış, İslami egemenliğe karşı Mekke ele geçirilene kadar direnmiş olan Ümmeyeoğullarının, Osman döneminden başlayarak, yani Peygamberin ölümünden sadece 12 yıl sonra yeni düzenin de egemeni haline gelmeye başlamaları çarpıcıdır. Oysa Peygamberin temsil ettiği yeni din, Ümmeyeoğullarının temsil ettiği düzenin seçeneği olarak ortaya çıkmış, onu yıkılması gereken bir ‘cahiliye’ olarak suçlamıştı. İslam’ın hakim olma sürecindeki tüm savaşlar bunların iktidarına karşı yapılmış, İslam’ı ezmeye yönelik tüm girişimler de bunlarca organize edilmişti. “Fitne ortadan kalkıp din yalnız Allah’ın olana kadar onlarla savaşın” (Bakara193) gibi ayetler de bunları hedeflemişti. İşte böylece Ümmeyeoğulları aristokrasisi, yıkıldığı sanılan düzenlerinin külleri arasından yeniden doğacak, İslam’ın ilk kadrolarından (ama aynı zamanda kendilerinden ve kendileri gibi dönemin büyük aristokratlarından) olan Osman’ın hilafeti döneminde, İslam’ın mutlak iktidar gücü (Emevi devleti) haline geleceklerdi. Hem de öyle bir geliş olacaktır ki bu; Osman sonrasında ortaya çıkan Ali ‘pürüzünü’ gidermek yolunda Kur’an sayfalarını mızraklarının ucuna geçirerek, Peygamberin torunlarını kanla tasfiye ederek gerçekleşecekti. Diğer yandan önceden hayal bile edemeyecekleri küresel bir hakimiyeti, yine İslamiyetin kurtuluş mesajı sayesinde elde edeceklerdi. kıyafete bürünerek herşeyi tekrar eline geçmişti. Bu ekonomik güç ve idari yetkiler sayesinde askeri güç de, üstelik geçmişten çok daha büyük bir şekilde yine onların eline geçmişti. İslam’ın anlı şanlı savaşçıları, Kur’an’ın hafızları ve tefsir edicileri (Kurra), bir bütün olarak Muhacir veye Ensar’dan olsun farketmez, kim ki kendilerine boyun eğmiyorsa hızla tasfiye ediyorlardı. Ebu Bekir ve kısmen de Ömer döneminde, İslamiyete bağlılıkları sağlam bulunmadığından, kendilerine idari görevler verilmeyenler (C. Zeydan, İslam Uygarlıkları Tarihi, İletişim Y., s.120), şimdi yeniden herşeyi ellerine geçirmeye başlıyordu. İşte bu durumun yarattığı tepkiler, halkın 656’da ayaklanması ve Osman’ı öldürmesiyle sonuçlanacaktı. Ancak Ümmeyeoğulları bu kez yenilmeyecekti; aralarında ayaklanma önderi Ebu Bekir’in oğlu Muhammed, yanı sıra Ali, Zübeyr, Talha vb. pek çok önemli İslam yıldızı bulunan muhalefetin örgütsüz ve programsızlığına karşın kendileri geçmişten ders çıkarmıştı, İslami bayrağı halka karşı bir meşruiyet aracı olarak başarıyla kullanarak rakiplerini tek tek ezeceklerdi. Nitekim Ali’nin öldürüldüğü 661 yılına kadar yaşanan bir ikili iktidar döneminden sonra bu kez değil iktidarı kaptırmak, kendi mutlak monarşilerini kuracaklardı. ESKİ TAS ESKİ HAMAM Ö zetle önce çıkarlarına karşıt görüp ezmeye çalışacakları İslamiyeti, sonradan egemenliklerini ve zenginliklerini yaymanın ideolojik bayrağı haline getireceklerdi Emeviler. İdealist Müslümanların şaşkınlıkla izledikleri bir süreç yaşanıyordu. Bir dizi acı ve fedakarlık yapan Mekke Müslümanları (Muhacirler) yanında Peygambere kucak açarak hem onun can güvenliğini hem de İslam’ın yükselebileceği güvenlik alanını sağlayan Medinelilerin (Ensar) elinden bir şey gelmiyordu. Nasıl ki önceki dönemde idari görevler ve ekonomik güç Ümmeyeoğullarının elindeyse, şimdi de aynıydı. “Hakk gelince zail olacağını” sandıkları “bâtıl” (İsra81) İslami eaydin?cumhuriyet.com.tr Nasıl ki önceki dönemde idari görevler ve ekonomik güç Ümmeyeoğullarının elindeyse, şimdi de aynıydı. “Hakk gelince zail olacağını” sandıkları “batıl” İslami kıyafete bürünerek her şeyi tekrar eline geçmişti. Bu ekonomik güç ve idari yetkiler sayesinde askeri güç de, üstelik geçmişten çok daha büyük bir şekilde yine onların eline geçmişti. S ahne tozu Çiçek patron ve böcek Ekmek İşçileri Murtaza Orhan Kemal’in aynı adlı eserinden Günay Ertekin tarafından sahneye uyarlanan Murtaza, önce gece bekçisi, sonra fabrikada gece kontrolörü olan Murtaza’nın etrafındaki kraldan çok kralcı yaşamları anlatarak 1940’larda büyük kentlerde politika, aşk, hırs, onur, riya, ihanet içindeki yaşamları eleştiriyor. Işıl Kasapoğlı ve Bülent Emin Yarar tarafından yönetilen oyunda Tansu Biçer ve Özden Gököz rol alıyor. Oyun, bugün ve yarın Çevre Tiyatrosu’nda izlenebilir. (Tel: 0 212 585 59 35) Maksim Gorki’nin eserinden uyarlanan Ekmek İşçileri, Gorki’nin özyaşam öyküsünden kesitler barındıran bir oyun. Bir fırında çalışan patron Semenov ve işçilerinin hayatlarından yola çıkarak işçilerin patronların ve devleti ve hümanizmi irdelendiği oyunda, Rusya’daki halkın yaşamı üzerinden toplumsal olaylar, gerçekçi bir üslupla anlatılıyor. Oyun, bugün ve 23, 24 Şubat’ta Göztepe AFL Kültür Merkezi’nde. (Tel: 0 216 347 64 60) Sihirli Kitap Sihirli Kitap, mahallede oyun oynayan beş çocuğun, oyun sırasında karşılaştıkları birbirlerinin olumsuz yönlerinden, buldukları sihirli bir kitapla arınmalarını konu alıyor. Buldukları sihirli kitapta okudukları masal kahramanlarına dönüşen çocuklar, bu masalları yaşarken, dayanışmayı, paylaşmayı, hayal kurmayı, oyuncu olmayı ve birlikte oyun oynamayı öğreniyor. Oyun, her pazar Tiyatro Pera’da sahneleniyor. (Tel: 0 212 245 30 08) Sabina Ott’un resim sergisi Alman ressam Sabina Ott sanatçı kimliği ile kentsel yalnızlığından yola çıkarak yeni bir anlatımla olgunlaştırdığı 3 üncü kişisel sergisini açtı. Stuttgart Güzel Sanatlar Akademisininden sonra Freiburg Albert Ludwig Üniversitesi Etnoloji sosyoloji ve Felsefe bölümümü bitiren Sabina Otto’nun akrilik resim sergisi 28 şubat’a dek Taksim Gezi Oteli Datça Betçe Sanat galerisinde (pazartesi hariç) açık kalacak/0212/2517430 S ergi Hatırlamalar – Hatırlatmalar Türk plastik sanatlarının resim ve seramik alanında özgün yaklaşımlarıyla özel bir yere sahip olan 5 kadın sanatçı, son dönem çalışmaları ile biraraya geliyorlar. Naile Akıncı, Nevin Çokay, Tülay Tura Börtecene, Beril Anılanmert ve Cansen Ercan’ın eserleri, 7 Mart tarihine dek Kızıltoprak Sanat Galerisi’nde izlenebilecek. (Tel: 0 216 418 38 06) Beş Kadından Seramik ve Resim Ütopya Kadir Has Üniversitesi, ‘EutopiaGüzel Yer’ başlıklı sergiyle Ali Aşuroğlu, Ayla Dündar, Çiğdem Öner, Esma Demir, Güldemay Gürsoy, Mihriban Yurdaün, Oya Yurdagül, Ruhan Ekmekçi, Sema Akçay, Zuhal Kaval, Gazi Sansoy, Esra Torun, Hüseyin Öner, Seyfi Arıkan ve Reyhan Göksel’in eserlerini sanatseverlerin beğenisine sunuyor. Kadir Has Üniversitesi Sanat Galerisi’nde sergilenecek olan ‘Ütopya’, 0216 Mart tarihleri arasında izlenebilir. (Tel: 0 212 533 57 65) Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nun çocuk oyunu Çiçek Patron ve Böcek, birbirileriyle yeni tanışan üç çocuğun öncelikle bu karşılaşmadan hoşnutsuzluk duyması, daha sonra da gelen büyük bir çocuğun şantajıyla birbirlerine bağlanmalarını konu alıyor. Oyun, yarın ve 24 Şubat’ta Yunus Emre Sahnesi’nde izlenebilir. (Tel: 0 212 661 38 95) Galerist, heykelin günümüzde kazandığı yeni anlamları ele aldığı ‘Hatırlamalar Hatırlatmalar’ başlıklı sergisine ev sahipliği yapıyor. Merkezi Hollanda’da bulunan ABN AMRO bankası sponsorluğunda gerçekleştirilecek heykel sergisi, 17 Mart’a dek görülebilir. Sanat yapıtının bulunduğu çevreyle ilişkisinin zamanla kurduğu bağı da tariflediğine değinen sergi, heykelin bugünkü konumuna ilişkin önemli soruları da gündeme getiriyor. (Tel: 0 212 233 62 68)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle