Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 06 26/12/07 14:49 Page 1 CUMARTESİ EKİ 6 CMYK 6 29 ARALIK 2007 CUMARTESİ Bu bir gülmece kitabıdır, lütfen dava açmayın! Televizyon programlarının kendisine kapatıldığını söyleyen Metin Uca, bu durumu lehine çevirmeyi başarmış. Söyleyeceklerini ya sahnede ya da kitaplarda paylaşıyor aptığı programlarda muhalif tavrı, sivri diliyle eleştirilerini açıkça dile Metin Uca, bu kez AKP’nin son dört yılını ‘Tüh!’ başlığıyla kitaplaştırdı. Klozet şeklindeki kitabın kapağında okura ‘Otur, anla, rahatla’ diye seslenen Uca, “Burası henüz bir ılımlı İslam devleti değil ve ben bunları söyleme hakkına sahibim” diyor. Bir yandan tek kişilik gösterisi ‘Türküm, Doğruyum, Konuşkanım’ı da devam eden Uca, televizyonda kendisine program yaptırtmadıklarını ancak bu durumun yine de onu rahatsız eden şeyleri söylemesine engel olamadığını söylüyor: “Bana televizyon programı yaptırmıyorlar. Aklı olan zaten başka alanlardaki yatırımlarına ve girişimlerine zarar vermemek adına yaptırmaz. Pek çok ŞİRİN kanalda çalıştım ama hiçbir zaman yönetimdeki barışmak ve onların dümen suyuna girmek GÜVEN insanlarla gibi bir derdim olmadı. Televizyonda program yapamıyorum belki ama ben yine söyleyeceklerimi söylüyorum. Bu gösteriyle, ekranda söyleyemediklerimi seyirciyle paylaşmak için onların ayağına gidiyorum. Ve onlara kitap yazıyorum.” Uca ile yeni kitabı ve gösterisi hakkında söyleştik. Kitabınız çıktı... “Evet, kitap Necmettin Erbakan’ın ‘Bu kez tamam inşallah’ cümlesiyle başlıyor. Herkes Dostoyevski’den falan alıntıyla başlar ya, bizimki de böyle... Çünkü bu bir sürecin sonu...” Nasıl bir sürecin sonu? “Otlaştırılma ve sürüleştirilme sürecinin sonu. Erol Günaydın çok önemli bir şeyin altını çizdi aslında. Dedi ki, ‘Belli noktalarda olan insanlar hiçbir şey söylemiyor.’ Neden bu kadar tepkisizler? Sahne üstünde ya da başka bir yerde hiçbir şey söylemiyorlar. Öylesine büyük bir korku ve yılgınlığa dönüştü ki her şey... Kaybedecekleri korkusu var ama neyi kaybedeceklerini bilmeden bir kaybetme korkusu var. Ben bulaşmayayım mantığı artık iyice tuhaf bir noktaya getirdi bizi. Gerçekten niye hiçbir şey söylemiyorlar anlamıyorum. Eğer bu ülkede yaşıyorsan, bırak siyaseti, gördüğün ağaç katliamını da konuşabilirsin. İlle de slogan boyutunda olmasına gerekmiyor ama bir birikimin varsa ve bir şeye karşı çıkıyorsan bunu göstermen gerekir bence. Siyanürle altın çıkarıp ortalığı altüst edip bedava gazete dağıtan adama karşı durmayacak mısın yani? Onu karşına almayacak mısın? Ben bunu kabul etmiyorum. Yaklaşık 20 yıllık gazetecilik geçmişim var. 1987 yılında kadrolu olarak Anadolu Ajansı’nda başladım. Sonra TRT ve ardından birçok özel kanalda çalıştım, kendi programlarımı yaptım. Hiçbir zaman da, yönetimdeki insanlarla barışmak ve onların dümen suyuna girmek gibi bir derdim olmadı. Sırf muhalif olmak için muhalif de olmadım ama muhalif olunacak noktalarda susmayı başaramadım. Mesela bizim bir sabah programımız vardı, o programı yaptırmıyorlar ama ben de söyleyeceğimi çıkıp sahnede söylüyorum. Kitaplar yazıyorum.” Y İzmir’in cesur kuşu Miko Bir protesto süreci başlattım Cumhurbaşkanlığına adaylığınızı niye koydunuz? “Popüler olmak demek siyasetten uzak durmak demek değil. Ben cumhurbaşkanlığına adaylığımı açıklayarak bir protesto süreci başlattım. Kimse de beni bunun için zorlamadı. Ben kendimi sorumlu hissettim. İnsanlara bir şey göstermek için yaptım bunu. Onlara, kimleri seçmek zorunda kaldıklarını göstermeye yönelik bir girişimdi bu. Hiç de pişman değilim. Mesela AB’ye uyum yasaları oylanırken hızlı oylamalar yapıldı. Her 15 saniyede bir el kaldırılıyordu. O sırada ‘Ne oyluyorsunuz şu an’ diye sorsanız bilmezler. Bir de oluşan yeni parlemontadan ortak akılla, uzlaşmayla çıkabilecek cumhurbaşkanı adayı yerine bir iki tane köşe yazarı kılığına girmiş kışkırtıcının da desteğiyle Başbakan, Cumhurbaşkanı’nı atadı. Bu cumhuriyetin ve anayasanın herşeyine aykırı bir durum. Bunlara tepki olarak koydum adaylığımı aslında. Ortada ‘Yüzde 47’lik bir çoğunluk elde ettim, herşeyi yapabilirim’ şımarıklığı var. Bu sefer çoğunluk görünen bir azınlık azgınlığına dönüştü her şey. Çok net söyleyebilirim ki, bu Cumhurbaşkanı benim Cumhurbaşkanım değil. Çünkü benim Cumhurbaşkanım ‘Halk çocuğuyum’ deyip ondan sonra köşk bütçesinde tuhaf artışlar yaparak ‘400 araçlık bir filo oluşturabilecek kadar araba alacağım. Binayı baştan aşağıya yenileyeceğim ve bunu yaparken de eşime danışacağım’ demez. Benim Cumhurbaşkanım 10 Kasım’da Atatürk resmi asmayan, Anıtkabir’e gitmeyen bir adamın ayağına gidip de, hangisinin daha kral ‘Abdullah’ olduğunu gösteren kişi olamaz. Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaziz Al Saud gelmişti ya... Kim daha kral onu bilmiyorum ama burası henüz bir ılımlı İslam devleti değil ve bunları söyleme hakkına sahibim.” OĞUZ YILDIZ “İzmir’in denizi kız / Kızı deniz / Sokakları hem kız / Hem deniz kokar!..” Cahit Külebi’nin mısralarında yer verdiği güzellikler sadece bunlardan ibaret değil. Agorası, tarihi Kemeraltı çarşısı, Asansör’ü, saat kulesi ve maviyi kucaklarcasına çevrelediği Kordon’uyla İzmir’in güzellikleri saymakla bitmez. Bu güzelliklerin gelecek kuşaklara aktarılması için girişimler de aralıksız sürüyor. Yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşlarıyla kent kültürüne sahip çıkan girişimciler, İzmir’in kültürünü koruma ve yaşatma çabası içinde. Bunlardan biri de Cenap Türksavaş. Yaklaşık 10 yıl önce, “Egeli, kentli, denizci” sloganıyla İzmir’in kalbinde yer alan, ancak unutulmuş bir sokağı “can”landırarak kurduğu mekanında kentin kültürüne sahip çıkmakta kararlı. GÜÇLÜ, CESUR, DOST CANLISI Global bir köye dönüşen dünyada “yerel”in önemini vurgulayan Türksavaş, “Tek tip yaşantıya, zorlanan ‘moda’ anlayışına karşı gelen bir duruş sergileyip, Ege kültürüne sahip çıkmalıyız. Yerelin tatlarını, foklorünü kısacası ‘orijinalliğinde’ globalleşip özelliklerimizi yitirmemeliyiz” diyor. Kentlerin kültürüyle yaşaması gerektiğini belirten Türksavaş, “Özgün olanı korumak ve yaşatmak için çabalamalıyız. Bunun içinde güçlü, cesur ve dostcanlısı olmalıyız. Biz de yaklaşık 10 yıl önce bu kararla, bir deniz kenti olan İzmir’de açtığımız mekana güçlü, cesur ve dostcanlısı bir deniz kuşu olan ‘Miko’nun adını verdik” diyor. ISSIZ BİR SOKAKTAN CAN YÜCEL’E... Miko’nun bulunduğu sokağa, İzmir Büyükşehir Belediyesi 2004 yılında “Can Yücel Sokağı” adını verdi. Ancak bu sokağın kalbi, Miko’nun emekleme dönemlerinde, Can Yücel’e dönüştüğü günler kadar hızlı atmıyordu. Türksavaş, “Ege’nin kültürünü yaşatmak için mutfağı, müziği kısacası yaşanması unutulan kültürünü canlandırmak için harekete geçtik. Bir deniz kenti olan İzmir’in, İzmirliye hatırlatmak ve bunun yaşanmasına katkı koymak için elimizden geleni yapmalıyız. Güneydoğu mutfağı ve ‘fast food’un istilasına uğramış İzmir’de, kentliye Ege kültüründen örnekler sunmalıyız. Bu tatları hatırlatmalıyız. Ve bu kültürün yaşaması için gençleri yönlendirmeliyiz” diyor. Türksavaş, Ege’nin kültürünün yanı sıra sualtı güzellikleriyle de öne çıktığını belirterek, “Bu güzelliklere tanık olmak isteyenler için de bir dalış kulübü kurduk. Program içinde dalış turları ve yetkin isimlerden seminerler de hazırladık. Ege’nin güzel koylarında dalışlar yapılıyor. Mavinin derinliklerine tanık olunuyor. Ve program sonunda sertifika alıp çalışmalarını sürdürmeye devam ettiklerini” söylüyor. TÜRK’ÜN AKLI... Programı yaptırmıyorlar mı? “Evet yaptırmıyorlar. Yani tek birinin baskısı değil tabii bu. Aklı olan zaten başka alanlardaki yatırımlarına ve girişimlerine zarar vermemek adına yaptırmaz. Kitap da bunun bir parçası aslında. Özellikle son 5 yılda AKP iktidarı döneminde sesimizi kesmeye yönelik çok gelişmeler oldu. Ve ben buna tepkiliyim. Bana da oldu, başkalarına da oldu, hatta hala oluyor... Yine de hala umutlu olduğum için ve söylenenlerin gülümseyerek de söylenebileceğine inandığım için bu kitabı yazdım. Bu kitap bir soru kitabı... Cevapları bulunca huzursuz oluyorsunuz.” Kitabı aklımızın en iyi çalıştığı yerde okuyacağız galiba değil mi? “Evet, kitabın özelliği o. Bilim adamları bir araştırma yapmış. İnsan ömrünün ortalama üç yılı tuvallette geçiyormuş. Bir de bizim bir deyimimiz vardır ya: ‘Türkün aklı ya kaçarken, ya da tuvaletteyken gelir’. İşte ben de acaba tuvallette aklımız daha çok mu çalışır diye bu kitabı yazdım. Formu da farklı zaten. Özel olarak kesildi, klozet şeklinde... Türkiye’de de bir ilk bu. Korsana yönelik de bir tepkisi var kitabın. Girişinde küçük yedi satırlık bir şiir var. Korsan basarsa bunu da basacak. Bütün ebelerden özür diliyoruz tabii ama... Yani hem kağıdı böyle kesmesi gerekiyor, hem de bunu basması gerekiyor. Eğer kitabı aslı gibi basamazlarsa, korsanıyla gerçeği en kolay ayrılan kitap olacak bu kitap. Bir de kitabın içinde ‘Tayyidoku’ var, bir sudoku yani. Tayyip Erdoğan’ın tartışmalı mal varlığından örneklerle ilgili bölümden çıkardığınız sayılarla ‘Tayyidoku’nun yani sudokunun boşluklarını dolduruyorsunuz ve ortaya Tayyip Bey’le ilgili sayılar çıkıyor. Bazı şeyler gülerek hatırlansın ama hiç unutulmasın istiyorum, onların altını çizdim bu kitapta.” Televizyonda bugünlerde yoksunuz... “Evet. Ama 31 Aralık akşamı Kanal 1’de Pasaparola başlıyor. Acun Ilıcalı’nın sunduğu ‘Var mısın Yok musun’ tutunca bizi onun karşısına aldılar. Güzel bir rekabet olacak umarım. Bir de dizi nereye kadar gidecek böyle, dizi kirliliği acayip bir hal aldı. Bir kanalda bir günde iki tane yayınlanıyor. Yedi kanalı da hesaba katarsanız, gün içerisinde 14 dizi izlemeniz gerekiyor. Beş günde 90 dizi... Böyle bir şey mümkün değil tabii. En azından yarışmalar, bir şeyler öğretiyorlar izleyicisine. Sonuçta popüler kültürün içerisinde televizyonun yeri vazgeçilmez. Yani kimse burun kıvıramaz televizyona. Önemli olan da popüler kültüre ‘tu kaka’ demek değil, onun içerisine alternatifler getirebilmek çünkü amacımız daha çok insana ulaşmak sonuçta. Pasaporala da arkasında durabileceğim işlerden biri. Bir de böyle bir geçiş döneminde, bir televizyon habercisine televizyonda haber yaptırmazsanız, o da sunucu olur. Yani aslında beni sunucu yapanların hepsine teşekkür borçluyum. Yine bana televizyon programı yaptırmayarak beni sahneye çıkmaya zorlayanlara da teşekkür ederim. İki kitabım 100 binin üzerinde sattı mesela. Yani sayelerinde para da kazandım. Baskıların tek işe yaradığı kişi ben oldum galiba. Farklı alanlarda üretim yapmamı sağladı bu.” Fotoğraf: VEDAT ARIK Amacımız parçalamak değil, tırmalamak.. En çok malzemeyi bu hükümetten mi alıyorsunuz? “Çok değişik siyasi dönemlerde çalıştım. Koalisyon hükümetleri dönemlerinde de... Bir sürü siyasetçiye sert eleştiriler yaptık. Eleştiride huşunet (sertlik) vardır. Amacımız koparıp parçalamak değil, ama tırmalamak. Bunun için de gerçekten hoşgörülü siyasetçiler lazım. Bu da siyasetçinin beslendiği ve ortaya çıktığı kaynakla ilgili. Genelde namuslu sağ ve sol siyasetçilerin hepsinin belli bir dünya görüşünün, birikiminin ve hoşgörüsünün olduğunu görüyoruz. Kendi karikatürlerini albüm haline getirten Turgut Özal mesela... Öte yanda da aldığı dini eğitimin de etkisiyle hoşgörüsüz ve kendine yönelik her türlü eleştiriyi hakaret kabul eden bir Başbakan var. Sürekli dava açıyor... Hatta ben de kitabın içine ‘Başbakanın Sayın Danışmanları, bu bir gülmece kitabıdır. Lütfen dava açmayın’ diye bir not koydum. Mecburen koydum. Açarlarsa da kendi bilecekleri iş tabii.” Size şimdiye kadar hiç dava açıldı mı? “Tabii ki defalarca açıldı. Hepsinden de aklandım. Bu hükümet döneminde değil ama... Çünkü bu dönemde bana ne yazık ki haber programı yaptırılmadığı için davalaşma şansımız da olamadı. Şöyle bir şey oldu ama... Sayın Başbakan, tartışmalı mal varlığıyla ilgili ifade vermeye gitmeyip ishal olduğuna dair bir rapor almıştı. Daha sonra o raporu veren kişinin ağabeyi SSK’da çok önemli noktalara getirildi. Hatta Cumhuriyet yazarı arkadaşlarımız da çok altını çizdi bunun. Üstelik Başbakınımız bir de aynı gün öğlen saatlerinde ishal olduğu gerekçesiyle duruşmaya katılmıyor, akşam da gittiği yerde somon yiyor. Ben de sabah programımda bu durum için ‘Amele iyi gelmez’ demiştim. Burada bir kelime oyunu var tabii. Amelin anlamının ikincisi olduğunu anlamadan dava açan, o davanın sonunda reddedilir. Ben aklandım sonuçta, bir sorun çıkmadı yani. İlk ve son davalaşmamız buydu.” Tek kişilik gösteriniz ‘Türküm Doğruyum Konuşkanım’ devam ediyor mu? “Anadolu’da çok iyi gidiyor. İstanbul’da sahne sorunumuz var ama Ankara, İzmir, Bursa, Adana’da devam ediyor. Dev ekran önündeki görüntüler eşliğinde Türkiye’nin hallerini anlatıyorum ben. Oradaki görüntüler içinde ‘Cüppeli Ahmet’ de var, ‘Ananı al git’ de, ‘Arabada 5, evde 15 şarkısı eşliğinde yoksulluğunu unutup göbek atan güzel yurdumun televizyon seyircisi’ de var. Yani gündelik hayatı anlamaya ve anlamlandırmaya yönelik bir gösteri. Ekranda söyleyemediklerimi seyirciyle paylaşmak için onların ayağına gidiyorum. Oyun sürekli yenileniyor zaten. 4 yıldır yapıyorum ben bu tek kişilik gösteriyi. İlkinin adı ‘Sahneden Canlı Yayın’dı. Televizyonu analtıyordu o. İkincisi ‘İlahi Medya Komedya’ydı. Türkiye’nin hallerinde medyanın yerinin ve etkisinin altını çizen bir gösteriydi. Şimdiki de ‘Türküm Doğruyum Konuşkanım’... AKP iktidara geldikten sonra, hayatımızın içine ılımlı İslam anlayışının yerleştirilmesi sonucu nasıl değiştiğimizle ilgili. Mesela hayatımızdaki bilimin ve aklın yerini nasıl hocaların, hacıların, cin çıkarma seanslarının aldığıyla ilgili çok komik ama can acıtan örnekler var.” İZMİR KÂĞIDA DÖKÜLÜNCE... “Yaklaşık 10 yıl, bin 650 gün” diyor Türksavaş, tanışmışlıklar, arkadaşlıklar ve dostluklar... Konukları arasında yer alan sanatçılar, siyasetçiler, gazeteciler ve akademisyenlerle kurulan sohbetlerin sadece bu çatı altında kalmaması için bu birikimleri kağıda döktüklerini de belirtiyor. 2004 yılından bu yana Ege’nin kültürünü daha geniş kitlelere ulaştırmak için Miko Ege Kültürü Dergisi’ni yayınladıklarını vurguluyor. Her sayısında Ege’nin farklı bir özelliğini işledikleri dergi İzmir Büyükşehir Belediyesi’nce verilen “Tarihsel Çevre ve Kültür Varlıklarını Koruma Dalında Katkı Ödülü”yle de taçlandırılmış. Kentin kalbinde yer alan bu mekan, sadece denizin kokusunu ve güzel kızlarını ağırlamıyor; şairler, sanatçılar, siyasetçiler ve gazeteciler de konuk oluyor. Siz de şiirin asi çocuğu Can Yücel’in de konuk olduğu ve adını verdiği sokaktaki bu mekanda Ege kültürüne tanık olabilirsiniz...