22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 10 26/12/07 14:49 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 29 ARALIK 2007 CUMARTESİ Bir ‘iyi seneler’ filmi iyatro geçmişli Berkun Oya’nın senaryosunu yazıp yönetmenliğini yaptığı ilk sinema filmi dün beyazperdeyle buluştu. Zuhal Olcay, Ülkü Duru ve Ali Atay’ın başrollerini paylaştığı ‘İyi Seneler Londra’, yılbaşından birkaç gün önce Londra’da bir gecede yaşanan hikayeleri anlatıyor. Filmde uluslararası üne sahip şarkıcı Yaşar Nur, ŞİRİN Londra’ya varıyor ve yolu GÜVEN mutsuz bir yaşamı olan eski dostu Zeynep, dengesiz bir hayranı ve cesareti kırılmış bir koca ile kesişiyor. Müziklerini Fazıl Say’ın yaptığı film vizyona girmeden önce; Zuhal Olcay, Ülkü Duru, Ali Atay ve Berkun Oya ile buluştuk. Filmleri ve yeni yıldan beklentileri hakkında konuştuk. Filmde uluslararası üne sahip bir şarkıcı var. Ne tarz müzik yapıyor, nasıl bir karakter? Ülkü Duru: Evet, bu kadın uluslararası bir üne sahip ama popüler anlamda değil. Yani belirli bir kesimin çok iyi tanıdığı bir şarkıcı. Şu anda Türkiye’de yurt dışında bu derece ünlü olan pek biri yok sanırım. Zuhal Olcay: Belki eskiden Esin Afşar’ın yaptığı şeyler gibi... Avrupa’da daha çok tanınıyor yani. Yüksek sanat yapıyor diyebiliriz kısaca. Öyle çok popüler kültüre hizmet eden bir yapısı yok. Duru: Ama Avrupa’da oldukça tanınmış biri. Fransızca, İngilizce şarkılar söylüyor. Türkçe Aşık Veysel’den söylüyor. Olcay: Mesela Lara Fabian gibi de diyebiliriz. Avrupa’da tanınıyor, Amerika’da Lara Fabian’ın tanındığını zannetmiyorum. Onun gibi sanırım. T Berkun Oya’nın yazıp yönettiği ve başrollerini Zuhal Olcay, Ülkü Duru ve Ali Atay’ın paylaştığı ‘İyi Seneler Londra’ filmi, dün sinema salonlarında gösterilmeye başlandı. Film adı ve vizyona girdiği tarih itibariyle bir yeni yıl filmi... Ancak yönetmen izleyiciye sesleniyor: “Kimsenin ‘Ne oldu böyle? Bu film bize yeni yıl hissi ya da pozitif enerji vermedi’ diye filmden çıkmasını istemem. Böyle bir beklentiye çok girmesinler yani.”. ‘İyi Seneler Londra’, uluslararası üne sahip bir şarkıcı üzerinden Londra’da yılbaşında tek gecede geçen, kesişen hikayeleri anlatıyor. Filmin alt metninde ise, ‘Türk olmak’, ‘Avrupalı olmakolamamak’ gibi kavramlar var. Zuhal Olcay Tiyatro bizim kalemiz Tiyatro geçmişiniz var. Sinema filmi yapmaya nasıl karar verdiniz? Berkun Oya: Bir film yapma düşüncesi çok önceden beri vardı. Tiyatro bölümüne girdiğimde de vardı. Hatta açıkcası tiyatro okumayı arzu etmemin temel sebeplerinden biri sinema yapmaktı zaten. Çünkü kafamda hayal ettiğim sinemayı yapabilmek için tiyatro okumanın daha faydalı olduğuna inanmıştım. Doğru zaman şimdi oldu. Gerçi doğru mu oldu, yanlış mı oldu onu da bilmiyorum ama oldu, onu biliyorum. Filmin konusunu nasıl oluşturdunuz? Oya: Benim kafamı kurcalayan ve çalışmak istediğim meseleden yola çıkarak konu şekillendi. Filmin alt metninde Türk kimliği çeşitliliği var. Yani ana karakter sürekli Avrupa turnesi yapan ve Türkiye’yle bağı düzenli burada yaşayan birinden biraz daha kopuk bir karakter. Biraz sorumlulukla birlikte gelen acı meselesi. O acı karşısında insanın nereye kadar acının sahibi ve sorumlusu olduğuyla ilgili. Nereden sonra acıyı terk ettiği ve sorumluluğunu üstünden attığıyla da ilgili. Bu konuları ben dert ediniyordum. Zaten genelde çalışmak istediğim meselenin üzerinden yazıyorum. Bunu biraz tembellikten kaçmak için de yapıyorum sanırım çünkü o bir projeye dönüştüğü zaman onu çalışma şansınız oluyor, o duygudan kaçamıyorsunuz. Çünkü Berkun Oya bir söz verip onu bir oyuna, bir filme, bir romana, bir aşk mektubuna ya da bir tokada dönüştürdüğünüz zaman ve o tokadı gecenin bir yarısı Beyoğlu’nun arka sokağında birinin suratına atma sözünü verdiğiniz zaman artık o bir iş oluyor. Türk kimliği çeşitliliği dediniz. Ali Atay öyle bir karakteri canlandırıyor değil mi? Ali Atay: Evet. Firuz, Londra’da ne iş olsa yapan tiplerden biri. Bir otelde ‘ne iş olsa yapar’ konumunda çalışıyor. Odalara çıkıp serviste yapıyor, mutfakta da çalışıyor. Her işi yapan bir çocuk kısaca. Yaşar Nur gibi dünyaca ünlü bir şarkıcıyla karşılaştığı anda kendini kaybediyor. Yaşadıklarının ve yaşayacaklarının ona çok fazla geleceğini düşünüyor ve olaylar böylece gelişiyor. Kadroyu oluştururken çok zorlanmadınız sanırım. Önceden çalıştığınız arkadaşlarınızlasınız bu filmde. Oya: Evet bu filmin bir casting süreci gibi bir şey olmadı zaten. Yani benim hayalimde en başından beri, yani yazmaya başladığım andan beri Zeynep karakterini Zuhal Olcay’ın oynaması vardı. Yaşar Nur karakterini Ülkü Duru’nun, Firuz karakterini de Ali Atay’ın canlandırmasını düşünüyordum. Yılbaşı gecesinden iki gün önce vizyona giriyor film. Yani bir yeni yıl filmi. Oya: Evet, isim de bu anlamda bir ipucu veriyor gibi ama kimsenin de ‘Ne oldu böyle? Bu film bize bir yeni yıl hissi ya da pozitif enerji vermedi’ diye filmden çıkmasını istemem. Böyle bir beklentiye çok girmesinler yani. Adı umut veren bir film gibi tabii ‘İyi Seneler Londra’. Yıl sonlarında insanlar kendileriyle hesaplaşır... Oya: Evet böyle bakabiliriz filme sanırım. Filmin birebir yılbaşıyla ve o hisle bağı olmasa da onların çevresinde gezdiğini söyleyebilirim. Bir de mesela ben özel günler yaklaştıkça gerilirim, heyecanlanırım, sinirlenirim ve bir türlü atlatamam o özel gün hadisesini. Sanırım bu hikayeyi öyle bir özel güne yaklaştırma düşüncesi de oradan doğdu. İlk film tedirginliği yaşadınız mı? Oya: Her zaman çalıştığım insanlarla çalışmanın rahatlığı tabii ki vardı. Ama sinema benim için çok yeni bir alan. Hem işin kendisini, hem de kendimi işin içerisinde tartma imkanı verdi bana bu ilk film. Ancak sinema, asıl anlatmak istediğiniz şeyi anlatmanın yollarından biri. Yani bu anlamda aslolan hep aynı. Belli bir iç sıkıntısı... Peki sinemanın ne farkı var diye sorarsanız şöyle diyebilirim. Tiyatroda oyuncu arada gider on tane sigara içer ve ikinci perdede oyunun en önemli kısmında sürekli öksürür. Ama oyunu ne o öksürük, ne de başka bir şey durduramaz. Yangın çıkıp, salonu duman basmadığı sürece oyun devam eder. Sinema, o adam her öksürdüğünde durmak demek... Bana hep ‘İlk film, ikinciyi yapmak için yapılır. Birçok şey ilk filmde öğrenilir’ derlerdi. Bunu da tecrübe ettim. Kendi içime de daha çok sinecek, derdimi daha doğru ve temiz anlatabileceğim başka filmler yapma arzusunu kışkırttı bende bu film. Öte yandan tiyatro benim ‘kale’ gibi gördüğüm ve iç dünyam anlamında daha konforlu olduğum bir alan. Tiyatro benim ruhumu, egomu terbiye eden bir şey çünkü tiyatroda hatayı engellemek mümkün değil. Çok iyi bir oyun yazdığınızı ve çok iyi sahneye koyduğunuzu düşünseniz de, bir akşam oyuncu repliğini olmaması gereken şekilde söyler ve o an geçer gider. Bu aslında tiyatroyu tuhaf bir ironiyle de yaşama yakın kılıyor.Yani kusursuz bir montaj yok tiyatroda, her gece başka bir montaj var. Tiyatronun içinden biri olarak, sizce tiyatro gelişme kaydetti mi? Atay: Buna ben özel cevap verebilirim. Bizim yaptığımız tiyatro kendi içinde büyük bir gelişme kaydetti. Biz çok içe dönük bir tiyatro yapıyoruz. Yani kendimizi ilgilendiren, kendi dünya görüşümüzle ilgili bir tiyatro yapıyoruz. Seyirci derdimiz hiç olmadı bizim tiyatroda. Bunu bir ukalalık olarak söylemiyorum ama seyirciyle az ya da çok bir derdimiz olmadı. İlk oynadığımız günden yani okuldan mezun olduğumuzdan beri, hep bizi izleyen bir kitle oldu. Bundan da çok memnunuz tabii. Berkun’un ‘kale olarak görüyorum’ demesine katılıyorum. O anlamda tiyatro benim de içinde çok güvenli hissettiğim bir alan. NE AVRUPALI NE DOĞULU Bizde de iyi işler yapıp Avrupa’da tanınan ama Türkiye’de o kadar da bilinmeyen sanatçılar var. Onun bir göstergesi gibi mi filmdeki bu karakter? Duru: Hayır. Filmin kadının şarkıcılığıyla hiç bir alakası yok aslında. Esas durum şöyle... Zamanında sevdiği, aşık olduğu adam ona bir uçak bileti vermiş. Gençken, bu kadar ünlü değilken yani... ‘Londra’ya gidiyoruz ve orada ben mesleğime devam edeceğim. Sen de benimle gel’ diyor ama Yaşar Nur aşkı değil kariyeri seçiyor. Film aslında bunu anlatmak istiyor. Yani kariyerini seçip çok ünlü bir şarkıcı oluyor ama istediği aşkı, mutluluğu, huzuru bulamıyor. Olcay: Her şeye birden sahip olamıyorsun yani yaşamda... Diğer yandan bir yeni yıl filmi. İnsanlar yıl sonlarında kendiyle hesaplaşır, yeni yıl için dileklerde bulunur, planlar yapar. Filmin böyle bir tarafı var mı? Olcay: Filmde çok fazla gönderme var aslında. Ali Atay’ın oynadığı Firuz karakteri mesela. O otelde çalışan bir Türk’ü canlandırıyor. O karakterin film içindeki işlevine baktığınızda, ‘Türk olmak’, ‘Avrupalı olmakolamamak’ gibi kavramların üzerine düşünüyorsunuz. Duru: Çok ciddi şekilde kimlik sorununa da değiniyor aslında film. Yani Türk insanının Avrupayla ilişkisi, Avrupalı olması ya da olamaması da irdeleniyor. Ne Avrupalısın, ne de Doğulusun durumu. Aslında Türk insanının sorunu bu. Yani biz ne tam Avrupalıyız, ne de Doğulu. Buna eleştirel bir bakışı var filmin. Yönetmen de dahil ekip tiyatro geçmişli... Olcay: Zaten Ülkü, Berkun ve Ali Ülkü Duru Ali Atay Tablo iç açıcı değil Yeni yıl geliyor. Türkiye’nin geleceği için ne düşünüyorsunuz? Oya: Yeni yıl yoktur, eski telaş vardır. Sabah kalkıp hatırlayacağız. Olcay: Ben tabloya baktığım zaman pek umut vaat eden bir şey görmüyorum ama umarım iyi olur. Yani Türkiye’nin şu anki durumuna baktığımızda... Neyse, umutsuz şeyler söylemeyelim, inşallah iyi olur. Duru: Tablo hiç iç açıcı değil gerçekten. Ama ben bunun sadece Türkiye’ye özgü olduğunu düşünmüyorum. Dünya genel olarak kötüye doğru gidiyor. O yüzden bu kötülük içinde bizler de iyi şeyler olsun diye umutla çabalıyoruz aslında. Umutsuz olsak zaten yaşamıyor olurduk. Tabii ki umut var ama iyiye mi gidiyoruz derseniz hayır derim. Oya: Aslında yaşam diye yaşadığımız şey, iyinin tabiatına aykırı zaten. Bitmemek... Yani her şey hep bitiyor... İnsan canı başta olmak üzere bitmeyen herhangi bir şey olmadığı için, dünya olarak yavaş yavaş bitiyoruz diye düşünüyorum. Türkiye olarak biz belki ilk bitenlerden olacağız. Duru: Yani genelinde dünya, özelinde biz yavaş yavaş ölüyoruz zaten. Keşke bu süreci barış içinde geçirebilsek. Atay: Yeni yıla birkaç gün kaldı zaten. Ve bu süre içinde pek bir şeyin değişeceğine inanmıyorum. Yeni bir yıl, yeni bir başlangıç diye bir şey olacağını sanmıyorum. birlikte bir oyun sahneye koyuyorlar. Duru: Evet dört yıldır birlikteyiz biz. İnşallah Zuhal de bize katılacak ve beraber ‘İnsanın Başına Gelen Şeyler’ isimli yeni bir oyuna başlayacağız. Berkun yazdı, o yönetecek yine. Ben, Zuhal ve Ali de oynayacağız. Böyle bir proje var yani. Bu seneki tiyatro festivalinde ilk gösterimini yapacağız. Filme dönersek tekrar, gerçekten hepimiz aynı kökenden yani tiyatrodan geldiğimiz için ortak bir dile sahibiz ve bu bizi çok rahatlatıyor çalışma esnasında. Teknoloji HAKAN AKARSU hakana?cumhuriyet.com.tr ? Evde sinemaya Sony ile yeni boyut Sony, yeni ‘BRAVIA’ AWSerisi projektörleri ile ev eğlence sistemine yeni bir boyut kazandırıyor. 720p HD çözünürlük ve HDMI da dahil çoklu giriş özelliklerine sahip serinin modelleri VPLAW10 ve VPLAW15; Blueray Disk oynatıcılar ve PlayStation 3 gibi 1080p HD kaynaklarına bağlanabilmeye olanak sağlıyor. Sony, ev eğlencesi sistemini yeniden tanımlayan önden yansıtmalı ‘BRAVIA’ AWSerisi projektörleri ile kullanıcılara büyük ekran deneyimi yaşatıyor. Kolay kurulabilen ve salon kullanımı için gerekli parlaklığı sağlayan yeni ‘BRAVIA’ AWSerisi, ev eğlencesi sistemine sinematik nitelikler kazandırıyor. New Orleans’a hoş geldiniz! Belki çoğumuzun Katrina kasırgasıyla tanıdığı New Orleans şehri Louisiana eyaletinin en büyük yerleşim yeri. Amerika’da benzeri olmayan bir kent. Bu benzersizliği kökenlerindeki karışıma borçlu. Biraz Karayip, çoğunlukla Fransız, Latin ve AfroAmerikan kültürleri harmanlanıp ortaya müzik, leziz bir mutfak, güzel bir mimari, festivaller ve içinde voodoo gibi büyüleri de barındıran değişik geleneklerle örülü bir karışım çıkmış. Amerikalılar, Napoleon döneminde Louisiana’yı satın almışlar. Şehrin Fransız kökleri de buradan geliyor. Zaten eyalet, ismini de Fransa kralı Louis’den almış, bilinen öykünün aksine Louisiana “Louis’inin toprakları” demek. Adını ünlü caz sanatçısı Louis Armstrong’dan alan havaalanından şehre inmeye başladığımızdan itibaren farklı bir yere geldiğimizi hissediyoruz. Önce sıcak ve nemli bir hava çarpıyor yüzümüze oysa kuzeyde hava çok soğuktu. Sonra otele geliyoruz. Otelimiz Casablanca filmindeki otellere benziyor. Beyaz mermerden, palmiyeli, Fransız aslında Akdeniz kokan bir yer. Şehrin sokaklarından müzik sesleri yükseliyor. Ama en çok siyahlar şarkı söylüyor. Alabildiğine caz, blues ve hatta rock müzik sesleri var her yerde. French Quarter ve Bourbon Caddelerinde balkonlarından fesleğen sarkan bungalov tarzı, ahşap panjurlu evler var. Kızlı, erkekli gençler o balkonlardan birbirlerine boncuk kolyeler savuruyor. New Orleans’tayız. Biraz kirine, karmaşasına rağmen yaşayan bir şehirdeyiz. Doğrusu Katrina’dan sonra ölü bir kent göreceğimizi sanıyordum. Stadyuma sığınmış binlerce New Orleanslı’nın yardım çağrısı hala belleklerimizde ? 5 dakikada şarj olan pil Saatlerce süren şarj derdi tarih oluyor. Bu piller 5 dakikada dolacak. Dünyaca ünlü teknoloji devi Toshiba, can sıkıcı şarj süresini 5 dakikaya indirecek pil geliştirdi. ‘Super Charge ion Battery’ adı verilen ve kısaca ‘SCiB’ olarak bilinen yeni pil, 5 dakikadan kısa bir süre içerisinde yüzde 90 oranında şarj oluyor. Toshiba, bu yüksek potansiyelli bataryayı hem kendi endüstriyel sistemlerinde hem de otomotiv sanayinin ürünlerinde kullanılması sayesinde 2015 yılında dünya genelinde 100 milyar Yen’lik bir gelir elde etmeyi hedefliyor. İlk parti SCiB’nin Mart 2008’de satılmaya başlanacak. 5 dakikadan kısa bir süre içerisinde yüzde 90 oranında şarj edilebiliyor. AYÇA AKPEK ? Ekonomik LCD TV arayanlara özel Hannstar’ın ürettiği Hannspree TV’ler farklı tasarımları ve ekonomik fiyatlarıyla Türkiye pazarına girdi. Türk kullanıcısına XV SERİSİ Hannspree televizyonları sunan Hannstar, ilgi göreceğinden emin gibi gözüküyor. HD Ready standartlarına uygun olarak üretilmesi sayesinde yüksek çözünürlüklü televizyon yayınlarına da uyumlu olan XV SERİSİ hızlı tepkime süresi, üst düzey görüntüsü ve geniş fonksiyonları ile dikkat çekiyor. çünkü. “1965’te Betsy’yi, 1969’da Camille’i yaşadık” diyor orta yaşlarının üzerindeki New Orleanslılar. Bizdeki deprem öykülerine benziyor onlarınki, sağ kalanlar büyük felaketlerinin ardından birbirilerine ve turistlere anılarını anlatıyorlar. Neredeyse her nesil ne yazık ki korkunç bir felaket yaşamış. Ama anlatılanların hiçbirinin etkisi Katrina kadar yıkıcı olmamış. Öyle ki New Orleans şehrinin yeniden onarımı için görevlendirilen Ed Blakely, şehre temel hizmetleri sunmalarının üç yıllarını aldığını anlatıyor. Bu arada İstanbul için de felaket yönetimiyle ilgili önerilerini sıralıyor. Kasırganın ardından sular ancak üç hafta sonra şehirden boşaltılabilmiş. Bu nedenle felaketin boyutu artmış. Biz felaketin büyüklüğünü ölü sayısına göre ölçtüğümüzden kaç kişinin öldüğünü soruyoruz. Toplam bin küsur civarında insan yaşamını yitirmiş, şaşırıyoruz deprem felaketlerini hatırlayınca. New Orleans yakınlarındaki banliyölerden birinde oturan ve oranın güvenlik sorumlusu Dexter Accordo benim bölgemde altı kişi öldü diyor. Bunların büyük kısmı evcil hayvanlarını kurtarmaya çabalarken ölmüş. Bu nedenle kasırgadan sonra evcil hayvanlar için de bir operasyon planı hazırlamışlar. Tüm doğal kaynaklarına, turizme ve tarıma karşın yoksulluk şaşırtıyor bizleri. Konuştuğumuz pek çok kimse bu yoksulluktan söz ediyor. Zenginliğin ölçüsü değişse de, yoksulluk her yerde aynı. Yoksullukta buluşuyoruz New Orleansla, sorunlarımız benzer. Yoksulluğa ve felaketlerine rağmen eğlence sürgit yine de. Devasa Mississipi’nin kıyısındaki bu eğlenceli şehir bir yandan yaralarını sarmaya çalışıyor, bir yandan da Mardi Gras için gelecek misafirlerini bekliyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle