Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 02 31/10/07 15:55 Page 1 CUMARTESİ EKİ 2 CMYK 2 3 KASIM 2007 CUMARTESİ Musikinin hüzünlü nağmesi Sümerbank “Atatürk’ün arkasında duran müdürden sessiz bir işaret verildi. İşte o zaman, bin başlı dev, korkunç bir kükreyiş, bir kudurtuyla birden harekete geldi. Müdürün verdiği o işaretle bütün motorlar, tezgâhlar, birden coşmuş, kudurmuşlardı. Şimdi, Menderes Vadisi göklerine kadar vuran, Menderes’in kim bilir kaç defa duyduğu yer sarsıntısı gürültülerini, yıldırım uğultularını andıran bir HAKAN dünya titreyişi havayı DİRİK dolduruyordu... İşte o anda, belki kendi bile farkına varmadan ağzından şu kelimeler döküldü: İşte bu bir musiki!..” Mustafa Kemal’in kulaklarında uğuldayan “sanayi musikisi”, Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası’nın tezgâhlarından yükseliyordu. Şevket Süreyya Aydemir’in aktardığı anekdot, fabrikanın açılış töreninden. Ama açılışa giden yola bakmalı öncelikle. Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan alnının akıyla çıkmış, hemen peşinden gelen ekonomik buhranı atlatmış genç Türkiye Cumhuriyeti, “tam bağımsızlık” peşinde. Bunun sağlanması için “ekonomik bağımsızlığın” gerektiğinin de bilincinde. İzmir İktisat Kongresi’nden çıkan kararlar doğrultusunda Batı Anadolu’da dev bir tekstil tesisi planlanıyor ama hazine tam takır kuru bakır! Ruslarla teknolojik yardımı da kapsayan bir kredi anlaşması yapılıyor, “narenciye” karşılığında. Fabrikanın kurulacağı yer de tam bir bilinç göstergesi. Ülkedeki pamuğun yarıya yakının üretildiği, Çukurova’dan sonra pamuğun merkezi konumundaki Menderes Ovası ve onun odağındaki Nazilli... Yöreye gönderilen keşif heyetinin de raporları sonrası basma fabrikası için ideal yer olarak belirleniyor. Takvim yaprakları 25 Ağustos 1935’i gösteriyor: Sümerbank’ın hemen tamamı tasfiye edilmiş, arazileri ve fabrikaları önüne gelene peşkeş çekilirken, 2002’de kapısına kilit vuruluyor. Ancak, fabrika ve arazileri kamu kuruluşları arasında; belediye, Adnan Menderes Üniversitesi arasında pay ediliyor. Oysa bu miras, “mirasyedilere” bırakılamayacak kadar değerli. Merhaba Gülümsemeye ihtiyacımız var. Günlük yaşamın yoğunluğu, yoruculuğu altında ezilirken; siyasi ve toplumsal hezeyanların ağırlığını yaşarken biraz mizaha ihtiyacımız var... İnce, zekice ve işin özüne dokunan esprilere... Espri kovalayıcı sanatçılardan Kamil Masaracı, bu ihtiyacımızı karşılayan çizerlerden biri. Onu özellikle gazetemiz okurları yakından tanırlar. 1985’ten beri Cumhuriyet Gazetesi’nde çiziyor Masaracı. Aslında onun Cumhuriyet’le bağı 1979 yılına kadar uzanıyor. Bir dönem gazetenin arka sayfası haftada bir gün ‘Ciddiyet’ adı altında mizaha ayrıldığında Masaracı da oradaydı. Turhan Selçuk, Tan Oral, Semih Poroy, Beysun Gökçin, Yalçın Pekşen, Mine Kırıkkanat’la birlikte... Günlük bant çizimlerinin, Gezi ekindeki ‘geze geze’ çizgilerinin yanısıra Masaracı ‘kültürçizik’leriyle Türkiye’de bir ilki başlatan çizer. 1995 yılından beri kültür sayfalarımızda kültür ve sanata mizahi yönden dokunuyor. Üretimini kağıt üzerinde bırakmayan sanatçılardan biri o. Mizahın ve mizahçıların hakettiği değeri görmesi, kendilerini ifade edebilmesi için de çalışıyor. Bu çalışmalarından bir tanesi de 2008’in başında açılması planlanan İzmir Karaburun’daki ‘Karikatür Evi’. Masaracı’nın önerisiyle Karaburun ve Konak Belediyelerinin desteğiyle yaşama geçirilecek olan kültür evinde,bölge sanatçılarının ürünleri sergilenecek. Bu hafta Zuhal Aytolun, Masaracı ile eleştiren, düşündüren ve güldüren bir söyleşi yaptı. Mizahın yaşamdaki önemini sadece çizerler anımsatmıyor bize. Çarşamba günü kaybettiğimiz Türk bilim ve siyaset dünyasının en önemli ve değerli isimlerinden biri olan Erdal İnönü de mizahtan hiç kopmamış, yaptığı ince esprileri kitap konusu bile olmuştu... İnönü’nün solda birlik toplantıları için liderlerle biraraya geldiği yemekte garsonun “birşey almak ister misiniz, efendim” sorusu üzerine “Teşekkürler biz birbirimizi yiyeceğiz” yanıtı herhalde hiç unutulmayacak... İyi hafta sonları... YAĞMAYA UĞRAMIŞ Her aşk, maşukun ihanetini barındırmak zorunda mı bünyesinde?.. Nazilli Basma da böyle bir ihaneti yaşamış, üstelik terk edildikten sonra bile! Türkiye’nin ilki, kapatılan Sümerbank işletmelerinden sonuncusu, Adnan Menderes Üniversitesi’ne devredildikten sonra, sancılı süreçler geçirmiş. Fabrika alanı, kapatıldığı 2002’den beri üniversitenin sorumluluğunda. Bir bölümünde üniversitenin iktisadi ve idari bilimler fakültesiyle meslek yüksekokulu öğrencileri öğretim görüyor. Ancak, üniversite yönetimi fabrikanın ana bölümlerinin bulunduğu alanı geçtiğimiz yıllarda bir şirkete kiralamış. Nazillili, dört elle sarılmış bu işe. Basma fabrikası yeniden faaliyete geçecek, kent eski dinamiklerine yeniden kavuşacak umuduyla... Ama ne gezer, kapkaççının eline düşmüş fabrika. İçindeki makinelerin büyük bölümünü, hurda olarak satmayı becermiş, iş bilir tüccar! Kiracı şirketin sahiplerinin niyeti öylesine belliymiş ki, uzunluğu 45 kilometreyi bulan fabrika içine aralıksız döşenmiş rögar kapaklarını bile söküp götürmüş işletmeden. Yağmadan geriye kalan makinalar, koruma kurulu tarafından numaralandırılıp “koruma” altına alınmış durumda. Sütten ağzı yanmış ama, sütün tadına da varmış Nazilli. Çünkü basma fabrikası ilçenin her şeyi. Bir gurur Sümerbank çalışanı olmak, geçit törenlerinde “Nazilli Basma Fabrikası” pankartının arkasında yürümek. Bir süre önce buraya atanan Kaymakan Caner Yılmaz da, basma fabrikasının Nazilli için ne kadar büyük önem taşıdığını gelir gelmez fark etmiş ve harekete geçmiş. Şimdi yeni bir umut taşıyor Nazilli halkı, özlediği makina gürültüsünü yeniden duyabilme umudu. Bunun için de ilk adım atıldı. Kaymakamlığın öncülüğünde yerel yönetim, ticaret odası ve sivil toplum kuruluşları bir araya geldi. Yerel girişim, üniversiteden boş duran fabrika alanını geri istedi. Üniversite yönetimi, konuya sıcak bakıyor. Yakın zamanda üniversite senatosundan bu yönde karar çıkması bekleniyor. Yılmaz, Nazilli’de hemen herkesin bir biçimde basma fabrikasından “teğet geçtiğini” söylüyor ve “Mutlaka fabrikayı yeniden yaşama geçireceğiz” diyor. Ancak fabrikayı yeniden ayağa kaldırmak hiç de kolay görünmüyor. Burasının “Sümerbank” olduğunu gösteren bir tabela bile kalmamış ortalıkta. Hemen girişte, Atatürk’ün siluetinin belli belirsiz seçilebildiği “Azami tasarruf, milli özelliğimiz olmalıdır” sözünün yazılı olduğu tabela, pas tutmuş. Koca bir tarihin tanığı çamlar, devriliyor bahçede. Asırlık ağaçlar, belki de bu hüzünlü nağmeleri duymak istemiyor artık ama tüm haşmetiyle direnenler de var. Süleyman Usta’yla birlikte fabrikanın dokuma tezgâhlarında saçlarını ağartan Mustafa Çakır da katılıyor turumuza. Devasa yapıdan içeriye adım attığında insan hayranlığını gizleyemiyor. Talandan geriye kalanlar bile fabrikanın ne kadar devasa bir tesis olduğunu ortaya koyuyor. Binalar hâlâ sapasağlam. Bir zamanlar “hakiki dara, peşin para” sloganıyla yöre halkını kalkındıran Türkiye’nin sanayi ateşi, şimdi kendisini yeniden alevlendirecek rüzgârı arıyor. O rüzgâr “sağlam” biçimde eser mi, bilinmez. hakandirik@gmail.com Atatürk’ün 1937 yılında açılışını yaptığı Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası, yerel girişimle yeniden ayağa kaldırılmaya çalışılıyor. 20 GÜN ÖNCE AÇILDI Bölgenin dört bir yanından işçi gelir fabrika inşaatı için. Hatta Nazilli Cezaevi’ndeki tutuklular bile inşa sürecinin aktörlerindendir. Devlet kararlı, söz vermiş, “29 Ekim 1937’de fabrika açılacak” diye; millet azimli, omuz vermiş tüm sürece. And verilen tarihten 20 gün önce açılış günü gelmiş çatmış. Yöre halkının, çıkardığı sesten ötürü “gıdı gıdı” adını verdiği tren, 9 Ekim 1937 günü saat 13.30’da Atatürk’ü getirmişti Nazilli’ye, yanında İsmet İnönü, Celal Bayar ve bakanlarıyla birlikte. Açılış anahtarını kendisinin çevirdiği fabrikanın yıldırım uğultuları, Atatürk’e “musiki” gibi gelmişti. O musikinin ne denli “çok sesli” olduğunu vurgulamakta yarar var. Nazilli Basma Fabrikası, tam anlamıyla “entegre” tesis. İplik, dokuma ve basma bölümlerinden oluşan fabrikaya, bir kapıdan pamuk giriyor, diğer kapıdan basma çıkıyor. Aradaki işlemler saymakla bitmez. Gezi kılavuzu, fabrikanın gece gündüz iki vardiya çalışarak yılda 18 milyon metre basma imal edeceğini müjdeliyor. Özellikle yakın çevredeki dokumacıların kullanacağı 34 bin ton iplik üretilecek. Kullanılacak pamuksa “mıntıkadan” temin edilecek. Bunlar için üç vardiyada yaklaşık 2 bin 500 işçi çalışacak. Eskilerin “muazzam”, “harikulade” kavramlarıyla sıfatlandırdığı fabrikanın açılışta gezilen güzergâhına ben de uymaya, “Ata’nın izinden” gitmeye çalıştım. Ancak dağ yürüyüşlerine meraklı yakın çevremin ısrarlarını kıramayıp, rotalarını adımladığım zamanları bile özledim! Tamamını dolaşmak için maraton koşucusu kondisyonu olması gerekir insanın. İtiraf etmeliyim ki, maraton koşucusu değilim! Sıralamaya çalıştığım tüm işler için yaşama geçirilen fabrika, yaklaşık 111 bin metrekare alana yayılmış. Fabrikanın kapalı alanı ise 51 bin metrekare. Son ustalarından, benim de mihmandarlığımı yapan Süleyman ŞEYTAN’IN DOĞDUĞU YER Türkiye’nin sanayi anıtı olması yetmiyorsa, futboldan açalım o zaman sözü. Futbolculuğunda “şeytan” lakabını alan, teknik direktörlüğünde Fenerbahçe’de 7 maç dayanamasa bile, bugün televizyonların vazgeçilmez otoriteleri arasında yer alan Rıdvan Dilmen, sizce nereden yetişti? “Sümerspor” bugünün, harcamalarını vergiden düşmek dışında amaç taşımayan sözde sponsorlarını bile cezbedebilecek ismiyle, “şeytan”ı da bünyesinden çıkarmış. Daha önceki dönemlerde, antrenör Musa Sezer’in “fabrika” kökenli olması nedeniyle Galatasaray’la kuruluş yıldönümünde oynanan maç ise, dönemin unutulmaz hatıralarından. Usta (Süleyman Özpınar), Nazilli Basma’nın son emekçilerinden. İşi elektrik onarımı olduğu için, tesisin her metrekaresini avucunun içi gibi biliyor. Fabrikayı dolaşırken, eski bir sevgiliyi yeniden kollarına alıyormuş gibi!.. TİLKİLERİN MEKÂNI Bu “muazzam” tesiste şimdi tilkiler yavrularını doğruyor, baykuşlar kanat çırpıyor. Benzetme olsun diye yazmadım, bizzat tanığıyım baykuşların çırptığı kanadın, tilkilerin ayak izlerinin. İnsanın içini burkuyor, dünyayı titreten makine uğultularının Nazilli’den silinişi. Oysa, kuruluşundaki, parıltılı günlerin ardından yaşanan zorluklar aşılmış, 1960’a dek “istikrar dönemi” sürüp gitmiş. 6179 arası ise Nazilli Sümerbank’ın “altın yılları” diye anılıyor. Sonra... Sonra, çöküş başlıyor, başlatılıyor... Kamu işletmelerinin “malum” sorunları Sümerbank Nazilli’nin de başına üşüşüyor ve Turgut Özal’lı yıllarla birlikte “satış ninnileri” dillendiriliyor. Sonrasında sanayi musikisinin nağmeleri hüzünlü sesler veriyor. “Küreselleşme” denen hain rüzgâr, tüm dünyayı kasıp kavururken Nazilli’den de geçmeyi ihmal etmiyor. Bin başlı devin kafalarını birer birer koparıp, haraç mezat savuruyor. Ama yine de “talandan” nispeten hafif biçimde kurtuluyor Nazilli Basma. Kaldırıma düştü avucundakiler. Kaçışına benzedi kuşların ikindi üzerleri. Karanlığa boğulmaktan korkan kanat döküşleri denize karıştı. Döküldü ve yuvarlandılar. Aynı anda bir rüzgar gülü dönmeye başladı bir çocuğun elinde. Sarı, mor, kırmızı güller döndü başımda. Seversin sen diye getirmiştim, dedin Dökülen lebleGÜLÇİN AKDAL biler yuvarlanıp kayboluyordu. ÖZDEMİR Yokuş aşağı koşmaya başladı çocuk. Elinde dönüyordu gülü. Avucunda kalan son taneleri bu sefer sen bıraktın avucundan. Üzerinde en sevdiğim yeşil hırkan vardı. Sevmiyorsun sen, boşuna hepsi dedin. ??? Sakallarının kararsız rengine yağmur yağan istasyonların sessiz akşamları değerdi solmuş duvarları yol kokan gar lokantaları birden dolardı. Bir kadın boş bir bavul ve uzun saçlarıyla veda ederdi gençliğine. Bir su taşar bardak Kırık leblebi tan, bir garson aceleyle silerdi ellerini önlüğüne. Gitmek zorunda kalanlar gelmeyen trene söverdi, sevmenin her hangi bir uzakta beklemek demek olduğunu anlamazdın sen. Ceplerinden çıkardıkları saate durmadan bakarlardı. Sevmek diğer ceplerinde taşımak istedikleri başka bir saatti. Başlasaydı ya bu kederli ve ayrı yol! ??? “Birbirine aynı uzaklıkta ve kımıldamadan duran iki dağın başı kadar sonu da bize benzerdi.” Gitmenin gitmemek kadar alazlanmış kum ağırlığı vardı. Gitmemle o gece yıldızların üzerime attığı bir ağ da vardı. Neyi seslendirdiği bilinmeyen düdüğüyle yanaşır tren, durdurup geri döndürme olasılığı taşımayan ağırlığıyla son defa bakardı yolculara; ben duyardım: Binme derdi. Tekerlekleri miydi dönen, o rüzgarın gülü mü? Omuzlarına dökülen yakalarıyla ne çok sevdiğim hırkandı üzerindeki. Yavaş yavaş dönerdi tekerlekler. Sakallarında kaybolan inciler ve güzel rengi saçlarının… Seversin sen, üşümezsin hem dedin. Bir kolundan yakaladım içi boş yumuşaklığının. Yün yokluğun doldu ellerime. Seni son kez rıhtımın lacivert kış denizinde gördüm. “Kımıldamadan dururdu dağ, üşüse de akardı su.” ??? Bir gecenin yanında kaç gündüz, bir sisin altında bir göl saklanabilirdi. Kocaman toprak üzerinde görülen tek sarı bir ağaç hatırlatırdı kifayetsizliğini hayatın. Sen gülümsemenin beklenmedik gelişini hatırlatırdın. Sarsılan pencerelere yansıyan gölgelerin uzayan koridorlarda kaybolan hayaletleri karanlığa karışan vagonlarda apansız uyandırır uyuyanları, yutkunup nerede olduklarını anladıklarında ceplerinde saatin kaçı vurduğuna korkuyla bakarlardı. Bir adam pencereyi indirir, bir sigara söndürürdü gecenin kalbinde. Küçük istasyonlarda durduğunda tren, telaşlı adımlarla kaybolurdu insanlar karanlıkta. İnenler tekrar binmenin telaşında gözlerim soğuk raylarındaydı trenin. Üşürdüm demirin karanlığa karışan yolculuğunda. Bir kadın bir erkek geçerdi birbirlerinin içinden; uzayan bir ıslıkla döner ve hızlanırdı tekerlekler. Üşürdüm demirin bana karışan yolculuğunda. Gözlerin ne yakın renkti gecede. Hırkan ne uzak renk? Giyindim ela bir yakınlığı üzerime. Sen ellerin cebinde beklerdin beni kaldırım başlarında. Soktum ellerimi cebime. Kırık bir kaç leblebi doldu avuçlarıma. g.a.ozdemir@hotmail.com İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Yazıişleri Müdürü: Güray Öz Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Yönetim yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No. 2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64 Reklam: Cumhuriyet Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: İpek Aksoy Reklam Rezervasyon: Mete Çolakoğlu Tel: 212251 98 7475 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ hafta?cumhuriyet.com.tr