Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 10 14/11/07 15:44 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 17 KASIM 2007 CUMARTESİ ? ? Belleksiz çağın çocuklarından Dot’un yeni oyunu Kürklü Merkür, düzeni, toplumları, toplumların belleksizliğini sert bir şekilde eleştirirken, sevgiyi de nefreti de izleyiciye uçlarda yaşatıyor er yerde konuşulur ‘Türk insanının belleksizliği’. Peki, ya diğer ülkelerin halkları? Onlar hiçbir şeyi unutmuyorlar mı? Tiyatro Dot’un bu sezon sahnelediği oyun Kürklü Merkür bu soruya cevabı en sarsıcı biçimiyle veriyor. Murat Daltaban’ın yönettiği oyun izleyiciyi kendi deyimiyle de sarsıyor, sallıyor, kendine gel diyor. Evet dünya böyle... Bu kadar sert. Sarsıcı demek yeterli değil Kürklü Merkür için. Başladığı saniyeden itibaren sizi içine alan, gözünüzü son ana kadar kırptırmayan, nefes aldırmayan bir oyun. Repliklerinin gücüyle, oyuncuların yetenekleriyle yerinize çivileniyorsunuz. Oyunun devam ettiği 1 saat 50 dakika boyunca SİNEM tempo hiç düşmüyor ve oyundan başka bir şey DÖNMEZ düşünemiyorsunuz. Oyundan çıktığınızda herkesin yüzünde aynı gergin bakış. Birkaç saat etkisinden çıkamıyorsunuz, yakanızı bırakmıyor. Peki neyi mi anlatıyor? 2003 yılında yazılan oyun, belleksizliğe yol açan kelebeklerin ticaretini yaparak geçinen bir grup gencin, var olma çabalarını konu alıyor. Nefretle sevgiyi uç noktalarda izleyiciye aktarırken, sert bir toplum eleştirisi de yapıyor. Cem Kurtuluş’un çevirip, Serkan Altunorak, Rıza Kocaoğlu, Tuğrul Tülek, Enis Arıkan, Engin Altan Düzyatan, Veda Yurtsever İpek, Cemil Büyükdöğerli ve Cem Özeren’in oynadığı Kürklü Merkür’ü ve dünyanın belleksizleşmesini Murat Daltaban’la konuştuk. H sert eleştiri Acıklı hale getirmeyin Kürklü Merkür’de oynayan oyuncuların büyük çoğunluğunun televzyon dizilerinde oynamasını normal karşıladığını ve bu durumun çok da acıklı hale getirilmemesi gerektiğini vurgularken, “Ben de dizilerde oynuyorum. Televizyonda oyunculuk yapıyor ve para kazanıyorsunuz. Bunu aslında acıklı bir hale getirmek de çok anlamlı değil. Bir grafik sanatçısı da dışarıya iş yapıp para kazanıp başka bir iş yapıyor. Alternatif bir iş yapıyorsanız, kendi alanınızda, kendi çizginizde bir şey yapmaya çalışıyorsanız çok para kazanmayı beklememeniz lazım. Bizler çok şikayetçi değiliz aslında yeter ki sağlığımız yerinde olsun işimiz olsun para kazanalım ve tiyatroyu devam ettirelim. Bu aslında televizyon seyircisinin kazanımıdır. Bu kadar iyi oyuncular gerçekten o dizileri ayakta tutan oyunculardır. Bir iki tane manken ya da oyuncu olmayan birlerinin arkasında gerçekten iyi bir kadro olduğu için ayakta” diyor. ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Şiddete giden yol Oyundaki kelebek yeme metaforunun uyuşturucuyu çağrıştırsa da sadece madde bağımlılığından söz edilmediğini vurguluyor Daltaban. Bu televizyon seyretmek de olabilir, sistemi kabullenip boyun eğmek de. Kelebek, bir bağımlılığı, gerçekten uzaklaşmayı ve belleksizleşmeyi tarif eden estetik bir şey. Daltaban, “Çok fazla karşılıkları var günlük hayatla. Önemli olan bu bellek kaybının neye malolduğu ve sebepleri. Türk insanı belleksizdir değil dünya insanı belleksizleştirilmiştir. Büyük bir problem olarak görüyor yazar bunu. Belleksizleştiği noktada o boşluğu başka bir şeyle doldurmak zorundasın. Birilerinin bir şeylerin doldurması, tamamen yönetim meselesi bu. Yazar da en net şekilde bunu anlatıyor” diyor. Oyunun amacı da seyirciyi şiddetle değil, anlatısıyla sarsarak uyandırmak, harekete geçirmek. Daltaban’a şiddet içerikli oyunlar sahnelemesi konusunda da hep eleştiri gelmiş. “Seçmiyorum” diyor Daltaban: “Metnin anlattığı şey sonuçta şiddete varıyor ve ben bu süreci anlatmakla uğraşıyorum. Kimi mizahla kahkahayla bunu anlatmayı tercih eder kimi de bu yolu. İşin mizah tarafı kaçış tarafı olmuş. Gülüyor, içi rahatlamış olarak evine gidiyor, üzerinden geçiyor. Bu oyun öyle değil. Sabah tekrar uyandığınızda o karakterlerle uyanıyorsunuz. Kolay yenilir yutulur lokmalar değil. Midenize oturuyor. Otursun zaten. İstanbul’da başka bir hayat yaşıyorsunuz ama böyle değil her an sizin steril dünyanıza dokunabilecek bir şey var.” İNSANLIĞIN ORTAK BUNALIMI Bu oyunu neden seçtiğini Murat Daltaban’a sorduğumuzda “Hayat her zaman kahkahalar attırmıyor insana onun için işin biraz bu yönünden bakmayı tercih ediyoruz. Oyun seçiminde de tiyatronun işlevi olarak da hayata burdan bakmayı tercih ediyoruz. Sahneye koyduğumuz oyunlar ticari olarak riskli ama bizim istediğimiz şey bu çizgide gitmek” diyor. Tiyatro metnini okuduğunda çok etkilendiğini ifade eden Daltaban, “Oyundaki her karakterle kendi içimde bir ilişki kurabiliyorum, yaşım da tutmuyor oynamak için. Oyunu çalışırken ben de oyuncular kadar oyunun içindeydim, yönetmenler genellikle oyuna mesafeli durur, dışardan bakmayı tercih eder. Ben oyundan çok etkilendim” diyor. Oyunu sahneye koyarken hiç sansür uygulanmamış. Yazarı Philip Ridley, resim yapan, senaryo ve çocuk öyküleri yazan, aynı zamanda sinema ve tiyatro yönetmenliği yapan bir sanatçı. Daltaban, “Oyun için ‘Türkiye’ye uygun mu?’ diye soruyorlar genellikle. Bu oyun, bu oyundaki karakterler tam da benim jenerasyonum. Çok evrensel bir hikaye. Bizim halkımız belleksizdir derler ama dünyadaki herkesin belleksizleşme ve belleksizleştirilme gibi bir durumu var. Bir İngiliz’le bir Türk aynı sıkışmaları, aynı krizleri aynı depresif ruh halini yaşıyor. İşin bu tarafından baktığınızda insanlığın ortak bunalımıyla karşılaşıyorsunuz” diyor. TÜRK İZLEYİCİSİ TOLERANSLI Oyunu izleyenler genellikle aynı sarsılmış yüz ifadesiyle çıkıyorlar oyundan. Oyunda görsel olarak şiddet öğesi olmamasına karşın repliklerin etkisi izleyiciyi sarsıyor. Bu kadar sert olmasına karşın kara bir mizahı da barındıran oyun sizi kaçamadığınız bir noktada yakalıyor ve aslında kaçmaya çalıştığınız yerde vuruyor. Güldüyseniz de güldüğünüz için kendinizi suçlu hissedebiliyorsunuz aynı anda. Bu oyunda özellikle sözün şiddetini ön plana çıkartmak istediğini söyleyen Daltaban’a seyircinin genel tepkisini sorduğumuzda, “Bunalımlı, bunaltıcı bir dünya oyundaki. Tam çarşamba pazarı oluyor oyun çıkışı. Ben seyircinin tepkisini merak ediyordum. Oyun dil olarak çok saldırgan, görsel olarak saldırgan, içindeki öğeler saldırgan. Ancak seyircinin toleransı çok yüksek. Belki bir oyunda sadece 50 kişiye gösteriyorsunuz ama bizim seyircimiz bunu tolere edebiliyor. Hayatına geçirip değerlendirmeye sokabiliyor” diyor. İngiltere’de bu oyun çıktığında yayıncısı bu oyunu basmayı reddetmiş, çok problem çıkmış daha sonra oyun oynandığında muhafazakarlar ayağa kalkmış. Kendi içinde çok güçlü bir WASP (Beyaz Anglosakson Protestan) eleştirisi olduğundan söz ediyor Daltaban. Bir İngiliz ya da Amerikalı milliyetçi bir pencereden bakarak bu oyundan rahatsız olurken, Türkiye’de izleyicilerin eleştiriyi tolere ederek gördüklerini değerlendirmeye alabildiklerini söylüyor ve ekliyor: “Tolerans sınırını merakla izliyorum.” OYUNCULAR ÇEKİNİYOR Oyuncuları audition’la (role göre oyuncu seçimi) seçtiklerini söyleyen Daltaban her role uygun bir oyuncu seçmelerinin birkaç adım ileriden başlamalarını sağladığını ifade ediyor. Hikayedeki karakterlerin de genç olması dolayısıyla oyuncuların da genç olmasının büyük bir rahatlık olduğunu, daha kolay risk alabildiklerini söyleyen Daltaban, “Oyunun öne çıkarılması gereken durumlarının üstünde rahat çalıştık. Oyuncuların oldukça genç olmalarından kaynaklanan bir rahatlık var çünkü bir süre geçince sadece oyunculuk için değil her sektörde kariyer yapmış olanlar için risk almak güçleşiyor. Aynı temadaki bir oyunu daha yukarıda bir yaş kuşağında bulmakta güçlük çekebilirsiniz. Şu an hazırlık aşamasında olduğumuz bir oyun var 6065 yaş civarında bir oyuncuya ihtiyacımız var ve bulamıyoruz. Burada oynamaya cesaret edecek oyuncu bulamıyoruz. Ya kendi tarzları olmadığı için ya da riskli buldukları için çekiniyorlar. Sonuçta bu tiyatro. Oyuncunun kendi skalasını da genişleteceği bir alan olabilir. Bu rollerle hayat boyu karşılaşmanız mümkün değil. Bir yandan da oyuncu için de seyirci için de maceralı bir alan burası” diyor. S Göç ergi Olağandan Sonra: Şimdiki Zaman Siemens Sanat ev sahipliği yaptığı ‘Olağandan Sonra: Şimdiki Zaman’ isimli sergiyle bugüne kadar gerçekleştirilenlerden oldukça farklı bir projeyle sanatseverlerin karşısına çıkıyor. Pentür, yani boyamanın öne çıktığı resimlerden oluşan sergi, geleneksel yöntemlerle de güncel yapıtların ortaya çıkarılabileceğini anlatıyor. Güncel hayatta resmin yerini sorgulayan sergi, yapıtın malzemede değil fikirde değerlendirilmesi gerektiği mesajını vermeye çalışıyor. İtalya’da yaşayan Lübnan asıllı Ali Hassaun, Batı Avrupa sanatından başyapıtların görüntüleri ve Ortadoğu’nun gündelik yaşamından kesitler sunuyor. Türkiye’de yaşayan Bulgaristan doğumlu Şenay Kazalova ise, izleyiciyi izlenen konumuna getiren etkileyici yağlı boya portreleri ile iki kültürlülüğün izlerini yapıtlarına taşıyor. Sergi, 21 Aralık tarihine dek görülebilir. (Tel: 0 212 334 11 04) S ahne tozu Dokuz ay son gün Oyunbozan ekibi, ilk oyunları Dokuz ay Son Gün’le seyircisiyle buluşuyor. Canlı bomba bir kadının rahmine düşen dört sperm ve onların dokuz ay on günlük serüvenini anlatan oyun hem trajedi hem de komedi öğeleri taşıyor. Aynı rahimde buluşan marksist ve feminist, liberal ve sağ, bir islamcı ile bir azınlık eşcinsel spermin serüvenini anlatıyor. Sermiyan Midyat’ın yazıp yönettiği oyunda, Emel Çölgeçen, Erdem Akakçe, İsmail Hacıoğlu, Sermiyan Midyat rol alıyor. Oyuna Zuhal Olcay, Ferhan Şensoy, Sumru Yavrucuk, Altan Erkekli, Bülent Emin Yarar ve Nihat İleri sesleri ile destek veriyor. Oyun, bugün ve yarın ve 23 Kasım tarihinde Kenter Tiyatrosu’nda, 19 Kasım tarihinde Yunus Emre Kültür Merkezi’nde sahnelenecek. (0 212 247 36 34) Türk resim sanatının büyük ustası Nuri İyem’i anmak, eserlerini sanatseverlerle buluşturmayı devam ettirmek amacıyla ilki 2006 yılında gerçekleştirilen araştırma – inceleme sergileri dizisine bir yenisi ekleniyor. Her döneminde sosyal konulara ağırlık veren İyem’in tüm sanat yaşamı boyunca irdelediği konular arasında büyük öneme sahip göç konulu resimleri sergileniyor. Nuri İyem, eserlerinde Türkiye’de 1950’li yıllarda başlayıp hız kazanan göç hareketini, Anadolu’dan büyük kentlere ve yurtdışına göçen, büyük şehri kavrama çabasındaki insanı gözler önüne seriyor. Bu dönemsel sergi 29 Kasım tarihine dek Evin Sanat Galerisi’nde görülebilecek. (Tel: 0 212 265 81 58) Bayazıt İstanbul’da Mevlevilik Suna ve İnan Kıraç Vakfı, Mevlana Celaleddin Rumi’nin 800. doğum yıldönümü nedeniyle Unesco tarafından ilan edilen ‘Mevlana Yılı’nda, İstanbul tasavvuf tarihine ışık tutan ‘Saltanatın Dervişleri, Dervişlerin Saltanatı: İstanbul’da Mevlevilik’ sergisini sanatseverlerle buluşturuyor. Sergi, İstanbul Mevleviliği’ne ait levha, gravür, fotoğraf, gündelik hayata ilişkin objeler ve sema eden, ney üfleyen dervişlerin büyüsüyle izleyenleri gizemli bir yolculuğa çıkarıyor. Sergide yer alan ve birçok koleksiyon arasından derlenen 76 orijinal eser arasında, değer biçilemeyen levhalar, sikkeler, defterler ve semazen kıyafetleri de bulunuyor. 30 Mart tarihine dek açık kalacak sergi, İstanbul Araştırmaları Enstitüsünde sanatseverle buluşuyor. (Tel: 0 212 211 41 00) İstanbul Şehir Tiyatroları’nın bu sezon ilk kez sahnelediği Bayazıt, Osmanlı saray dünyasına, aşk, öç alma, çaresizlik ve iktidar kavramları çerçevesinde, tarihsel gerçeklikle, Jean Racine’in “doğu”ya bakışını içiçe sunuyor. 1672 yılında Paris’te sahnelenen “Bayazıt” görkemli olduğu kadar siyasal ve askeri olarak güçlü bir imparatorluk olan Osmanlı Devleti’nin sarayından bir öyküyü sunuyor. 4.Murat Bağdat Seferi’ndeyken Topkapı Sarayı’nda olanları ele alan oyun, Avrupa’dan gizemli düşsel bir dünya gibi görünen Osmanlı dünyasına, görkemiyle olduğu kadar saray insanlarının iç dünyasıyla da yaklaşıyor. Başar Sabuncunun yönettiği oyunda Can Başak, Mehmet Avdan, Şebnem Köstem, Hümay Güldağ, Ahmet Özaslan, Işıl Zeynep Tangör, Yonca İnal rol alıyor. Bayazıt, bugün, yarın, 21, 22 ve 23 Kasım tarihlerinde Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’nde tiyatroseverlerle buluşacak. (0 216 349 04 63) Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler EricEmmanuel Schmitt’in yazdığı oyun bir kentte, normal bir erkekle kadının evliliklerinden bahsederken, acıyla umudu aynı potada eritişini anlatıyor. Tüketmek yerine çoğaltmak, yok etmek yerine var etmek, öldürmek yerine yaşatmak kavramlarına sahip çıkmak fikrinin savunulduğu oyunda, Haluk Bilginer ve Vahide Gördüm rol alıyor. Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler, 21 Kasım tarihinde Enka Oditoryum’da sahnelenecek. (Tel: 0 212 276 22 14) Gözü Kara Alaturka Bakırköy Belediye Tiyatroları (BBT), çağdaş Türk Tiyatrosu’nun önemli genç yazarlarından Özen Yula’nın Gözü Kara Alaturka adlı oyunu, kent yaşamı içinde kendine aykırı çıkış yolları arayan gençlerle, yenilgiye uğramış bir önceki kuşağı tek bir gecede aynı odada karşı karşıya getiriyor. Bol sürprizli oyun doğu ile batı, geçmişle bugün arasında sıkışan İstanbul insanının trajikomik hikayesini sorguluyor. Oyun 23 Kasım’da Yunus Emre Kültür Merkezi’nde sahnelenecek. (Tel: 0 212 669 19 42)