Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 06 7/11/07 16:32 Page 1 CUMARTESİ EKİ 6 CMYK 6 10 KASIM 2007 CUMARTESİ Fuarlar yerel olmaktan çıkmalı Bugün başlayan Artİstanbul 2007 Sanat Günleri’nin organizatörlerinden Sanat Galericileri Derneği Başkanı Doğan Paksoy, sanatın yeterince desteklenmediğini söylüyor Artİstanbul 2007 Sanat Günleri, Karaköy Salıpazarı’ndaki Antrepolar’da 1018 Kasım 2007 tarihleri arasında sanatseverlerle buluşuyor. Sanat Galericileri Derneği, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve idf Uluslararası Fuarcılık işbirliğiyle organize edilen Sanat Günleri’nin 6.’sı, Karaköy 5 no’lu Antrepo’da SABİHA düzenleniyor. Artİstanbul 2007, ‘Hissettiğin KURTULMUŞ gibi...’ (As you feel) temasıyla, ulusal ve uluslararası sanatçıların eserlerini İstanbullularla paylaşıyor. Resim, heykel, fotoğraf, enstalasyon, dijital sanat, video, grafik, gravür ve kağıt üzerine yapılan çalışmalar, dünya standartlarında hazırlanan sergileme üniteleriyle sanatseverlerin karşısına çıkıyor. Genç sanatçılar için de değerli bir sanat platformu olan organizasyon, düzenlenen yarışmalar, seçkin sergiler ve Sanata Katkı Ödülleri’yle ArtİStanbul 2007’nin içeriğini daha da zenginleştiriyor. Uluslararası fuar standlarıyla, toplam 8.000 m2’lik alana yayılan Artİstanbul 2007, ülkemizin en önemli sanat platformu olma özelliğini taşıyor. Artİstanbul 2007 Sanat Günleri organizatörlerinden Sanat Galericileri Derneği Başkanı Doğan Paksoy’la, fuarları, Türk sanatının dünyadaki yerini, genç sanatçıları ve tabii ki fuar sürprizlerini konuştuk... Bu yıl Artİstanbul’un kaçıncısı düzenleniyor? “Art İstanbul Uluslararası Çağdaş Sanat Buluşması 2002 yılında başladı. Etkinliği beraber düzenlediğimiz firma ile yollarımızı ayırmak zorunda kaldığımız 2006 yılında yeni bir firma ile devam etme kararı aldık ve dDf’in (Dream Designe Factory) diğer kuruluşu olan idf ile anlaştık.” Sizce Türkiye’deki fuarlar yerel olmaktan çıkabilecek mi? Neler yapılmalı? “Sanat Fuarları’nın sayısının tüm dünyada sanat galerilerinin gezilme alışkanlığının azalmasıyla oldukça fazla bir şekilde arttığını görüyoruz. Bu biraz da arz talep meselesi. Bu anlamda en kısır ülkelerden biri de bizim ülkemiz. Bayramda Londra’ya gittim. Bir hafta içinde yedi tane sanat fuarı gezdim. Birçok Türk’e de rastladım gezerken. Ülkemizde düzenlenen fuarlar tabii ki henüz yurtdışına açılacak düzeye erişemedi. Her şeyden önce bir sanat piyasası oluşamadı. Oluşan tek piyasa spekülasyon yaratarak bir şeyler satmak piyasası. Maalesef hiçbir altyapısı olmadan düzenlenen müzayedeleri (lütfen müzayedeciler alınmasın), ahbap çavuş ilişkileri, danışıklı dövüşler ön planda ve insanların parasını nasıl daha çok alırım planları yapmaktan geleceğe yatırım yapamayan kuruluşları görüyoruz her yerde. Burada sözünü ettiğim eksiklikleri yerine getirenleri asla bu kategoriye koymuyorum. İstanbul’da dört, Ankara’da iki fuar, İzmir ve Antalya’da ise daha küçük çapta iki fuar düzenleniyor ülkemizde. İngiltere’de yılda yaklaşık 60, Amerika’da 150, Fransa ve Almanya’da 40 fuar düzenleniyor. İstanbul’da dört adet yapılıyor diye herkes yaygara ediyor bu kadar fuarı kaldırmaz İstanbul diye. Bu zihniyetle nereye gidebiliriz. Destek için çalmadık kapı bırakmıyoruz ama Plastik Sanatlara verilen değer ve destek, sinemaya, tiyatroya, müziğe verilen değerin çok altında.” Dünyada bir Hint sanatı bile yer bulurken sizce Türk sanatı neden yok? “Çok basit, çünkü sanatçıya destek yok. Geçtiğimiz yıllarda Londra’da büyük reklamlar yapılarak Sotheby’s‘de çağdaş Türk sanatı müzayedesi düzenlenmişti. Ama ikiüç eser dışında satılan eser olmadı. Aynı dönemlerde Hint çağdaş müzayedesi de vardı. Onların hepsi satıldı. O firmadan bir yetkili ‘Siz ülkenizin sanatına ve sanatçısına sahip çıkmadınız ama Hintliler sahip çıktı ve satın aldılar. Bundan sonra Türk müzayedesi olmaz belki ama Hint her zaman olacaktır’ demişti. İste çok basit cevap.” Galeri satışlarının daha çok fuar satışlarına kaymasını nasıl değerlendiriyorsunuz? “Galeri gezme alışkanlığı yerini daha büyük etkinliklere bıraktı. İnsanlar bir fuar gezince 6070 galeriyi ve 200300 sanatçıyı bir arada görebiliyor. Zamanları çok önemli. Bizler de bu yüzden sanat fuarlarının sayısını nasıl daha çok artırırız, sanatı kitlelere daha çok nasıl ulaştırır ve yaygınlaştırırız çalışmalarına daha fazla zaman harcıyoruz.” Fuar izleyicisi kimdir? “Fuar izleyicisi aslında herkes olmalıdır. Bundan 2030 yıl geriye gittiğimizde ülkemizdeki kültür seviyesinin nasıl arttığını kolayca hissedersiniz. İşte bu anlamda ülkemizde büyük bir kimlik değişimi var. Kültür seviyesi her geçen gün daha çok artıyor ve artacak. Fuar izleyicileri arasında koleksiyonerler, sanatçılar, eleştirmenler, öğrenciler ve ilgi duyan herkes var. Biz bu sayıyı artırmak için yeni yöntemler geliştirmeliyiz. Ülkemizde düzenlenen fuar sayısının artması ve uluslararası düzeye ulaşması için çalışmalar yapmalı ve Türk sanatının hak ettiği yerlere gelmesine yardımcı olmalıyız.” Kaybedenlerin hikâyesi yaşında, anne babasını kaybetmiş yalnız bir çocuk olarak, yengesinin sattığı 2 koyun parasıyla İstanbul’a gelmiş, yaşam mücadelesinin içine düşmüş ancak yılmayıp çalışarak, umudunu yitirmeden üreterek önemli bir atılım yapmış ve bir fabrika kurmuş İlyas Köksal. Çalışmış, çabalamış ancak montaj sanayine geçiş, değişen iktidarlar, 12 Eylül gibi pek çok etmenle gün gelmiş iflas etmiş. Yine hayal kırıklığı, yine yıkıntı, yine mücadele ancak ZUHAL sonuç; çabalamasına rağmen yine AYTOLUN kayıp... İlyas Köksal’ın yaşamı, kızları Necla Algan ve Selma Köksal’ın senaryosuyla dün vizyona giren Fikret Bey filminde izleyiciyle buluştu. 13 Ekim 1988’de Köksal’ın şuan viran halde bulunan fabrikasında tek bir günü anlatan film, bir insanın hayal kırıklıkları ve yıkıntıları üzerinden 50 yıllık bir Türkiye panoraması çiziyor. Filmin yönetmenliğini yapan Selma Köksal’ın arayışın arayışı olarak tanımladığı ilk uzun metrajlı filmi, farklı bir anlatıyı denemesi açısından da oldukça ilginç. Erol Keskin, Fuat Onan, Gökçe Algan, Metin Arslan ve Deniz Koçak’ın rol aldığı Fikret Bey filmini Selma Selma Köksal, Necla Algan ve Fuat Onan’la Köksal konuştuk. Tek bir gün ve tek bir mekânda geçen Fikret Bey filmi, 76 yıllık bir yaşamın izinden Türkiye panoramasını sunuyor 11 YAŞAMA TANIKLIK Sizin de kafanızda bir proje var mıydı babanızla ilgili? “Babamla çok yoğun bir hayat yaşadık biz. O hayatın izleri hepimizi etkiledi tabi. Hayaller ve hayal kırıklıkları... 11 yaşında tek başına İstanbul’a gelerek yoksunluktan kendi çabalarıyla büyük bir atılım yapmış. Yaşamındaki bazı sorunlar ve gün gelip işlerinin bozulması onu yıkmıştı. Uzun süre hatta yaşamının sonuna dek o hesap defterleriyle uğraştı. Yaşamının son günlerinde hep geçmişi yaşar hale gelmişti. O dönemleri anlatırdı bizlere.” Sanat bir arınmadır. Bağınızın olduğu bir hayat hikayesini anlatarak nasıl bir arınma yaşıyorsunuz? “Kırık dökük de olsa, sınırlı imkanlarla da yapılsa, ‘İyiki bu film yapıldı’ diye düşünüyorum. Böylesi bir yaşama tanıklık etmiş kişiler olarak bunu yansıtmamız gerekiyordu.” İlk halinden çok daha farklı olan bu senaryoyu çekmek zor olsa gerek... “Bu şekliyle ilginç bir deneyim olacağını düşündüm. Mekanın ve sürenin sınırlandırılmasıyla yaratıcılığın zorlandığı bir alana girdik. Bu aslında sinema sanatı adına ilginç bir deneyim. İmkansızlığın imkansızlığıyla başlayan bu proje, hem mekanın ve kişilerin sınırlanması ile konsantremi sabitledi anlatı üzerine hem de hikayedeki çatışmalar minimalize oldu. Yönetmenlik anlamında da beni zorlayan ve cezbeden bir yanı olmaya başladı projenin. Fikret Bey’in hikayesi aynıydı ama olay örgüsü tamamıyla değişmişti. 76 yıllık bir yaşamın izinden giderek bu süreçte bir Türkiye panoraması çizdik.” BİR YAŞAMIN PEŞİNDE TEK GÜN, TEK MEKAN Fikret Bey filmi nasıl ortaya çıktı? Kaç yıllık bir çalışmanın ürünü? “Fikret Bey’i 2000 yılında yazmaya başladım ve Kültür Bakanlığı’na başvurdum. 2004 yılında filmin desteklendiğini öğrendim. Bu destek geri ödemesiz düşünüldüğü için miktarı çok düşüktü. 50 bin YTL ile de bir filmi ortaya çıkarmak çok zordu. O yüzden ablam Necla Algan’ın önerisiyle senaryoyu değiştirmeye karar verdik. Yazdığım senaryonun ilk halinde üç ayrı dönem hikayesi vardı. 197779 yılları, 198889 yılları ve günümüz olarak kurgulamıştım. Ancak bu destekle böylesi bir film çekmek imkansızdı. Senaryonun yeni haliyle tek gün ve tek mekanla yaptığımız çekimlerde hem kısıtlı imkanlarla bir üretimde bulunmuş olduk hem de farklı bir tarzı denedik.” ÖYKÜYÜ YAŞADIK Fikret Bey, babanız İlyas Bey’in birebir yaşamını mı konu alıyor? Nasıl bir kurgusu var? “Hikayelendirme açısından çok farklı bir proje. Olayın ve entrikanının ön planda olmadığı, durum sineması olarak değerlendirebileceğimiz bir yapım. Fikret Bey karakterini oluştururken babamızın özyaşam öyküsünden yararlandık ancak bir gerçeklikten yola çıkarak kurmaca bir hikaye oluşturduk.” Sizi babanızın hikayesini çekmeye getiren yaşanmışlıklar neler peki? İlyas Bey nasıl hayal kırıklıkları yaşamış? “Cumhuriyet’in kuruluşundan 10 Fuat gün önce kimsesiz bir köy çocuğu Onan olarak İstanbul’a gelmiş. Hatta yengesi 2 koyun satarak yollamış onu. Bir süre akrabalarının yanında kalmış. İstanbul o dönem çok farklıymış tabi. Levantenler, Rumlar, Ermeniler ve Müslümanların gerçekten kardeşçe yaşadığı bir dönemde, burada yaşamaya başlamış. Çıraklık yapmış bir süre Yorgo Necla Algan Amca dediği bir Rum’un yanında. Sonra Yorgo Amca’nın da desteğiyle sanat mektebine başlamış. Dışarıdan ortaokulu ve liseyi bitirerek öğrenimini tamamlamış. Bir tersanede Alman mühendislerin yanında soğuk kaynak işçisi, sonrada usta olarak çalışmaya başlamış. Daha sonra onlarla Almanya’ya giderek mühendislik okumaya karar vermiş. Tam gemi Hamburg Limanı’na yanaşırken, İkinci Dünya Savaşı patlak vermiş. Aynı gemiyle geriye dönmek zorunda kalmış. Mühendis olamadan, hayalleri yarım Sizin de kafanızda bir proje var mıydı babanızla kalarak... Daha sonra büyük bir atılım ilgili? gerçekleştirerek kendi oluşturduğu projeyle kazan “Babamla çok yoğun bir hayat yaşadık biz. O üretmeye başlamış.” hayatın izleri hepimizi etkiledi tabi. Hayaller ve hayal kırıklıkları... 11 yaşında tek başına İstanbul’a gelerek yoksunluktan kendi çabalarıyla büyük bir atılım yapmış. Yaşamındaki bazı sorunlar ve gün gelip işlerinin bozulması onu yıkmıştı. Uzun süre hatta yaşamının sonuna dek o hesap defterleriyle uğraştı. Yaşamının son günlerinde hep geçmişi yaşar hale gelmişti. O dönemleri anlatırdı bizlere. Mesela filmde olmayan, beni ilgilendiren bir ayrıntı daha var. Vefatından 16 yıl geçmesine rağmen hala babamı rüyamda görürüm. Gördüğüm rüyalar hep aynı. Her rüyamda ‘Babam bir akşam eve gelmiyor’. Uyandığımda diyorum ki ‘Tabiki gelemez o öldü.’ Hayal kırıklığı her yerde. Buna çok dikkat ediyorum ve bunun sebebi de babam. O yüzden hep babamı anlatmayı istemiştim. Fikret Bey, fırsat yarattı bana.” Sanat bir arınmadır. Bağınızın olduğu bir hayat hikayesini anlatarak nasıl bir arınma yaşıyorsunuz? “Kırık dökük de olsa, sınırlı imkanlarla da yapılsa, ‘İyiki bu film yapıldı’ diye düşünüyorum. Böylesi bir yaşama tanıklık etmiş kişiler olarak bunu yansıtmamız gerekiyordu.” YİTİRİLEN DEĞERLER Filmde hangi izler var aileden? “12 Eylül sonrasında siyasi suç nedeniyle bir süre hapis yatıp çıktıktan sonra yurtdışına giden ve orada uzun bir süre kalan abimizin de yaşam öyküsünü görüyoruz filmde. Hasret çeken bir babayı da uzun yıllar gözlemlediğimiz için senaryo yazarken önümüzde gerçekten çok canlı bir örnek vardı. Oğlunun ve bütün hayatı boyunca emek verdiği işinin kaybıyla iyice yıkılmıştı. Çokca hayal kırıklığı var filmde. Ayrıca şimdilerde o fabrika bir virane. Yeni sahipleri oraya büyük bir alışveriş merkezi yapmayı planlıyorlar. Babamın zamanında sosyal tesis yapmak üzere aldığı araziler, her iktidarın teşvikiyle gelip yerleşen gecekondulaşan bir bölge ve artık oraya da devasa bloklar dikilecek.” Geçmişten günümüze değişen, korunabilen değerler var mı filmde? “Bu film kaybedilenlerin hikayesi.”