Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 06 24/10/07 17:00 Page 1 CUMARTESİ EKİ 6 CMYK 6 27 EKİM 2007 CUMARTESİ Bana ödül verilmesi çok ertelendi Antalya Film Festivali’nde aldığınız onur ödüle ile ilgili neler söylemek istersiniz? “Ödüller insanlara yaptıkları işle ilgili veriliyor. Hayattaki konumunun işleviyle ilgili yani. Bir noktadan sonra elbette insanı motive ediyor. Siz işinizi çok heyecanla yapıyorsanız, birilerinden ‘işinizi iyi yaptığınızı’ duymak güzel bir şey. Antalya Film Festivali gibi geleneksel bir festivalde, Türkiye’nin tek uzun soluklu festivalinde onur ödülü almak çok önemli tabii. Öğrendiğimde önce ‘Yaşlandım mı acaba’ dedim. ‘Artık ben de onur ödülü verilenler kategorisine mi giriyorum’ diye düşündüm. Ama sonra şöyle dedim: ‘Demek ki ben de bir şey yapmışım’. Çünkü bir sürü arkadaşım gibi, çok çetin yollardan geçen bir macera benim sinema maceram da. Kolay değil Türkiye’de sanat yapmak. Hele de sinema...” Altın Portakal Film Festivali için ne düşünüyorsunuz? “Türkiye’nin geleneksel hale gelmiş film festivali. Şimdi uluslararası bir boyut da kazandı bu festival. Özellikle ülkemizin tanıtımı ve yeryüzünde sinemamızın bilinmesi açısından önemli. Sonuçlar ise her zaman tartışılır. Bütün festivallerde bir jüri karar verir sonuca. Onların subjektif yargıları mutlaka işin içine girer. Bu tüm dünyada da böyle. Ama tabii ki sinemanın kendine has evrensel kriterleri temel ölçü alınmalıdır. İşte burada ipler koptuğunda bizler atlıyoruz tabii. Hele Türkiye’de son zamanlarda bu ölçüler çok karmaşık hale geldi. Bir çok festival var, bunların sonuçlarına bakıyorum. Biraz kriter dışı şeyler var artık, yani ölçüler kayboldu. Yani ‘Biri neden iyi oyuncudur ya da kötü oyuncudur? Bir film niye iyi filmdir ya da kötü filmdir?’ gibi soruların aşağı yukarı bir takım cevapları olabilir ama son zamanlarda bunlar biraz karıştı.” Neden karıştı acaba bu ölçüler? Ya da nasıl aşabiliriz bu durumu? “Bir işgal karmaşası var kültür hayatımızda. Sinemada da var. Çeşitli lobiler ve onların getirdiği ölçüler var. Para objesi çok önemli hale geldi. Mesela ben festivallere giden filmlere bakıyorum. ‘Gişesi şu kadar olacak, bu kadar olacak. 3,4 milyarı bulacak’ gibi cümleler söylüyorlar. Tabii ki gişe önemli bir yandan, bunu kimse inkar etmiyor. Ama filme bu hesaplarla başlamak hoş değil. Daha filmin başında işin içine bu hesaplar girerse, filmi yapanların gözü kara olur. Oysa insan ilk önce filmini yapar. Mutlaka hesaplarını yapacaktır tabii, ama daha film başlarken işi böyle kaba bir ticarete dönüştürmemeliler. Bu tür filmler yarışmalara giriyor ve orada bu para ihtirası belli kulisler oluşturuyor diye düşünüyorum. ‘Allah Allah, niye buna verdiler şimdi bu ödülü’ diyorum içimden çoğu kez.” Bunca yıllık sinema geçmişinizi anımsarsanız, aklınızda en çok yer etmiş anılarınız neler? “Bütünü bir mutluluk ve mutsuzluk macerası aslında. Acıların, sevinçlerin, gelgitlerin, ama hep inancın macerasıdır sinema. Benim hayatımda da öyle. O yüzden hepsinden anılar var. Hiçbirini inkar etmiyorum. Başkalarının belki de pişman olacağı bir sürü filmim var ama hiçbiri için pişman değilim. O günkü şartlarda bunu yaptım ben, nedenlerini açıklayabilirim de. Ama çok özel, beni besleyen, bende izler bırakan filmler de var tabii. Mesela uzun süre bana ödül verilmedi ve bunu çok rahatlıkla söyleyebilirim verilmesine çok inandığım anlar oldu birçok festivalde. Yani bana ödül verilmesi çok ertelendi. Belki birileri için çok önemli değil ama bu bir ölçüdür. Bu ülkede oyuncunun dünyasında ödül diye bir şey varsa, camekanın da ödül olması bir şeyse... Ki bir şeydir de, kimse öyle hava basmasın. Ama onun üstüne oturmak, ‘Ben ödüllüyüm’ demek de komik tabii çünkü ertesi gün yeniden başlıyor hayat. Bana uzun süre sonra ödül verilince çok sevindim tabii. En azından ben de bir tarafıyla kafileye katılmış oldum. Bu anlamda bu ödülleri besleyen filmler elbette öncelik taşıyordur. Onun dışında hep çok önemli bulduğum filmlerde çalıştım, bu nedenle seyirciye ulaşmamış filmlerim de var. Özellikle de sinemaların kapandığı, kitlelerin sinemadan kaçtığı, sadece yabancı filmlerin oynadığı, seks ve şarkıcı fimlerinin ancak yer bulabildiği o garip dönemde oynadığım filmler... Şimdilerde televizyonda oynuyorlar ama ben bile unutmuşum çoğunu. Onun için bizden önceki kuşaktaki, birçok filmin üretildiği, sinemanın sinema olduğu günlerde izler bırakan oyuncular gibi şansımız olmadı yani.” ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Türk sinemasının iki ‘onur’u T ŞİRİN GÜVEN ürkiye’nin en uzun soluklu film festivali Antalya Altın Portakal bu yıl 44 yaşında. Geçtiğimiz hafta cuma günü görkemli bir açılış gecesiyle başlayan festival, yarın akşam son bulacak. 44 yıldır yerli ve yabancı pek çok oyuncu, senarist ve yönetmeni konuk etmiş, yüzlerce film gösterimi yapmış, verdiği ödüllerle hep konuşulmuş ve her zaman sinemanın arkasında olmuş festival, bu yıl yine birçok önemli ismi konuk etti, sinemaya emeği geçenleri ödüllendirdi. Bunların arasında sinemaya yıllarını vermiş iki önemli isim de vardı: Yavuz Turgul ve Halil Ergün. Bu yılki festivalde onur ödülü alan Turgul ve Ergün, yaşamlarını sinemaya adayanlardan. Şimdiye kadar yetmişe yakın filmde rol alan Ergün; sinema salonlarının kapatıldığı, sadece dövüş ve seks filmlerinin gösterildiği zamanlarda bile bırakmadı oyunculuğu. Turgul ise, hepsi birbirinden önemli altı filmi yönetti ve yirminin üzerinde filmin senaryosunu kaleme aldı. Bunca yıl pek çok ödül almış ikili ile, Altın Portakal’da aldıkları onur ödülü hakkında söyleştik. Tabii sinemanın dününden ve bugününden bahsetmeyi de unutmadık. Yavuz Turgul ve Halil Ergün, bu yıl Antalya Film Festivali’nde onur ödülüne layık görüldüler Portakal tehlikeli bir dönemde Altın Portakal’da onur ödülüne layık görüldünüz. Neler söylemek istersiniz bu konuda? “Sinema yaşamım içinde yaptıklarım Antalya Film Festivali tarafından bu biçimde değerlendiriliyor. Teşekkür ediyorum.” Türk sineması geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? “Türk sineması çok değişik yerlerden geçe geçe bugüne geldi. Bugünkü konumuna eğer sektörel açıdan bakarsak pek iç açıcı değil. Yani bir zamanların Yeşilçam’ı eksik gedik de olsa bir sektör görevindeydi. Bir sektör olmak, kendi yağıyla kavrulmak anlamına geliyor bence. Kazanılan paralarla yeni bir film yapılabiliyordu o zamanlar mesela. Bu filmlerde çalışanlar da para kazanıp, ailelerinin geçindiriyorlardı. Her kazanılan para tekrar yeni bir filme dönüşebiliyordu. Oysa günümüzde böyle değil maalesef. Sanıyorum geçtiğimiz yıl elliye yakın film çekildi ama kazanılan paraların yeni filmlere dönmesi neredeyse olanaksız. Uzun zamandır da böyle. Sinemanın seyirciyle buluşması ve film ve seyircinin arasında sağlıklı bir diyalogun kurulması anlamında oldukça değişti Türk sineması. Yine de umutsuz olmamak gerekiyor, şu an belki de seyirciyle sağlam bir diyalogun kurulacağı sürecin başlangıcındayız. Ama bu biraz kör topal gidiyor tabii.” ÖLÇÜLER KAYBOLDU BİRİLERİ KAFA YORMALI Peki yapılan filmler açısından bakarsak nasıl bir tablo ortaya çıkıyor? “30 yıl önce yapılan Türk filmlerini de, şimdi yapılanları da görüyoruz. Bunların bir kısmı ticari anlamda seyirciye ulaşma çabasını güdüyor. Fakat bu nedense başarılamıyor. İşte bunların olamama nedenleri üzerinde durmak lazım. Değişimleri, gelişimleri izlemek lazım. Yeni genç seyircinin beklentilerini iyi anlamak gerekiyor. Bu beklentilere kaliteli, sağlam ve dürüst filmlerle nasıl cevap verilebilir o düşünülmeli. Yani çok fazla düşünülmesi gereken bir dönemdeyiz.” Sizin gözlemlediğiniz kadarıyla bu yeni genç seyirci ne bekliyor olabilir? “Bunu ben düşünmüyorum. Ben sadece kendi filmlerimi yapıyorum. Ama bunların düşünülmesi gerektiğine inanıyorum. Bunu düşünmesi gerekenler, sinemanın sektör olmasını, yapılan filmlerin seyirciye ulaşmasını, oradan paraların gelmesini, yeni teknolojilerin ithal edilmesini isteyenler. Birileri bunlar üzerinde kafa yormalı ama bunlardan biri ben değilim.” SİNEMAYLA KAN BAĞI Altın Portakal, Türkiye’nin Oscar’ı gibi addediliyor. Siz Antalya Film Festivali için ne düşünüyorsunuz? “Ben bu festivale hep olumlu yaklaştım. Bence Antalya Film Festivali Türk sinemasını yürüten motorlardan biri. Fakat son yıllarda asıl amacından sapma tehlikesiyle karşı karşıya. Yani bağımsız ve başka platformlarda değerlendirilmesi gereken filmler bu festivalde ön plana çıkmaya başladı. Bu durumun Antalya Festivali’nin misyonuna ters düştüğünü sanıyorum. Çünkü Antalya Film Festivali, İstanbul Film Festivali ve diğer festivallerden oldukça farklı. Bu festival, Türk sinemasıyla direk olarak bir kan bağının olduğunu varsaydı ve hep bunun üzerinden yürüdü zaten. Şunun da farkındayım... Jürileri etkilemek, onları seçecekleri filmle ilgili olarak manipüle etmek istemiyorlar. Bu da doğru bir şey ancak festivalin kendisine dair misyonu ve yüklenmiş olduğu görev iyi bilinip, iyi tanımlanırsa ve bu duyurulursa jüri bir şekilde bu misyona uymak zorunda kalacaktır. Burada bence tehlikeli bir dönem geçiriyor festival. Bunun tez elden de düzeltilmesi gerektiğine inanıyorum.” Nasıl düzeltilebilir? “Antalya Film Festivali’nin Türk sinemasıyla kan bağı var. Yani Altın Portakal, seyirciyle ilişkisi olan, seyirciyi davet eden, sektörü canlandıran ve bu anlamda çabalar sarf etmiş filmlerle ilgili bir festival bence. Oscar’da da zaman zaman sürprizler olur, hiç umulmadık filmler ön plana çıkabilir ama bu festivalin tamamını hiç bir zaman kapsamaz. Antalya Film Festivali ise, tamamını kapsamaya doğru gidiyor gibi. Ama sanıyorum bunun farkındalar ve bunu düzeltmeye çalışıyorlar.” HİÇ PİŞMAN DEĞİLİM BECERİRSEK FİLM OLACAK Son yazdığınız film Kabadayı’yı Ömer Vargı yönetti. Neden bundan öncekiler gibi yine siz çekmeyi tercih etmediniz? “Bu sefer böyle oldu. Ömer bir film yapmak istiyordu. Uzun yıllara dayalı bir arkadaşlığımız, dostluğumuz da var. Bu anlamda Züğürt Ağa’dan beri ilk kez senaryoyu yazdım ancak yönetmedim. Ömer Vargı’ya yazdım yani bu senaryoyu.” Ömer Vargı, Şener Şen ve siz üç filmde birlikteydiniz. Onların yerleri ayrı mı sizin için? “Evet, uzun zamandan beri beraber bir yolda yürüyoruz biz.” Hep kendi yazdığınız senaryoları çektiniz. Hiç başkasının yazdığı bir senaryoyu yönetmeyi düşünüyor musunuz? “Bugüne kadar hiç olmadı bu ama şu anda bir roman üzerinde çalışma yapıyorum. Oğlumla birlikte çalışıyoruz kitabın üzerinde. Çok zor bir proje, belalı bir iş. Becerebilirsek filmi yapılacak.”