19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 04 24/10/07 17:00 Page 1 CUMARTESİ EKİ 4 CMYK 4 27 EKİM 2007 CUMARTESİ Konser Pink Martini TİM’de Pink Martini son albümleri ‘Hey Eugene!’ nin dünya turnesi kapsamında iki özel konser için 3031 Ekim’de İstanbul’da müzikseverlerle buluşacak. Samurayların aşk şarkılarından 1930’ların Küba müziğine, Fransızca şansonlardan Brezilya sokak şarkılarına kadar, dinlemesi en keyifli şarkıları tozlu raflardan bulup çıkaran Pink Martini, tüm şarkılarıyla Türker İnanoğlu Maslak Show Center’da saat 21.00’de sahne alacak. Kendilerini “Dünyanın değişik köşelerinden melodileri ve ritimleri bir araya getirip, modern bir formda sunan müzik arkeologları” şeklinde tarif eden topluluğun büyük ilgi çeken ve dünya çapında milyonlarca satan ilk albümü “Sympathique”ten sonra çıkardığı “Hang on Little Tomato”, yine çoğunluğu topluluk üyelerine ait olan ve çok çeşitli esin kaynaklarından beslenen şarkılardan oluşuyor. Tamamladıkları 12 parçadan oluşan üçüncü stüdyo albümleri Hey Eugene’de her albümlerinde olduğu gibi şarkıların Pink Martini için birer hikayesi var. (Tel: 0 212 286 66 86, Biletler: 125, 90, 75, 65 ve 50 YTL) Gevende ve DANdadaDAN Yaptıkları farklı müziklerle tanınan Gevende ve DANdadaDAN bugün Babylon’da sahne alacak. Saat 22.00’de sahneye çıkacak olan ve daha önce Kayafest, Atina Beyond the Music Festival, Eskişehir Caz Festivali, Samsun Caz Festivali, Ankara Uluslararası Caz Festivali, İstanbul Caz Festivali gibi pek çok organizasyonda yer alan Gevende’nin şarkı sözleri müziğin yapıldığı o anın ruh hali ile şekilleniyor. Vokal, diğer enstrümanlar gibi müziğin bir parçası haline gelererk enstrümantal bir yapı kazanıyor. Gevende’den sonra sahne alacak olan DANdadaDAN ise punk, rock, psikedelik, caz ve elektronik müzikleri farklı bir deneysellikte kaynaştırıyor. Daha önce yurtiçi ve yurtdışı önemli festivallerde yer alan grup bugün saat 23.30’da Babylon’da müzikseverlerle buluşacak. (Tel: 0 212 292 73 68, Biletler: 28 ve 18.00 YTL) İndigo’da dans gecesi “Partilerde insanlar neden dans etmiyor?” sorusuna bir yanıt aramak için DJ’liğe soyunan ve kısa zamanda Alman elektronik müzik dünyasının göz bebeği olan Thomas Schumacher, 1998 yılından bu yana dünya turnelerinde binlerce kişiyi dansettiriyor. Bu akşam İndigo’da FG Dj’i Procombo’nun açılışını yapacağı partide İstanbullu müzikseverleri de coşturacak. (Tel: 0 212 244 85 67, biletler 25 YTL) Bedük Balans’ta Geçen yıl ‘Like Tomorrow Will Never Come’ şarkısıyla Miller Music Factory’de birinci olan, ilk albümü ‘Even Better’ ile önemli bir çıkış yapan Bedük, bugün saat 22.00’de özel bir performansla Balans Music&Performance Hall’da sahne alacak. Kısa sürede elektronik müzik dünyasının başarılı performans gösteren isimlerinden biri haline gelen Bedük, elektronikayı funk ve disko ile buluşturarak dans müziğine kendi yorumunu katıyor. 5 kişilik grubu ile performans sergileyen Bedük, elektronik müziğe enstrümanlarıyla canlılık kazandırıyor. (Tel: 0 212 251 70 20, Biletler 30 YTL) İç dünyalara yolculuk B azı müzisyenler anlatmak istediklerinin, dinleyiciye doğru, güçlü bir biçimde gitmesini isterler. Bazıları ise müziği daha basit kılarak, dinleyicilerin kendi duygularına yönlenmesini tercih ederler. Kuzey cazının ünlü isimlerinden basçı Eberhard Weber kesinlikle ikinci anlayıştadır. Müziğinin dinsellikle hiçbir ilgisi yoktur, ancak başka türlü bir mistisizm içerir. Zaten müzik sesler aracılığıyla iç dünyalara yolculuk demek. Weber, Mart 2005’de 65 yaşına girmesini de kutlayarak Stuttgart Theaterhaus’da bir konser kaydı gerçekleştirdi. ‘Stages of a BÜLENT Journey’ ERGÜDEN Long adıyla bulenterguden@yahoo.com ECM’den çıkan albüm sanatçının otobiyografisi gibi. Weber’in eski dostları Jan Garbarek (saksafon), Gary Burton (vibrofon), Marilyn Mazur (perküsyon) ve Rainer Bruninghaus (piyano) bu defa Stuttgart Radio Symphony Orkestrasıyla birlikte projeye katılmaktalar. çalarlar. Bu albümde orkestrasyonu kompozitör Michael Gibbs yapmış. Ciddi bir kompozitörün orkestrasyonu, orkestra şefleri, ya da aranjör denilen kişilerinkinden çok farklı olmakta. FREE CAZ Weber, minimalizmin ötesinde, 70’li yıllardan bu yana eğer doğru değerlendirilirse oldukça avangard bir sanatçı. Topluluğunda çalan caz müzisyenlerine ‘caza benzemeyen her şeyi çalabilirsiniz’ diyebilmekte. Aslında, onun müziğini ODA MÜZİĞİ TADINDA Jan Garbarek, Weber’i hiçbir zaman bir basçı olarak düşünmediğini söylemekte. Çünkü o bası çello düzeyinde bir melodi çalgısı gibi çalmasının ötesinde, müzisyenliği kompozitörlük düzeyinde bir cazcı. Weber’in ilk topluluğunun adı ‘Colours Band’ (Renkler Topluluğu) idi. Seslerin renkten renge geçmesiyle birlikte, duygularla halden hale doğru yol almaktaydı. Albüm yaşları oldukça ilerlemiş bu müzisyenlerin hala müzikal yolculuklarını sürdürdüklerinin kanıtı gibi. Senfoni orkestrasıyla Kuzey cazının bu buluşması onların yaratıcılıklarını kaybetmeden klasik müzik geleneği içinde performanslarını yeni bir boyuta ulaştırıyor. Weber kendi parlak çalışını, orkestraya yeterince yer açmak için gerektiğinde geri çekiyor. Müziğin derinliğinde ise hiçbir eksilme sözkonusu değil. Ses renkleri, müzikal doku ve dinamiklerin toplulukla orkestra arasındaki uyumu neredeyse bir oda müziği tadında. Rockçıların ve cazcıların senfoni orkestrasıyla gerçekleştirdikleri çalışmalar bazen yama hissi uyandırır. Bazen de topluluk ve orkestra ardı ardına, birbirlerinden kopuk bir biçimde ‘Kuzey cazı’ gibi belirsiz bir kavram yerine, ‘free caz’ ya da ‘avangard caz’ gibi yerlerde düşünmek doğru olabilir. Albüm sanatçının 70’li yıllarda kaydettiği ilk çalışmasından ‘Silent Feet’ adlı parçayla açılmakta. Daha çok klasik müzik gibi tınlayan müzik, Garbarek’in saksafonunun buzlu sesiyle birden folklorik bir renk almakta. Burton’un vibrofon solosu ise canlılığı giderek yükseltiyor. ‘Seven Moments’da Weber ve Garbarek ‘düo’ olarak çalmaktalar. Ancak müzik, neredeyse uzaysal bir genişlikte ve soyutlukta açılmakta. Birbirinin etrafında uçuşan kelebekler gibi bas ve saksafon dans etmekte. ‘Maurizius’ adlı parça cazsenfoni birlikteliğinin nasıl olabileceği konusunda bir ders gibi. Ardından gelen Mazur’un vurmalı çalgılarda yaptığı solo bölümü, sanki stüdyoda Basçı Eberhard geçiş defalarca üst üste kayıt yapılmış gibi çok ritmli. Albümün son Weber ‘Stages parçası olan ‘Air’ de ise Weber’in of a Long bası ile baş başa kalıyoruz. ECM’in sanatçıları sık sık Journey’ adlı çeşitli kombinasyonlarla bir araya yeni albümünde gelerek birbirlerinin projelerini çalmaktalar. ‘ECM kardeşliği’ uzun süren diyebileceğimiz bu projelerden biri de ‘Jan Garbarek Group’ müzik adıyla ülkemize geliyor. Eberhard yolculuğundan Weber’in de yer aldığı toplulukta Sting, Dire Straits, Loreena bazı parçaları Mckennitt gibi isimlerle çalışmış canlı olarak olan Manu Katche vurmalı çalgıları çalacak. Konserler 2 kaydetti. Kasım’da TİM Maslak ve 3 Kasım’da ODTÜ’de Sanatçıya eski gerçekleşecek. Jan Garbarek dostları Jan ülkemize defalarca geldi ve her defasında büyük ilgi gördü. Bu Garbarek, konserlerin en ilginç Marilyn Mazur, bölümlerinden biri de Weber’in doğaçlama olarak Gary Burton ve sahnede bulduğu bir motifi kaydedip, onun üzerine yine doğaçlama Rainer olarak çalmasıydı. Garbarek Bruninghaus’la sahnede saksafonunu üflerken, buz dağından fışkıran alevler birlikte Stuttgart bir gibi etki yaratır. Bu konserlerde Radio onlardan çok yeni şeyler beklemek gerekmiyor. Ancak Symphony kaliteleri ve derinlikleri garanti. ‘Stages of a Long Journey’ Orkestrası eşlik albümü Weber’in yıllarca yol kat etmekte. Weber ettiği arkadaşlarıyla klasik müzik atmosferinde tekrar 2 ve 3 Kasım buluşmasının ve onu 65. yaşında tarihlerinde Jan renkli bir şekilde kutlamasının anısı gibi kaydedilmiş. Basın Garbarek çelloya, saksafonun şarkıya, Group’la birlikte senfoni orkestrasının oda müziği topluluğuna dönüştüğü Türkiye’de sanatçının geçmişiyle çok ilgili bir albüm. Dinlerken Kuzeyin bize konserler ne kadar yakın olduğunu verecek. fark ettim. Trend Show Lütfi Kırdar Rumeli Salonu’nda gerçekleşen yılın en yeni ürünlerinin tanıtıldığı ve birbirinden eğlenceli etkinliklere ev sahipliği yapan gençlik festivali Trend Show, cumartesi günü Gökçe, Aylin Aslım, Nev, Ceza, pazar günü ise Gripin ve Göksel, Kargo konserlerine ev sahipliği yapacak. (Tel: 0 212 296 30 55, Biletler 17 YTL) Koçani Orkestar Ghetto’da Bu seneki Ahırkapı Hıdrellez Şenliklerinde, Ahırkapı sokaklarında kortej halinde müzik çalan ve köklerini Makedonya’lı Türk Romanı Veliov ailesinin oluşturduğu Kocani Orkestrası, 1997 yılında çıkardıkları L’Orient Est Rouge albümleriyle gelmiş geçmiş en önemli Balkan müziği albümlerinden bir tanesine imza attı. Sıcak ve hareketli müziklerinin yanısıra enstrümanlarındaki ustalıkları ve Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm renklerini içinde barındıran geniş repertuarları ile her konseri değişik bir karnaval havasına sokan grup bu cumartesi Ghetto’da müzikseverlerle buluşacak. (Tel: 0 212 251 75 01, Biletler 30, 20 YTL) Vega Studio Live’da 1996 yılında Tuğrul Akyüz, Deniz Özbey ve Mert Koral ile birlikte çalışmaya başlamasıyla kurulan Vega, 1999 yılında piyasaya sürdükleri ilk albümleri Tamam Sustum’la rock müzik piyasasına girdi. Son albümleri Hafif Müzik’le iyi bir çıkış yakalayan grup bu akşam Studio Live’da gerçekleşecek konserde yeni ve eski parçalarını seslendirecek. (0212 244 77 12, Biletler 20 YTL) Pink Floyd’un ilk albümünün 40. yılı Bir müzik yazarının karşılaştığı en büyük zorluklardan birisi nedir biliyor musunuz? Sürekli yeni gruplar kurulup yeni albümler kzulal?yahoo.com çıkarken, yazılarında bunlardan bir kısmına yer verememek ve tercih yapmak zorunda kalmak. Ama ben bu haftaki tercihimi, çok eski bir grubun ilk albümünden yana kullanıyorum: Pink Floyd’un bu yıl 40. yıldönümü kutlanan ünlü albümü “The Piper at the Gates of Dawn”. Geçen ay çok şık özel bir paketle (mono ve stereo cd’ler halinde) yeniden piyasaya sürülen albümde bazı şarkıların daha önce yayımlanmamış versiyonları da bulunuyor. The Piper at the Gates of Dawn, Pink Floyd’un orijinal kadrosunun (Syd Barrett, Nick Mason, Roger Waters ve Richard Wright) birlikte kaydettiği ilk albüm olma özelliğini taşıyor. Fakat tek özelliği bu değil. Tamamen Syd Barrett’ın etkisinde yapılan ilk ve tek çalışma bu. Pink Floyd’un ilk dönemlerinde grubun solistliğinin ve gitaristliğinin yanı sıra şarkı yazarlığını da üstlenen Barrett’ın, bu albümden sonra giderek artan uyuşturucu sorunu, grupla yollarının ayrılmasına neden oldu. Albümün şarkı sözlerinde dikkat çeken psychedelic etki, acid gitar soundu ve mizah tümüyle onun yaratıcılığını yansıtıyor. Tüm zamanların en etkili albümlerinden birisi olarak görülmesinin nedeni ise, psychedelic rock ve space rock gibi müzik türleri üzerindeki etkisi. ZÜLAL KALKANDELEN Bugün çocuk edebiyatının klasikleri arasında sayılan kitap, hayvan karakterleriyle eğitici bir macerayı konu ediniyor. Yedinci bölümün başlığında yer alan “The Piper”, Yunan mitolojisinde çoban ve sürülerinin, ormanların ve ovaların tanrısına atıf yapıyor. “See Emily Play” adlı şarkıyı biliyorsanız şimdi biraz kafa yorma zamanı: Bu şarkı, Barrett’in halüsinojenik bir ilacın etkisiyle ormanda uyuyup kalışını ve sonra birden uyandığında karşısında gördüğünü söylediği Emily adlı kızı mı anlatıyordu ALBÜMÜN ADI NEREDEN GELİYOR? Pink Floyd’un albüme neden böyle garip bir isim verdiğini merak ediyorsanız haklısınız. Hiç de akılda kalıcı bir isim değil ama ilginç olduğu kesin. İngiliz yazar Kenneth Grahame’in 1908 tarihli kitabı “The Wind in the Willows”un (Söğütlükte Rüzgar) 7. bölümünün başlığı albüme isim kaynağı olmuş. gerçekten? Barrett, daha sonraları bunun yalnızca reklam için söylendiğini belirtmişti. Öyleyse şarkıdaki Emily, 60’larda Londra’da adı öne çıkan İngiliz heykeltraş Emily Young mıydı? Bu soruları yanıtlayabilecek tek kişi herhalde Syd Barrett’ın kendisiydi ve ne yazık ki, geçen yıl yaşama veda etti. Tabii bütün bu kafa yormalar, Syd Barrett’in şarkıları yazarken kitaptan ne ölçüde esinlendiğini belirlememizi sağlamıyor. Fakat şunu söylemek mümkün: Albüm, 1967 yılında, yani hippi akımının yayıldığı, uyuşturucu kullanımının yaygınlaşıp özgür cinselliğin doruğa ulaştığı, işsizliğin ve yüksek enflasyonun egemen olduğu bir dönemde kaydedildi. Bu dönemi anlamadan albümü de tam olarak anlamak olanaklı değil. Pink Floyd, Londra’daki ünlü Abbey Road Stüdyoları’nın bir odasında bu albümü kaydederken, hemen yanlarındaki bir diğer odada The Beatles “Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band” adlı albümü kaydediyordu. (Belli ki, o dönemde albümlere garip isimler vermek modaymış.) Birçok kişi tarafından gelmiş geçmiş en önemli albümlerden biri olarak görülen Sgt. Pepper’s’da da aynı dönemin etkilerini görüyoruz. Bir benzerlik de, yine kullanılan çağrışımlarda…“Lucy in the Sky with Diamonds”ı hatırlayın. Lucy, John Lennon’ın oğlu Julian Lennon’ın resmini çizdiği okul arkadaşı Lucy idi. Peki ama şarkı ne anlatıyordu? Müzikle ilgilenen ve bugün 60’lı yaşlarında olan çoğu kişinin haberdar olduğu bu bilgiler, umarım yeni kuşaklar için de ilginçtir. (En azından kendilerine “Pink Floyd olmasaydı bugün Radiohead olur muydu?” diye soranlar için…) The Piper at the Gates of Dawn, müzik tarihinin en ilham verici gruplarından birisi olan Pink Floyd’un efsanevi solisti Syd Barrett’ın yaratıcı dehasını tanımak için en önemli kaynak. Müthiş bir hayal gücüyle bezenmiş dolu dolu bir albüm bu. Her bir şarkısının üzerine sayfalarca yazı yazılabilir, saatlerce yorum yapılabilir. Özellikle progressive ve psychedelic rock’a meraklı olanların, EMI tarafından çıkarılan bu özel albümü kaçırmamalarını tavsiye ederim. RİFAT MUTLU rifatmutlu?gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle