Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 03 17/10/07 16:20 Page 1 CUMARTESİ EKİ 3 CMYK 20 EKİM 2007 CUMARTESİ 3 Şair yolunda adımlar erden çıktı bu cenaze? Ölen kim? Diye seslendi şair. Sonra, sonra bize yankısı kaldı. Nerede? Datça’da. Başka bir yer yer değil, Datça’da... Kim gerçekten, kim o ölen? Götürüyorlar onu, yüzlerce “yeni hayat”ın arkası sıra. Yolculuk nereye sessiz tanık diyesi geliyor bakanın. Belli işte, malumun ilanına gerek yok! Ama başka bir OZAN taraftan, başka bir YAYMAN biçimde götürüyorlar. Hani her ölüm erkendi! Daha Lorca’nın, Brecht’in, Neruda’nın, Cibran’ın, Mayakovski’nin, Nâzım’ın haykırışıyla coşmak, yetmedi baş kaldırmak vardı. Yeni dünyalar dedik... Yolda yürüyenler umut, neşe, masumiyet üçlemesi. Datça’da bir ilköğretim okulu tören yürüyüşüne çıkmış. En önde bando takımı. Ritmler kenti heyecana katmış. Kapı önüne çıkan, N pencereden, balkondan bakan. Sandalyesini kapıp yol kenarına kurulan, geçen küçümenciklerin, o da değil, hayatın seyrine dalanlar. Sanki törene çıkan ilköğretim öğrencileri değil de, hayata saygısında kusur etmeyen Datça Yarımadası’nın sakinleri. Yürüyüş yapan da hayatın ayak sesleri. Mavi önlükleriyle dizilmişler boy boy. En büyüğü on dört en ufağı altı yaşında. Tebessümler, gülücükler saçıyorlar etrafa. İzlendiklerinin farkındalar sanki. Kolay değil tören yürüyüşündeler, bir de kenti neşeye kattıklarının farkındalar. Tüm kent onlara kilitlenmiş. Trafik polisleri yolu kesmiş. Kimseler sağdan, soldan korteje giriş yapmasın isteniyor. Derken kortejin sonu beliriyor ve trafik açılıyor. O da ne? Yol açılsın diye bekleyen bir cenaze arabası. Öğrenciler geçtikten sonra yol alıyor hayatın aktığı yöne doğru, yavaş yavaş. Gel de çık işin içinden... Kortejin uzunluğu yüz metreyi buluyor. Önde bando takımı, sonra mavi önlükleriyle çocuklar. En arkada da sonsuz yolculuğuna çıkmış olan sessiz tanık ve uğurlayanları. Kalabalık Datça’nın giriş tarafındaki Özbel mevkine doğru yol alıyor. Bu alana son dönemlerde Datça’nın en prestijli yerleşim yeri dense yeridir. Dünya tarihine iz bırakan şairlerden on beşinin isminin yaşatıldığı mekan burası. Her dönem yaşamın özgür, bağımsız, coşkulu halini savunan on beş özel insan adının, “Uluslararası Datça Şiir Buluşması”yla birlikte yaşatılmaya başlandığı bir alan sözü edilen. “Aısha Khawaja Razem”, “Louis Aragon”, “Bertolt Brecht”, “Federico Garcia Lorca”, “Halil Cibran”, “İzzet Sarayliç”, “Mahmut Derviş”, “Vladımir Mayakovski”, “Nâzım Hikmet”, “Muhammed İkbal”, “Nizar Kabbani”, “Pablo Neruda, “Samet Vurgun”, “Yannis Ritsos” ve “Shakespeare” adları şimdilerde Datça’nın, Özbel mevkiindeki sokaklardan taşıyor. Kortej şairlere doğru yol alıyor. Bu sokakları adımlayacak, dolaşacak, günlerini geçirecek, oyunlara dalacak nesiller Ürdünlü şair Aısha Khawaja Razem’in, halkın direnciyle yoğurduğu ve dizelere döktüğü eylem ruhuna sahip olmayacak da, daha ne olacak? Nâzım Hikmet’in, “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/Ve bir orman gibi kardeşcesine/Bu hasret bizim” haykırışına eşlik edecek Datça’nın sokaklarında büyüyen nesiller. Nâzım Hikmet Sokağı’nı biraz geçtikten sonra karşıda duran sokak, Zeus Sunağı’ndaki yazıtı, Yunanistan’daki faşist cunta tarafından törenle yakılan barış gönüllüsü Yunanlı şair Yannis Ritsos’a ait. “Çocuğun gördüğü düştür barış/Ananın gördüğü düştür barış/Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış” söylemini dillere dolayan Ritsos’un, öğretisi sokağı arşınlayanlar ile buluştu bile. Fransa’nın dünyaya armağanı Louis Aragon, adının verildiği sokakta gezenler Aragon’un sırrına ortak olacaklar. “Bir büyük sır söyleyeceğim sana, zaman sensin” diyen büyük şairi selamladıktan sonra yan sokağa doğru yönelenlere 16. yüzyıl İngilteresi’nden, Shakespeare seslenecek: “Var olmak mı, yoksa olmamak mı bütün sorun bu!” diye. Derken Alman şair, oyun yazarı Bertolt Brecht, söz alacak: “Hey sizler nereye? Hiçbir yere. Nereden? Her yerden. Soruyorsunuz, ne zamandır birliktesiniz? Çok olmadı. Ne zaman ayrılacaksınız? Hemen. İşte böyle bir anlık birlikteliktir, sevenler için seda”. Azarbeycan’dan Samet Vurgun’un, “Vurgun der ki bir tutkun sevgilin olsun/Zülfü bulut, ak sinesi kar olsun/İyi gün de kötü gün de var olsun/Değer bilir hal anlardan konuşak” dizeleri çıkacak ortaya bir sonraki sokakta. Lübnanlı şair Halil Cibran, öğüt verecek, adının verildiği sokakta yol alan her bireye, her eşe: “Yüreklerinizi birbirine bağlayın ama biri ötekinin saklayıcısı olmasın Çünkü ancak Hayat’ın elidir yüreklerinizi saklayacak olan, Hep yan yana olun, ama birbirinize fazla sokulmayın. Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da ayrıdır, Çünkü bir selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez”. Sonrasında belki de, tüm yolların Halil Cibran Sokağı’na çıkması istenecek. Suriyeli şair Nizar Kabbani Sokağı’nda, şiire dair dizeleri boy göstermeye başladı bile: “Dostlarım,/Başkaldırmıyorsa, nedir ki şiir?/Azgınları ve azışları devirmiyorsa, nedir ki şiir?/Zamanda ve mekanda/Sarsıntı yapmıyorsa nedir ki şiir?/Kisra Nuşirevan’ın başındaki tacı/Yere çalmıyorsa, nedir ki şiir?” “Adımı Taşıyacak Bir Sokak Arıyorum” diyen Bosna Hersekli şair İzzet Sarayliç’in vasiyetinin karşılık bulduğuna tanık olunacak sonra: “Geçiyorum gençliğimizin sokaklarından/bir sokak arıyorum adımı taşıyacak./Kocaman, geçit sokakları bırakıyorum tarih büyüklerine./Tarih sürüp giderken, seni sevmekten başka ne yaptım ki ben?/Küçük küçücük bir sokak arıyorum, kendime her günkü dünyadan uzak olsun/Ama öldükten sonra da dolaşabileceğim/Olmayabilir bol bol yeşilliği/kuşları da olmayabilir/Yeter ki kötülüklerden kaçarken/insan da, köpek de saklanabilsin bir yerinde”. Nefret etmem insanlardan... Adını taşıyacak bir sokak değil Filistinli Mahmut Derviş’in istemi. O, özgür ve bağımsız biçimde yaşayabileceği bir vatan hasretinde. Sokaklardan gelen geçene vatan sevgisi, yurt sevgisi ilanında bulunuyor. Fazlasıyla ihtiyaç duyduğumuz bir kavrama gönderme yapıyor: “Öyleyse kaydet” diyor; “Kaydet birinci sayfanın en başına/Nefret etmem inanlardan hiç kimseye saldırmam/Ama aç kalınca yerim etini toprağımı gasp edenin/Kolla kendini kork benim açlığımdan/Kork benim öfkemden kolla kendini”. Tanrıya soru sormak kimin harcı demeyin. Pakistanlı şair Muhammed İkbal’in, şimdilerde Datçalılar’ın ezberine giren dizeleri soruyor: “Tanrıya şöyle soruyordu gözü tok yoksulun biri:/”yoksulum bu derdimden hiç mi hiç yakınamam sana/ama, bağışla n’olur, meleklerine izin veren sen misin/kişiliksiz alçaklara devleti ve zenginliği dağıtmak için?” Rus şair Vladimir Mayakovski, “Derler ya hani:/Aşkın küçük sandalı hayat ırmağının akıntısına kafa tutabilir mi!/Acıları/Mutsuzlukları/Karşılıklı haksızlıkları/Ödeşmiş durumdayız kahpe felekle/Ve sizler mutlu olun yeter” diye yazdığı veda mektubunun Datça’nın bir sokağında, hem de adının altında dillendirileceğini tahmin eder miydi? İspanyol Federico Garcia Lorca, Datça sokaklarından geçen kortejin imgesini düşleyip de yazmış olmalı ki, adı Datça’da, bir sokakta bir kez daha ölümsüzleşti: “Ölürsem açık bırakın balkonu/Çocuk portakal yer (Balkonumdan görürüm onu)/Orakçı ekin biçer. (Balkonumdan duyarım onu)/Ölürsem açık bırakın balkonu!” En sonunda, Şilili ve en az Şili kadar büyük şair Pablo Neruda, selamlayacak geleni, geçeni; sokağın başında: “Omuzlarında aziz ikonalarıyla/sayısızdılar,/dut renkli fosfor parıltısında/bir nehir ağzı gibiydi/kalabalık/bu büyük insan topluluğu” dizeleriyle. Datça Belediye Başkanı Erol Karakullukçu ve ekip arkadaşlarının fikri hayattaki karşılığını buldu ve dünyanın önünde saygıyla eğildiği on beş şairin adları kent sokaklarına verildi. Başkan Karakullukçu, Datça’nın, değerlerine sanatı da kattıklarını söyleyerek, “Şiirin tarihsel misyonuyla dünya barışına ve insanın özgürleşmesine katkıda bulunmak istiyoruz” diyor. Karakullukçu, Datça’ya gelen turistlerin kendi ülkelerinden, dünyaya armağan olmuş şairlerin adlarını taşıyan sokaklarda gezmelerine olarak tanıdıklarını söyleyerek, “Misafirlerimizin Datça, anılarında kendi kültürlerinden bir değerle aynı sokakta buluşmasını istiyoruz” vurgusu yapıyor. Datça Liman Müdürü olan ve aynı zamanda Datça Belediyesi Sanat Danışmanlığı yapan Ümit Yaşar Işıkhan, son yıllarda Can Yücel ile anılan Datça’ya, yeni değerler katıldığını söylüyor. Uzun bir araştırma sonucu şair isimlerini belirlediklerini aktaran Işıkhan, “Şairlerin ülkeleri ve yaşadıkları kentler ile Datça arasında bir köprü oluşmaya başladı. Burada yaşayanlar da, sokaklarında dünyaca ünlü şairlerin isimlerini görmekten fazlasıyla mutlular. Daha da önemlisi Datçalılar’ın, şairlerin yaşam değerlerine sahip çıkmaları ve bunu her koşulda yansıtmaları” diyor. Bölgede yaşayanlar da fazlasıyla benimsemişler şairler ile anılan sokaklarda yaşamayı. Evinin adresini soranlara Datçalılar’ın son dönemlerde verdiği tarif şu şekilde oluyor: “Mayakovski ile Nâzım Hikmet’in kesiştiği yerde oturuyorum”. “Adımı Taşıyacak Bir Sokak Arıyorum” diyen Bosna Hersek’li şair İzzet Sarayliç’in, vasiyetinin kendi oturdukları sokakta karşılığını bulmasına gönendiklerini dile getirenler öne çıkıyor. Oturdukları Federico Garcia Lorca Sokağı’nın, yeni doğan çocuğuna ilham vereceğine, yol göstereceğine inandığını söyleyen Datça’nın yerlilerinden Taner Yaşyerli, “Bizim sokağa da zaten Lorca yakışırdı. Şairliğinin yanı sıra müzisyen, ressam ve oyun yazarı olan Lorca’nın çok yönlü sanatçı kişiliği Datçalılar’ın, cana yakın, sıcak kanlı, dost canlısı bir de heyecanlı yanına benzetiyoruz” diyor. İçlerinde gençlik yıllarında gizli gizli Nâzım Hikmet’in kitaplarını okuduğunu şimdi ise oturduğu sokağa ünlü şairin isminin verilmesine hala inanamadığını bir o kadar da mutlu olduğunu söyleyenler var. “Shakespeare” adını henüz teleffuz etmekte güçlük çekerek, “Şekser” diyenler de. Adını son yıllarda Can Yücel ile duyuran ilçelerinin bir tek şairle yetinemeyeceğini ve şairleri kucaklamaya devam ettiğini aktaranların sayısı azımsanmayacak ölçüde. Yanı sıra Özbel mevkii tarafında değil de, çevre mahallelerde oturanlar da, evrensel değerlerin isimleriyle taçlandırılmak istediklerini söylemekten geri kalmıyorlar. Datça Belediye Meclisi kararıyla dünya evrensel kültür mirasının yapı taşlarından olan şairlerin adları sokaklara verilirken az sayıda olsa da karşı çıkanlar oluyor. “Hayır” oyu verme gerekçeleri de ilginç. Diyorlar ki: “İçlerinden bir tek Nâzım Hikmet’i tanıyoruz onu da benimsemiyoruz. Diğerlerinin adını daha yeni duyuyoruz. Onlar da olsa olsa Nâzım Hikmet gibidir”. Evet arkadaş, onlar da Nâzım Hikmet gibi, her biri yaşamı ve değerlerini savunuyor. Ve şimdi Datça sokaklarında birer anıt gibi boy gösteriyorlar ve gösterecekler; sana ve senin gibi zihniyetlere inat. Neylersin ki arkadaş, herkesin mahallesi başka başka. Kiminde yükselen mürteci sesleri, bazısında ise, “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/Ve bir orman gibi kardeşcesine” haykırışı.