19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 05 28/9/06 15:50 Page 1 CUMARTESİ EKİ 05 CMYK 30 EYLÜL 2006 CUMARTESİ 5 Prag’da Sanat: Hayal mi Gerçek mi? Prag, tarihi mirası olan eşsiz mimarisini ve sokaklarındaki eski dokuyu büyük bir özenle korurken, bir yandan da konser ve gösteri salonlarında geleneksel olanı modern sanatla birleştirerek, yeniliklere açılıp çağı yakalamayı başarmış bir kent. Bu güzel kentte altı gün geçirme fırsatı buldum. Gündüzleri daracık sokakların arasında kaybolurken, gece olup hava karardıktan sonra o büyüleyici ortamdan bir süreliğine ayrılıp kapalı mekânlara daldım ve bambaşka bir dünyada buldum kendimi. Bu yazıda konser ve gösteri salonlarında olanları anlatmak istiyorum. İlk söz etmek istediğim gösterinin adı ‘‘The Legend Of Argonauts’’. Ünlü Çek tiyatro topluluğu Laterna Magika’nın sahneye koyduğu bu modern bale gösterisi, çok işlevli set tasarımıyla ve görsel efektlerin kullanıldığı farklı sahneleme tekniğiyle dikkat çekiyor. 2004 yılında Atina’da yapılan Olimpiyat Oyunları için özel olarak gerçekleştirilen gösterinin konusu, Yunan mitolojisine ‘‘Argonot Seferi’’ olarak geçen efsane. Bu ünlü efsane, Kral Aison’un oğlu İason’un, Güneş Tanrısı Helious’un oğlu Kolheti Kralı Aiete’nin sahip olduğu Altın Post’u ele geçirme mücadelesini anlatır. Eğer İason bu görkemli zenginliği ele geçirebilirse, Kral Pelias tacı ona verecektir. İason, yanına Herakles, Hylas, Orfeus gibi kahramanları da alarak Argo adlı gemiyle denize açılır. Bu nedenle, bu gemiyle yola çıkanlara Argonotlar denir. Aiete, çok zor koşullar öne sürer ve ancak onları gerçekleştirdikleri taktirde postu Yunanlılara vereceğini söyler. Fakat bir insanın ateş püskürten öküzlere boyun eğdirmesi gibi şartları yerine getirmesi imkansızdır. İason’un yardımına Aiete’nin büyücü kızı Medea koşar. Çünkü Medea, İason’u görür görmez aşık olmuştur. Büyük bir aşk hikâyesini anlatan bu gösterinin en çarpıcı yanı, sahnede kullanılan dekor. Dansçılar, bazı kısımları yukarı kaldırılabilen ve her yöne gidebilen, hareketli bir platform üzerinde dans ediyor. Platformun hemen arkasında bulunan şeffaf perdeye ise video görüntüleri yansıtılıyor. Örneğin kahramanlar perdede denizde dalgalarla boğuşurken birden sahnede karaya çıkıyorlar ve böylelikle sahnede anlatılanlar perdedeki görüntülerle tamamlanıyor. İşin ilginç tarafı, bu şekilde gerçekle perdedeki görüntüler iç içe geçerek, izleyiciyi hangisi gerçek hangisi görüntü diye düşündürüyor. Basit bir dekor çok akıllıca bir kullanımla inanılmaz bir etki yaratıyor. Aynı ilkeyi uygulayarak yine sihirli bir etki yaratan diğer bir gösteri, adı Prag’la özdeşleşen Image Theatre’ın sunduğu ‘‘The Best Of Images’’. Kara tiyatro ile pandomimi buluşturan gösteride, çeşitli görüntü hilelerine, görsel efektlere ve illüzyonlara yer veriliyor. Müziğin duyulması ile simsiyah bir sahne dekorunun önünde, hatları fosforlu kalemle belirlenmiş çizgi adamların, siluetinin yarısı gözüken insanların dans ettiklerini görüyorsunuz. Aslında onlar ne çizgi adamlar ne de yarım insanlar; sadece kenarlarında fosforlu bantları olan siyah tulum giymiş gerçek dansçılar. Kullanılan ışık nedeniyle yüzlerini de görmediğiniz için sanki perdede çizgi adamların oluşturduğu görüntüyü izlediğinizi sanıyorsunuz. Bütün gösteri yanılsama üzerine kurulmuş. Kısa bölümlerden oluşan gösteride bölüm aralarında iki komedi sanatçısı parodileriyle güldürüyor insanları. Hareketleri, Hacivat ve Karagöz’ü anımsatırcasına Çeklerin kukla geleneğine uygun. Renk ve illüzyon dünyasına yapılan eğlendirici bir gezi ‘‘The Best Of Images.’’ Prag’da sanat anlatılırken müzikten söz etmeden olur mu? Olmaz tabii. Çek Cumhuriyeti’nin başkentinde komünizm sonrası dönemde K onser ZÜLAL KALKANDELEN İsveçli metal grubu Türkiye’de ‘S oilwork’ bu akşam saat 20.00’de Ankara Saklıkent’te, yarın akşam saat 19.00’da da Balans Music & Performance Hall’da sevenleriyle buluşacak. Kısa bir süre ‘Inferior Breed’ adı altında çalışan grup, ismini ‘Soilwork’ olarak değiştirip, 1998 yılında ilk albümleri ‘Steelbath Suicide’ı yayınladı. İsveçli ‘death metal’ grubu, Amerika’dan Uzak Doğu ülkelerine kadar geniş bir hayran kitlesine sahip. Grubun özellikle 2005 yılında çıkardığı ‘Stabbing the Drama’ albümü çok beğenildi. (0216 556 98 00, biletler, 30, 35 ve 40 YTL) birçok festival başlatılmış ama iki tanesi bugüne kadar devam edebilmiş: İlkbaharda yapılan Prague Spring ve sonbaharda kenti renklendiren Prague Autumn. 12 Eylül’de başlayan Prag’ın sonbahar festivali 1 Ekim’e kadar sürecek. Bu yılki festival programında bazı alışılmadık konserler dikkat çekiyor. Örneğin, ‘‘Mozart ve 20. yüzyıl’’ başlıklı konser, tangoyu klasik müzikle buluşturan Arjantinli besteci Astor Piazzola’nın tango suitleri ile Mozart’ın konçertolarından oluşuyor. Müzik türlerinin beklenilmedik karışımları tüm dünyada olduğu gibi bu festivalde de etkili olmuş. Programda, Charlie Chaplin film müziklerinin film gösterimi eşliğinde çalınacağı konserin yanı sıra, Moskova’dan balalayka topluluğunun konseri ve tamamen Beethoven’ın ya da Çaykovski’nin eserlerine ayrılmış özel konserler de yer alıyor. Fakat festivalin ana odak noktası, 100. doğum yılı kutlanan Rus besteci Dmitri Shostakovich. Festival düzenleyicileri uzun süre araştırma yapıp, ünlü bestecinin daha önce Çek Cumhuriyeti’nde hiç çalınmamış, hatta Rusya’da bile çok ender olarak yorumlanmış eserlerini bulup programa almışlar. Benim izlediğim Çek Filarmoni Orkestrası konserinde de Shostakovich’in ‘‘The Bolt’’ adlı bale suiti seslendirildi. Rus şef Vassily Sinaisky yönetimindeki orkestra, Rus çello sanatçısı Nina Kotova ve Çeklerin tanınmış piyanisti Jan Simon’a eşlik etti. Çek Filarmoni’nin kendisine sürekli ev sahipliği yapan Rudolfinum binasındaki o konseri gerçekten kusursuz muydu, yoksa klasik müziğin Prag’da yaptığı etki daha mı yoğun, bilmiyorum. Alexander Scriabin’in orkestra, piyano ve org için bestelediği ‘‘Prometheus’’ adlı eserini çalıyor orkestra, org seslerine korodaki kadın ve erkek sesleri karışıyor. Fakat korodakilerin söyledikleri kelimeler değil, bazı sesler çıkarıyorlar sadece. Notaları ‘‘parlak ve çakan ışıklar’’ olarak gören Scriabin’in bu eseriyle sinestezi (bir algı uyarıldığında birden fazla kanalda uyarılma oluşmasına verilen isim, yani ‘birleşik his’) yarattığı söylenir. Son derece etkili dramatik bir başlangıcı olan müziği dinlerken kendimi başka bir tarihte, başka bir yüzyılda düşünüyorum nedense. 2006’da Prag’da Rudolfinum’da mıyım, 1900’lerin Moskovası’nda mı? Yoksa ben seslerin şekillerini görebilen ya da renklerin sesini duyabilen bir sinestezi hastası mıyım? Ve caz... Prag’da sanki caz da daha bir güzel. Bunun nedeni de acaba müziğin 14. yüzyıldan kalma Gotik ve Roman tarzı bir mahzende dinlenmesi mi? Adı AghaRTA Jazz Centrum olan bir kulüpte, caz ve rock formlarıyla ilginç bir füzyon müzik yaratan ‘‘Petr Zeman Jazz Quintet’’ adlı Çek grubunu dinlerken bunu düşündüm. Eski Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Havel’in Bill Clinton ile gittiği Reduta adlı caz kulübünü önerenler oldu ama ben AghaRTA’yı seçtim. Mekânın ilginç mimarisinin yanı sıra, adını Miles Davis’in çok sevdiğim 1975 tarihli albümü ‘‘Agharta’’dan alması da etkili oldu bu seçimde. Sadece altı bar sandalyesinin sığabildiği ufacık bir barı var ama, mekân küçük masaların etrafında yaklaşık 80 kişi alabiliyor. Loş ortamı ve tuğla duvarlarıyla sıcacık bir atmosferde müzisyenlere adım mesafesinde caz dinleyebiliyorsunuz. Doğu Avrupa toplumlarının daha açık toplumlar haline gelmesiyle, caz müziğine ve caz kulüplerine olan talep artmış Prag’da. Aynı şey punk rock için de geçerli belli ki. Çünkü izlediğim bir punk rock konseri neredeyse izdihama neden oluyordu. Konsere fazla bir şey beklemeden gittim; çünkü Çek dilini anlamıyorum ve konuşamıyorum. Ama en azından punk rock’ın temalarını ve endişelerini iyi biliyorum. Prag, dış mekanlarda, sokaklarında muhteşem güzelliğiyle geçmiş yüzyılları yaşatıp, adeta rüya ile gerçeği iç içe geçiriyor. Öte yandan, aynı etki iç mekânlarda, sanat etkinliklerinin yapıldığı salonlarda da devam ediyor ve bu defa beni şu soruyla baş başa bırakıyor: Hangisi gerçek, hangisi hayal? Hepsi gerçekse rüyalar kurgulanabilir mi? [email protected] kbank 16. Caz Festivali, 414 Ekim tarihleri arasında düzenlenecek. Bu yıl Arif Mardin’e ithaf edilen Akbank Caz Festivali, 4 Ekim’de, Aya İrini’de kompozitör, aranjör ve şarkı yazarı kimliklerinin yanında, dört oktavlık zengin bariton vokaliyle caz dünyasının en önemli isimlerinden Kurt Elling’in muhteşem konseriyle başlayacak. Aynı gece, Grammy ödülü sahibi ünlü caz piyanisti Dave Burrell da Babylon’da cazseverlerle buluşacak. Festival kapsamında 5 Ekim’de ise, punk ile cazı birleştiren Acoustic Ladyland ile postcaz döneminin en heyecan verici örneklerinden Polar Bear’in peşpeşe Babylon’da konser verecekler. Aynı gün Dave Burrell, Akbank Sanat Merkezi’ndeki atölye çalışmasında yer alacak. Babylon’a 6 Ekim Cuma akşamı da Alice Russell konuk olacak. Akbank Caz Festivali başlıyor A Baroktaki yalnızlık BÜLENT ERGÜDEN Müzikte ‘eski olmak’ diye birşey ne kadar anlamlı? Müzik tarihine bir dönüp bakacak olursak, kompozitörlerin ‘gelişimi’ amaçlamadıklarını görürüz. Çizgisel tarih anlayışının getireceği yanlışlıklar bir yana, müzik dinleyiciyle buluştuğu zaman anlam kazanır. Notada yazılı olanlar, tek başına müzik olarak düşünülemez. Her performans eskiyle ilişkili olsa da yeni bir yaratımı gerektirir. Bu bağlamda Toros Can’ın İngiliz Barok besteci Henry Purcell’in eserlerini seslendirdiği ‘Suites and Grounds’ adlı son albümünü gördüğümde içimde ‘yeni’ ile ilişkilendirebileceğim bir heyecan duydum. Müzik tarihinin bu çok önemli bestecisinin, klavyeli çalgılar için yazdığı eserlerinin neden çalınmadığını merak ederdim. Birkaç klavsen yorumu dışında benim duyduğum ilk piyano seslendirmeleri olan albüm müzikseverler için yeni bir keşif olacak nitelikte. Toros Can daha öncesinde çıkardığı üç albümüyle, bir 20. yüzyıl müziği uzmanı olarak düşünülebilir. Ligeti, Crump ve Hindemith’in eserlerini seslendirdiği bu CD’ler Fransa ve Hollanda’da Diapazon d’Or başta olmak üzere toplam beş ödül kazandı. Toros Can bu kez 300 yıl geriye gitmekte. Müzikte zaman yolculuğu olanaklı ve bundan dolayı belki de Purcell günümüze geldi diye düşünmek daha anlamlı olabilir. Toros Can’ın Purcell müziğiyle ilişkisi, 1992’de 19 yaşındayken müzik eğitimi için gittiği Londra’da başlamış. Bu yalnız yıllarında, misafiri olduğu ülke tarihinin en önemli bestecisi, eserleriyle ona arkadaş olmuş. Toros eski müzikleri, özellikle Monteverdi’yi araştırırken, parasının neredeyse tamamını bu bestecilerin albümlerine harcar. 1993 yılında Royal College of Music’e girmesi ise beraberinde sosyal bir yaşantının başlamasını da getirir. Okulun olanaklarıyla Cage’in Sonat ve İnterlüdlerini kaydeder. ‘Ready made’ (hazır nesne) piyano için yazılmış bu parçalar müzikte avangardizmin en önemli örneklerindendir. Bu kaydın yakın bir gelecekte albüm olarak çıkarılacağını duyuralım. Böylece Toros Can Londra yıllarına iki albümle dönmekte. Purcell karanlık yıllarıyla, Cage ise yalnızlığının bittiği dönemiyle ilişkili. Purcell kısa yaşamının önemli bir bölümünü Kraliyet kilisesinde besteci, orgcu ve şarkıcı olarak geçirdi. Daha çok sahne müziği bestelerken, büyük bir olasılıkla eğitim amaçlı az sayıda klavsen eseri de yazdı. Bunlardan bir kısmı tiyatro müziklerinin uyarlanmasıdır. Toros Can bu eserlerin piyanoyla yorumlanmasının oldukça zor olduğunu söylemekte. Klavsenin düzensiz çalım teknikleri, üst düzey süslemeler ve geleneksel bazı sınırlamalar. Piyanonun ses hacmi ve renkleri ise bu eserlerin orkestrasyonu gibi bir yoruma olanak tanımakta. Ama en büyük sorun Purcell’in Çağdaş müzik uzmanı piyanist Toros Can, son albümünde İngiliz Barok besteci Henry Purcell’in çok az çalınan klavye eserlerini günümüze taşıyor. inar Bandosu’ ve ‘Dandadadan’ 4 Ekim Çarşamba akşamı saat 21:00’de Balans Music & Performance Hall’da konser verecek. 2003 yılında Ali Ece ve Kerem Tansever tarafından kurulan ‘Dinar Bandosu’, 2005 yazında Belçika’da ‘İstanbul için İsyan Vakti’ adlı albümünü yayınladı. Korhan Futacı, Berke Can Özcan, Burak Irmak ve Feryin Kaya’dan oluşan ‘Dandadadan’ ile ‘Dinar Bandosu’ müzik dolu bir gece yaşatacak. (0216 556 98 00, biletler 10 YTL) Dinar Bandosu ve Dandadadan ‘D duygularının ve tarzının en doğru bir biçimde yansıtılması. Bir piyanist bütün bir Barok dönem klavyeli çalgı repertuarını aynı şekilde çalmayı düşünemez. Purcell’in bu eserlerinin, J.S. Bach’ın klavye eserleriyle kıyaslanması da oldukça yanlış olur. YALNIZ AMA CESUR Yaklaşık son 50 yıldır Avrupa’da revaçta olan ‘tarihsel yorum’ anlayışı, son zamanlarda oldukça sorgulanır oldu. Bilimsel araştırmalardan yararlanılarak yapılan, bilgiye dayalı bu otantik yorumlar ne kadar sanata uygun ve inandırıcı? Eski çalgıları kullanmak gerekli mi? Müzikte yüzeyde ve derinde oluşan anlamlara nasıl ulaşabiliriz? Bütün bu sorulara verilecek yanıtlar, yorumda iki uç noktanın oluşmasını getiriyor. Gustav Leonard klavsenle tarihsel yorumun en güzel örneklerini verirken, diğer yanda büyük bir deha, piyanist Glenn Gould tam tersi yönde müziğin yapılarını altüst ederek olağanüstü Bach yorumları üretti. Toros Can’ın Purcell albümünü değerlendirmek oldukça zor. Kıyaslayabileceğiniz fazla örnek yok. Ayrıca kendisi bir Barok müzik uzmanı olarak da düşünülemez. Ben yorumların klavsen ya da Purcell’in vokal müziği etkisi altında olup olmadığını tam olarak çözemedim. Sanki klavsen ve ses müziğinin birleşimi bir yorum sözkonusu gibi. Toros Can’ın asıl başarısı Purcell’in bu eserlerini büyük bir cesaret göstererek çalmayı denemesidir. Eğer piyanoyla Mozart ya da Beethoven sonatları seslendirirseniz, dinleyicinin beğenisini kazanmanız oldukça kolaydır. Ligeti, Crump, Hindemith, Purcell ise çalınmaları oldukça cesaret ve sorumluluk isteyen besteciler. Türkiye’de bu tarz kompozitörlerin çalınması, dinlenilmesi, kritik edilebilmesi çağdaşlaşma süreçlerinin önemli sonuçlarından. Toros Can’ın Purcell’in klavsen eserlerini yorumladığı ‘Suites and Grounds’ albümü müzik tarihinin bu çok önemli bestecisini tanımak için oldukça iyi bir fırsat. Purcell’in başyapıtı ‘Dido and Aeneas’ her ne kadar oldukça tanınıyorsa da, umarım henüz dinlememiş olanlar için bu albüm bir aracı olur. Bundan yaklaşık 300 yıl önce Purcell, İngiliz prensesleri, prensleri ve asilleri önünde oldukça yalnız, ama oldukça da cesurdu. Yüzyıllar sonra Toros Can ise, Londra’da küçücük bir odada, tek başına, Purcell’in eserlerini defalarca çalarak, her defasında yeni anlamlar yakalamaktaydı. Klasik müzikte notaya yazılmış her eser, kendi içinde eksikliği ve belirsizliği taşır. Bu eksiklik ilk aşamada çalgıcıların yorumuyla farklı bir boyuta ulaşır. İkinci aşama ise dinleyicinin, eleştirmenin yorumudur ve daha ötesi yoktur. 2006 yılında ülkemizin oldukça zor günlerinde, bir piyanistimizin Purcell albümü üzerine yazmak biraz buruk ama oldukça güzel bir duygu. [email protected] eçtiğimiz Ekim ayında Ankara’da gerçekleşen ve biletleri günler öncesinden tükenen konserlerinden sonra ‘Swingle Singers’ 4 Ekim Çarşamba akşamı saat 21.00’de tekrar Ankaralı müzikseverlerle buluşacak. Topluluk; müzikallerden, Beatles’a, Bach’a ve cazın ünlü melodilerine kadar uzanan repertuarıyla Anatolia Gösteri ve Kongre Merkezi’nde sevenlerini coşturacak. 1963’ten bu yana varlığını koruyarak vokal topluluklar arasında en uzun soluklu grup olmayı başarmış olan topluluk, şimdiye kadar beş Grammy Ödülü’ne layık görüldü. ‘Swingle Singers’ 40 yılı aşan tarihi boyunca, 50 albümün yanı sıra, 4 binden fazla konser gerçekleş tirdi. (0216 556 98 00, biletler, 45, 33.50, 22.50 ve 15 YTL) Ses cambazları yeniden Türkiye’de G eza bu akşam İzmir’de sevenleriyle buluşacak. Saat 18:00’de başlayacak konser Soyer Kültür ve Sanat Fabrikası’nda yapılacak. Konserin bilet fiyatları 17 YTL. (0216 556 98 00) Ceza İzmir’de C ugün saat 14:00’te Ankara Anatolia Gösteri Merkezi’nde yaza veda partisi yapılacak. Çilekeş ve Dj Show’un sahneye çıkacağı etkinlikte, amatör rock grupları da konser verecek. (0216 556 98 00, biletler 17.50 YTL) Çilekeş’le yaza veda partisi B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle