19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 10 28/9/06 16:04 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 30 EYLÜL 2006 CUMARTESİ rih Ta Bu Papa İsa’ya yakışmıyor ERDOĞAN AYDIN 16’ncı Benedik ismiyle Papa olan Kardinal Ratzinger’in, Bavyera’daki Regensburg Üniversitesinde yaptığı konuşma, gerek temsil ettiği kurumun niteliği gerekse de İslama dair yorumunun içeriği nedeniyle, hepsi de önemli bir dizi irdelemeyi gerektiriyor. İçerdiği bir dizi doğru ve yanlışıyla bu önemli konuşmanın özü veya en önemli kısmı olmamasına karşın, Bizans İmparatoru II. Manuel Paleologos’tan (13501425) hareketle İslamiyete dair yapılan atıf dünyanın gündemine oturdu. Oysa akademik düzlemde kimi doğruları da içeren, en azından tartışılmayı hakeden bölümün ötesinde çok daha ciddi sorunlar içeriyor Papa’nın konuşması. Avrupa’ya giydirmeye çalıştığı Hıristiyan kimliği, bunun bir gereği olarak Türkiye’nin AB’ye üye yapılamayacağı yaklaşımı, keza Evrim teorisine ilişkin yinelediği gerici tavrı, rölativizme karşı mutlakçı tutumu gibi... Ancak salt kendilerine dokunan yanıyla dünyaya bakan bizim din adamlarımızın ve tabii onlardan farklı olmayan kimi politikacılarımızın yaklaşımı Papa’nın sergilediği yaklaşımın tersyüz edilmiş halinden ibaretti. Oysa eğer bu konuşmanın provakatif bir amacı olabileceğine dair haklı olarak kuşkulanacaksak, İslam coğrafyasında gelen tepkiler ne yazık ki bu amacı kolaylaştıran bir işlev görüyor. Bir dizi ayrıntıda sorgulanması gereken söz konusu bu konuşmayı irdelemeye nereden başlayayım diye düşünürken, sevgili Ataol Behramoğlu’nun, 23 Eylül 2006 Cumartesi günkü yazısının ‘‘Papa İsa’ya yakışmıyor’’ başlığı imdadıma yetişti. Gerçekten de Ataol’un başlığında olduğu gibi Papa Benedik ve onun temsil ettiği misyon, İsa’ya ve onun ideallerine yakışmıyordu. Bu gerçekliği görmek için İsa’ya dair kaba bir bellek tazelemesi yapmak yeter. içinde yaşıyorlardı, ya da bu amaca bağlıydılar. Bunlar yoksulluklarından onur duyarlardı. (...) İsa yalın ve kesin bir deyişle, ‘hem Tanrıya hem de Mamon’a (servet anlamında kullanılan zenginlik tanrısı) hizmet etmek olanaksızdır’ demişti. ‘‘Çömezleri de Tanrıya hizmet etmek için Mamon’dan yüz çevirmişlerdi. Dolayısıyla ilk Hıristiyan toplulukları da bir çeşit komünist hayat yaşamaya başladılar ya da bu ideale ellerinden geldiğince yaklaşmaya çalıştılar’’ (M. Beer) Tabii sınıfsal ayrımlar zamanla Hıristiyanlığın içinde de gelişmeye başlayacaktı. İsa’nın 12 çömezinden biri olan Yakup, Ancak mücadele tarzındaki bu dönüşüme karşın ideallerinde en küçük bir değişim gerçekleşmeyeceği gibi, aksine bu değişim sonrası etki alanı daha da büyüyecektir. O ‘‘yoksullara, ezilenlere, iyi yüreklilere’’ seslenerek, ‘‘politik çekişmeler, ayaklanmalar, insanların birbirleriyle yaptıkları savaşlar, cinayetler (...) peygamberlerin idealini gerçekleştirmeye yardımcı olmaz’’ görüşünü dillendirir. İnsanları Tanrının saltanatını kurmaya çağırır. ‘‘Tanrının saltanatı şu demekti: Hayatın temelini insanlık sevgisi üstüne ve yeniden kurmak. Güçsüzlere ve günahı olanlara acımak. Herkesin topluca ve herkes için çalışması. İnsanları, İmparator Konstantin’in (311337) Hıristiyanlığı benimsemesiyle Roma İmparatorluğu’nu ele geçirmiş, bir bakıma da Hıristiyanlık İmparatorluğun eline geçmiştir’’ (Bernard Lewis). Roma’da resmi din olarak kabulüyle Hıristiyanlığın bu dönüşümü iyice pekişecek ve İ.S. 395’te İmparator Theodosius tarafından diğer dinler yasaklanırken, Hıristiyanlık diğer inançların yasaklanma gerekçesi olacaktır. Açıktır ki burada ezilenler, sosyal düzen ve ötekiler karşısında asıl değişen imparatorluk değil Hıristiyanlığın kendisi olmuştur. O artık imparatorluğun çıkarlarınca belirlenen, onun egemenliğini meşrulaştıran, bu anlamda kendi kurucusu ve geçmişine yabancılaşan bir ideolojik araca dönüşüyordu. Skolastik felsefenin en önemli düşünürü olan Aqinolu Thomas süregelen bu dönüşümü felsefi düzlemde iyice pekiştiren bir işlev görecektir. 395’te İmparator Teodosius’un ölümü sonrası ikiye bölünen Roma’nın Batı parçasının barbar akınlarıyla yıkılacaktır. Bunun sonucunda ise Kilise, doğrudan bir egemenlik aygıtı olarak hızla yükselerek, bin yılı aşkın süre boyunca dünyanın kaderi üzerinde belirleyici bir gericilik odağı olacaktır. Ortaçağı kapsayan bu ezici egemenlik döneminde Hıristiyan Kilisesinin teolojik temelleri, İsa değil özellikle Thomas tarafından belirlenecektir (O. Hançerlioğlu). Bu belirlenimde Hıristiyanlık, ezilenlerin, fakirlerin, sevgiyle sorun çözmenin inancı olarak başladığı yolculuğunda gitgide ezenlerin, egemenlerin kurumu haline geleceği bir evrim geçirecektir. e İSA’NIN MİRASÇILARI KİM? Kendisi ‘Sezar’ın hakkı’ ile ‘Tanrının hakkını’ birbirinden ayıran, ezilenleri ve fakirleri yücelten, bu anlamda tanrısallığı laik ve halkçı bir perspektifle tanımlayan İsa ve onun dini ile, imparatorluklara yataklık yapan, bizzat kendisi ezen ve hükmeden teokrat papalar ve onların dini arasındaki tek benzerlik aynı ismi kullanmalarından ibarettir. Bu bağlamda iktidara karşı olanların dini, bu tip papaların elinde iktidarın dinine, barış dini ‘kutsal savaşların’ dinine, ezilenlerin dini ezenlerin dinine, sömürülenlerin dini sömürgecilerin dinine dönüşmüştür. Bu koşullarda İsa’nın gerçek mirasçıları, ‘‘bu kadar iğrenç bir dünyaya Tanrının razı olamayacağını’’ düşünüp buna uygun tutum alanlar olabilir ancak; önünü alamadıkları Hıristiyanlığın içini boşaltıp İsa’yı çarmıha geren çıkar ilişkilerini sürdürenler değil. Evrensel barış için evrensel değerler temelinde kardeşliği savunmak durumunda olan bir Papa yerine, farklı inançları ötekileştiren, eleştirel gözlemlerini salt ötekine uygulayan, emperyalizm ve büyük sermayenin dümen suyunda bir papa örneği ile karşı karşıyayız. Başkalarının kılıcına yönelik eleştiriyi kendi kılıcından esirgeyen, ABD saldırganlığını kınamak yerine 600 yıl önceki ötekileştirici bir gözlemi günümüze taşıyan bir Papa, İsa’nın temsil ettiği pasifizm ve barışçıllığın, entegrasyon ve adaletin mirasçısı olamaz. Avrupa’nın Hıristiyanlaştırılması misyonuyla ünlenmiş olan 1500 yıl önceki papa Aziz Benedik’in ismini kullanmaktaki tercihinde de yansıdığı gibi, Papa 16’ncı Benedik, ‘‘Avrupa’yı yeniden Hıristiyanlaştırmak’’ misyonunun papasıdır. Oysa Papalara düşen, artık kendi dini değerlerini dünyaya ve uluslararası politikaya taşımak değil, tam tersine dinsel alanı serbestleştirmektir. Olması gereken buyken, dünyada yeniden hakimiyet arayışı sergileyen Papa 16’ncı Benedik, söz ve davranışlarıyla, W. Bush ve S. Huntington ile adeta birbirlerini tamamlayan talihsiz bir takım oluşturmaktadır. ç HEM TANRI’YA HEM MAMON’A HİZMET OLMAZ Yahudi dini ve Roma’nın egemenliğindeki adaletsiz ortama halkın hakları adına başkaldıran İsa, gerçekte Yahudiliği yıkmaya değil, onu halkın beklentilerine yanıt veren bir kusursuzluğa ulaştırmaya çalışıyordu. Bu ‘kusursuzluğun’ eşitlikçi anlamıdır ki, hem Yahudi egemenlerinin hem de onların işbirlikçilik ettiği Roma iktidarının acımasız saldırısıyla ezilmeye çalışılacaktı. ‘‘Nasıra kasabasında doğan doğramacı İsa, bütün insanların kardeşliğine dayanan yeni bir düşünce getiriyordu. İnsanların hepsi Baba Tanrı’nın çocuklarıydı. İnsanların ruhu Tanrı’nın ruhuydu. (...) İnsanlar ancak sevgiyle birbirlerine bağlanabilirlerdi. Sevmek içinse eşitlik gerekiyordu. Eşitliği sağlayan yoksulluktu. Bu yüzdendir ki, ‘bir devenin iğne deliğinden geçmesi, bir varlıklının Tanrı ülkesine girmesinden kolay’dı. İnsanların yüzlerini bile görmeyeceği mirasçıları için servet biriktirmesi saçmaydı’’ (Orhan Hançerlioğlu). Bu gerçeklikte; ‘‘Vay şimdi tok olanların haline, çünkü aç kalacaklardır. Vay şimdi gülenlerin haline, çünkü ağlayacaklardır’’ diye sesleniyordu İsa. O’nun şekillendirdiği inançta Tanrı, Luka İncili’nde de belirtildiği gibi, ‘‘kendini herkesten üstün görenlere karşı en büyük sertliği gösterir. Güçlüleri yıkar, ezilenlere dayanak olur. Zenginleri yoksullaştırır, yoksulları zenginleştirir’’ (Max Beer). Bu sözlerin ezilenleri kandırmak üzere üretilmiş bir söylem olduğu düşünülmesin. Aksine İsa’nın öncülüğünde ilk Hıristiyanların yaşamı da bu ideale göre şekillenmiştir. Çoğunluğu Yahudi emekçileri olan ilk Hıristiyan toplulukları, ya tam bir ‘komünist’ düzeni Hıristiyanlığı bozan bu zenginlere karşı, ‘‘iyi işler yapmadıktan sonra, inancı olmak neye yarar? İnancımız tek başına bizleri kurtarabilir mi?’’ diye rezerv belirtecekti. Zenginlere, ‘‘sizi bekleyen yoksulluğu düşünerek ağlayın. Zenginlikleriniz çürümeye, gösterişli kılıklarınız kurtlar tarafından yenmeye mahkumdur. Tarlalarınızdaki ürünlerinizin hasadını yapanların gündeliklerini cebinize atarak biriktirdiğiniz paralarla bir servet yaptınız. Biliniz ki hakkını yemiş olduğunuz bu insanların ahları tanrı katına ulaşmıştır’’ diyecekti üstlerine çöken kötülüklerden kurtaracak olan budur’’ diyordu. Önerdiği yöntem sivil itaatsizlik, amacı insanlar arası eşitlik kurmaktı. Bu dönem içinde öylesi mütevazı bir halk önderi portresiyle karşı karşıyayız ki, takipçilerinin yüklemine karşın kendisini mesih saydığı iddiasında bulunmaz. İncillerin en eskisi olan Markos İncili’nde İsa, kendinden mesih diye sözetmez. Ölümüne bir kararlılıkla halkının yaralarını sarmaya çalışır. İmparator Tiberius adına, Romalı Procurator Pontus Pilatus, Yahudi inancının kimi egemenlerinin de desteğiyle İsa’yı çarmıha asarak öldürür. Ancak bu durum Hıristiyanlığı bitirmez. Çünkü Hıristiyanlık, yukarıdan inen vahiyler yerine inancın insanla birlikte oluşturulma iradesinin sonucu şekillenecektir. BARIŞLA VE ÖZVERİYLE Mücadele içinde Romalılara ve düzene karşı etkinliği ve saygınlığı hızla artan bir halk önderi olarak İsa, başta silahlı bir mücadeleye yatkındır. Bu bağlamda Matta İncili’nde de belirtildiği gibi arkasında toplananlara, ‘‘size barış değil savaş getirmek için geldim’’ diye seslenir. Ancak daha sonra, bu yolla başarı elde edilemeyeceği yargısına vararak mücadele tarzını değiştirir. ‘‘Yahudiye ülkesinin de Roma’nın da sertlik ve kaba kuvvetle değil, ruhların gücüyle, barışçı, özverili bir anlayışla ve içten de dıştan da arınarak kötülükten kurtulabileceğini’’ söyleyecek, daha ötesi ‘‘yeryüzündeki güç ve etkinliğin (...) temelinin kötülük’’ (Max Beer) olacağı yargısına varacaktı. Bu yaklaşım tarzıyla İsa’da, kendinden yüzlerce yıl sonraki Mani’de, Gandi’de göreceğimiz tipten pasifist bir militan portresi görüyoruz. HIRİSTİYANLIĞIN REVİZYONU Hıristiyanlığın karşılaşacağı ilk revizyon, İsa’nın öldürülmesi sonrasında giderek ön plana çıkmaya başlayan Aziz Paulus döneminde başlayacaktır. Etkinliğini arttırmasına bağlı olarak içine giren zenginlerin onu kendi çıkarlarına göre yeniden şekillendirmeye çalışmaları, keza karşılaştığı baskıları düzenle uzlaşarak aşmaya ve azaltmaya çalışan kadroların etkisiyle bu revizyonlar giderek derinleşecektir. ‘‘Roma sistemine protesto olarak büyümüş ve yaygınlaşmış (olan ...) Hıristiyanlık, ergi Can Erdem’den ‘BİR’ heykel sergisi .A.M Galeri/Tünel, sezonun ilk sergisini Can Erdem’in heykelleriyle açtı. Mimar Sinan Üniversitesi Heykel Bölümü mezunu olan sanatçının ‘Bir’ adını verdigi bu ilk sergisinde yalın formlardaki ahşap malzemeyle oluşturduğu işleri yer alıyor. Sanatçı kendi kelimeleriyle heykellerini ‘‘Benim için heykelde yalınlık önemli. Haiku severim. Haiku belli bir kalıbın içine belli kurallar ve birkaç hece ile anlamları yerleştirir, çoğaltır. Öyle ki artık kelimeler yok, anlamlar vardır. Heykel benim için şiir gibi, şiirlerden haiku gibi...’’ diye tanımlıyor. Sergi 21 Ekim’e dek C.A.M / Tünel galerisinde izlenebilir. Tel: 0212 245 79 75 76 ‘‘İstanbul’un Orta Yeri’’ otoğraf sanatçısı Mehmet Duru’nun kişisel fotoğraf sergisi 5 Ekim’de Çağla Cabaoğlu Art Gallery’de sanatseverlerle buluşacak. Sergide sanatçının, 19982006 yıllarında İstanbul vapurlarında çekmiş olduğu siyah beyaz fotoğraflarından oluşan ‘‘İstanbul’un Orta Yeri’’ isimli çalışmasından bir kesit sergilenecek. ‘‘İstanbul’un Orta Yeri’’ projesi, Mehmet Duru’nun İstanbul vapurlarının birgün yok olacağı endişesini çok önceleri duymuş olması ile yaşam bulmuş uzun soluklu bir çalışma. Vapur yolculukları, birbirinden çok farklı yaşam kesitlerinin bir süreliğine donduğu ve kendisi ile başbaşa kaldığı kısa zaman aralıkları. Mehmet Duru’nun fotoğrafları da bu özel zaman aralıklarının gözlemcisi. Tel: 0212 291 37 91 F C Yücel Tekbaş resim sergisi S adir Has Üniversitesi Sanat Galerisi, Kasev yararına yapılan Yücel Tekbaş Resim Sergisi bugün son buluyor. Sanatseverlerin 40’a yakın eseri görebilme imkanı bulduğu serginin geliri, 20. yılını dolduran ve Türkiye genelinde öğretmen, emekli öğretmen ve Milli Eğitim çalışanlarına yardım amacıyla kurulan Kasev’e bağışlanıyor. Sağlanan gelir vakfın hayata geçireceği ‘‘Öğretmen Bakım Tesisleri’’ için kullanılacak. K Yalanla ilgili her şey 999 yılından bu yana çağdaş sanat alanında projeler üreten ve bu üretimlere ev sahipliği yapan sanatçı inisiyatifi Apartman Projesi, ‘‘Yalanla ilgili her şey’’ isimli sergide farklı disiplinlerden 58 katılımcının resim, çizgi, video, objeden oluşan işlerini 23 metrekarelik mekanda bir araya getiriyor. Apartman Projesi mekanında iki aylık atölye çalışmasına dayanan bu işler 30 Ekim’e dek Şeyhbender Sokak No 4/1, Tünel, Beyoğlu’nda (Pazar ve Pazartesi günleri hariç her gün) 16:0020:00 saatleri arasında izlenebilinecek. 1 eaydin?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle