Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 10 24/8/06 14:50 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK Si ne ma 10 ???????????????????????????????????????????????????????????????????????????? Malkovich ve Naomi İzmir’de 13’üncü üye Al Pacino Bu yıl 1726 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek 7. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali’nin onur konukları John Malkovich ve Naomi Campbell olacak. Dünyanın çeşitli ülkelerinden sinemacıların yarışacağı festivale, Pirelli lastikleri için yönetmen Antoine Fuqua’nın çektiği ‘The Call’ adlı kısa metrajlı filmde oynayan Naomi Campbell’in yanı sıra rol arkadaşı John Malkovich de katılacak. İzmir Kısa Film Festivali Yönetmeni Kayhan Kırmızıgül, festivalin her yıl daha önemli bir hale geldiğini belirterek geçtiğimiz aylarda İtalya’daki Pirelli yetkilileriyle yapılan görüşmeler sonucu şirketin tanıtım amaçlı çektiği ses getiren kısa filmini festival programına dahil ettiklerini söyledi. Ulusal ve Uluslararası yarışma’da Kurmaca, Deneysel, Belgesel ve Animasyon dallarında ödül verecek yarışmaya son katılım tarihi 9 Eylül. Ünlü aktör Al Pacino çekimleri süren Ocean’s 13’ün ekibine katılan son isim oldu. Scarface ve Baba filmlerindeki rolleriyle hafızalara kazınan Oscar ödüllü Pacino, George Clooney, Brad Pitt, Matt Damon ve Andy Garcia gibi yıldızların arasına katıldı. Usta oyuncunun Willie Banks adından bir gazino sahibini canlandıracağı filmde yönetmenliği ilk iki filmde olduğu gibi Steven Soderbergh yapıyor. Çekimleri 21 Temmuz’da Las Vegas’ta başlayan yapım Amerika’da 8 Haziran 2007’de gösterime girecek. ??????????????????????????????????? Sihir, iktidara karşı gelirse Arthur ile Minimoylar beyazperdede ASLI SELÇUK ‘‘Senaryoyu yazmaya başladığımda belleğimin derinliklerinde yer alan, bugüne dek hiç kullanmadığım çok sayıda çocukluk anımın olduğunu farkettim. Onları Leon, Nikita ya da Jeanne D’Arc’tan çıkartamazdım. Bu benim için yepyeni bir oyun bölgesi demekti. 1.15 metre boyu olan, hiçbir şey yapamayan küçük bir çocuğun öyküsü, öte yandan da boyu 2mm olduğunda herşeyi yapabilen bir çocuk. On yaşındayken insan araba süremez. Boyum 2mm olduğunda sivrisinekleri, hanım böceklerini, örümcekleri, domuzlan böceklerini kolayca sürebilirim’’ diyor Luc Besson. Romanı Arthur ile Minimoylar’dan uyarladığı, dört yıldır üstünde çalıştığı filmini yeni bitirdi. Anneannesinin evinin satışını önlemek için büyükbabasını ve Minimoylar Ülkesi’ni aramaya giden küçük Arthur’ün öyküsünü anlattığı son çalışmasında Besson, dijital efektleri gerçekleştirmeye Fransız animasyon şirketi Buf’la iki yıl önce başlamış. Yönetmen, gerçek çiçeklerle bitkilerin içine yerleştirdiği kahramanlarının peliküle geçmesi için dijital teknolojinin daha gelişmesini beklemiş. ‘‘Arthur ile Minimoyların ilk görüntüsü 2,5 yıl sonra karşıma geldi’’ diyor gülerek Besson, ‘‘Film canlı performansların, üç boyutlu karakterlerin, gerçek maketlerin, dijital görüntülerin karışımı. Otlar, 3 metrelik mantarlar, gerçek doğal örtüsü. Suyun bir bölümü gerçek, bir kısmı yapaydı.’’ Aileye dönük düşsel bir animasyon yapan Luc Besson, bunu bir almaşma eylemi olarak görüyor. 198090 yıllarında, Fransa’nın eksiksiz küçük burjuva döneminde Leon, Nikita gibi aksiyon ağırlıklı filmler yaptığını vurgulayan sinemacı o yıllarda dünyada popüler sinemanın egemen olduğunu da anımsatıyor: ‘‘ Vurdulu kırdılı, polisiye, hızlı aksiyonların modası vardı, ben de bu modaya kapıldım. Şimdiyse tam tersini yapıyorum. Sinizmle dolu bir dünyada yaşıyoruz, bununla kesinlikle savaşmak gerek. Bende çözümü yalın şeylere yönelmekte buldum. Dostluk, aşk, dayanışma gibi’’. Sekiz ay süresince üç boyutlu karakterlerini öykü çizimleri tablosuna tek tek yerleştiren yönetmen filmini on kamerayla çekmiş. Kameralardan biri kendi bakışını diğerleriyse her Minimoy’un biçimlendirilmesinde kullanılmış. Dört buçuk yıl süresince her plan için Besson’un son onayını alan animasyon şirketi Buf, yönetmenin çizimleriyle dokuz kameranın görüntülerini birleştirmiş. ‘‘Sanırım film yapmanın iki yolu var: Fiat Panda ve Ferrari, ikiside yolda gitmenize yarıyor ama ben Fiat Panda yerine Ferrari üretiyorum’’ diyen Besson, Freddie Highmore’un Arthur’ü oynamasından çok memnun. Yönetmen, Londra, New York, Los Angeles’ta Arthur’ü ararken Fox’un casting yöneticisi ona Düşler Ülkesi’ni bitiren, Charlie’nin Çikolata Fabrikası’na başlayacak olan Highmore’u önermiş. ‘‘Çok şanslıyım. Oniki yaşındayken Natalie Portman’la, onüçünde de Freddie’yle çalıştım. İkiside dahi çocuklar’’ diyor Besson. Arthur’ün anneannesinde Mia Farrow var. Highmore ve Farrow filmin tek gerçek oyuncuları, öteki karakterleri Madonna, David Bowie, Snoop Dog’un sesleriyle izleyeceğiz. Kadın, tıpkı uzun süre başlıca rakibi ve düşmanı olagelen Osmanlı imparatorluğu gibi, 19.yüzyılın sonu 20. yüzyılın başlarında, mavi kanlı Habsburg hanedanının yönetiminde, son demlerini yaşayan Avusturya Macaristan imparatorluğunda, Viyana aristokrasisinin seçkin, soylu ailelerinden birinin, el bebek gül bebek büyütülüp geleceğin düşesi olmak üzere yetiştirilmiş, güzel, alımlı kızı Sophie (Jessica Biel). Erkekse, emekçi sınıftan, sıradan bir marangozun, doğaüstü, esrarengiz olaylara çocukluğundan başlayarak eğilim duyan, yetenekli, sessiz sedasız, gamlı gizemli oğlu (yeniyetmeliğini Aaron Johnson, yetişkinliğini de, American History X’denberi on yıldır oyunculuğuna şapka çıkardığımız, keçi sakallı, eldivenli, pelerinli, sadece silindir şapkası eksik, gencecik, yakışıklı, zarif bir Mandrake gibi, gösterileri dolup taşan, tipik bir sihirbaz olmuş Edward Norton başarıyla oynuyor). Sophie’yle yaşadığı çocukluk aşkına, (belirgin sınıf farkından ötürü) kızın ailesince zorla son verilince ortadan kaybolup dünyanın dört bucağını dolaşarak zamanla öğrendiği çeşitli sihir numaralarının ustası kesilmiş, doğanın yasalarına karşı çıkan, gözbağcılara özgü birtakım ‘ne sihirdir ne keramet, el çabukluğudur marifet’ oyunlarıyla sahnede inanılmaz gösteriler yapan, Eisenheim adlı karizmatik bir sihirbaz olarak dönüyor kahramanımız Viyana’ya, 15 yıl sonra. Halk arasında dünya dışı güçlere sahip olduğu söylentisi yayılan, yoğun bir seyirci ilgisine maruz kalan Eisenheim’in popülerliğini merak ederek onun bir gösterisine katılıyor, yaşlı imparator babasından bir an önce tahtı devralmanın planları içindeki hırslı, gözükara veliaht prens Leopold (Rufus Sewell). Gösteri sırasında Eisenheim’ın Sophie’yi sahneye çağırmasıyla birbirlerini yeniden hatırlayan iki eski aşık arasındaki elektriklenmeyi, düşes Sophie’nin veliaht prens nişanlısı Leopold bile hissedip anında kıskanınca Viyana polis müdürü Uhl’e (Paul Giamatti) derhal nişanlıma sulanan bu sihirbazın defterini dürüver buyuruyor. Seyredeni çeşitli hilelerle olmayacak şeylere inandırma uğraşı olan sihirbazlığın aslında üçkağıtçılıktan farksız bir hokkabazlık ve sahtekarlık olduğu görüşündeki çok ihtiraslı veliahtın aksine, hep prensin ‘kirli işlerini’ çözümleyip temizlerken amatörce sihir ve gözbağcılık numaralarına da takılan, aynı sınıftan geldiği Eisenheim’ı, türlü bahanelerle emirleri kulak arkası yaparak sürekli kollayan ve gözeten, kasabın oğlu tonton polis müdürünün gözünden izlediğimiz film, aslında biri görünmez, gizli, ötekiyse açık seçik görünen, somut güçlere sahip iki erkeğin, düşesin aşkı uğruna kendi tarzlarınca kıyasıya kapıştığı, romantik bir aşk hikayesine doğru dümen SUNGU ÇAPAN Sihirbaz The Illusionist / Yönetmen, senaryo: Neil Burger, Steven Millhauser’in ‘Eisenheim The Illusionist’ adlı hikayesinden / Kamera: Dick Pope / Müzik: Philip Glass / Oyuncular: Edward Norton, Paul Giamatti, Jessica Biel, Rufus Sewell, Eddie Marsan, Tom Fisher, Jake Wood / ABD 2006 (WB) kırıyor gitgide... Aslında çizgi roman karesinden(Mandrake), sinema perdesinden(Harry Houdini) ya da TV ekranından(Bill Bixby) tanıdık, ünlü gözbağcı kahramanları anlatan, sihire ve sihirbazlara ilişkin öyküler, genelde kendi de bir illüzyon, sihir, büyü/lenme sanatı olagelen sinemanın hep ilgi alanındaydı başlangıcındanberi, öncü Georges Melies’den bu yana. Bilindiği gibi, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, su altındaki kilitli kafeslerden elleri zincirliyken kurtulma numarasıyla tanınan, tarihin belki de en ünlü sihirbazı Harry Houdini’den günümüzün medyatik sihirbazı David Copperfield’e kadar gelmiş geçmiş gözbağcıların yaşamlarından da kimi ortak yanlar içeren bir sihirbaz Eisenheim karakterini önümüze süren bu film, ön planda aynı kadın için çatışan iki erkeğin mücadelesine odaklanırken arka planda sanatsihir, siyaset, aşk, iktidar, vb. gibi temel temalara da değiniyor. İzleyiciyi eğlendirmek amacıyla, çoğu kez araç gereç yardımıyla, çeşitli hile hurda, elçabukluğu ve yanılsama oyunlarıyla sahnede uygulanan sihirbazlık gösterilerini ötedenberi filmlerine karıştırıp malzeme yaparak kullanan ünlü komedyenlerden Lorel Hardi (Stan Laurel Oliver Hardy) ikilisini, 1942 yapımı A Haunting We Will Go Lorel Hardi Hokkabaz’larıyla, Jerry Lewis’i The Geisha BoyJerry Lewis Kore’de’siyle (1958) ve Woody Allen’ı da yaşlı annesini bir sihir gösterisinde kaybettiği, üç bölümlü (skeçli) New York Stories’iyle(1990) anımsıyoruz sözgelişi, geçmişten. Kennedy suikastı üstüne 2002’de çektiği, ilk filmi Interview with the Assassin’i göremediğimiz, çiçeği burnunda yönetmensenarist Neil Burger’ın oldukça çetrefil bir dönem atmosferini başarıyla canlandırmanın üstesinden geldiği, parlak oyunculuğu, entrikası, ışıl ışıl akan, zengin görselliği, tempolu bir gerilime de erişen klasik anlatımı ve Philip Glass imzalı müzikleriyle seçkinleşen, özenle çalışılmış, oldukça sürükleyici bu ikinci filmi, baştan sona azalmayan bir ilgiyle seyrediliyor özetle. Sonuçta ‘aşk ferman, yasak, sınıf farkı filan dinlemez’ mealindeki bu Sihirbaz, çanların aristokrasi için çaldığı 20. yüzyıl başlarını perdeye yansıtan, ustalıklı bir çağ filmi, konturları çok belirgin çizilmiş bir tipleme şematizmi içermesine karşın. Her yeni rolüne titizlikle hazırlanan, icabında De Niro gibi fiziksel görünüşünü de değiştiren (American History X’de kafayı kazıtması örneğin), ufaktan ufaktan yönetmenliğe de göz kırpan Edward Norton’un lokomotifliğini üstlenerek çekip götürdüğü filmde baş müfettiş Uhl’u canlandıran, American Splendor’la keşfettiğimiz Paul Giamatti’yle ihtiraslı prens rolündeki İngiliz Rufus Sewell de iyi oynuyorlar. Sihirbaz’da tek itirazım, eleştirmen Uğur Vardan’ın da belirttiği gibi, bir anda oldu bittiye getirip seyirciyi çözemediği sorularla salondan uğurlayarak ve hikâyeyi sürpriz bir ‘mutlu son’a bağlayarak filmin notu nu düşüren finaline. Ama sinema da bir illüzyon değil mi zaten, sonuçta Neil Burger’in Sihirbaz’ı meraklısını iki saatliğine eski Viyana’ya postalayıp sihirbazlıkla iktidarın kadın yüzünden çatıştığı bir çağ filmi atmosferine sokmayı beceren, görülebilir bir film işte. Devam filmler furyası Bıkkınlık yaratıp, gına getirse de beklentileri karşılamaktan çok uzak düşse de dünyada devam film denilen bir gerçek var... Bir film beğenilmeye görsün hemen peşisıra diğerleri çekilir. İki, üç, dört hatta altıncısı vizyona girer (istisna olsada James Bond’un 21.’si gösterime girecek, 22. ve 23.’sü ise yolda), birileri esner diğerleri ‘‘ehh işte’’ der. Ama sinema sektörü ya senaryo kıtlığından ya da üretme kısırlığından olsa gerek bu seri filmlerden asla vazgeçmez. Başarıya ulaşan ve hayranlarının yeni çevrimlerini her türlü melanete razı büyük umutla beklediği devam filmleri de (parmakla sayılsa da) yok değildir hani... İşin özeti bazı durumlarda alan da satan da memnundur, gerisi izleyicinin insafına kalmıştır. Sinemaseverlerin yeni sezonda en çok görmek James Bond istedikleri yapım olan Rocky 6’nın çekimleri sona erdi. Ringlerde fırtına gibi esen Rocky Balboa’nın hayranlarının sayısı azımsanamayacak kadar çok... şimdilik son bölümü de çekim aşamasında... Kırbacıyla Sylvester Stallone namı diğer ‘‘İtalyan Aygırı’’, ilk film yıllara meydan okuyan ‘‘Kutsal Hazine Avcısı’’ ünlü aktör çevrildiğinde 30 yaşındaydı şimdi 60’ına merdiven dayadı. Harrison Ford bugün artık 64 yaşında, filmde babası Ama hâlâ yüzünde acının izleri, kaslı bir bedeni ve sıkı rolünü üstlenen İskoçya’nın dünyaya hediyesi kurt oyuncu yumrukları var. Uzun süredir sesi soluğu çıkmayan Sean Connery ise tamı tamına 76 yaşında... Stallone artık boş durmayı sevmiyor. Sırada tek kişilik Kimine keşke Mavi Ay dizisinde kalsaydı dedirten Bruce orduya eşit Rambo (İlk Kan) serisinin dördüncüsü var. Willis’in macera dolu Zor Ölüm (Die Hard) serisinin Dahi yönetmen Steven Spielberg’in nakış nakış tarih, dördüncüsünün yapımına son sürat devam ediliyor. doğa ve zekâyla işlediği İndiana Jones’un dördüncü ve 007 numaralı İngiliz ajan James Bond, yeniden çekim ALPER TURGUT Casino Royal adlı serinin 21. filmi ile hayranlarına merhaba diyecek. Aksiyon sinemasının büyük ustalarından Michael Mann, 1980’lerin revaçta dizisi Miami Vice’a yeniden hayat veriyor. Gözüpek dedektifleri ise Ray ile Oscar’ı kapan Jamie Fox ile birçok eleştirmen tarafından yeteneksiz ve antipatik bulunan yeni yıldız Colin Farrell canlandırıyor. Çocuklar kadar büyüklerin de ilgisini çeken Harry Potter serisi iki yeni filmle büyü dünyasının kapısını aralayacak. Korku orjinli, kesmebiçme desenli Testere (Saw), yetenek abidesi Johnny Depp’in can kattığı karizmatik, sarsak, cinsiyetsiz korsan Jack Sparrow’un maceralarını konu alan Karayip Korsanları (Pirates of the Caribbean), sinemanın en güzel yüzlerinden Milla Jovovich’in sürüklediği Ölümcül Deney (Resident Evil), iyi kalpli, çirkin, sempatik yeşil dev Şrek (Shrek) ile korku filmlerinin duayeni Sam Raimi’nin elinden çıkma süper kahraman Örümcek Adam (Spider Man) üçüncü bölümleriyle bıraktıkları yerden geri dönüyorlar. Frank Miller ve Robert Rodriquez’in çizgiromandan devşirip, ortaklaşa gerçekleştirdikleri sıfır kilometre başyapıt Günah Şehri’nin (Sin City) ikinci ve üçüncüsü peşisıra çekilecek. Kurtadam avcısı güzel vampir Selene’nin delibozuk öyküsü Karanlıklar Ülkesi’nin (Underworld) devamı da yakında ülkemizde vizyona girecek. Batman The Dark Knight, Ocean’s Thirteen, Hulk, Jurassic Park 4, Hostel 2 hemen hemen tüm sinemaseverlerin yolunu gözlediği yapımlar arasında... (alperturgut@cumhuriyet.com.tr)