22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 06 17/8/06 17:36 Page 1 CUMARTESİ EKİ 06 K 6 19 AĞUSTOS 2006 CUMARTESİ rih Ta Siyonizmin çözümü Nesnel Theodor Herzl bir tarih bilinci açısından anımsanmalıdır ki, ilk dönem Medine’deki uygulamalar sonrası İslam imparatorluklarının Yahudilere karşı tavrı genellikle pozitif olmuştur. Kuşkusuz bu uygulama bir eşitlik anlamına gelmiyor; ancak aynı dönem Hıristiyan iktidarların tavrı anımsanırsa aradaki niteliksel bir farkın teslimi gerekir. En kaba bir anımsatma ile Haçlıların Kudüs’ü ele geçirmesi sonrasında Yahudilerin hızla kötüleşen yaşam koşulları Selahattin Eyyubi sonrasında yeniden düzelmiştir. Osmanlı dönemi de Yahudiler için görece sorunsuz geçmiştir. Oysa aynı dönem Avrupa’sında Yahudilerin, 1290’da Fransa’dan, 1392’de İngiltere’den, 1492’de İspanya’dan, 1497’de Portekiz’den göçe zorlandığı bilinmektedir (Tayyar Arı). Çoğunun gelip yerleşeceği yer ise Osmanlı egemenliğindeki topraklar olacaktır. Burjuva devrimler döneminde de durum farklı olmayacaktır ne yazık ki. Avrupa uluslarının ideolojisi olarak milliyetçiliğin ‘‘ötekisi’’, diğer milliyetçiliklerden önce Yahudiler olacaktır. Anti semit refleks gerek ortaçağ gerek modern çağın belirgin özelliği olarak Yahudi halkına büyük acılar çektirecektir. Hıristiyanlık dinsel nedenlerle, Burjuva ideolojisi de ticari rekabet nedeniyle Yahudileri düşmanlaştırmış, Dreyfus davası benzeri pek çok örnekte de gördüğümüz gibi Yahudiler, karşıtlığın gücü karşısında Yahudiler, ‘‘Kutsal siyasi linçlerin sistematik hedefi yapılmıştır. topraklarda devletleşme’’ yöneliminin çekim Kuşkusuz Müslümanların Yahudilere karşı alanına gireceklerdir. Siyonizm, işte Yahudi hoşgörüsü de sorunludur; çünkü kâfirmümin bilincindeki bu değişimin doğal ideolojisi olarak ayrımı ve kelle vergisi hukukunca şekillenecek, Tevrat’ı da kendine dayanak biçimlenmiştir. Kur’an’da Yahudilere ilişkin, yaparak Yahudilerin yeni koşullardaki ‘‘iman edenlere düşmanlık bakımından en motivasyonunu sağlayacaktır. şiddetlisi’’ (Maide82), ‘‘dost edinilmemesi Bu dönem oluşan Yahudi milliyetçiliğinin gereken zalimler’’ (Maide51) gibi, günümüzün öncülerinden Theodor Herzl, Siyonist hareketin anti Semit söylemini anımsatan kimi söylemlerin birleştirilmesi ve atılım yapmasını sağlayan ve varlığı da sorundur. Bununla birlikte, kimi aynı zamanda ‘‘Yahudi Devleti’’ (Der Judentstaat) istisnai örnekler hariç, Yahudiler İslam adlı amentüsünü yazan (1896) bir şahsiyet olarak imparatorlukları altında görece sorunsuz bir öne çıkacaktır. Kuşkusuz bu dönemde Yahudi hayat yaşadığı da açıktır. aydın birikimi, başta Marks ve Troçki olmak üzere teorisyen ve militanlar olarak daha çok İYONİZMİN YÜKSELİŞİ sosyalist hareketin içinde yeralacaktır; ama Yahudi halk kendi sermayedarları ve din Bu noktada anımsanmalı ki, tüm bu dönemler adamlarına ve bu dönem yükselen Yahudi içinde Yahudilerin ‘‘vaadedilmiş topraklara’’ milliyetçiliği Siyonizme daha çok itibar yönelik özel bir akını veya dikkate değer bir edecektir. Siyonizmin modern koşullardaki söylemi olmamıştır. Adeta Babil sürgününden dinamiklerin oluşturan Yahudi sermayesi ve sonraki bin yılı aşkın dönem içinde Yahudilerin şeriatçılarının sosyalizm karşıtı propagandası yerleşim tercihi, ya ekonomik çıkarları nereye yanı sıra anti semitizmin modern koşullardaki yönlendirmişse ya da hangi egemenlik aygıtı yükselişi, Yahudi halkın kendi devletlerini onların yaşamasına izin vermişse öyle kurarak kendilerini güvenceye alma yönelimini biçimlenmiştir. Ancak 19. yüzyılda Avrupa ve vaadeden Siyonizme daha çok itibar etmesini özellikle Rusya’da yükselen anti semit dalga, sağlayacaktır. Sonraki dönemde sosyalizm adına Filistin’e yönelik yurt özlemlerinin yeniden kurulan rejimlerin deneyleri de, Yahudi halkın oluşmasını sağlayacaktır. sosyalizmden çok Siyonizme yönelimini İşte bir yandan yükselen baskılar diğer yandan pekiştiren olumsuz bir işlev görecektir. modern dönemin koşul ve birikimleri, ‘‘Yahudi düşmanlığı düşüncesini destekleyen Yahudilerin kendini gerçekleştirme bir öğe olarak kullanılmışsa da, Herzl’in ana esin yöntemlerinde değişime yol açacaktır. kaynağı bu değildi, egemen hava olumlu, ülkücü Önderliklerin karakteri modern bir dönüşüm ve ütopyacıydı. Evrensel Yahudi sorununu geçirirken, kimliklerinin şeriatçı referansı da yarattığına inandığı öğeleri sayıyor, (..) kendi milliyetçiliğe evrilecektir. Özellikle Çar III. sahip oldukları topraklarda bağımsız bir ulus Aleksandır’ın yönlendirmesiyle Rusya’da ve olmalarının çözüm olacağını savunuyordu’’ (Abu Almanlara yenik Fransa ordusunun Dreyfus Firas). Sonuçta bu yönelimin dünyanın dört bir Davası özgülünde kışkırttığı toplumsal e ç ERDOĞAN AYDIN yanına dağılmış Yahudiler arasında güçlü bir destekle karşılanacak ve bu sayede uluslar arası Yahudi hareket, Siyonizm bayrağı altında çok büyük bir etkinlik elde edecekti. Ancak diğer yandan bütün dikkatini Tevrat’ın da kendilerine vaadettiği Filistin’de bir devlet edinmeye yöneltmesi, Onu kendi amacı için her türden melaneti gerçekleştirmekten kaçınmayan bir kirlenmeye uğratacağı gibi emperyalist politikaların da aracı haline getirecekti. Kuşkusuz böylesi bir kirlenme, meşru hak mücadelesini aşıp öteki milletlere karşı düşmanlık üreten tüm milliyetçilikler için de geçerlidir. Ancak Siyonizmin bir fazlası, Onun aynı zamanda mazlum bir halkın topraklarını işgal etmesinden kaynaklanmaktadır. ABDÜLHAMİT VE SİYONİSTLER arihçilik adına monarşi güzellemesi yapan İslamcı yazının iddiasına göre Abdülhamit, Herzl’in teklifini duyduğunda çok sert tepki gösterip şöyle kükremiş: ‘‘Bay Herzl bu meselede ikinci bir adım daha atmasın. Ben bir karış dahi olsa toprak satmam. Zira bu vatan bana değil milletime emanettir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmıştır. (...) Türk imparatorluğu bana ait değil, Türk milletinindir. Ben onun hiçbir parçasını veremem. Bırakalım Museviler milyonlarını saklasınlar. Benim imparatorluğum parçalandığı zaman onlar Filistin’i karşılıksız bile ele geçirebilirler. Fakat yalnız bizim cesetlerimiz taksim edilebilir’’! Bu sözleri okuyunca insan kendisini ‘‘Vatan Yahut Silistre’’ oyununun bir sahnesinde hissedebilir ama konuşma Abdülhamit’ atfedilince, neresinden tutsanız elde kalan bir hamaset örneğiyle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Teklifin reddi, vatanseverliğin değil, temel meşruiyet dayanağı olarak geliştirilen panİslamist siyasetin zorunlu gereği. Abdülhamit’in İslamcıümmetçi söylem üzerinden geliştirdiği meşruiyet, Yahudilere toprak vermesini engelleyen başlıca nedendir. Yoksa Kıbrıs’ı İngilizlere verenin, Filistin’i, üstelik kendisinin çok sevip iktidarının da çok gereksindiği para karşılığında pazarlamasından daha doğal bir şey olamazdı. Esasen Osmanlı topraklarını vatan değil, sülalesinin mülkü, kendisini de tanrının yeryüzündeki kadiri mutlak gölgesi gören, halkın yönetime katılması demek olan Meşrutiyeti iktidara yerleşir yerleşmez tasfiye edip 30 yıl sonra ancak silah zoruyla kabul etmek zorunda kalan bir despota, böylesi ‘‘vatan’’, ‘‘millet’’ duyarlılığı ihdas etmek de, ancak Abdülhamitçilere özgü bir yetenek olsa gerek. O Abdülhamit ki, Ord. Prof. E. Ziya Karal’ın da aktardığı gibi, ‘‘Vatan, insanların ayaklarının bastığı yerdir. Onun uğrunda ölmeyi anlayamıyorum’’ diyen ve ‘‘vatanperverlik, Avrupa’da birtakım büyük hareketler için ilham kaynağı olabilir. Fakat bizde değil, bizim ilham kaynağımız İslamlıktır’’ diye ilave eden bir monarktır. O Abdülhamit ki, dış politikasını savunurken, ‘‘İmparatorluğumuzun hükümdarı olan ben, bize ait olan her şeyi istediğim gibi kullanmak hakkına sahip değil miyim?’’ (Prof. Vahdettin Engin) diye sorabilecek kadar keyfidir. O Abdülhamit ki, petrol kokusunu alınca Musul’u özel mülkiyetine geçiren, özel parasını ‘‘Cebi Hümayun Nazırı olan Agop Paşa’nın idaresi ile Mihael adında bir Ermeni müşavirine’’ işleten, paralarını yabancı bankalarda saklayandır. Böyle bir padişahın ‘‘vatan savunması’’, ‘‘halkın kanı’’ diye bir derdi olamayacağı bir yana, imparatorluk toprağını ‘‘vatan’’ diye nitelemenin bilimsel bir karşılığı olmayacağı da açık. Sorunların çözümünü ümmetçilikte gören, Arapça’nın resmi dil olmasını öneren (E.Z. Karal) İslamcı bir Padişahın, Osmanlıyı ‘‘Türk imparatorluğu’’, sahibini de ‘‘Türk milleti’’ göremeyeceği de ayrıca kaydedilmeli. Bu noktada vurgulamalıyım ki, övüncü Abdülhamit olan bir yaklaşım ne Filistin halkına yarar sağlar ne de bölgenin sorunlarına çözüm üretebilir. Sünni dünyasında İslamcı referansla yöneticilik yapanların, bir yandan ABD’nin işbirlikçileri olmaya devam ederken kendi içlerinde anti semit duyguları beslemekten geri durmayan bir ikiyüzlülük içinde olmaları da bunu göstermiyor mu zaten? Dolayısıyla sorunun çözümü açısından, dinlerin ve halkları eşit haklılığı temelinde demokrasi, laiklik ve evrensel hukuktan başka referans arayamayacağımız açık. Vahdettin T YURT PAZARLIKLARI 1897’de İsviçre’nin Bazel kentinde toplanan Dünya Yahudiler Kongresi, Herzl’i başkanlığına getirirken, Siyonizm de, ‘‘vaadedilmiş toprakları’’ ele geçirmek için gerekli uluslar arası arayışlara başlayacaktır. İlk arayış Alman İmparatoru II. Wilhem’le görüşmek ve onun Osmanlıyı bu konuda ikna etmesi talebi şeklinde gerçekleşecektir. Ancak uluslar arası koşullar henüz böyle bir devletin kuruluşuna, dahası böyle bir amacın ciddiye alınmasına uygun değildir. Nitekim teklif Kayzer’den Osmanlı muhatabı Abdülhamit’e ulaşmaz bile. Almanların Abdülhamit’ten beklentileri doğrudan kendilerine ilişkindir: Doğuya yayılma politikalarında Padişahı işbirlikçi haline getirmek, Osmanlı topraklarını kendi yükselen emperyalizminin sömürü ve kullanımına açmak! Abdülhamit, Alman emperyalizminin beklentilerini kendi egemenliğinin güvencesi olarak benimser. 1899’da başlayan Berlin Bağdat Demiryolu bu stratejik ittifakın ilanı olacaktır. Bu hat Almanya’nın, İngiltere, Fransa ve Rusya’ya karşı başlattığı atılımda Osmanlıya (dağılma ve yüzbinlerce evladının ölümünü getirecek) stratejik kelepçesi olacaktır. Bu konjonktürde T. Herzl’in Abdülhamit ile görüşme girişimleri ve Filistin’de Yahudi yurduna karşılık 5 milyon altın önerisi söz konusu olacaktır. 1901’den sonra 1902’de ikinci bir temasın kurulmasından da anlaşılacağı gibi, pazarlıklar yapılmıştır. Öyle ki Herzl’den bir ferman teklifi hazırlaması bile istenmiş. Ancak Yahudi teklifi, yerli halkın sınırdışı edilmesi dahil bir Yahudi devletleşmesini içermesi nedeniyle kabul edilmeyecektir. Çünkü böyle bir teklifin kabulü panİslamist siyasetten vazgeçmek anlamına gelecektir. Buna rağmen süren baskılar karşısında Osmanlı, ‘‘yurttaşlarının kabul etmesi koşuluyla başka Türk topraklarının verilmesi için bir öneri hazırladı, fakat bu kez de Herzl reddetti’’ (Abu Firas). S ergi Bodrum’da ‘Suça İştirak’ Kırım Savaşı Moskova’da Kırım Savaşı’nın sona ermesinin 150. yıldönümü dolayısıyla Rusya’nın başkenti Moskova’da, ‘‘18531856, Kırım Savaşı ve Olayları” adlı sergi açıldı. Rusya Federal Arşivi, Rusya AskeriTarih Arşivi, Rusya Devlet Tarih Müzesi ve Türkiye’den Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nün katılımıyla hazırlanan sergide, Kırım Savaşı’nı anlatan görsel ve yazılı belgelere yer veriliyor. Bodrum Art Derneği’nin ‘Suça İştirak’ temalı güncel sanat buluşması başladı. Bodrum Marina ve Osmanlı Tersanesi’nde düzenlenen ‘Suça İştirak’, resim, heykel, fotoğraf, enstalasyon ve videoart gibi farklı disiplinlere ait çalışmalara yer veriyor. ‘Suça İştirak’ sergisine katılan misafir sanatçılar arasında Antoino Cosentino, Mustafa Horasan ve Temür Köran gibi isimler yer alıyor. Sergi, 28 Ağustos’a kadar izlenebilir. (www.bodrumart) Anadolu’nun en eski yontuları Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi, sanatseverleri Çağdaş Türk Heykeli’nin en önemli heykeltıraşlarından Şadi Çalık’ın yapıtlarıyla buluşturuyor. 27 Ağustos’a kadar izlenebilecek Şadi Çalık Heykel Sergisi, sanatçının yapıtlarını, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin sunduğu Anadolu’daki en az 7000 yıllık heykel sanatının örnekleri önünde görmemizi sağlıyor. Bu muhteşem buluşma, Anadolu’da en az 7000 yıl önce varolan heykel sanatının günümüz Türkiyesi’nde de varolduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Zaman içinde Haydarpaşa S Karşı Sanat Çalışmaları, 2 Eylül’e kadar Tarih Vakfı ve İnsan Yerleşimleri Derneği işbirliğiyle ‘‘Haydarpaşa 0 noktası” etkinliğini sunuyor. Bu etkinlik, ‘‘Doğu’nun kapısı”, “sıfır noktası”, ‘‘Anadolu’dan göçün denize kavuştuğu yer”, ‘‘modernizmle yüzleşilen yer” gibi sembolik adlandırmalarla ikonlaşan; sinemada, fotoğrafta, resimde, edebiyattaki yeri, popüler dünyamızın nostaljik nesnesi olmanın çok ötesinde bir anlama sahip olan Haydarpaşa ile ilgili gelişmeleri sorgulamayı amaçlıyor. Etkinlikte, Başkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Mutlu Binark, üniversite öğrencisi Gani Çulha, TCDD çalışanı İshak Kocabıyık’tan oluşan bir ekip tarafından hazırlanan ‘‘Zaman ve Uzam İçinde Haydarpaşa Garı” fotoğraf sergisi ve sözlü tanıklık sergisinin yanı sıra, ‘‘Resimde Haydarpaşa”, ‘‘Sinemada Haydarpaşa” bölümleri ve Haydarpaşa karikatürleri de yer alıyor. eaydin?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle