Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 14 17/8/06 17:28 Page 1 CUMARTESİ EKİ 14 CMYK 14 19 AĞUSTOS 2006 CUMARTESİ ü yk Ö Neymiş.. neymiş.. yazar mıymış?.. Dünyada mekân.. demişler; özdeyişin sonrası deyişi bütünlüyor: ‘‘Dünyada mekân, ahrette iman’’. ‘‘Mekân’’ ev, sığınak demek Arapçada; ‘‘iman’’.. inanış, yaradılışın gizinden yaradılmışı korumaya, yaşatmaya giden yol. Aslında dinlerin özüne inilebilirse çıkış noktasıyla varış amacı hepsinde bir; toplumları düzeltmeyi, insanın içini temizlemeyi amaçlamışlar... ‘‘Ahrette iman’’ı (ölümden sonra dinginliği) sağlamak için dünyada iyilik, dürüstlük isteniyor çünkü. Yani ‘‘iyi’’ olacaksın, iyilik yapacaksın, kimseyi incitmeyeceksin. Öztürkçesi ‘‘Konut’’ olan ‘‘Mekan’’ için söylenmiş başka özdeyişler de var: Ev alma, komşu al.. gibi. ‘‘Komşun aç yatarken sen tok yatamazsın’’ gibi. Bunun karşılığı da ‘‘Komşuda pişen bize de düşer’’dir. Yemeğin bölüşülmesi doğaldır, yani haktır. Dahası dayanışmanın uç noktasını da belirlemiş gelenekler: ‘‘Komşu komşunun külüne muhtaç.’’ (1) Bunlar olmazsa ne mi olur? Onu Sabriye Hanım’a soralım.. Sormamıza gerek yok; komşusu olamadım ama eski bir arkadaşı olduğum için her şeyini biliyorum. Bazısını geldiğinde anlatır kahvemizi içerken, bazısını da gece gündüz demeden telefonlarda. Ve ‘‘Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olduğunu’’ da hiç unutmaz; ortalıkta kimsenin bulunmadığı zor, dahası acı günlerimde de hep yanımdadır: Gece gelen kalp krizinden avukatsız girdiğim duruşmalarıma kadar!.. Adını Sabriye koyarken başına gelecekleri bilmişler mi nedir! ‘‘Nabza göre şerbet’’ vermeyi, ortamlara göre biçim değiştirmeyi bilmeyen benim güzel akradaşım ne yazık ki ‘‘Doğru söyleyen dokuz köyden kovulur’’ gerçeğini yaşamaktan kurtulamadı daha!.. Döne dolaşa artık ne gidebileceği yer ne de dizlerinde derman kaldı, ama bildiğinden de şaşmıyor. Aslında kimsenin işine burnunu sokmaz, dedikodu da yapmaz. Düşüncelerini, fikirlerini uluorta saçıp savuranlardan da değil; suskun, kendi halinde. Ne var ki fitne fesat kukumavları biraraya geldi mi.. konu hemen Sabriye. Sabriye çünkü bir yazar!.. Yazar mı dedin?.. Neymiş neymiş.. yazar mıymış? Nasıl yazıyormuş ki? Neden yazıyormuş? Ne yazıyormuş? Başka işi yok muymuş? Ne işi olacak ki çoluk yok çocuk yok.. evini de gördün darmadağınık. Masaların üstü kitap, gazete yığılı, sehpalar yığılı.. bir koltuk takımı bile yok sözümona salonda; bir büfesi bile yok, kitaplık.. kitaplık!.. Mutfakta bile kitaplık var, bir yemek masası yok. Koridor tavanları camlı dolaplarla kaplı!.. Oturduğu ev apartman yapılmak için boşaltılınca yeni çevresinde ‘‘anlaşılamama’’ durumu iyice ortaya çıktı. Kadınların birbirine ilk sözü ‘‘Kocan nerde?’’ dimdik bir soruydu artık. Eğer ‘‘nerde’’ olduğu söylenebilirse ‘‘neci’’ olduğu da söylenecekti; sonra ‘‘kaç çocuk?’’ Kız mı erkek mi, kaç yaşındalar, ne okuyorlar, ne yapıyorlar? E.. kadın demek bu demek değil mi? Hayır!.. Sabriye Hanım’a göre değil. Öncelikle erkek üstünlüğünü kabul etmiyor. Okuduğu kızerkek karışık okullarda hep sınıf birincisiymiş çünkü!.. Üstelik yaşça en küçük olduğu halde bazı delikanlı arkadaşlarının ‘‘Sabriye Abla’’sıymış!.. ‘‘Kadın’’ ya da ‘‘erkek’’ olmak için önce ‘‘insan’’ olmamız gerekir diyordu; ‘‘insan’’ olmak da stanbul’da evin döşemesiyle, kocayla, çocukla belirlenmez. 1938’de doğan ‘‘İnsan’’ olmaya yeterli değil bunlar... İnsanın Nursen Karas’ın ilk ‘‘insanım’’ diyebilmesi için önce arınıp öyküleri 1952’de Yeni durulması, ‘‘kendini bilmesi’’ (ne demek İstanbul Gazetesi’nin ‘‘Çocuk ‘‘kendini bilmek’’; kaç kişi kendini, içini, Köşesi’’nde çıktı. Daha sonra yazı ve şiirleri Akşam, Yeni Gazete, Yirminci içinde olanları, olmayanları biliyor?), Asır, Yelpaze, Yeni Ufuklar, Türk Dili, Varlık, temiz, suçsuz benliğe eriştikten sonra Dost, Yelken, Güney AdamÖykü, Düşlerda aldıklarını vermeye çalışması, öbür Öyküler, Milliyet Sanat, Gösteri, insanlara, öbür canlılara, doğaya Argos, Karşı, İnsancıl, borcunu, borçlarını ödemeye Cumhuriyet Kitap ve Dergi, NURSEN çalışması gerekir. Sabriye Hanım’ın Evrensel Kültür, Sanat Çevresi, vermek, borcunu ödemek konusunda Kuvayi Milliye dergilerinde, 1971KARAS 76 yıllarında Doğu Anadolu’da yapabileceği şey ‘‘YAZMAK’’tı. yaptığı gezilerin izlenimleri Gözden kaçan gerçekleri, bilinmeyen fotoğraflı olarak Yeni Ortam, yanlışları deşelemek, ortaya dökmek, Politika, Dünya gazetelerinde herkese göstermek!.. Bu nedenle yazar yayımlandı. İkisi Paris ve olarak da pek tutulan biri olamıyordu. Londra’da beş fotoğraf Millet yatak odalarını anlatırken onun sergisi açtı. Çok sayıda karamsar hikayelerini kaç kişi okuyacaktı şiir ve öykü kitabı bulunan yazar özel ki?.. Eh.. yatak odası.. yatak odasıdır, herkesin İ yaşamında olan, yoksa özlenen, kimilerince doyumsuz bir nokta. Öbür yüzü nedir; sayıyı çoğaltmanın yanında ne getiriyor? Getirebiliyor mu? Ya götürdükleri? İşte hiç sorulmayan soru: Sevgisiz yatak odalarından bu zehir dışarı nasıl sızar, nelere, nasıl bulaşır, insanları nasıl canavarlaştırır? Kimi yazarlar girdikleri yatak odalarının yatma kalkmalarıyla milleti eğlendirirken Sabriye Hanım o yatma kalkmalardaki ulaşılamamışlıkları didiklemeye çalışıyordu. ‘‘Bundan bize ne?’’ diyenler için ‘‘romantik’’ oluyordu böylece. Çok okunmamak, çok tutulmamak, yeterince tanınmamayı getirdiği için de kimileri, konusu komşusuna göre bir ‘‘özenti’’den öte geçememiş sayılıyordu. Yazlıkta biri sormuştu bir gün: ‘‘Sen bu yazıları yazıyon da para alıyon mu bari?’’ Selamdan öte ilişkisi olmayan bir komşu!.. Kimseye de çalışmalarından sözetmiyor. Gece herkes balkonlara doluşup avaz avaz bağrışıp gülüşürken demir panjurları kapatıp içerde çatır çutur yazısını çıkarmaya çalışıyor. Sonunda göz hapsinde yaşamanın bunaltısıyla bahçesine çiçekler, ağaçlar diktiği o güzel yazlık evini satmıştı. İş yaşamında da çekemeyenlerden birisinin ‘‘Yazarsa gitsin yazısını yazsın’’ dediğini duymuştu. ‘‘Ben istemez miyim’’ diyordu ‘‘yazılarımın başına oturmayı? Notlar, notlar notlar... Kaçını bütünleştirip ortaya çıkarabiliyorum?’’ Ev kadınlığıyla ilgili hiçbir iddiası yok. Ortalık temizlemek.. yemek pişirmek... Yaşamın içinde daha önemli sorunlar, görevler var: Toplumsal sorunlar, kişisel sorunlar, ‘‘Dert babası’’ değil ama ‘‘dert anası’’. Sabırla dinliyor; en olumlu çıkış yolunu bulup anlatmaya çalışıyor. Öngörüleri.. sezgileri.. doğru, akılcı. Konuştuğu insanlara yararlı oluyor. Bazen hiç düşünmediğimiz konularda uyarıyor. Böcek ilaçlamalarının sebze, meyvelerdeki etkisinden tiksiniyor, kanserin çoğalmasını buna bağlıyordu. Tohumların yurtdışından getirilmesiyle başlayan genlerle oynama konusunu da ilk ondan duymuştuk. ‘‘Genleri değiştirilen yiyeceklere ne özellikler yüklüyorlar biliyor musunuz?’’ diyordu, ‘‘neden günden güne aptallaşıyoruz, unutkanlaşıyoruz? Gençlere bakın.. unutkan, düşüncesiz çocuklar!.. Bizim anne babalarımız hiç unutkanlıktan sözeder miydi? Dürüstlük, yardımlaşma, idealler yerine adam aldatma, arkadan vurma, dalavera sergileniyor, öğretiliyor, bilinçaltına işleniyor bütün yayınlarda. Kadın erkek ilişkisi çocuk yaşının alt çizgilerine indirilip kafalar boşaltılıyor; toplumsal bütünleşme önleniyor...’’ Öbür hatunlarla politikaya girme fırsatı olmazdı ama bana içinin yangınını açardı: ABD’nin yaptıkları, yapabilecekleri, Kore, Vietnam’dan Irak’a kadar savaşları, topraklarımızda ‘‘üs’’ adıyla el koyduğu yerler?!... ‘‘Amerikalı’’ dediğin, kovboy filmlerinde gördüğümüz adam vurmaktan, para çalmaktan hüküm giymiş, Avrupa’nın hapishane kaçkınlarının Kızılderililere çektirdiklerini, onları yokedişlerini anlatır; Afrika’da duralardı. Yüzyıllarca köle olarak satılmış bu karaderili insanların açlık ve susuzluğunu tam anlatamaz; ellerini iki yana açarak sorardı: ‘‘Irak’a sözümona ‘Özgürlük’ diyerek savaş açmak mı kolay ve yararlıydı; Afrika’ya yiyecek, içeçek, AIDS ilacı vermek mi kolay, yararlıydı? Amerika’nın dünyaya zulmünden sonra Avrupa Birliği’ne girmemizin yaratabileceği sakıncaları, özelleştirmede dönenleri, yabancılara toprak satışını düşünür, konuşurdu: ‘Kan dökerek, can vererek alınan, korunan toprak.. nasıl parayla satılır?!..’’ Dış görünümlerine, etiketlerine yaslanarak çalım satan kimi hatunlar için özgüveni korumanın kolay yolu böylelerini dışlamak, tepeden bakmak. Ne biçim kadınsa.. sıradan, adam sendeci bir giyim, yürüyüş.. köşedeki çiçekçi kadınla gülüşüp konuşmalar!.. ‘‘O yazar!..’’ diyenlere de şaşıyorlar: ‘‘Neymiş?!.. Yazar mıymış?.. Ne yazıyormuş ki?.. Nerde yazıyormuş?..’’ Eh bir de aynı apartmanda oturuyorlarsa.. hele de yöneticiyseler!.. Vah Sabriye Hanım vah!.. Ama Sabriye Hanım son geldiğinde hiç de üzgün değildi. Tüm bu can sıkıcı durumlar ona yeni bir hikaye kazandırmış: Naziler Apartımanı!.. Kuşkusuz hikayenin yayımlanacağı derginin adını bilmez buncağızlar ama düşüncesizlik ve çiğlikleriyle de olsa edebiyatımıza girdiler. bir bankadan emekli.