25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 06 10/8/06 17:09 Page 1 CUMARTESİ EKİ 06 K 6 12 AĞUSTOS 2006 CUMARTESİ rih Ta Kutsal kılıflı zulüm Yaratıcı gücü, iç disiplini, motivasyonu yüksek, acılara dirençli, kadere razı olurken hedeflerinden vazgeçmeyen bir halk Yahudiler. Bunun yanı sıra Mısır’dan Babil’e, İspanya’dan Nazi Kamplarına kadar tarihi boyunca dünyanın her yerinde acılar çektirilmiş bir halk onlar. İşte bu ve benzeri nedenlerle onlara yakınlık duymamak olanaksız. Ancak bu yakınlık nedenleri, aynı zamanda ciddi bir istismarın da malzemesi olarak kullanılabiliyor ne yazık ki. Nitekim kurulduğu günden bu yana İsrail devleti, halkının geçmiş mazlumluğu ve yaratıcılığını istismarı ederek, vatansızlaştırdığı Filistin halkına eziyet ediyor. Bu süreçte Yahudi halkı, kendi militarizminin hak ve özgürlük ihlallerine yedeklenerek hızla kirleniyor. Son Lübnan saldırısı, bir mazlumun kendini koruması ile değil, aksine bir kez daha, Siyonizmin sistematik vahşetiyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Bu vahşeti tarih penceresinden sorguladığımızda, Yahudilerin mazlumluğu ve yaratıcılığının hemen yanıbaşında, varlığının ilk anından itibaren fetihçi ve ötekileştirici ruhuyla da karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Cenevre Sözleşmesinin tüm ama tüm kurallarının, insanlığın geliştirdiği tüm ama tüm moral değerlerin tam bir pervazsızlıkla ayaklar altına alındığı bugün, bu gerçekliği de özellikle anımsamak zorundayız. ERDOĞAN AYDIN (Neml15) verildiği söylenir. Ne ki ortada ciddi bir handikap vardır. Çünkü bu ‘‘üstün kılınıp’’, İslamcıların özel saygılarına mazhar olan peygamberkralların dö nemi Filistinliler için tam bir ezilme dönemi olacaktır. İsrail kralı Davut, Filistinlileri nihai olarak yenen, süren ve köleleştiren kişi olarak tarihe geçecektir. Süleyman da, babasının yarım bıraktığı yerden, sırayla 30 bin Filistinli kölenin angaryaya koşulup halkın soyulmasıyla muhteşem Kral Sarayı’nı ve tanrısı Yahova için çadır biçiminde Yahova Tapınağı’nı yaptıracaktır (Server Tanilli). İşin daha acısı bu durumu dolaylı olarak doğrulayıcı anlamda bir ayetin de Kur’an’da geçmesidir; nitekim S?ad37, 38’de: ‘‘Bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları, demir halkalarla (zincirlerle) bağlı diğer yaratıkları onun (Süleyman’ın) emrine verdik’’ denilmektedir. Gerçi Kur’an, yoldan çıktıkları için Yahudilerin cezalandırılacağına dair pek çok yargı da belirtmektedir. Ancak mevcut katliamlara rağmen ne böylesi bir cezalandırılma söz konusu ne de bu yaklaşım İsrailoğullarının Filistinlilere karşı üstünlüğüne verilen Kur’an’i desteği değiştirir. Bu ise Arap ve İslam dünyasının İsrail karşısındaki mevcut kompleksini pekiştiren bir işlev görmektedir. e ç ÇÖZÜM Süleyman’ın ölümü sonrasında İsrailoğulları birliklerini sürdüremeyerek İsrail ve Yuda Krallığı olarak ikiye bölünecektir. İsrail Krallığı İ.Ö.722’de Asurlular, Yuda Krallığı ise İ.Ö. 568’de Babilliler tarafından yıkılacak, ardından Babil Sürgününe gönderileceklerdir. olarak çıkar karşımıza Yahova. Sadece Filistin’i İsrailoğullarına armağan etmek gibi bir haksızlığın sorumluluğuyla yetinmez, iki halkın bu topraklarda barış içinde yaşamasını da engelleyen bir misyon üstlenir. Bütün bunların da gösterdiği gibi, İsrail Filistin savaşında sadece Filistinli şeriatçıları suçlayan bir yaklaşım, ne bugün için ne de tarihte gerçekçi değildir; tam tersine Filistin karşıtı düşmanlık söylemi Kur’an’dan çok önce bizzat Tevrat’a aittir. Dolayısıyla Ortadoğu’da barış için dinsel önyargıların geriletilip laikliğin güçlendirilmesi gereği, sadece Filistinliler ve Araplar için değil, onlardan çok daha fazla bizzat İsrail için geçerlidir. Kuşkusuz İsrail’in 1948’deki kuruluşunun uluslararası hukukça meşru bir zemin kazandığı noktada, artık onu tanımanın dışında bir çözüm üretmek hukuki ve insani değildir. Ama aynı hukuki ve insani ölçütün, en az İsrailliler kadar Filistinliler için de geçerli olduğu açık. Dolayısıyla İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesi dışında bir çözüm olamaz. Aksi durum tarihsel gerçekliğin inadına, hukukun ve insanlığın inadına bir zorbalıkta inat etmektir. Bu gerçeklikte İsrail yurttaşlarının, uluslararası hukuku ayaklar altına alan kendi dini ‘‘meşruiyet’’ ve ‘‘hak’’ standartlarıyla hesaplaşma erdemi göstermesi şart. Denilebilir ki karşılarındakilerin İsrail’i toptan yok etme iddiasında olduğu bir gerçeklikte İsrail’den bunu istemek haksızlıktır! Değildir; çünkü; 1 halen saldırgan ve işgalci olan İsrail’dir, 2 karşılarındakiler sadece böylesi şeriatçı bir darlıkta olanlardan ibaret değildir, 3 hukuk çizgisine çekilen bir İsrail’in karşılaşacağı saldırganlıkta savunucusu tüm dünya olacaktır. Tarih bilinci Filistin sorununda çözümü zorunlu kılmakta ve nasıl olabileceğinin de açık kanıtlarını sunmakta. İslamcı mantalitenin İsrail’in yaşam hakkını ortadan kaldırması ne denli büyük bir haksızlık ise, Filistin’in kendi devletini kurması ve İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilerek meşru sınırlarına çekilmesi de o denli zorunlu. Tarihin 2 bin yıllık acılarından iki taraflı adil bir çözüm olmadan kurtulmak olanaksız. İsrail 2 bin yıl öncesinin dinsel mantalitesini kendisine zulüm kılıfı olarak kullanmaktan vazgeçmek zorunda. Aksi taktirde işgal ettiği toprakları bugün yaptığı gibi duvarlarla çevirmeyi tamamlasa ve diyelim ki Hizbullah’ı tümüyle ezse bile kendine güvenli bir alan yaratamaz. İsrail halkı, hakkı olandan ötesini istemeye devam ettiği, kendi şeriatçı meşruiyetini dünyaya dayattığı müddetçe savaş bitmeyecek, Yahudi halkın katliamcılığa dayanak oluşturarak kirlenmesi sürecektir. VAAT EDİLEN TOPRAKLAR! Kutsal kitaplarında da kayda geçtiği gibi tanrıları Yahova, Mısır tutsaklığı sonrasında İsrailoğullarına Ortadoğu’nun bereketli toprakları Kenan ülkesini, yani Filistin’i vaat eder. Ne ki bu toprakların orada zaten yaşamakta olan yerlileri vardır. Ancak bu gerçeği görmezden gelen Rabb’ın keyfi onlara burayı armağan etme gereği duyar yine de: ‘‘Şimdi gözlerini kaldır ve bulunduğun yerden şimale ve cenuba ve şarka ve garbe bak; çünkü görmekte olduğun bütün memleketi sana vereceğim’’ (Tekvin) der. Yahova’nın bu keyfi hibesi, sonu gelmez bir çatışmanın ve acıların da başlıca nedeni olacaktır. Musa’nın önderliğinde kabile birliğini sağlayan İsrailoğulları, kendilerine Kenan ülkesini vaadeden Yahova’yı, bu birliğin tanrısı yaparlar. Bu durumda ‘‘Yahova dininin, Kenanlılara karşı girişilen askeri eylemler için derlenip toparlanma gerekçesi durumuna gelmesine şaşmamak gerek’’ (William H. McNeill). Kenan ülkesine ilk yerleşimler sonrasında Tevrat’ın motivasyonuyla siyasal ve askeri hazırlıklarını tamamlayarak geçirdikleri birkaç kuşaklık gerilimli bir dönemin sonrasında İsrailoğulları, ‘‘artık Kenanlılarınkine eşit bir siyasal örgütlenişe, askeri donanıma sahiptir ler. Dahası onlardan fazla olarak, uygarlığın çıkarları farklı sınıflara bölmediği, ‘kolektif eylem’ gücüne sahip bir toplumsal yapıları ve Yahova’ya sonsuz imanda dile getirilen ideolojileri ve bu ideolojinin verdiği moral güçleri vardır’’ (Alaeddin Şenel) Bu avantajlarla İsrailoğulları Kenan ülkesini ele geçirirler. Bu ele geçiriş yerli halkın köleleştirilmesi, sürülmesi, katledilmesi, angaryaya koşulması ile devam eder. Ancak bu durum ilanihaye sürmez. Kral BARIŞ İÇİN LAİKLİK Halkların birbirinin topraklarını fethetmesi dünyada ilk değildir kuşkusuz, ama bunun dinsel bir ‘‘hak’’ olarak kayda geçirilmesi anlamında bir ilktir Filistin’in Musevilere vaadedilmesi. Üstelik burada, tarihsel bir fethin sonrası Kenan ülkesinin doğal olarak İsrailleşmesi durumu söz konusu değildir. Gerçi böyle bir durum, İ.Ö. 10. Yüzyılda Davut’un Filistinlileri yenmesi sonrasında gerçekleşecektir; ancak bu dönem İ.Ö. 587’deki Babil Sürgünüyle sona erecektir. Pers Kralı Kyros İ.Ö. 516’da onları sürgünden kurtarıp geri dönmelerine izin verdiğinde ise çoğu, yerleştikleri yeni yerlerden geri dönmeyecek, böylece dünyanın dört tarafına dağılacaklardır. İşte bu gelişme ve bundan sonraki 1500 yıllık süreçten sonra yine aynı hukuk dışı dinsel meşruiyetle Filistin’i kendilerine ait tapulu mal görmeye devam etmeleri, Tevrat’ı bu konuda biricik meşruiyet gerekçesi olarak ilan edebilmeleri gariptir. Emperyalizmin, Yahudilere karşı işlediği suçların diyetini 1848 ve sonrasında Filistin halkına ödetmeye kalkması ise daha da gariptir. Ne yazık ki Tevrat’ın ideolojik misyonu Filistin’in Yahudi halkının vatanı olduğu önyargısını beslemek şeklinde biçimlenmektedir. Diğer yandan Tevrat’ta, Samson ile Dalila, Davut ile Goliat öyküleri başta olmak üzere Yahova’nın Filistinlileri sevmediği, onları düzenbaz ve zalim gösterdiği gerçeğiyle karşılaşırız. Bütün bunlar, yaşanan tarihsel düşmanlık ve hak ihlallerinde bu dinsel manipülasyonun da ciddi payı olduğunu gösterir. Özetle bu iki halkı düşmanlaştıran, onları sürekli birbirleriyle savaştıran bir tanrı imgesi MUSEVİ GELENEĞE KUR’AN’İ DESTEK İsrail’in günümüzdeki gücü, sadece ABD emperyalizminden aldığı devasa destekle, mevcut insan malzemesi ve askeri gücünün etkin üstünlüğü ve tabii ve kültürel gelişkinliği ile sınırlı görülemez. İslami kutsal kitabın bizzat kendisi de İsrail’in, FilistinliArap ve Müslüman dünya üzerindeki üstünlüğüne kültürel bir katkı sağlar. Bizzat Kur’an’ın katkısıyla İslamcı bilincin içine düşürüldüğü şizofrenik bir durumla karşı karşıyayız. Halen kendini ezmekte olan gücün tarihteki krallarını kendi peygamberi sayan bir bakış açısının handikabıdır bu durum. Bilindiği gibi İsrail kralları Davut ve Süleyman, Kur’an’da Allah’ın peygamberleri olarak anılır. Üstelik bunlardan Davut, kendisine ‘‘Zebur’’ adında bir kitap verilerek, ‘‘diğer peygamberlerden üstün kılınmış’’ ilan edilir (Bkz. Kur’an, İsra55). Dahası, düşmanlara karşı Yahudileri koruyabilsin diye, ‘‘Ona zırh yapmanın öğretildiği’’ (Enbiya 80) söylenir. Süleyman’a gelince, ona da şeytanlara (Enbiya82), kuşlara (Neml16,17), cinlere (Sebe13) ve bir aylık yolu çeyrek günde almasını sağlayan rüzgarlara (Sebe12) hükmetme gücü ve ilim eaydin?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle