22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 14 10/8/06 17:04 Page 1 CUMARTESİ EKİ 14 CMYK 14 12 AĞUSTOS 2006 CUMARTESİ Feribotun hareket etmesine daha zaman var. Kendisine verdiğim zeytin dallarını sıkıca tutuyordu. Oysa gideceği yer zeytin ağaçlarıyla kaplıydı. Ege’nin Anadolu yakasından karşı yakasına sevgi, barış, dostluk duygularıyla gelip gidiyordu. Bir dallara, bir yüzüme bakıyor, susuyoruz. İlk geldiği gün de uzun süre sessiz kalmıştık. Yirmi yıla yakın bir aradan sonra, bir araya gelince ne konuşabilirdik? Yıllar sonra özlem gidermek için sadece bakışıp gülümsüyoruz. Şaşkınlığın sessizliğiydi ilk günler; şimdi ise ayrılığın... Yer yer mavi ve yeşilin kaynaştığı deniz durgundu. Ege’nin meltemi denizin üzerini yalayıp ferah bir esinti getiriyor kıyıya. Ege’nin kavurucu sıcağında bir tutam esintiyi yaşıyoruz. Martılar dalıp çıkıyor. Onlarla birlikte dalıyorum on gün öncesine... Annem: Oğlum yine senin yabancı arkadaşlarından biri gelmiş ama, Türkçe konuşuyor, demişti. Karşımda bir heykel gibi duruyordu; dikkat çeken vücut hatlarıyla. Daracık bulijini, siyah gözlüğü, omzuna düşen saçları... Kim acaba diye düşünürken; Ne o içeri davet etmeyecek misin? deyince aşina olduğum yüz, kendine özgü Türkçe’siyle beni geçmişe götürdü. O Marya’ydı. Küçüklüğümüzden beri adını söyleriz. Nedense hiç merak etmemişimdir nasıl söylendiğini veya doğru olarak yazıldığını. İçeri girince, bir süre sessiz kaldık. Gözlerini annemin beyazlaşmış saçlarına dikmişti. Ne denli sessiz kaldığımızı anımsamıyorum. Zaman uzayıp gidiyordu. Sonra birden odanın içinde patlayan bir sesle, Ne olmuş annenin saçlarına? dedi. Sonrasını gözyaşlarıyla anlattı. Annem: Ne oldu kızım, neden ağlıyorsun? Bir şey yok, zamana ağlıyor, demiştim. Zamana konu olan annemin saçlarıydı ama, annem bunun ayırdında değildi. Şu güzelim Ege dostluk denizi olmalı, dedi Marya. Bunun için mücadele etmeliyiz. Gelecek kuşaklar, dostluk denizimizde mutlu bir yaşam sürecekler buna inanıyorum. İskelede bekleşen kendi yurttaşlarını gösteriyor. Dilleri dışında ayrılan bir yanımız olup olmadığını soruyor. O denli benzeşiyoruz ki, susuyorum. Bu suskunluk ‘‘evet, haklısın’’ gibi yanıtları bastırır nitelikte. Bu doğru karşısında ne diyebilirim ki... Bir martı iskeleye yakın uçuyor. Dönüp duruyor mavi boşlukta. Yükseliyor, alçalıyor, kanatlarını açıp süzülüyor. Marya, gözleriyle okşuyor martıyı: Bak şu martı bile kaç kez uğramıştır bizim oralara. İzmir’den göç ettiğimiz yıllarda hep o martı ile selam yolladım sana. Bundan sonra ben de aynı yöntemle selamımı yollayacağım. Bir martı yanaşırsa sana bilesin ki, Ege’nin Anadolu yakası insanlarının selamını getirmiştir, diyorum. Marya, martılara dalıyor. Gözlerindeki ışıltı çoğalıyor, belirginleşiyor... Marya’yı ve çocukluğumu düşünüyorum.. O zamanlar bu denli alımlı da değildi. Çocukluğumuz, gençliğimiz aynı sokakta geçmişti. Birbirimize öyle bağlıydık ki, bu yüzden ilk aşkım olmuştu. Tüm mahallenin diline düşmüştü çocukça aşkımız. Onları anıp, şaşkınlıklarımıza güldük birlikte. Her ne denli gülsek de, ilk aşkı unutmak olası mı? Sevdiğim ilk genç kız olarak gidip, alımlı bir dost olarak dönmüştü. Evet gidecek, kim bilir ne zaman gelecek bir daha? Bir gitti yirmi yıl sonra geldi. İzmir’den göç eden biriyle evlenmiş. İki kızı varmış. Resimlerini göstermişti. Annem Marya’nın çocukluğuna benzetmişti çocuklarını. Sadece onların evi bozulmadan, eski haliyle duruyordu koskoca mahallede. Oralarda da adresini bulmuşlar; almak istiyorlarmış betona çevirmek için. Buna çok kızıyor: Gerekirse bir vakfa bağışlarım, yine de yüz yıllık mirası yıktırmam. Sokağımıza girince beynimden vurulmuşa döndüm. Nerede, çocukluğumun bahçeleri, tek katlı evleri, nerede evlerden sarkan ağaçlarla gölgelenen sokağımız... Ayrıca bize de sitem ediyordu. Niçin güzelim evinizi betona çevirdiniz? dedi. Onlar da zamana yenildi. Sadece insanın saçları, bedeni yenilmez ya, dedim. Bu yenilgi insanın yenilgisine benzemiyor. Güzelliklere nasıl kıymışlar? Ben buna izin veremem. İlerde buralara gelmeyi düşünüyorum. Tek isteğim yıllar yılı dost yaşadığımız Anadolu insanıyla yine birlikte yaşamak... Evlerinin önünden geçmiş de içeri girmeye cesaret edememiş. Anıların üzerine atılacağından abanacağından korkmuş. Üstesinden gelemem diye. Birlikte gitmemizin daha uygun olacağını düşünmüş. Birlikte evlerinin kapısının önüne gitmiştik. Çantasından koskocaman bir anahtar çıkardı. Yıllardır açılmayan kilit, biraz zorlamayla açıldı. Bahçe başka bir dünyaydı sanki. Yine de Antuan Amca’nın gözü gibi baktığı bahçe değildi. Yer yer çiçekler vardı. Akşam sefaları açmıştı. Erik ağacının altında, Antuan Amca’nın kendi yaptığı masa ve sandalyesi... Bahçenin bir köşesinde köpeğinin kulübesi vardı. Antuan Amca’nın peşinden ayrılmayan, beyaz renkli sarı benekli köpeğe aitti o kulübe. Kendi eliyle yaptığı bahçe kanepelerinin boyası silinmiş, siyah bir renge dönüşmüştü. Eriklerin zamanı geçmiş. Olgun erikler yerlere Antuan Amca ü yk Ö dökülmüştü. Dallarda kalanlar dökülmeyi bekliyordu. Erik ağacının altında her gece bir iki kadeh içerdi Antuan Amca. Bu zevki ilkyazdan başlar, güze dek sürerdi. Babam da eşlik ederdi bazı bazı. Yıllar önce pelte gibi bir şarabı sulandırıp bana vermiş, ayrıca uyarmıştı da, Aman evlat, yavaş içesin. Babanlar demez mi bizim çocuğu sarhoş etmiş, diye. Antuan Amca’yı uzun boyu, kocaman cüssesiyle anımsıyorum. Sürekli makine tıraşlı kısacık saçları; burnunun üzerine düşen gözlüğü; dudağına yapışmış gibi duran sigarası... Fanilasının üzerine geçirdiği deriden bir iş önlüğü, üzeri yapıştırıcıyla menevişlenmişti. Küçücük dükkanından nasıl oluştuğuna anlam veremediğim, ağır, kaynamış kösele kokusu gelirdi. O kokuyu hiçbir ayakkabı tamircisinde bulamazdım. Şimdi de bulamıyorum. Bazen o kokuya, alkol kokusu karışırdı. İç oğlum iç! Adam gibi iç! Adam gibi içen kişiden zarar gelmez, derdi. Evin içine girmiştik. Üst kata çıktık. Yıllardır güneş görmeyen evin içi güneşe kavuştu. Demir kepenkleri açtık. Karşı apartmanlardan, meraklı meraklı bakıyorlardı. Bizleri tanıdıklarını sanmıyorum. Koskoca sokakta kaç kişi kaldı ki birbirini tanıyan. Bilmem kaç yıllık eşyaların üzeri örtülerle kaplıydı. Büfenin üzerinde, sararmaya yüz tutmuş siyahbeyaz resimler, Antuan Amca ve karısının çerçevelenmiş resmi... Marya’nın annesini şöyle böyle anımsıyorum. Bir de yaptığı kekleri, Noel kurabiyelerini unutmadım. Annem, ‘‘Çok temiz, becerikli, iyi kalpli bir kadın’’ derdi onun için. İçerisi, dışarıdan apayrı bir dünyaydı. Dışarda güneş yakıyor, içerisi ise serin mi serindi. Tavan yüksekti. Kabartmaların motifleri ne güzelmiş, o yıllarda görememiştim onları... Büfenin yanında gramafon. Antuan Amca, Müzeyyen Senarları, Safiye Aylaları tüm mahalleye koca borusuyla dinletirmiş. Babam: Yaz geceleri, yıldızların altında hafif hafif esen imbatın altında kim dinlemez Müzeyyen Senar’ı, Münir Nurettin’i. O yıllarda radyo mu vardı televizyon mu? derdi. Gramafona bakıp bunları düşünürken, Marya gözyaşını siliyordu belli etmeden. Dışarıya bakar gibi yaparak, bir iki damla gözyaşı ile ben de rahatladım. Dışarı çıktık. Denizin eski deniz, evlerin eski evler olmadığını, Marya yanımdayken ayrımsayabildim. Ne denli değişmiş buraları... Balık tuttuğumuz, birlikte yüzdüğümüz yerleri gezdik. Ne bir tanıyan ne de bir selam veren çıktı. Kentle birlikte insanlar da değişmişti. Eski dostları, onlarla olan anılarımızı tazeledik ikişer bardak çayla... Çarşıya girişte büyük bir pankarta ‘‘Hoş Geldiniz Sayın Başkanımız’’ yazısı asılmış. Parti liderlerini karşılamaya hazırlananlar tarafından. 12 Eylül’ü sordu. Pek konuşmak istemedim o yılları. Çok şeyler duymuş. Boş ver, dedim. Anlıyorum, dedi. Elimi sıktı. Gençlik yıllarındaki sıcaklığı yine yakalamıştım... Feribotun kalkış saati yaklaşmıştı. Bir saat kadar oturduk. Birkaç sözcük ya konuştuk ya konuşmadık. Anılar denizinde kulaç atıp durdum. Sanırım Marya da anılara daldı gitti. Oturduğumuz yerden kalktık. Biliyor musun gidiyorum, ama ruhum burada, dedi. Sustum. Bir şey diyemedim. Feribota doğru yürüyorduk. Marya’yı görünmez bir güç zorla feribota itiyordu. Adımlarını zor atıyordu. İçimden ‘‘Hayır Marya, gitme, burada kal’’ demek geçiyordu. Elimi tuttu. Parmaklarımız kenetlendi. Ellerimizi sıktık. Göz göze geldiğimizde gözyaşlarımız son engeli de aşmıştı. Ellerimizdeki çantaları bırakıp sarıldık. Öyle sarıldık ki Ege’nin sıcaklığını yakalamıştık galiba. Yanaklarımızda gözyaşlarımız birleşti. Ege Denizi’nin iki yakasının sularının birbirine karışması gibi bir şeydi bu. İskeleye girmiştik. Bekleşen insan topluluğu. Yunanca, Türkçe sözcükler, tümceler birbirine karışıyordu. Marya; gözleriyle bekleşen insanları gösterdi. Aynı şekilde karşılık verdim. İnanıyorum, Ege dostluk denizi olacak. İlerde pasaporta gerek duymadan gidip geleceğiz. Göreceğiz bir farkımız olmadığını; ama bunu için önce senin gelmeni istiyorum. Hiç yabancılık çekmeyeceksin çünkü biz ortak kültürün insanıyız. Gelmeye çalışacağım, diyorum. Sevgi ve dostlukla. Ayrılma zamanı gelince yine sarıldık birbirimize. Feribottaki iki yakanın İnsanları bizlere bakıyorlar. Onlara, haydi ne duruyorsunuz, sarılın birbirinize dostça der gibi kenetlendik. Gün gelecek, Ege’nin tüm insanları böyle sarılacaklar, dostça kucaklaşacaklar, Ege bir bütün olacak diyorum. Olimpiyat meşalesini buralarda yakmıştık. Barış meşalesini yine Ege’den birlikte yakacağız. Uçuracağımız barış güvercinleri tüm yeryüzüne barış götürecek. Uçaklar barış çiçekleri atacaklar tüm dünyaya. Savaşlar, kıyımlar bitecek. Bizler kuracağız barışın egemen olduğu yarınları... Marya feribota bindi. Feribot düdüğünü birkaç kez daha şekilde öttürdü. Motorlar çalışmaya başladı. Pervaneler öyle hızlı dönüyordu ki. Ege’nin güzelim mavisine beyazlar karıştı. Martılar çığlık çığlığa feribotun arkasındalar. Marya, feribotun arka güvertesine geçti. Gözden yitinceye dek el salladık. Martılar geri dönmediler. Gideceği yere dek yalnız bırakmak istemediler Marya’yı... SAVAŞ ÜNLÜ Çocuk ve mizah öyküleri yazarı Savaş Ünlü (51), 1978 yılında İzmirBuca Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nü bitirdi. Ülkemizin çeşitli yörelerinde çalışan Ünlü, lise yıllarından beri yazıyor. Mizah öyküleriyle başlayan edebiyat yaşamı, radyo oyunları, televizyonlara parodi ve skeçler, televizyon dizilerine senaryo öyküsü yazma çalışmalarıyla sürdü. Çocuk öyküleri ve klasik öyküler de yazıyor. Özellikle öğrenciler için sahne oyunları yazdı. Oyunları çeşitli kentlerde sergilendi. Orhan Veli, Sait Faik Abasıyanık, Halikarnas Balıkçısı, Nasrettin Hoca, Tevfik Fikret ve Hasan Tahsin’in yaşamlarını oyunlaştırdı. Bunların dışında Keşke, Güzellikler Parklarda Yeşersin, Yaş Günü Partisi, Destan Yaratan Kadınlarımız, Keşke gibi kaleme aldığı oyunları da bulunmakta. Ülke çapında yapılan yarışmalarda 16 ödül kazandı. Beş kez Akşehir’de gülmece dalında ödüller aldı. Gerçek Öyküler İstanbul Modern’de ergi Bozcaada’da ‘Susan Bir Yerin Dili’ olmaz Aksoy’un resimleri Bozcaada Rengigül Sanat Galerisi’nde 18 Ağustos’a dek sanatseverlerle buluşuyor. Solmaz Aksoy, varak serüvenini yağlıboya ile birleştiren, onların arasındaki gizli aşkı tuvaline taşıyan bir sanatçı. Ressam, anıların izlerini tuvaline taşırken geride kalmış anıları belleğinde yeniden canlandırarak resimlerine aktarıyor sergide... (0 286 697 86 01) ‘Yaz Karması’ Galeri Artist’te G S aleri Artist’te, Türk ve Avrupa Sanatının önemli temsilcilerinin eserlerinden oluşan ‘‘Yaz Karması” isimli sergi 30 Ağustos’a dek gezilebilir. Sergiye, A. R. Penk (Almanya), Bervoets (Belçika), Burhan Doğançay, Genco Gülan, Doukopil (Almanya), Devrim Erbil, Emiel Hoorne (Belçika) , Ender Güzey, Ergin İnan, Filiz Azak, Jan Fabre (Belçika), Komet, Panamarenko (Belçika), Mehmet İleri, Onay Akbaş’ın eserleri katılıyor. (0 212 227 68 52) stanbul Modern’de , Fransız fotoğrafçı, yazar ve ressam François Marie Banier’nin ‘‘Gerçek Öyküler” başlıklı fotoğraf sergisini 27 Ağustos’a dek açık. Küratörlüğünü Engin Özendes’in yaptığı sergide, Fransız fotoğraf sanatı tarihine ismini yazdıran benzersiz bir evrene sahip Banier, bakışı okumayla sınıyor ve yapıtlarında sözcükler, görüntüler, formlar ve renklere de başvuruyor. İ Evin’in 10. Yılı E vin Sanat Galerisi’nde, galerinin 10. yaş kutlamalarının bir parçası olarak 27 Eylül tarihine kadar sürecek bir karma sergiye yer veriliyor. Sergide, geçen yıl yaşama veda eden Nuri İyem’in resimleri ve Nasip İyem’in seramikleri sergileniyor. Sergiye aralarında Naile Akıncı, Neş’e Erdok, Nedret Sekban, Ahmet Umur Deniz, Temur Köran’ın da bulunduğu bir çok sanatçı katılıyor. S
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle