22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 06 27/12/06 17:21 Page 1 CUMARTESİ EKİ 6 CMYK 6 30 ARALIK 2006 CUMARTESİ Piyasanın ezberi bozuldu ZUHAL AYTOLUN Ege’nin küçük bir kıyı kasabasında babadan kalma mesleği dondurmacılıkla geçinen Ali Usta’nın büyük dondurma firmaları karşısında ayakta durma savaşının anlatıldığı ve ‘En iyi yabancı film’ dalında Türkiye’nin Oscar adayı, Oscar’ın da aday adayı Dondurmam Gaymak, yerelden evrensele uzanan bir ses duyurma çabası... Vizyona girdiği günden bu yana her haftayı birincilikle kapatan film, alt okumasında küreselleşme sonucu yerel kodların yok edilmesine karşı duran politik bir yapıya sahip. “Salonlar kentlilerinse dağlar bizimdir” sloganıyla sineması olmayan köy ve beldelerde kamyonun arkasında projeksiyon makinasıyla filmin gösterimini yapan, kendisi de Muğlalı olan yönetmen Yüksel Aksu ile yerel halkın oynadığı ve beklenenin ötesinde bir gişe başarısı yakalayan Dondurmam Gaymak’ı konuştuk. Ticari olarak kendini karşıladı mı film? “Vizyona girdiğinden beri haftayı birinci kapatıyor. Ünlülerin olmadığı, bombaların patlamadığı, güzel kızların, yakışıklı erkeklerin olmadığı, arabaların çarpışmadığı filmin başarısı önemli. Festivallerde de entelektüel bir başarı sağladı. Amerika’da New York Queens de ödül aldı. Aslında piyasanın ezberi de bozuldu şuanda. Film umulanın üzerinde bir ilgi gördü ve yabancı filmleri bile geçti. Minimal bütçeyle azami başarıyı elde etmiş oluyorsunuz. Bu da tabi genç ve ayrıksı işler yapmak isteyenleri de motive edecek bir durum. Geçen sene ‘Babam ve Oğlum’la başlayan süreçte starsız veya megastarsız filmde iyi bir senaryo ve iyi bir yönetimle ticari başarı sağlanabileceği kanıtlandı. Ama biz bu filmle bir adım daha radikalize bir durum yaşatıyoruz; hiç oyuncusuz da olabilir. Bunu spekülasyon için söylemiyorum. Oyuncular alınmıyor bu söyleme ve destek de veriyorlar. Animasyonlarda oyuncu mu var sanki?” Film Oscar aday adayı. Oscar’a nasıl bakıyorsunuz? “Oscar dünyanın en popüler etkinliklerinden bir tanesi. Film, Türkiye’nin Oscar adayı, Oscar’ın da aday adayı. Türkiye’de çok iyi filmler çekilmiş ama en büyük sorunumuz pazarlama sorunu. Türkiye’nin tanıtımını yapmayı beceremiyoruz. New York’ta filmi seyredenler Ortadoğu’da Türkiye denen bir ülkenin bir kasabasında böyle bir yaşamın olduğunu gördüler. Bu batılılara öcü sandıkları Ortadoğu’yu tanıma fırsatı veriyor.” ‘Film gösterime girmeden nasıl Oscar adayı olur’ diye tartışılmıştı. “Biz bu konuda şanslıydık. Şartnameye göre filmin vizyona girmiş olması gerekiyor Oscar’a aday olabilmesi için. Geçen yıl dağıtımcılar, çok iş yapmaz sıkıntı olur dediklerinde biz Muğla’da bir ay vizyona girdik. Muğlalılar delirdi çünkü izlemeseler çatlayacaklardı. ‘Cemal Reşit Rey ile Lütfi Kırdar bağışlasın, biz galayı Muğla’da yapıyoruz’ dedik. Muğla meydanında oynayan oynamayan herkes vardı hatta figürasyondaki boğalar ve keçiler dahi vardı. Safari ciplere binip, antiAntalya korteji gibi el sallayarak gittik. Gündüz karnavala çevirdik, davullu zurnalı, havai fişekli bir meydan eğlencesi yaptık. Akşamına da gazeteciden, mankene, oyuncuya, valilere ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri’nin yanı sıra köylülerin de katıldığı yaklaşık 2 bin kişilik bir gala yaptık. Haziran ayından sonra da dağlara çıktık. Sineması olmayan belde ve köylere kamyonla, projeksiyon makinası ve 150 plastik sandalye ile gittik, sinemayı halkın ayağına götürdük. Sloganımız da ‘Sinemasız belde kalmasın’. Tabandan yola çıktık ve yaklaşık 30 belde de yaptık gösterimleri. Madem dağıtım sorunu var ‘Salonlar kentlilerinse dağlar bizimdir’ sloganıyla yollardayız artık. Önümüzdeki yaz da devam edeceğiz.” Filmde yalnızca tek bir profesyonel oyuncu var değil mi? “Profesyonel oyuncu olarak olan İzmir Devlet Tiyatrosu’ndan Turan Özdemir var. Onun dışında da tiyatro deneyimi olmuş iki üç kişi de var. Diğer oyuncular da bölge insanından oluşuyor.” Neden böyle bir kadro seçtiniz? İki köy muhtarının da sponsor olduğu Dondurmam Gaymak’ın gördüğü büyük ilgi Yüksel Aksu’yu sevindirdi slogan attım bu film için. Evrensel olacak ama yerel olacak çünkü dünyadaki son dönem küreselleşme, yerel olan her şeyi tehdit etmeye başladı. Bu durum yerel kodları ve Büyük toplumsal tavırları yok etmeye başladı. bir sponsor var mı arkada Mutfaktan, şiveye ve beden diline kadar yada büyük firmalara gittiniz herşey yavaş yavaş yok oluyor. Yerelcilik mi? “Senaryoyu bitirdim ve büyük gibi bir saplantım yok ama yerelcilik yapımcılarla görüştüm, ‘haklı’ olarak başrolde şu kişiler oynasın, yan rollerde önemli bir direnç noktası diye bu kişiler oynasın gibi talepleri oldu. düşünüyorum şu dönemde. Sanat ‘Sana bütçe verelim senin de ilk filmin ve kültür hayatını da uzmanlar hem, ne kendini ne de bizi strese sok. yönetmeye başladı. Daha Memleketinin insanını da figürasyonda doğrusu yönetememeye başladı. kullan. Sıcak, komik ve 1980’lerden bu yana dünyada gişe şansı yüksek bir üretime endeksli uzmanlaşma film yapmış olursun. mantığı beni üzüyor. Bu En azından gişeyi ve durum bir uzman cahiller belli bir seyirciyi ordusu yaratıyor. Bu doğal garantilemiş olursun’ olarak sanata ve kültüre de dediler. Bense hep yansıdı ve böylece sanat ve tam tersini önerdim. Baktım olacak gibi değil o süreçte diziler kültürle sadece sanatçılar çektim, para biriktirdim ve Kültür Bakanlığı ilgilenmeye başladı. Yani destek kredilerine başvurdum. İki köy dişçisi, doktoru, mühendisi, muhtarı da sponsor oldu, bir sürü ‘sanat başkasının işidir biz hayvan, keçi ve inek getirdi ilgilenmeyelim’ düşüncesiyle figürasyona. Belediye otel ayarladı, hareket eder oldular. Sanat bir restoran yemek verdi, Muğla toplumdan ve kamusal alandan esnafı mekanlarını verdi.” uzaklaştıkça aslında bindiği dalı da kesti.” Popülerliğe karşı mısınız? “Popülerliğe karşı değilim “Kuramsal arkaplanı Johan Huizinga’nın ‘İnsan ama ticari olan değerli değildir oynayan bir hayvandır’ tezine dayanıyor. Huizinga, bence. Yerellik bir aidiyet, yerelcilik ise 1930’larda ‘İnsan konuşan bir hayvandır’, ‘İnsan başka bir şey. Memleketçilik saplantısı politik bir hayvandır’ın üzerine ayrıca ‘İnsan değil bu, yerelcilikle evrensellik arasındaki oynayan bir hayvandır’ deyip oyunun sosyal diyalektik ilişkidir. Dolayısıyla dedim ki eğer ve politik önemine ilişkin bir tez hazırlamış. yerel bir film İkincisi sokaktaki sıradan insanın da estetik yapacaksam yerel bir değer üretebileceğini ispatlamak istedim. enstrümanları kullanmam Sadece ben değil dünya da bunun lazım. Profesyonel oyuncularla örnekleriyle dolu ama ben kendimi bu yapsaydım, oyuncuların uzunca anlamda göstermek istedim. Deneysel filmin bir süre şive ve beden dili çalışmaları gerekiyordu. Her insan öncülerinden Vertov, İtalyan yenigerçekçi Robert de Niro olamasa da oyuncu sinemacılar da kamerayı sokaklara götürerek olabilir. Kültür sanatın sadece metropollere ait inanılmaz eserler üretmişlerdir. Dondurmam olmadığını, ayrıca insanların hiç bir zamanda seyredenGaymak da Bisiklet Hırsızları ve onun tüketen bir figür olmaması gerektiğini önerdim bu yönetmeni de Vittorio de Sica’ya adanmıştır. filmle. Kültür sanat bir takım merkezlerin Onun sözüyle başlar film: “Her insan, bir rolü elinde olmamalı. Benim filmimim politik yönü buydu. mükemmel bir şekilde oynayabilir; kendini...” Yamuk yumuk olabilir ama ben istedim Peki neden bölge halkı? ki lezzeti iyi olsun, aroması “Ben ‘evrensel sinemanın yerel filmini yapmak’ gibi bir güzel olsun.” Ticari olan değerli değildir Hep tersini önerdim Fotoğraf: UĞUR DEMİR Sabri Berkel ve dönemleri ESRA ALİÇAVUŞOĞLU Türk sanat ortamı son yıllarda sık sık retrospektif sergilerle karşılaşma olanağı buluyor. Sanat tarihi yazımının öznel monografilerden öteye geçmediği ülkemizde bu sergilerin önemli bir açığı kapattığı bir gerçek... Peki bu retrospektif sergilerin özellikle son dönemde artış göstermesine nasıl açıklık getirebiliriz? Aslında bunun nedeni pek çok olguya bağlanabilir. Ancak belki de sözünü etmemiz gereken en önemli olgu, özel müzelerin ardı ardına açılması ile birlikte özel kurumların adı ile anılan kültür merkezlerinin ve galerilerin gerçek işlevlerini daha net hatırlamaları olabilir. Önceki yıllarda, kurumsal bir yapı niteliği taşımalarına karşın özel galerilerden rol çalan bu türden sanat merkezleri, artık retrospektif sergiler aracılığıyla risksiz, izleyicisi bol etkinlikler düzenliyor ve özel müzelerle yarışabilecek alanlar yaratabiliyorlar kendilerine. Bu türden büyük retrospektif sergiler düzenlemelerine karşın, genelde yıllık programları pek belli olmayan bu kurumlar kimi zaman ise işbirliği içinde oldukları devlet kurumlarını da ikinci plana atmaktan çekinmiyor. İki bölüme ayrılarak gerçekleştirilmesi nedeniyle retrospektif sergi anlayışı içinde bir ilk olarak değerlendirebileceğimiz Sabri Berkel sergisi, özel kurumların işbirliği yaptığı devlet kurumunun adını katalogun bir köşesine yerleştirmekle yetinmesine örnek olarak verilebilir. Sanat yaşamı oldukça üretken geçen Sabri Berkel’in yapıtlarını “Dönemler I” (19301955) ve “Dönemler II” (19551990) ye ayırarak sergileyen Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisi, iki ayaklı bu serginin dönüşümlü olarak, koleksiyonun sahibi, İstanbul Resim Heykel Müzesi’nde yer aldığını basın bültenlerinde belirtme zahmetine katlanmıyor maalesef. Bir dönem düzenlediği ama sonra kaynak sıkıntısı nedeniyle ara verdiği geçici sergilere yeniden başlayan İstanbul Resim Heykel Müzesi’nin de –basın ve halkla ilişkiler birimi olmaması nedeniyle Sabri Berkel sergisini yeterince kamuoyuna duyurduğunu söyleyemeyiz sanırım. Oysa bir müzeyi tekrar tekrar gezilir kılan en önemli araçlardan biridir geçici sergiler. İzleyici sayısının olması gerekenin çok altında seyrettiği İstanbul Resim Heykel Müzesi’nin bu türden sergileri “görünür olmak” için kullanması gerektiğini bir kez daha hatırlatmakta fayda var. BİR GÖZÜ SİZDE, DİĞERİ KENDİ DÜNYASINDA Son günlerine giren sergi için gerekli bilgiyi verelim: Sabri Berkel’in sanat yaşamının evrelerini kronolojik olarak ele alan serginin ilk yarısı şu günlerde İstanbul Resim Heykel Müzesi’nde, ikinci yarısı ise Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisi’nde yer alıyor. Türk sanatı içinde özellikle 1950’lerden sonra geliştirdiği soyut kompozisyonlarıyla bir çığır açan Berkel, eğitimci yanıyla da Güzel Sanatlar Akademisi’nde kendi anlayışını devam ettirmiş, kuşkusuz Türk sanatının yetiştirdiği en önemli sanatçılardan biri. İki bölümden oluşan bu serginin, daha doğrusu bu türden retrospektif sergilerin bir sanatçının sanatsal oluşumunu, evrelerini, geçirdiği aşamaları, kendi dilini bulma çabalarını göstermesi bağlamında çok önemli olduğunu bir kez daha hatırlatmak gerekiyor. Çoğu zaman birkaç imge ile tanımlama yanılsamasına düştüğümüz bu sanatçıların kendi arayışları ile girdikleri ilişkiyi görmek gerçekten ilginç olabiliyor. Soyut kompozisyonları ile tanıdığımız Sabri Berkel’in de ilk dönemlerinde klasik anlamda nüler, manzaralar, portreler, natürmortlar gerçekleştirdiğine tanık oluyoruz. Berkel’in bu dönemdeki en ilgi çekici çalışmalarını otoportreleri oluşturuyor. Kişiliğinden silik de olsa izler taşıyan bu otoportrelerin klasik bir imge yansıması olmasına karşın, birbiri ardına, yan yana görmenin oldukça ilginç bir deneyim olduğunu vurgulamak gerek. İzlenildiğiniz, takip edildiğiniz hissi veren bu otoportreler bir gözü sizde, bir gözü kendi iç dünyasında olan bir sanatçının yansımaları olarak okunabilir pekala… Berkel’in soyut çalışmalarını ve bir anlamda onun olgunluk dönemi çalışmalarını izleme olanağı bulduğumuz serginin ikinci bölümünde ise sanatçının biçim sürekliliğinin izleri sürülebiliyor. 1950’li yılların başından itibaren soyut sanata ilgi duyan ve bu çerçevede yapıt üreten sanatçı önce soyutgeometrik arabeskler adını verdiği çalışmalarına, ardından kaligrafik öğelerin ağır bastığı soyut yapıtlara yöneliyor. Sanat yaşamının ikinci dönemi boyunca soyut resimler üreten sanatçının renk ve biçim üzerine yoğunlaştığını bu sergi aracılığıyla yakından takip edebilmek mümkün. Ayrıca Berkel’in minyatür, hat gibi yerel unsurları resimlerine nasıl yerleştirdiğini de izleyebiliyoruz bu sergide… En son 1989 yılında retrospektif sergisi düzenlenen Sabri Berkel’in tek bir serginin alamayacağı kadar üretken geçen sanat yaşamının izini sürmek için Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisi’ne ve İstanbul Resim Heykel Müzesi’ne en kısa zamanda uğramanız gerekiyor. Çünkü, Sabri Berkel sergisi için son günler… Sabri Berkel: Dönemler I (19301955) İstanbul Resim Heykel Müzesi Çarşamba, Perşembe ve Cuma günleri 09.0017.00 saatleri arasında gezilebilir. Beşiktaş Caddesi, Beşiktaş, Tel: 0212 261 42 98 , Sabri Berkel: Dönemler II (19551990), İstiklal Caddesi, No: 285 Beyoğlu, Tel: 0212 252 47 00
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle