Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 10 27/12/06 17:19 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 30 ARALIK 2006 CUMARTESİ rih Ta Sarıkamış harekatının başladığı günlerde, 83. Alay Komutanı Ziya Yergök, 25 Aralık günü Kolordu Birinci Şube Müdürü Kurmay Binbaşı Merzifonlu Ömer Lütfü Bey ile gerçekleşen diyalogunu şöyle aktarır: “Ne emir getirdiniz, söyleyin yazalım. Azizim, bundan sonra erzak ve cephane beklemeyeceksiniz. Düşmanı süngü hücumu ile tepeleyeceksiniz. Onun için cephaneye ihtiyacınız kalmayacak. Erzakınız da tekalifi Harbiye (savaş vergisi) usulü ile mülkümüzde köylümüzden, düşman arazisinde düşman ambarlarından ve düşman köylerinden sağlanacaktır. Yakında gideceğiniz istikamet bildirilecektir. Şaka etme, hiç cephanesiz harp edilir mi? Süngünün de sırası vardır. Sırası gelince elbette ki süngü hücumu da yapılır. Şaka etmek için bir sebep yok. Başkomutanlığın emri böyledir, ne yapalım. Ağır ve yapılmayacak teklifle dahi karşılaşsak yapmaya çalışacağız. Gideceğiniz istikametten yük ve binek hayvanları bile zor geçer. Her taraf karla kaplı. Araba kolları, sahra topları Oltu üzerinden sevk edilecektir. Sözün kısası kendiniz kendi başınızın çaresine bakacaksınız, dedi ve ayrıldı” (Tuğgeneral Ziya Yergök’ün Anıları, Sarıkamış’tan Esarete, s. 94). Bu şaka gibi anlatım Harekâtın gerçeğiydi aslında. Gerçekten de başlarının çaresine bakmak zorunda kalacaklardı; ama halktan alacak şey olmadığı gibi düşman ambarı ve köylerine de ulaşılamayacaklar, ‘General Kış’ nedeniyle süngülerini bile kullanamayacaklar, birer birer donacaklardı! Nitekim Yergök, harekât sırasındaki yol gözlemlerini şöyle aktaracaktır: “Fırka yürüyüşü çok üzüntü vericiydi. Asker tek kolda, bir metreden fazla karlar içinde düşe kalka ilerliyordu. Hava –15, 20 derece, askerin sırt çantalarının ağrılığı 3035 kilogramdı. Ağır yükün altında zahmet çeken askerler ter içinde kalıyorlar, dinlenmek için yol kenarlarına oturuyorlardı. Asıl felaket bu zaman başlıyordu. Aklı başından gitmiş, canından bezmiş, bitkin bu insanlar, tüfekleri bacaklarının arasında yere çömeliyor, öylece donup kalıyor, mübalağa olmasın ama bu görüntüleriyle korkuluk taşlarını andırıyorlardı. Napolyon Ordusunun 1814’te Moskova Seferindeki felaket aklıma geldi. Aynı akıbete uğramamamız için dua ettim. ...herkes yorgun, herkes bitkin, herkes nefsini kurtarmaya çalışıyordu. Gittiğimiz yoldan dün gece 29. ve 17. fırkalar geçmiş olduğu için donan askerlerin çoğu da onlara aitti.” (s.101) Hârekatı, “Enver Paşanın acelesinden doğan felaket” diye niteleyen bir önceki kolun subaylarından Kurmay Yarbay Köprülü Şerif İlden ise, anılarında çok daha sansürsüz davranacaktı: “29. ve 17. Tümenler düşmana ulaşmadan önce Enver’in şeytani, melun ve sefil hevesi uğruna gereksiz yere, hiçbir zorunluluk olmadan, bir deneme uğruna mahvedilmişlerdi. “Bu gece Enver bana yaylaya çıkarken ‘Bizim askerin gece hücumu yapabileceğini sanmıyordum!’ demişti. Demek ki bu adam kış ortasında bilinmez ormanlarda ve dağlarda gece yarısı koca bir (29.) tümenle kumar oynuyordu. Oysa ki bu Tümen Azap savaşlarında ne kahramanca savaşmıştı. Yine Bulgar hücumlarına karşı Çatalca’da nasıl özverili olarak göğüs germişti. Tümeni Bulgarlar ve Ruslar ezememişlerdi. Fakat Enver didiklemeyi, yemeyi başarmıştı” (Sarıkamış, s.220) Ziya Yergök, Enver Paşa için, “askerlerimizi anlamamış, ordumuzu tanımamıştı. Düşman ordusunu hiç tanımamıştı. Böyle bir komutanın komuta ettiği ordunun akıbeti de tabiidir ki böyle olur” derken, Şerif İlden ise, “beceriksizlik ve bilgisizliğini sert disiplinle örten” adam diye söz ettiği Enver için, “...şu 510 yıla sığdırdığı cinayet ve hiyanetleri belki Sirus’un zulüm ve baskısından çoktur” diyecekti. Çok mu duygusal yargılar bunlar diye sorulabilir; tabii, ama bunun için, 90 bin canın meşruiyetten yoksun bir şekilde ölüme yollanmasını ERDOĞAN AYDIN Süngü, beyaz ölüme karşı koyamadı alınarak cezalandırılmasını ister: “Bu görevden alınarak bir birliğe komutan olarak atanmasını istedim. Bunu Enver Paşaya yazdım, Alman makamlarına da bildirdim” der. Ama bu talebi yanıtlanmayacaktır bile. Çünkü Bronsart’ın, Kafkas yenilgisinin sorumlusu olarak görevden alınacağı yerde Enver Paşanın Osmanlı ordularını yönetmeye devam etmesi olanağı kalmayacaktı. Oysa Onun Almanya’nın ‘yüksek çıkarları’ adına Osmanlı ordularını yönetmeye devam etmesi gerekiyordu. Kuşkusuz “Enver’in Napolyonvari olduğu kadar gerçekçilikten de uzak hırsları” artık Alman yönetiminde de netleşmiştir; ama “Alman Yüksek Komutası ve Kayzer II. Wilhem’in beklentilerinin çok ötesine geçmiş olan katkısına” (A.L. Macfie, Osmanlının Son Yılları) ihtiyaç büyüktür. Tam da bu nedenle Sarıkamış katliamının bu iki sorumlusu, sırtlarını birbirlerine ve birlikte Alman İmparatorluğuna dayayarak durumdan sıyırırlar. Anadolu’nun ölüme yollanan çocuklarının sorumluluğu, Enver’in umurunda olmadığına göre, Bronsart ve Alman Genel Kurmayının hiç umurunda olmayacaktır. TÜRKİYE BÜYÜYÜP TURAN OLACAK! Falih Rıfkı Atay, Kurtuluş Savaşı günlerinde Akşam gazetesinde, Ankara Hükümetini ele geçirmeye niyetlenen İttihatçıları yeriyor ve şöyle diyordu: “... bugün o hataların yıktığı memleketin harabesi ve toprak yıkıntısı üstünde, bize biraz hürriyet kazandırmak ve yalnız Anadolu’yu, İzmir’i, İstanbul’u, Edirne’yi kurtarmak için çarpışan Mustafa Kemal Paşa; Doğu Anadolu harap olmasaydı ve eğer yalnızca kumandanların hatası yüzünden ölüp gidenler sağ olsaydılar, bugün Yunanlıları denize dökmüş olacaktı. Şimdi Mustafa Kemal Paşa, Hafız Hakkı’nın mezarı ile Enver Paşanın ara sıra Doğu Anadolu’nun harabeleri arkasından beliren hayaletine karşı yumruklarını sıkıp sorsa ve dese ki: ‘Dostlar, siz ne yaptınız? Türklerin yaşamak ve ölmek için vatana lazım oldukları gün bugündü. Doğu Anadolu’yu aradık taradık, her yıkıntı arasında bir insan iskeleti çıkıyor. Bu kemik olan yiğitler, bugün hürriyet ve namus için dövüşeceklerdi. Şu hürriyet ve namus mücadelesinde birinin bile ölmesine zor razı olduğumuz o ordularca Türke nasıl kıydınız’ ” (A. Müderrisoğlu, Sarıkamış Dramı, s.478) Evet, bu sürecin kavranması gereken asıl püf noktası tam da buradaydı. İttihatçı zihniyetin sordurmak istemediği asıl soru da bu. Diğer sorunları öne sürerek kendi gerçek niteliğinin görülmesi engellenmektedir. Oysa Enver ile Bronsart öncülüğünde çizilen strateji ve tabii bu stratejiye halkı yedeklemek için üretilen, “Düşmanın ülkesi viran olacak / Türkiye büyüyüp Turan olacak” (Ziya Gökalp) ajitasyonlarının faturası korkunç olacaktı. Bu fatura sadece ülkenin en kutsal varlığı olan halkın kırımı ile sınırlı kalmayacak, aynı zamanda Çarlık Rusya’sına karşı bu toprakları savunulamaz hale getirecekti. Rusya’nın limanlarını bombalayarak savaşı Anadolu’ya çekenler, maceracı bir saldırı stratejisi ile Rus emperyalizminin Anadolu’nun içlerine doğru ilerlemesini mümkün kılacaktı. Özetle Anadolu’nun işgali, Rusya’nın niyetinden önce bu niyeti mümkün kılan İttihatçıların, maceracı ve Alman işbirlikçisi politikaları ekseninde sorgulanmak zorunda. Üstelik kendi halkının evlatlarını böylesi bir pervasızlıkla telef ederek Anadolu’yu savunmasız hale getiren İttihatçılar, ardından Osmanlıya iyice yabancılaştırdıkları Ermenileri sürüp katlederek, ‘vatan savunması’ görüntüsü altında Ermenilerden kurtulma yoluna gideceklerdi. Dışarıda savaş, içeride savaşı da tek yol kılacaktı. Böylece kendi ülkesi ve halkına karşı işlenen suçlara, bir de sivil Ermenilere karşı suçlar eklenecekti. Adeta elindeki tek araç çekiç olanların, üstelik bir kısmının nedeni kendisi oldukları sorunları ha bire çekiç sallayarak ‘çözme’ girişimleri ile karşı karşıyayız. Tuğgeneral Ziya Yergök’ün ifadesiyle “Eğer Ruslar Sarıkamış galibiyetini kazandıktan sonra bizi takip etselerdi, ellerini kollarını sallayarak bütün Doğu Anadolu’yu istila edeceklerdi.” Fakat onlar, Enver Paşadan farklı bir genelkurmay zihniyetiyle böyle yapmayacak; önce yaralarını sarıp hazırlıklarını bitirecek ve tabii kışın geçmesini bekledikten sonra, Trabzon’dan Muş’a kadar Doğu Anadolu’yu parça parça ele geçireceklerdi. e ç sorundan saymamak gerek! Oysa gerek İlden, gerekse de Yergök, o cehennemi intiharı, başta askerlerinin gözleri önünde birbir donup gitmesi olmak üzere her ayrıntısında bizzat yaşamış insanlar. İLGİNÇ FİKİRLER! General Von Sanders’in anıları, Yergök ve İlden’i tamamlar: “Rusların ilerlemesi, Hasan İzzet Paşanın müdahalesi ile hemen tamamen durduruldu. Şartlara uygun ve memnunluk uyandırıcı bir durum, ne çare ki Enver Paşanın hırsını tahrik etti. 6 Kasımda Enver Paşa, odama çıkageldi ve aynı akşam bir savaş gemisiyle Trabzon’a hareket edeceğini haber verdi. Oradan da 3. Orduya geçecekti. “Enver Paşa, elindeki haritanın üzerine 3. Orduya yaptıracağı bir hareketin krokisini çizdi. Buna göre Enver Paşa, anayol istikametinde ve cepheden 11. Kolordu ile Rusları oyalarken, diğer iki kolordu (9. ve 10. Kolordular) sola doğru ve dağlar üzerinden günlerce devam edecek bir yürüyüşle Sarıkamış’ta Rusların yan tarafını ve arasını çevirecek, sonra da 3. Ordu Kars’ı zaptedecekti. “Bundan birkaç gün önce, Türk karargahında bulunan bir Alman subayı, planlanan, soldan çevirme hareketini anlatmış ve ben de hareketin başarı ihtimalini araştırmıştım. Kanaatim oydu ki, bu hareket imkansız değilse bile çok güçtü. Haritalardan ve diğer kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre, yollar, çok dar dağ yollarından ve çok yükseklerden geçen ve ancak yayaların gidebilecekleri patikalardan ibaretti. Bu zamanlarda da ihtimal kar ile örtülüydüler. Bu şartlar altında cephane ve yiyecek nakliyatının eldeki vasıtalarla nasıl yapılabileceği dahi, başlıbaşına bir meseleydi. “Ben görevim icabı, bu önemli meselelerle Enver Paşanın dikkatini çektim. O cevaben bütün bu konuların incelendiğini, yol keşiflerinin yapıldığını ve o tarihe kadar diğer keşiflerin de tamamlanacağını söyledi. Konuşmamızın sonunda hatalı ve dikkat çekici fikirler ortaya attı. Bana, ileride Afganistan üzerinden Hindistan’a yürüyeceğini bile söyleyerek veda etti. Söz konusu harekat, Enver Paşanın başkomutanlığı altında ve 3. Ordu tarafından yapıldı ve bu ordunun imhasıyla sonuçlandı. Dünya harbinde ilk imha edilen Türk ordusu bu oldu.” (Türkiye’de Beş Yıl, s.51) Sarıkamış felaketinden sonra Sanders, Enver Paşanın kurmay başkanı sıfatıyla Kafkasya’ya gidip büyük bir yenilgiye neden olan yurttaşı Von Bronsart’ın, görevden ‘Napolyoncuk’ Enver Paşa evresini Napolyon’un resim ve heykelleriyle süsleyen, Ona öykünen, rakiplerinin ‘Napolyoncuk!’ diye ad taktıkları Enver Paşa, Napolyon’un Rusya’ya yönelik trajik seferini Sarıkamış’ta adeta yineleyecektir. Tabii her tekerrürde olduğu gibi, bu ikincinin sonuçları korkunç olacaktır. Bu kapsamda Sarıkamış macerasının yıldönümünde yapılması gereken, kahramanlık menkıbeleri yazmak değil, öncelikle bu sorumsuzluğun sorumlusunu mahkum etmek olmalı. Bir ülkenin en kutsal değeri halkı ve halkın en kıymetli varlığı olan gençlerini yayılmacı bir macera uğruna, üstelik asgari önlemleri bile almadan ölüme gönderen zihniyetleri mahkum etmek, benzeri maceralara karşı kapıları kapatmak anlamında da zorunlu. Bu sorumluluk, aynı zamanda dondurulan 90 bin insanımızın ruhlarını şad etmenin de zorunlu gereği. Onların arkasından kahramanlık nutukları atmak, yapılabilecek en kolay şeyi yaparak sorumluluktan kaçmak ve tabii o insanlarımızın kemiklerini sızlatmaktır. Oysa onlara saygı ve tabii yurtseverlik, halkın yaşama ve güvenlik hakkına saygıdan, kimseye saldırmamaktan, saldırganlara karşı da ülkesini korumak iradesinden geçmektedir. Ç eaydin?cumhuriyet.com.tr S ahne tozu Jeanne D’arc’ın Öteki Ölümü Oyun Atölyesi’nin sahnelediği, Bulgar yazar Stefan Tsanev’in Jeanne D’Arc efsanesinden yola çıkarak kaleme aldığı Jeanne D’Arc’ın Öteki Ölümü, insanın din ve milliyetçilik gibi ideolojiler tarafından nasıl ablukaya alınmaya çalışıldığını anlatırken, izleyiciye din, iktidar, vatanseverlik, milliyetçilik gibi hassas konuları sorgulatmayı amaçlıyor. Fransa ile İngiltere arasındaki savaşların son döneminde tanrıdan ülkesini kurtarması için bir mesaj aldığı iddiasıyla köyünden kalkıp erkek kılığında ülkeyi baştan başa dolaşan genç bir kadın olan Jeanne D’arc’ın hikayesi, alışılagelmişin dışında bu kez politik bir güldürü olarak anlatılıyor. Kemal Aydoğan’ın yönettiği, Haluk Bilginer, Esra Kızıldoğan Uygur ve Emre Karayel’in rol aldığı oyun, 7, 8, 9 ve 10 Ocak tarihlerinde OyunAtölyesi’nde sahnelenecek. (Tel: 0 216 345 39 39) Bahar Noktası Shakespeare’in Bir Yaz Gecesi Rüyası adlı eserini Bahar Noktası adıyla Türkçe’ye kazandıran Can Yücel’in çevirisinden uyarlanan oyun, bu ünlü eserin farklı bir gözle izlenmesini sağlıyor. Shakespeare eserinde, aşkın insanı ne hallere düşürebileceğini anlatıyor. Murat Karasu’nun yönettiği oyunda, Sumru Yavrucuk, Mustafa Uğurlu, Metin Belgin, Murat Karasu gibi oyuncular rol alıyor. Bahar Noktası, 2, 3, 4, 5, 6 Ocak tarihlerinde Taksim Sahnesi’nde tiyatroseverlerle buluşacak. (Tel: 0 212 249 69 44) Dünden Yarına İletişim Yapı Kredi Kültür Merkezi’nde sergilenen ve teknolojinin gelişmesiyle değişen iletişim araçlarını örnekleriyle sunan Dünden Yarına İletişim sergisi, bireysel haberleşmenin serüvenini birkaç boyutta ele alıyor. Teknoloji boyutunda ilk insanların haberleşmesi olan duman, ses, ateş kuleleri, ilkel telgraf şifreleri sahra postasına kadar her dönem de kullanılan haberleşme araçları anlatılıyor. Bugünün ve yarının ışık hızı ile gerçekleşen uzaydan haberleşmeler, cep telefonları, internet ve chat olayları ütopyalar ve distopyalar üretilerek tıpkı günümüz gerçeği içerisindeymiş gibi sunuluyor. Sergide, Yapı Kredi Koleksiyonunun yanı sıra PTT Genel Müdürlüğü PTT Müzesi, Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi ile Mehmet Günyeli, Haluk Perk ve Kemal Suman koleksiyonlarından yaklaşık 400 eser yer alıyor. (Tel: 0 212 252 47 00) S ergi DönemlerDönüşümler Çağdaş Türk resminin önemli isimlerinden Ömer Uluç’un 1969’dan bu yana imza attığı önemli eserleri DönemlerDönüşümler Sergisi’nde buluştu. 37 yıllık sanat yaşamı boyunca, Figürler, Kadınlar, Yalnız Kadınlar, Denizaltılar, Saydamlar, Cinler, Çıkmalar olarak adlandırdığı dönemlerinden eserlerin yer aldığı ve 9 Şubat tarihine dek sürecek sergi, Mac Art Gallery’de izlenebilir. (Tel: 0 212 343 85 40) Göçebe Bellek Göçebe Bellek sergisi bir ressamın hafızasındaki anıları çizdiği defterini resimlerine katmasıyla oluşuyor. Temür Koran, defterindeki notları, geniş, büyük figürlü ikilemeler halinde resimlerinde kullanıyor. Aynı zamanda defterini de başlı başına bir model olarak resimlerine yerleştiriyor. Resimlerin temaları her ne kadar belirli bir kavramın üzerinden gitse de, her resim kendi serüvenini serbestçe oluşturuyor. Bu sergide de Temür Koran resimleri, klasik resimle temellenirken sanat tarihinden referanslar alıyor. Resimlerin kurgusu içinde, desen ve renk, sanatçının yaratıcılık yeteneğiyle ritim duygusu uyandırıyor ve gözler, sanatçının vurgulamak istediği detaylara odaklanıyor. Sergi, Evin Sanat Galeri’sinde 23 Ocak’a dek açık. (Tel: 0 212 265 81 58) A La Turka Müfit İşler sanatsal kimliğini, öncelikle yer, tarih, insan üçgeni üzerinden kuramsallaştırarak soyut bir dile oturtan bir sanatçı. İslamiyet ve öncesi imgeleri, mitlerin motifleşmesi ve giderek sembolleşmesi düzleminde oturtan sanatçı bu sergisinde, anlatımcı, dinamik, çatışma ve çözülme gerilimi üzerine kurulu sembollerle, renkçi, ifadeci bir dil oluştururken, izleyiciyi pagan dünyasının mitlerinden çağımız insanının bilinçaltı dünyasına uzanan bir hesaplaşmaya çağırıyor. A la Turca sergisi, Karşı Sanat Çalışmaları’nda 27 Ocak tarihine dek görülebilir. Tel: (0 212 245 15 08) İyi Geceler Anne Amerikalı oyun yazarı Marcha Norman’a Pulitzer Ödülü kazandıran ‘İyi Geceler Anne’ adlı oyunu geçtiğimiz sezondan bu yana seyirci ile buluşuyor. Dilimize Yıldırım Türker’in çevirdiği, Arif Akkaya’nın yönettiği İyi Geceler Anne’de, tiyatronun iki usta ismi Celile Toyon ve Hikmet Körmükçü rol alıyor. İyi Geceler Anne, bir anne ile kızın, yaşamları boyunca birbirine olan sorumluluklarıyla sınırlı tuttukları ilişkilerini masaya yatırdıkları bir hesaplaşma akşamı. Bu hesaplaşma sırasında yaşam, ölüm, aile kavramlarının irdeleniyor. Oyun, Harbiye Cep Tiyatrosu’nda 4, 5, 8, 9, 11, 12 Ocak tarihlerinde sahnelenecek. (Tel: 0 212 240 77 20) Tersine Dünya Orhan Kemal’in romanından Mustafa Gültekin’in oyunlaştırdığı metin, müzikli, danslı eğlencesi bol bir taşlamaya dönüşüyor. Oyunda, erkek ve kadın rollerinin yer değiştirdiği bir dünyada sınıf atlamak için zengin eş arayan erkekler, kısa yoldan üçkağıtçılıkla para kazanmaya çalışan hafif meşrep kadınlar gösteriliyor. Bir kenar mahallede geçen oyun, toplumdaki kadın ve erkek rollerini mizahi bir üslupla tartışmaya açarken toplumsal yapıdaki çarpıklıkları da gerçekçi bir biçimde gözler önüne seriyor. Gül Onat, Levent Tülek, Nurhayat Atasoy gibi oyuncuların rol aldığı Tersine Dünya, bugün Ataköy Yunus Emre Kültür Merkezi’nde sahnelenecek. (Tel: 0 212 661 38 95) Bu sayı TÜPRAŞ’ın katkılarıyla hazırlanmıştır