Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMARTESI 10 23/11/06 16:35 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 25 KASIM 2006 CUMARTESİ rih Ta Savaşın türkülerimizdeki öyküsü Son haftalar içinde aktardığım bilgiler ve bu temelde yaptığım irdelemeler ışığında sonuç olarak, I. Dünya Savaşı’na girmek zorunda olmadığımız gerçeğini kaydetmek gerekiyor. İkinci kaydedilmesi gereken gerçek de, bizi savaşa sokanların, diğer halkların yanısıra, bizzat adına davrandıkları Türklere karşı suçlu olduklarıdır. Bunun bilinci hem benzeri maceralara karşı yurttaşlık direnci edinmek hem de tarihle gerçek bir ilişki kurmak açısından zorunlu. En başta adına davrandığı Türk halkını acımasızca ölüme gönderen bu egemen kastla ve onların siyaset tarzıyla hesaplaşmamız gerekmektedir. Bunu yapmak yerine onları ‘atamız’ diye baştacı ettiğimiz müddetçe, haklarını savunan yurttaşlar düzeyine yükselemeyeceğimiz gibi, onların mirasını bize fatura etmeye çalışanların da ekmeğine yağ sürmüş olacağız. Özetle sağlıklı bir tarih bilinci edinmediğimiz, halkına karşı sorumsuz yöneticilerle hesaplaşma erdemi gösteremediğimiz müddetçe hem içeride hem dışarıda sorun çözme yeteneğinden uzak kalmaya devam edeceğiz. Çoğumuzun sanısının aksine, bizleri o korkunç felakete sürükleyenlerin gerçek savunduğu şey vatan değildir. Onların ‘vatan’dan kasıtları, devletin egemenlik alanı, çağını doldurmuş İmparatorluk ve yükselen şovenizme bağlı olarak Turan’dır. Nitekim İttihatçıların ideologu Ziya Gökalp, “Vatan nedir?” sorusuna “Vatan büyük ve mukaddes bir ülkedir Turan” yanıtı vermektedir. Bu bağlamda Enver Paşa’nın son durağı da, emperyalizmden kopmuş ve Kurtuluş savaşımıza temel destek olan Sovyetler Birliği’ne karşı Turan için ayaklanma örgütlemek olacaktır. e ç ERDOĞAN AYDIN Sarıkamış’ta donarak şehit düşen Türk askerinin başında Rus askeri nöbette... Zengin olan bedel verir / Ölen giden fakirdendir” Bedel sorunu, bir başka türküde şöyle dile gelir: “Şu Yemen’de zalim paşa / Kuzgun gibi yar yar döner başa Param yok ki bedel verim / Hemen yavrumu özlerim” Bedel eşitsizliğini sorun edinmeyenler, savaşa yaşlılar yanısıra çocukları da sürmekten çekinmeyecekler. “Onbeşliler (1899 doğumlular) yüzü gülgül (gülyüz) dudak kiraz harbe gidiyorlar. Onaltılılar (1900 doğumlular) daha da küçük. Askere “vay anam” diye gitmişler. “Onaltılı asker’molur Anam diye dolanıyor” dendiğine göre bunlardan hiç dönen olmamış. (...) Onaltılı yetmeyince bu kez onyediliye sıra gelmiş (1901 doğumlu) Bunlar 1415 yaşında çocuklardır. Mızıkalar çalınıyor / Asker olan gelsin diye On yedili asker olmuş / Topluyorlar ölsün diye” (Akt. Ş. Günbulut, Neydi Bu İşlerin Aslı?) Bu çocuk askerler sorunu bir başka türküde şöyle geçer: “Gitme Yemen’e Yemen’e / Yemen sıcak dayanaman Kalk borusu erken vurur / Sen küçüksün uyanaman” Savunma amacıyla yapılmayan, aksine başka halkların topraklarında yürütülen imparatorluk savaşlarına ve imparatorluk siyaseti izleyen yöneticilere dair sorgulama türkülere yansır: “Yemen bizim neyimize / Şivan düştü köyümüze Bak yavrular yetim kaldı / Güvenmeyin beyinize” Bir konuşmasında Atatürk de, “ne işimiz vardı bizim Yemen’de?” diye aynı şeyi söylemiştir (Ş. Günbulut). AVCILARI YÜCELTEN TARİHÇİLİK Evet, savaşa ‘vatan için’ girdiklerini söyleyenlerin kafasındaki vatan Anadolu değil, yayılmayı hedefledikleri topraklardı. Mısır’dı örneğin, Turan’dı, Balkanlardı, Yemen’di. Tabii vatan böyle geniş tanımlanınca, bu ‘vatan’ı kurtarmak için gerçek vatanın çocuklarını ölümlere göndermek kaçınılmaz hale geliyordu. Dahası bu ‘vatan’ı kurtarmak için Alman emperyalizminin işbirlikçisi olununca, gerçek ve meşru vatanın çocuklarını, Alman askerleri yerine ölsünler diye Galiçya’ya göndermek de kaçınılmaz oluyordu. Bu noktadaki bilinç yanılsamalarını gidermede tarihçilere büyük sorumluluk düşmektedir; çünkü geçmişin kanlı maceralarına, boşu boşuna ölüme sürülen halkların acılarına en çok onlar vakıftır. Ne ki dünyanın resmi tarihlerine bakıldığında iç karartıcı bir tablo ile karşılaşıyoruz. O halde vatanın gerçekten de ne olduğu sorusunun yanıtını birlikte arayalım. Vatan, biz vatandaşların adil yaşamasını mümkün kılan bir hukukça yönetilen, en azından öyle olması gereken yaşam alanımızdır. Egemenliğin millete ait olduğu yerdir vatan. Vatanı vatandaşın haklarından koparanların vatandan kastettiği şey ise, keyiflerince yönetip keyiflerince sömürecekleri bir egemenlik alanı, eski tabirle ‘mülk’tür. Bu durumda vatandaşlık da, tebaalığın, kulluğun alafranga karşılığına indirgenerek çarpıtılmış oluyor. Vatan ve vatandaş kavramlarının içini böylesi boşaltanlar, vatandaşın haklarından koparılmış bir kutsiyet sağlayabilmek için din ve şovenizmin yaygın kullanımına giderler. Vatandaşın haklarından kopartılmış, dolayısıyla kendi özüne yabancılaştırılmış bir vatan hamaseti ile, hem vatandaşı keyiflerince sömürür hem de istediklerinde savaşlara sürerler. “Bu vatan, toprağın kara bağrında / sıradağlar gibi duranlarındır” diye başlayıp “hudutlarda gaza bayraklarından / alnına ışıklar vuranlarındır” (Orhan Şaik Gökyay) diye süren menkıbeler üretirler. “Ey bu topraklar için toprağa düşen asker” diye seslendikleri insanlardan yana, “Bir karış toprağın / Var mıydı yaşarken?” (A. Behramoğlu, Toprağa Düşen) diyen bir duyarlılığı ise göstermezler. İşte tam da bu noktada, “Aslanlar kendi tarihçilerine Türk Oğluyum Ben Ölmek İsterim Halk kendi türkülerinde savaş karşıtı bir tutum üretirken hırs ve çıkarlarını savaşlarda arayan egemenler de, halkı savaşa daha rahat sürebilmelerini sağlayacak marşlar üretmekle meşguldü. Nitekim Alman ordusunu rahatlatmak ve Turan’a yol açmak için başlatılan Sarıkamış harekatında, çocuklarımız, Kafkasya Marşı eşliğinde donarak öleceklerdi: “Kafkasya dağlarında çiçekler açar Altın güneş orda, sırmalar saçar. Bozulmuş düşmanlar hep yel gibi kaçar Kader böyle imiş ey garip ana Kanım helâl olsun güzel vatana Kafkasya dağlarına bomba koydular Türk’ün sancağını öne koydular Şanlı zaferlerle düşmanı boğdular (...) Türk oğluyum ben ölmek isterim Toprak diken olsa yatağım yerim Allah’ından utansın dönenler geri” Cihadı Ekber Marşı ise; “Artar cihadla şanımız / Fahri resul Sultanımız Şer’i bize ihsanı Hak / Uğrunda aksın kanımız. Osmanlıyız, Osmanlıyız / Ünvanlı, namlı, şanlıyız Allah deyüp cenk ederiz / Var nusrete imanımız” diyerek toplumu cihat düzenine sokmaya çalışır. ERZURUM DAĞLARİ YEDUN MAÇKALİLARİ Savaş halk için tam bir yıkımdır. Binbir zorlukla besleyip büyüttüğü çocukları, ardı arkası gelmez savaşlarda elinden alınmakta ve ölüme sürülmektedir. “Eledim eledim höllük eledim / Aynalı beşikte belek beledim Büyüttüm besledim asker eyledim / Gitti de gelmedi buna ne çare” şeklindeki sözler bu duruma tepkiyi yansıtır. Bu tepki, Karadeniz özgülünde; “Erzurum dağlari Yedun Maçkalilari / Kiminun yari ağlar kiminun anaları Dertliyim kederliyim her ne desan kanarum / Ey Zigana dağlari gördi mi sizi yarum” diye yinelenir. Bir başka türküde seferberlik ve Alman emperyalizmi şöyle eleştirilir: “Kadanı alayım Eşe / Tekerim dayandı taşa Seferberliği durdur / Elini öpeyim Paşa Kimini toplar yatırdı / Kimini kana batırdı Kadanı alayım Alman / Nice ocaklar batırdı” Görüldüğü gibi türkülerde ciddi bir savaş karşıtı tutum sergilenmekte, onu görmezden gelenlerin aksine aynı zamanda ciddi bir tarihsel malzeme sunulmaktadır. Türküler, halkın duygu ve yargılarının en içten yansımaları olmak yanında, özellikle toplumsal olaylar ve savaşlara dair söz kurduklarında, tarihe de ciddi birer kayıt düşmüş olurlar. Tam da bu nedenle, tarih yazıcılığını egemen çıkarların yeniden üretimi misyonuyla sürdürenler, pek çok diğer olgu gibi onları da görmezden gelir. Bu gibi kayıtlar, halkın, meşru olmayan, savunma amaçlı olmayan savaşlara gönüllü olarak değil, korkudan katıldığını göstermektedir. Nitekim bu tip gayrı meşru savaşlarda asker kaçaklarının ciddi artışı gözlenmektedir. Ne yazık ki böylesi savaşların kurbanı olarak Galiçya’dan Yemen’den ta Kore’ye kadar pek çok uzak yabancı diyarda yüzbinlerce meçhul asker yatmaktadır. Mezarı bile olmayan, ora halkı nezdinde saygıyla anılmayan, işbirlikçi ve yayılmacı politikaların kurbanı gerçek mazlumlardır bunlar. Şunu açıklıkla söylemek gerekir ki, eğer I. Dünya savaşını sorgulayan bilinç halkın çoğunluğuna egemen olsaydı, sonraki dönemde, bu kez Almanlar yerine ABD işbirlikçiliğiyle binlerce insanımızı Kore dağlarında ölüme göndermeye kimse cesaret edemezdi. Buna cesaret edemeyeceği bir yana, böyle bir halk bilinci çok daha adil bir Türkiye’nin de güvencesi olacaktı. sahip olana kadar avcılık öyküleri her zaman avcıyı yüceltecektir” diyen o çarpıcı Afrika atasözünü anımsamak ve kulağımıza küpe etmek zorundayız. İşin püf noktası bu olunca, tarih yazımı, bilgi ve yöntem kadar hayat karşısında nasıl durduğumuzu da temel bir sorun haline getirmektedir. Bu açıdan bazen bir türkünün tarihsel önemi ünlü profesörlerin binlerce sayfalık anlatımlarından ve istismar edilebilen belgelerden daha kıymetli hale gelebilmektedir. Bugün savaşa giriş sorununu, savaşlara sürülen insanların, yani halkın dilinden yansıtmak istiyorum. ASKERİ KIRDIRAN ENVERİ PAŞA Savaşın, “şehitler” olarak yüceltilen, ama hak ve özgürlüklerine itibar edilmeyen insanların gözündeki anlamını belirginleştirmek için türkülere başvuracağım. Bu sayede, önceden Pir Sultan Abdal özgülünde de gördüğümüz gibi, bir başka tarih bilincine açılacağız. Örneğin; “Kar mı yağmış Erzurum’un düzüne Kül elendi ahalinin yüzüne Kâfir millet uydu Alman sözüne Bahçede güllerin soldu Erzurum” diye başlayıp süren türkü, savaşa dair bir başka bilinci yansıtmaktadır. “Bu şiirde büyüklerimizin vurdulu kırdılı kahramanlık söyleminden eser yok. Şiir bir perişanlığı, hüznü veriyor. Almanlara aldanarak bu velveleye daldığımız için hayıflanıyor”. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Şükrü Günbulut, Neydi Bu İşlerin Aslı?, Berfin Yayınları) Ruhi Su’nun yinelemesiyle “İmdi seferberlik ilan olanda / Bir od düştü, cümle cihan ağladı” diyen bir başka bilinçle karşı karşıyayız. Bir başka türküde halk bu kez nasıl kandırıldığını anlatır: “Alaman bizimle ortak dediler İngiliz Fransız oynak dediler Kör Moskof çoksa da korkak dediler Eski çamlar şimdi bardakta kaldı” Halka yönelik militarist dayatmacılığın halktaki yansıması da şöyle: “Seferberlik oldu gelin dediler Üç günlük erzakı alın dediler Gidin Erzurum’da ölün dediler İşte böyle, böyle hal deli gönül İster ağla ister gül deli gönül” Bir başka halk türküsü Sarıkamış trajedisine dair şu çarpıcı yargılarla biçimlenir: “Oltu’dan çıktık da Sarıkamış’a Akıl ermez orda yatan üleşe Askeri kırdıran Enveri Paşa Kitlendi kapılar, mekan ağladı” Bir diğer türkü Enver Paşa’ya yönelik sorgulamayı derinleştiriyor: “Sarıkamış içi meşe / Urus yaktı hep ateşe Bizi koydun eli bağlı / Nere vardın Enver Paşa? Sarıkamış’ta var maşın / Urus yığmış ağır koşun Bizim asker açık çıplak / Dağlarda büyümüş kışın” Üstelik savaş büyük haksızlıklarla sürmektedir. Osmanlı zamanında bedelli asker uygulaması olduğundan, savaşlara bedel veremeyenler gitmektedir: “Yemen yolu çukurdandır / Karavana bakırdandır eaydin?cumhuriyet.com.tr ahne tozu Türk Resim Sanatı’nın önemli kadın sanatçılarından Berna Türemen’in “Anıların Sepya Rengi” adlı sergisi ile sanatseverler Türk kültür sanat hayatının önemli isimleri olan Ali İsmail Türemen, Semih Balcıoğlu, Cemil İpekçi, Ali Poyrazoğlu, Füreya Koral, Çiğdem Simavi, Ruhi Su’nun portrelerini Berna Türemen yorumu ile izleme şansına sahip olacaklar. Sergide, sanatçının yağlıboya çalışmaların yanı sıra suluboya ve desen çalışmaları da yer alacak. ‘Anıların Sepya Rengi’ sergisi, Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi Sanat Galerisi’nde 530 Aralık tarihleri arasında sanatseverlerle buluşuyor. Tel: 0 216 386 26 81 Heykel ustası Yaşamının ve çalışmalarının büyük bölümünü İsveç, Fransa ve Türkiye arasında paylaştıran İlhan Koman’ın retrospektif sergisi Galeri Nev’de açılıyor. Türk heykel sanatına büyük katkısı olan sanatçının, İstanbul Levent’te Yapı Kredi Bankası’nın önünde bulunan ünlü “Akdeniz” heykeli ile Elmadağ Divan Oteli önünde duran at heykeli şehrimizde varolan iki eseri. llhan Koman’ın İstanbul Galeri Nev’deki sergisi 8 Aralık 6 Ocak tarihleri arasında görülebilecek. Tel: 0 212 231 67 63 Anıların Sepya Rengi Naz Erayda’nın yönettiği oyun, film sansürleme kurulunun bodrum katındaki karanlık ofisinde geçiyor. Mutsuz bir adam olan sansürcü, en sert porno filmleri sınıflandırmakla görevli ve işini büyük bir ciddiyetle yapıyor. Sansürcünün sınıflandırdığı filmler ya gösterime giremez ya da haklarında dava açılır. Bu sonuçlardan gurur duyan sansürcünün hayatı Miss Fountain ofisinden içeriye girdiğinde değişmeye başlar. Güneş Berberoğlu, Uğur Polat, Almıla Uluer’in rol aldıkları oyun, 29 ve 30 Kasım ile 12 Aralık tarihlerinde Tiyatro Dot’da sahnelenecek. Tel: 0 212 251 45 45 Sansürcü Ayçiçeği Valentin Kataev’in eserinden, Haluk Ayvazoğlu’nun yönetmenliğinde, Alp Balkan, Oktay Tosun, Zeynep Büke, Faruk Sağlam, Meryem Mutlu, Sema Aras, Gözde Gülbay, Ferruh Yanardağ, Sertuğ Ünsal, Ali Ergüder ve Yasemin Pedük’ün rol aldıkları oyun, sağlık ve dinlenme merkezinin sahibi olan Alman bir işletmecinin tesisine gelen memur Ş.Ş’nin, üst düzey bir görevliden, sadece bir imza almak için verdiği uğraşı ile dinlenme evinin çalışanları ve diğer ilginç konukları arasında geçen neşeli, hareketli, şaşırtıcı ve baş döndürücü olaylar zincirini anlatıyor. Oyun, her perşembe ve pazar günleri Altan Erbulak Sahnesi’nde tiyatroseverlerle buluşuyor. Tel: 0 212 543 73 28 ergi S Ailem Modern Türk resminin en genç sanatçılarından biri olan Yiğit Yazıcı, “Ailem” adlı 18. kişisel resim sergisiyle sanat severlerin karşısında. Yazıcı, portreler ve yaşamından anekdotlar oluşturan resimleriyle, aile kavramının insan hayatındaki önemine dikkat çekiyor. Sanatçının, kendi portresini yaptırmak isteyenler için de bir sürprizi var. Sergi, 8 Aralık tarihine kadar Article Sanat Galerisi’nde görülebilir. Tel: 0 212 251 86 07 S İsimsiz Resimlerle 50 Yıl 50. sanat yılını kutlayan ressam Tayfur Sanlıman, 51. kişisel sergisi ile stillerin etkisi altında kalmadan hayata geçirdiği soyut çalışmalarını sergiliyor. Yakın zamanda AKM Sergi Salonu’nda “İsimsiz Resimlerle 50 Yıl” başlığı altında retrospektif sergisi açılan, sanatta 50 yılını kutlayan sanatçı bu kez Mutlu Sanat Odası’nda sanatseverlerin karşısına çıkıyor. 929 Aralık tarihleri arasında Mutlu Sanat Odası’nda izlenebilecek. Tel: 0 216 355 35 87 Soyut resim sevenlere Artdepo Sanat Galerisi, Akatlar Kültür Merkezi’ndeki mekanında, soyut çalışmalarıyla Türk resim sanatında önemli bir yer tutan Zekai Ormancı’nın kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Her zaman sanat gündemindeki yerini koruyan Ormancı, Türkiye’de çağdaş resme yön veren önemli isimlerin başında gelmekte. Sergi, 30 Kasım30 Aralık tarihleri arasında izlenebilecek. Tel: 0 212 351 97 13 Orhan Kemal’in yazdığı, Ergün Işıldar’ın yönettiği Eskici Dükkanı, ırgatlık ve el işçiliğinden makineleşmeye doğru yol almakta olan toplumda, gitgide yoksullaşan bir ailedeki kuşak çatışmalarını ve bireyin sıkıntılarını birkaç katmanda anlatıyor. Bir ağa torunuyken savaşta bir bacağını kaybedip döndüğünde hayata yeniden başlamak durumunda kalan Topal Eskici ve ailesinin çevresinde anlatılan olaylar, bir ailenin değişen şartlar karşısında bir arada tutulmasının güçlüğü ve kurulan hayaller ile toplumsal gerçekliklerin tezadı çerçevesinde anlatılıyor. Oyun, 29 ve 30 Kasım’da Üsküdar Kerem Yılmazer Sahnesi’nde seyirciyle buluşuyor. Tel: 0 216 334 61 92 Eskici Dükkânı Rüya Selma Köksal ve Gülsüm Soydan’ın oynayıp yönettikleri ‘Rüya’ bir Tülin Tankut eseri. Oyunda, kadınların aşk, evlilik, çocuk gibi cinsiyetleriyle ilgili olgularla biçimlenen yaşamlarına ve buradan hareketle, kadın bağımlılığının tarihsel sürekliliğine dikkat çekilmek isteniyor. Oyun her perşembe Oyuncular Tiyatro Grubu Cem Safran Sahnesi’nde tiyatroseverlerle buluşuyor. Tel: 0 212 245 13 14 Kerem Gökçer’in yazdığı Çiçeğim Solmasın adlı çocuk oyununu Ayşen İnci yönetiyor. Genç yazarın çocuklara “dostluk ve doğa sevgisinde buluşalım” mesajı verdiği oyunda bir kelebeğin çok sevdiği bir çiçeğin yaşaması için yaptıkları anlatılıyor. Kelebeğin tek dileği ise “Kış Kralı”nın soğukları biraz daha geciktirmesi... Oyun, 26 Kasım ve 3 Aralık tarihlerinde Aziz Nesin Sahnesi’nde, 28 Kasım ve 5 Aralık tarihlerinde Şişli Cevahir Sahnesi’nde çocukları bekliyor. Tel: 0 212 245 25 90 Çiçeğim Solmasın