15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 10 9/11/06 16:24 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 11 KASIM 2006 CUMARTESİ rih Ta eaydin?cumhuriyet.com.tr Alman emperyalizmiyle e ç yatağa girmek Geçen hafta I. Dünya Savaşına girmenin zorunlu olmadığını, bu korkunç maceraya İttihatçı Triumvira’nın keyfiyeti sonucunda girdiğimizden sözetmiştim. Bu hafta bir başka soruyu, bizi savaşa sokan İttihatçı muktedirler ile Alman Emperyalizmi arasındaki ilişkinin niteliğini irdelemek istiyorum. İttihatçı muktedirlere “yurtseverlik” atfedenlerin ortaya çıktığı günümüzde bu irdelemenin önemi her zamankinden büyük. Oysa gerçekler, İttihatçı Triumvira’nın işbirlikçi niteliğine, kraldan kralcı Almancılığına ve bu doğrultuda milyonlarca Anadolu evladını ölüme sürme ve katletme kararlılığına işaret etmektedir. Özetle yurtseverlikten bambaşka bir muhtevayla, açık bir işbirlikçi tutumla karşı karşıyayız. 1930’da liseler için hazırlanan resmi tarih kitabında, İttihatçıların savaşa girmesi, “1914 senesi Ekim sonlarında doğu batı cephelerinde durumları kötüleşen Almanların her ne olursa olsun Osmanlıyı savaşa sokarak bozuk durumlarını düzeltmek isteklerine” ve bu isteğin, “kendini bunların nüfuzuna kaptırmış olan Osmanlı Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın bir an evvel savaşa girmek taraftarlığına” bağlanır; ki katılınmaması mümkün olmayan bu açıklama açık bir işbirlikçiliğe işaret eder. Daha sonra Kurtuluş Savaşı’na da katılacak olan Saray Başmabeyincisi (özel sekreter) Lütfü Simavi de; “Trablusgarp ve özellikle uğursuz Balkan savaşından sonra, daha kabuk bile bağlamamış yaralarımıza rağmen –hele ortada hiçbir ciddi zorunluluk yokken ve kimse tarafından kışkırtılmadığımız halde, dünyanın en güçlü devletleri aleyhine savaşa girişmek belki delice, fakat delice olduğu oranda da canice bir siyasetti” diye yazacaktır. ERDOĞAN AYDIN Alman sömürgesi durumuna girmiş olacaktır. Ve general Falkenhayn, bu amaç için bizim borcumuz olan altınları ve Anadolu’dan getirdiğimiz son Türk kanlarını kullanmış bulunacaktır” Almandan çok Almancı Ancak Enver Paşa, bu uyarılara kulak veremeyecek denli işbirlikçi bir tutum içindedir. Kendince bunun teorisini yapmış ve elindeki tüm kaynakları Almanların çıkarlarına sunmakta Almanlardan daha Almancı bir tutum içindedir. Öyle ki onun bu pervazsız Almancılığını dizginlemek için bile dönem dönem yine Alman generallerinin iradesi gerekecektir. Bu konuda D. Avcıoğlu şöyle yazacaktır: “Enver, kesin zaferin Avrupa’da Almanların Rusya, İngiltere ve Fransa’yı yenilgiye uğratmasıyla kazanılacağı inancındadır. Bu nedenle, Anadolu’yu askersiz ve savunmasız bırakmak pahasına da olsa, Avrupa’daki Alman zaferine her türlü katkıda bulunmaya hazırdır. Falkenhayn, Hindenburg ve Ludendrof, onun bu ölçüsüz inancını sömürmekte kusur etmezler. Von Kress, Enver’in bu tutkusunu şöyle açıklar: ‘O, dünya savaşı sonucunun Türk savaş sahnelerinde değil, fakat Fransız savaş alanlarında kazanılacağını gördüğünden, Alman Başkomutanlığının isteklerini öyle geniş ölçüde yerine getiriyordu ki, bazen Türk savaş yönetiminin çıkar ve ihtiyaçlarını yeter derecede hesaba katmıyor ve bu yüzden Türk politikacıları ve subayları çevresinde şiddetli eleştirilere ve ciddi bir muhalefet yol açmış oluyordu’...” Hindenburg da (...) Enver’in tutumunu şöyle anlatır: “O kadar büyük ve o kadar güç olan ortak davamıza bu Türkün bağlılığı sonsuzdu. 1916 Eylülünün başındaki ilk görüşmemiz sırasında Türk başkomutan vekili (...) bana dönerek, fikrini şu sözlerle sonuçlandırdı: ‘Asya’da Türkiye’nin durumu bazı noktalarda güçlüklerle doludur. Ermenistan’da tekrar geri çekileceğimizden korkmalıyız. Mezopotamya’da savaşların yeniden başlaması mümkündür. İngilizlerin aynı zamanda daha üstün güçlerle Suriye’den saldırıya geçeceklerini sanıyorum. Fakat Asya’da her ne olursa olsun savaş Avrupa’da çözülecektir. Bu amaçla, henüz hazır bulunan tümenlerimiz emrinize hazırdır’...” Alman Genelkurmay Başkanı’nı yargısını şöyle bağlar: “Hiçbir müttefik, öteki müttefike bu derece akla uygun ve bu derece bencillikten arınmış bir biçimde konuşmamıştı ve Enver bunları yalnızca sözde bırakmadı”! Gerçekten de Enver sözlerini uygulamaya geçirmekte de gözü kara bir pervazsızlık sergileyecekti. Kendi savunduğu cepheler birbir düşerken, o en seçkin birliklerini Alman Avusturya askerlerinin yerini alsın diye Avrupa cephelerine yollayacaktı: Nitekim Ludendrof bu durumu; “Galiçya’ya ve Romenlere karşı Türk birliklerinin gönderilmesi, onun gerçek asker duygularına uyuyordu” diyerek övgüyle teslim edecektir. Ne ki bu Almandan çok Almancı tavır, Osmanlı cephesinden sorumlu Liman Von Sanders’i bile rahatsız edecek ve şöyle itirazda bulunacaktı. “Türkler, kendileri yardıma muhtaç iken, dışarıya yardım etmeye kalkışmakla, çok yanlış bir yol tuttular. Bu tarihten itibaren Türk birlikleri, kendi memleketlerinde düşmanı önleyecek kuvvetler olmaktan çok, kağıt üzerinde görülen kuvvetler haline geldiler. Almanya bu sonuçların doğmasına –dolaylı biçimde de olsa meydan vermemeliydi. Zira bu durum, yalnız Türklerin değil, Almanların da çıkarlarına aykırıydı.” (D. Avcıoğlu) İşte bize ‘atamız’ diye belletilmeye çalışılarak, sorumsuzluk ve günahlarının sorumluluğunu üstlenmemiz istenen İttihatçı egemenlerin niteliği bu. İnönü’nün Anılarında Alman Generaller Ordunun islahı için başlayan ilişkilerden giderek ordunun bütünüyle Alman generallerinin denetimine girmesi sonucuna varılacaktı. Açık bir işbirlikçi tutumla Alman çıkarlarına entegre edilecektir. Bu gerçeğin üstünü örtmeye çalışan milliyetçi söylemin arka planında Alman işbirlikçiliği kurumlaşacak, Genelkurmay başkanlığına Von Seeckt, I. Ordu Kumandanlığına önce Liman Von Sanders, sonra Goltz Paşa, Filistin Cephesi kumandanlığına Von Falkenhaym, Sina Cephesine Von Kresstein gibi Almanlar atanacaktır. İnönü’nün anıları bu açıdan çarpıcı örnekler sunar: “Avrupa’da batı cephesinde, her zafer günü, harbe girmekte Türkiye için son fırsatların kaybolmakta olduğu havası telkin edilmek istenirdi –diye yazar İnönü. Bir defa Von Feldman ile harbe girmek meselesini konuştuğumu hatırlarım. Bana, niçin harbe girmediğimizi soruyordu. Sebep olmadığını söylüyordum. Orduyu nasıl besleyeceğimizi hatırlatıyordu. Gerçekten seferber ettiğimiz büyük ordunun beslenmesi henüz harbe girmediğimiz halde, bizim için büyük bir mesele idi. Fakat ben de Von Feldman’a soruyordum: Harbe girersek ordu nasıl beslenecektir?” Devam ediyor İnönü: “Enver Paşa, Alman ordularının kudret ve kıymetine sarsılmaz bir hayranlık besliyordu. Bu orduların hesap ve takat dışı bir sefere girmiş olduklarını farketmiyordu. I. Cihan Harbine bu şartlar altında girme kararı, Osmanlı imparatorluğunun talihsiz akibetine sebep olmuştur”. Devamla garip ve onur kırıcı realiteye işaret eder: “Almanlar Arabistan’da Türk ordularının başında kumandan mevkiinde bulunuyor ve Alman imparatoru adına Araplara ayrı bir teveccüh ve ilgi beslediklerini her vesile ile belli ediyorlardı.” Almanların Osmanlıya yönelik olarak emperyalist karakterlerince belirlenen politikalarına dair gözlemi de şudur: “Harbe girdiğimiz günlerden birinde, büyük karargahta, benim gibi başka erkanıı harb zabitlerinin de bulunduğu bir sırada (Başkumandanlık Erkânı Harbiye Reisi) Bronsart Paşa’ya sordum: Harp yapılıyor, ne olacak; kazandınız ne olacaksınız? Bu kadar büyük fedakarlığın karşılığı nedir? Belçika, Belçika! diye cevap verdi Tekrar sordum: Belçika bu kadar fedakarlığı karşılayacak bir değer midir? Belçika’nın nesi var? Eti ne budu ne? Bronsat Paşa, evet ufaktır, ufaktır ama çok değerlidir dedi. Ben kendisini sıkıştırmaya devam ettim. Israrla kendisine soruyordum: Harpten sonra ne olacak? Nihayet baklayı ağzından çıkardı: Türkiye! dedi. Bunu, Türkiye’yi kazanacağız manasına söylediğini anladım. Fena halde çarpılmıştım ama kendimi tuttum. Evet, dedim, ne şekilde? Nasıl olacak? Beraber çalışacağız, cevabını verdi. Harpten sonra beraber çalışacağımızı düşünmüyoruz dedim. Bronsat Paşa niyetlerini daha çok açığa vuran bir cevap verdi ve dedi ki: Anlıyorum, düşünüyorsunuz ama kaç kişisiniz? Bu fikri devam ettirecek kaç kişisiniz? Varız kafi derecede dedim”. Müttefikin Amacı Sömürgeleştirmek Giderek derinleşen bir bataklığa girilmişti. Dönem savaşın başındaki seçenekleri tüketmişti. Ancak yine de yapılabilecek, yapılması zorunlu olan şeyler vardı. Bu koşullarda Mustafa Kemal 20 Eylül 1917 tarihli raporuyla, İttihatçı iktidara yönelik belki de son uyarıyı yapar: “İçinde bulunduğumuz bataklıktan Almanlarla beraber bulunarak kurtulmak zaruri ise de Almanların bu zorunluluktan ve savaş yardımından yararlanarak bizi sömürge durumuna sokmak ve memleketimizin bütün kaynaklarını kendi ellerine almak siyasetine karşıyım ve ricali devletin bu hususta hiç olmazsa Bulgarlar kadar bağımsız ve kıskanç olmalarını lüzumlu görürüm. Bağımsızlık ve özgürlük konularında kıskanç olduğumuz Almanlarca gereği gibi anlaşıldığı gün bunların bizi Bulgarlardan daha saygın göreceklerine sizi temin ederim. İyi idare edeceğim diye devamlı özveride fedakarlıkta bulunmak, herhangi bir müttefike ve özellikle Almanlara merhamet ve insaf telkin etmeyip belki verdiklerimizin yüz katı fazlasına onları tutkulandırır ve cesaretlendirir”. Raporun devamında Mustafa Kemal, gözlem ve endişelerini aktarır: “Bugün Falkenhayn her vesilede herkese karşı, Alman olduğunu ve elbette Alman çıkarlarını en ziyade düşüneceğini söyleyecek kadar küstahtır. Halep’te, Fırat’ta ve Suriye’de Alman siyaseti ve Alman çıkarının ne demek olduğunu ve özellikle bu sözü sarfeden, bir Alman konsolosu olmayıp yüzbinlerce Türk kanı için karar vermek mevkiinde olan bir kumandan olursa işin tamamen vataniyemizin çıkarlarına uygunsuz cereyan edeceğini anlamamak mümkün değildir... Irak harekatının uygulanamaz olduğunu, kendisi daha ilk günden beri anlamıştır. Irak Harekatını memlekete yerleşmesi için fırsat olarak gördü. Hakikatte ideali bütün Arabistan’ı Alman idaresine almaktı. Nitekim planın ikinci safhasına başlanmıştır... Memleket, tümüyle bizim elimizden çıkarak bir ahne tozu Günün Deliliği Studio 4 İstanbul, Fransız yazar Blanchot’nun metninden yola çıkarak Günün Deliliği’ni sahneye taşıyor. Oyun, bir taraftan teatral yazın sınırlarının nasıl genişletilebileceğini sorgularken Studio 4 Istanbul’un alışıldık çizgisi dahilinde oyunculuk ve performans biçimlerinin yeni kullanım yollarını araştırıyor. Günün Deliliği, teatral ufuklarda salınmanın denemesi! Maurice Blanchot’nun eserinden Ünal Doğan’ın rol aldığı oyun, 17 Kasım, 8 ve 29 Aralık tarihlerinde Fransız Kültür Merkezi’nde seyirciyle buluşuyor. Yıldızlar Altında Cinayet 2000’li yılların başında Bakü’de bir öğretmenle, ona aşkını 19 yıl sonra itiraf eden öğrencisinin dramatik ilişkisini anlatan oyun, değişen insani değerlere dikkat çekiyor. Sosyalizm sonrası çok yönlü dönüşümün yaşandığı Azerbaycan’a ‘değişen dünya, değişen insan’ gözüyle bakan oyun, yaşanan ikilemlerin trajik sonuçlarını eleştirel ve sorgulayıcı bir gözle ele alıyor. Melahat Abbasova’nın yönettiği ve Elçin Altındağ, Emrah Özertem, Ezgi Sümer Yolcu, Nevzat Çankara, Radife Baltaoğlu’nun rol aldıkları oyun 15 26 Kasım tarihleri arasında Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’nde tiyatroseverlerle buluşuyor. Hırçın Kız İzmir’de Haftanın Her Günü Tiyatro Bünyesinde yer alan kültür merkezi ile diğer alışveriş merkezlerinden ayrılan Profilo Alışveriş Merkezi’nde bu sezon haftanın her günü 9 ayrı tiyatro grubu perde açıyor. Komediden dramaya, polisiyeden çocuk tiyatrosuna kadar 9 ayrı seçkin tiyatro grubunun ve usta tiyatro oyuncularının sergilediği oyunlarla, ziyaretçiler kültür ve sanatla buluşuyor.Yeni tiyatro sezonunda Tiyatro İstanbul, Tiyatro Kedi, Tiyatro Komedi, Sadri Alışık Tiyatrosu, Nokta Tiyatrosu, Pınar Çocuk Tiyatrosu, Tiyatro Birileri, Tiyatro Işık, Sahne Çocuk Tiyatrosu gibi tiyatro gruplarının sergilediği birbirinden güzel tiyatro oyunları Pazartesi de dahil haftanın her günü Profilo Kültür Merkezi’nde izleyicilerin beğenisine sunuluyor. Bünyesinde yer alan kültür merkezi ile diğer alışveriş merkezlerinden ayrılan Profilo Alışveriş Merkezi’nde bu sezon haftanın her günü 9 ayrı tiyatro grubu perde açıyor. Komediden dramaya, polisiyeden çocuk tiyatrosuna kadar 9 ayrı seçkin tiyatro grubunun ve usta tiyatro oyuncularının sergilediği oyunlarla, ziyaretçiler kültür ve sanatla buluşuyor.Yeni tiyatro sezonunda Tiyatro İstanbul, Tiyatro Kedi, Tiyatro Komedi, Sadri Alışık Tiyatrosu, Nokta Tiyatrosu, Pınar Çocuk Tiyatrosu, Tiyatro Birileri, Tiyatro Işık, Sahne Çocuk Tiyatrosu gibi tiyatro gruplarının sergilediği birbirinden güzel tiyatro oyunları Pazartesi de dahil haftanın her günü Profilo Kültür Merkezi’nde izleyicilerin beğenisine sunuluyor. Süleyman ve Öbürsüler ‘Süleyman ve Öbürsüler’ günümüz dünyasının yarattığı kayıtsız, duyarsız birey tipini alaycı bir dille eleştiriyor. Her gün yeni bir yangının yaşandığı bir kentte Süleyman’ın evine kadar giren hatta evine yerleşen, evini yakacakları baştan beri belli olan iki kundakçıya karşı Süleyman’ın korkak uzlaşmacı, hatta ahmakça tutumunun mizahın sorgulayıcı bakış açısıyla anlatmaktadır. Vurdumduymazlığın nelere yol açabileceğini seyirciye aktarmak amaçlanmaktadır. Oyun, günümüz Türkiyesi’nde geçmektedir. Semaver Kumpanya’nın sahneye koyduğu Ayşenil Şamlıoğlu’nun yönettiği oyun, yarın, 19, 25 ve 26 Kasım tarihlerinde Çevre Tiyatrosu’nda sahneleniyor. S
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle