22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

17 CUMHURİYETİN BİLİME VERDİĞİ ÖNEMİN ANITI: HIFZISSIHHA ENSTİTÜSÜ Devrimin kurumu ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR Ülkemizi ve tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs tehdidiyle insanlar, bir kez daha “gerçek yol göstericinin ilim ve fen” olduğunu görmeye başladı. Bugün sağlık alanında yetersiz ve çaresiz kalınan durumlar, Atatürk Türkiyesinin başardıklarının ne kadar büyük olduğunu da gözler önüne seriyor. Koronavirüs salgını sebebiyle “yoğun bakım”, “serum” ve “aşı”, toplumun gündem maddesi oldu. İşte bu noktada bir kurumun altını çizmek, hikâyesini anlatmak gerekiyor. Atatürk ve onun etrafında şekillenen Kemalist kadro için esas düşman her zaman cehaletti. Cehaletin panzehiri de eğitimdi, bilimdi, aydınlanmaydı. Karşıdaki farklı düşman ve sorunlar, aynı cehaletin ayrı uzantılarıydı. Eğer bunu net bir şekilde anlarsak, o zaman bir devletin daha Genelkurmay ve Başbakanlık binasını bile yapmadan Umumi Hıfzıssıhha Kurumu’nun inşaatına başlatmasının altındaki felsefeyi özümsemiş oluruz. Kurtuluş Savaşı’na katılan askerlerin yüzde 40’ı sıtmalı, 3 milyonu(nüfusun yaklaşık dörtte biri) trahomlu, bildirilmesi zorunlu hastalıklardan dolayı gerçekleşen ölümlerin beş katı kadar veremlisi bulunan, ayrıca frenginin de kendi içinde çok yaygın olan bir toplum, 1940’lı yıllarda bu dört hastalığı da denetim altına almış ve insan hayatı açısından tehlikeli olmaktan çıkarmıştı. Bu başarının temelinde, kurucu kadroların halk sağlığına verdiği önem ve bu konudaki sistematik çalışma vardı. İşte bu sistematiğin beyni, Umumi Hıfzıssıhha Kurumuydu (Genel Sağlık Koruma Kurumu). Bu kurum, 17 Mayıs 1928’de bir yasa ile kuruldu. Kurucusu Atatürk’ün yakın arkadaşı Dr. Refik Saydam’dı. Bu kurumun temel hedefleri ise başlıca şunlardı: n Başta bulaşıcı hastalıklarla ilgili aşı ve serum olmak üzere, bütün biyolojik ve kimyasal maddeleri üretmek, halk sağlığını ilgilendiren her türlü mikrobiyolojik, serolojik, parazitolojik, hematolojik, toksikolojik, fiziksel ve kimyasal muayene, analiz ve incelemeleri yapmak, n Halk sağlığını tehdit eden hastalıkların tedavisi için uğraşmak, n Devlete yardımcı olacak hükümet tabibi, sağlık müdürleri ve diğer sağlık personelini yetiştirmek. Var olan personelin de gelişimini sağlamak. Koruyucu hekimliğe büyük önem veren Dr. Refik Saydam, hastaların tedavi edilmesinin de iktidarın temel görevi olması gerektiğine inanıyordu. 17 Mayıs 1928’de kurulan Umumi Hıfzıssıhha Kurumu’nun görev yetki ve sorumlukları yeniden belirlenmesinde öncü oldu. Bilime verilen önem, büyük başarıları da beraberinde getirdi. Kurumun öncülüğünde sadece 1937 yılına kadar yapılanlar şunlardır: 1931 yılında, ağız yoluyla uygulanan Refik Saydam İsmet İnönü REFİK SAYDAM KİMDİR? 8Eylül 1881’de doğdu. 1896’da İstanbul Kuleli Askeri İdadisi’ne girdi. 1905 yılında Askeri Tıbbiye’den Tabip Yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu. 1910’da eğitim için Almanya’ya gitti. Balkan Savaşı için dönüp cephede Kolera hastalığını önleyici çalışmalar yaptı. I. Dünya Savaşı boyunca ordu ihtiyacının karşılanmasını sağladı. Tifüse karşı hazırladığı aşı tıp literatürüne geçti ve I. Dünya Savaşı’nda Alman ordusunda ve Kurtuluş Savaşı’nda kullanıldı. 1919’da 9. Ordu Sağlık Müfettiş Muavinliği görevi ile Mustafa Kemal Paşa’nın yanında Samsun’a çıktı. 1920’de TBMM’ye Doğubayazıt mebusu olarak seçildi. Cumhuriyetin ilanından sonra 30 Ekim 1923 tarihinde Sağlık Bakanı olarak görevlendirildi. Kesintilerle 14 yıl süren Sağlık Bakanlığı döneminde sağlık hizmetlerinin temellerini attı. 1924’te Ankara’da ve birçok ilde memleket hastaneleri, doğum ve çocuk bakım evleri açtı. 1928’de Hıfzısıhha Enstitüsü ve Mektebi’ni, İstanbul ve Ankara’da verem savaş dispanserlerini kurdu. 15 yıl Kızılay Başkanlığı yaptı. Dr. Refik Saydam, 19391942 yılları arasında 3 yıl Başbakanlık yaptı ve 1942’de hayatını kaybetti. Cumhuriyet 16 Aralık 1938 tarihli sayısında Çin’e kolera aşısı gön derildiğini duyurmuştu. BCG aşısı üretimine başlandı. 1932 yılında serum üretiminin ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye gelmesi sonucu, serum ithalatı durduruldu. 1933 yılında Semple metodu ile kuduz aşısı üretimi ele alındı. 1934 yılında çiçek aşısı üretimi, ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye geldi. 1935 yılında farmakoloji şubesi kurularak, yerli ve yabancı ilaçların diğer hayati maddelerin denetimine geçildi. 1936’da hıfzıssıhha okulu açıldı. 1937’de kuduz serumu üretildi. Toplamda 17 farklı tip aşı üretilip, 35 farklı formül yapıldı. Kurum tarafından üretilen serumlar ve aşılar, dünyanın dört bir yanına gönderildi. Türkiye bir anda bilime dayanarak tüm dünyada saygın bir yere kavuşuyordu. İşte bu gibi kendine has ve dünyayı şaşkına çeviren atılımlarıyla, Cumhuriyet Bayramı’nın 10. yıldönümü kapsamında açılan bir afişte dediği gibi: “Türk inkılabı (devrimi) eşsizdir.” KÜRESELLEŞMECİLERİN YAPTIKLARI Özellikle 1990’larda Sovyetler’in yıkılışından sonra yükselen “Küreselleşme” ideolojisi ve onun yarattığı neoliberal anlayış, Türkiye’de siyasete egemen oldu. Atatürk’ün kurduğu kurumlar tek tek yıkılırken, bütün dünyada etkisini kabul ettirmiş olan “Dr. Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü” de 2011 yılında kapatıldı. Atatürk Türkiyesi’nin akılcılığı her geçen gün kendisini kabul ettiriyor. Çözümün de çarenin de adresi bellidir: “Hayatta gerçek yol gösterici akıldır, bilimdir.” (Rafet Aydoğan’ın 19281945 yılları arası Halk Sağlığı Hizmetleri adlı akademik çalışmasından yararlanılmıştır.)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle