Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
mevcut dengeyi bozacaktı. Akdeniz’den Arap denizine kadar olan bölgede yaşayan halk zaten derin duygularla Osmanlı’ya bağlıydı. Edirne’nin kuzeyindeki ve batısındaki bölgeler Osmanlı sınırları içine alındığı takdirde Trakya’da barış korunabilir, İstanbul da güvencede olabilirdi. Yakındaki adalar Osmanlı egemenliğinde kalmalıydı. Arap bölgeleri de Osmanlı egemenliğinde özerk davranabilirlerdi. Damat Ferit’in tavrı Konferans’ta olduğu gibi yabancı kamuoyunda da tepkilerle karşılandı. Dönemin gazetelerinde çıkan haberlerde heyetin sorunları çözmekten çok karmaşıklaştırdığı ifade ediliyordu; Damat Ferit kadim Osmanlı politikalarına uygun hareket etmiş, yeni bir bakış geliş tirememişti. Oysa bir barıştan söz edilecekse ve Konferans’tan olumlu sonuçlar alınarak dönülmek isteniyorsa Türkler ile devlete bağlı kalmak isteyen Kürtlerin birlikte yaşadığı bölgelerde müttefiklerin hukuk ve ilkelerinden yararlanmayı talep etmek en doğrusuydu. Büyük güçlerin karşısına çıkıp da onların görüş ve isteklerine aykırı taleplerde bulunmak, üstelik bunları kabul etmelerini beklemek ancak hayal olabilirdi. Gazetelerin dediği çıkıyor, İtilaf Devletleri’nin yanıtında da bütün bu talep ve öneriler reddediliyordu. Galip devletlere göre savaşa girme konusundaki gerekçeler kayda değer değildi; böylesine önemli kararlar toplumlar adına hükümetlerce verilirdi, dolayısıyla sorumluluk tüm hükümete aitti. Toprak bütünlüğü konusunda savaş zamanından da geriye gidilmesi kabul edilemezdi, zira Osmanlı yönetimi etnik grupları idare etme yeteneğine sahip değildi; bugüne kadar Osmanlı egemenliğinde kalmış uluslar bir ilerleme kaydedememişti. Akla uygun olan, küçük ve ulusal bir devlet olarak hayata devam etmekti ve bu konuda İtilaf Devletleri de ellerinden gelen desteği verirdi. Paris’te bir süre daha kalıp görüşmelere devam eden Damat Ferit Paşa ve beraberindeki heyet için artık yapacak bir şey kalmamıştı; “meclisi âlii müttefikin kararıyla ve emriyle” konferanstan ayrılarak İstanbul’a dönüldü. Solda Paris Barış Konferansı’na davet edilen Osmanlı Heyeti. Soldan sağa: Rıza Tevfik Bey, Damat Ferit Paşa, Tevfik Bey, Reşit Halis Bey. Üstte Paris Barış Konferansı’nda İngiltere’yi temsil eden Başbakan Lloyd George. Sağda Paris Barış Konferansı’nda hemen hiçbir isteği kabul edilmeyen Osmanlı heyeti görüşmelerden ayrılırken. 31