22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

29 EKİM 2005 CUMARTESİ 82. YIL ÖZEL EKİ Türkler, Birinci Dünya Savaşı’ndan, kendilerine dayatılmış anlaşmayı yırtarak çıkan tek halk oldu C 9 ‘Kuruluş’un özünde devrimler yatıyor Birinci Dünya Savaşı’nda yenilenler, Avusturyalılarla Macarlar, Bulgarlar, en sonda da Almanlar ateşkes isterken aralarında Osmanlı Devleti de vardır. İtilaf Devletleri’nin onunla yaptığı ateşkes de 30 Ekim’de, Limni Adası’nın küçük bir limanında, Mondros’ta, İngilizlere ait Agamemnon adlı bir zırhlıda imzalanır: ‘‘Mondros Mütarekesi’’dir bu. 25 maddeden oluşan mütareke, aslında bir ateşkesin niteliğini çok aşan ağır koşullar içermektedir. Belgeyi Osmanlı Devleti adına imzalayan Rauf Bey, onunla, devletin bağımsızlığı ve saltanat hukukunun bütünüyle kurtarıldığını söylese de durum hiç de öyle değildir. Üstelik ateşkesi sert biçimde uygulamaya kararlı İtilaf Devletleri, aralarında daha önce paylaşma antlaşmaları yapmışlardır ve onlara dayanıp ülkenin işgaline, ordunun terhisine ve silahların alınmasına girişirler. En başta işgal edilen de İstanbul’dur... Ertesi yılın mayısının ortalarında İstanbul’dan Samsun’a doğru kalkan bir gemide Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal vardır ve Anadolu’ya görevli olarak gitmektedir. Duvarın öbür tarafı Çeşitli tezler vardır ortada. İtilaf bloku tezleri, sonunda gelip Sevr Antlaşması’nda (10 Ağustos 1920) somutlaşır. Onunla yapılmak istenen de tam bir ‘‘budama operasyonu’’dur; Anadolu’nun Güneydoğusu Fransa’ya, Trakya hukuken, İzmir ve çevresi fiilen Yunanistan’a bırakılmakta, bağımsız bir Ermenistan ve özerk bir Kürdistan oluşturulmaktadır. Marmara ve Boğazlar’ın yönetimi uluslararası bir komisyona verilmiştir. Bunların ortasında neredeyse ‘‘Vatikanlaştırılmış’’ bir İstanbul yer alır. Paylaştırılan alanların dışı için çizilen model de bir ‘‘köylü toplumu’’ ve ‘‘kapalı ekonomi’’dir. Osmanlı Devleti’ni elinde tutanların tezlerinde bir ‘‘Anavatan’’ ya da ‘‘ulusal toprak’’ anlayışı yoktur. Var olan ve hatta var olmaya devam eden, günü geçmiş bir ‘‘feodaldinsel imparatorluk’’ toprakları anlayışıdır. ‘‘Kutsal topraklar’’, anavatan değil, Arap illeridir. Egemenlik ise, İngiliz himayesinde bir yarı bağımlı imparatorluktur. Mondros’tan hemen sonra Anadolu ve egemenliği! Anayasa, bunu şöyle açar: ‘‘İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına’’ dayanır (Madde 1). Bütün bunlar neyi göstermektedir? Şunu: Gerçek bir demokratik süreç başlamıştır. Demokrasinin ana kurumu da TBMM’dir. Bu demokrasi ‘‘ulusal’’ bir demokrasi, ideolojisi de ‘‘ulusal egemenlik’’tir. Bir büyük yenilik de şudur: TBMM, geleneksel Osmanlı egemen sınıflarının siyasetten uzaklaşmasına, ‘‘ulusal burjuva’’ unsurların yükselişine sahne olmaktadır. Ayrıca TBMM, bir savaşı demokrasiyle yönetmek, bunalımı demokrasiyle aşmak gibi son derece netameli bir görev yüklenmiştir. Ulusal kurtuluş savaşları tarihinde belki bir eşi daha gösterilemeyecek bir örnektir bu. Öte yandan, savaş bir demokrasi üretmişse bir nedeni de şudur: Bu savaş, ötekilerden farklı olarak ‘‘haklı’’ ve ‘‘halklı’’ydı. Kurtuluş olayı Kurtuluş Savaşı’nda kasabanın düşmandan geri alınması. (Çizen: Hayri ÇİZEL) Cumhuriyet devrimleri Türkler, Birinci Dünya Savaşı’ndan, kendilerine dayatılmış antlaşmayı yırtarak çıkan belki tek halk oldu. Örneğin Almanlar, Versailles Antlaşması için bunu yapamadılar; orada faşizmin gelişinin nedenlerinden biri de budur. Ülke tarihinde bir savaş ilk kez devrimci sonuçlar yaratır: ‘‘Kurtuluş’’u ‘‘Kuruluş’’ izleyecektir. Kuruluş, özünde ‘‘devrimler’’dir. Bu oluşumun üç önemli kademesi vardır: Saltanatın kaldırılması, Cumhuriyet’in ilanı ve Trakya’da, işgallere karşı yerel ama kendiliğinden örgütlenmeler ortaya çıkar. Onların tezleri çeşitli ve karmaşık bir nitelik taşısa ve emperyalizm olgusunu kavramamış da olsalar, baş eğmeyi değil direnmeyi ve silahlı mücadeleyi öngörürler. Osmanlı tezlerinden farklı olarak, nüfus ve ülke anlayışları ulusal niteliktedir ve adı konmamış bir millet egemenliğine inanırlar. Onların arkasından, Mustafa Kemal ve arkadaşları, ‘‘ulusal/Kemalist tez’’i geliştireceklerdir. Burada asıl rol de Mustafa Kemal Paşa’dadır. Paşa, bir arayıştan sonra varacağı noktaya varır: Hilafete son vermek. Saltanatın kaldırılmasıyla köklü dönüşümlerin önü açılmış olur. Cumhuriyet, devletin ve Türk Devrimi’nin bizzat kendisi olarak doğar. Hilafetin kaldırılmasıyla da devletin tepesinde ‘‘ikibaşlılık’’ olasılığı önlenirken dinsel bir kurmu tasfiye edilerek devletin laikleştirilmesi yolunda bir adım daha atılmış olur. Bunları, laik ve demokratik bir zeminde olmak üzere, bir hukuk reformu izleyecektir. Bu süreç, elbette ‘‘Tanrı vergisi’’ değildir. Tarihin yarattığı imkânları, insan iradesi ve deha alır, içine büyük bir geleceğin mayasını da katarak yoğurur. O maya tutmuştur. Ve Cumhuriyet’in de 82. yılındayız... yerellikten bölgeselliğe, bölgesellikten ulusallığa doğru bir yükseliş gösterir. Bu yükselişte, en çok hatırda kalanlar da Erzurum ve Sıvas kongreleridir. Doruğa, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşuyla varılır (23 Nisan 1920). TBMM de, 1921 Anayasası ile yeni bir devlet, ‘‘Türkiye Devleti’’ni ilan eder. Bütün yetkililer, ‘‘kuvvetler birliği’’ ilkesine göre, Meclis’te toplanmıştır: Meclis, yürütme yetkisini kendi adına kullanmak üzere ‘‘İcra Vekilleri Heyeti’’ni seçer; onun başını da yine Meclis belirler ve heyet, her bakımdan Meclis’e karşı sorumludur. Kayıtsız , şartsız millet Önce mevcutkoşullarda ne yapılabileceğini dener, bunun çıkışsız olduğunu ve yerleşik meşruluk yollarının tükendiğini gördükten sonra da ‘‘duvarın öbür tarafına geçme’’ kararını verir. Kurtuluşu örgütlemek Ne vardır ‘‘duvarın öbür tarafı’’nda? Tam bağımsızlık, ulusal bağımsızlık ve ulusaldemokratik egemenlik! Halkın gücü ve iradesi, kurtuluşun biricik kaynağıdır; çünkü dayanılabilecek başka bir güç yoktur. Her şey bu doğrultuda yürür, yürütülür. Kurtuluşçu örgütlenme şeması, Ancak, eklemeliyiz de: TBMM döneminin eksiksiz ve liberal bir demokrasi olduğu da sanılmasın. Millici güçlerin demokratik katılımına dayanan rejim, kurtuluş mücadelesinin karşısında olanlara da amansızdır. Bunun iki çarpıcı kanıtı, Hıyaneti Vataniye Kanunu ile İstiklal Mahkemeleri’dir. Her ikisi de tipik birer ihtilal tasarrufu ve kurumu idiler. Kurtuluş olayı işte bu koşullarda ve bir dizi askeri zaferle gerçekleşti: Sakarya, İnönü savaşları, Başkomutanlık Meydan Muharebesi derken, ordu 9 Eylül 1922’de İzmir’dedir. Lozan Antlaşması (24 Temmuz 1923), işte bu zaferin ürünlerini devşirir. ‘‘Milli Misak’’ sınırları içinde, bağımsız bir Türkiye vardır ortada. Sèvres parçalamıştı Anadolu’yu, Lozan yeniden bütünleştirir. Onun hemen arkasından hukuku ve sosyal yaşamı laikleştirme işlemleri ortaya konur. Eklemiş de olalım: Türk Kurtuluş Savaşı’nı Türk Yunan savaşına indirgeme, olayın çapını görememektir. Gelişmeler, hemen her adımda, asıl hasmın, İngiltere’den başlayarak emperyalizm olduğunu gösteriyor. Rusya’daki yeni rejim Sovyetler Birliği ise sonuna kadar Türkiye’nin kurtuluş mücadelesinin yanında yer alır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle