Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SIY \SET 84 11 Cumhuriyet'in yıktığı eski devletin yaslandığı lslami meşruiyet temeline simgesel bir darbe vurulması amacında olduğu gibi kadınlara siyasi hakların tanınmasıyla da, o yıllarda Avrupa'da sayıları artan başka tek partili rejimler, faşist ve nasyonal sosyalist rejimlerle Türkiye'deki "tek partili" rejimin nitelikçe farklı olduğu ortaya konultnak isteniyordu. Avrupa faşizmleri, kurulur kurulmaz, başka demokraıik hakların (siyasi örgütlenme, sendikal haklar, insan hakları vb.) yanı sıra kadınların u/.un mücadelelerle ka/andıkları haklarını da geri almışlardı (7). Türkiye'de tek partili bir rejim vardı, demokrasi yoktu, ama kadınlara siyasi haklar tanınıyordu. Oyleyse, Türkiye'deki rejim, diğerlerinden farklı olarak, içinde "demokratikleşme" tohumlarını taşımaktaydı. Sonuç olarak bu tahlilin doğru olduğunu da biliyoruz. 1 Böylece, az gelişmi } Türkiye'de kadınlara seçme ve seçilme hakları, Fransa gibi gelişmiş, "demokratik" toplumlardan önce tanınmakla kalmadı, "tek partili rejimin" kendine özgü koşulları altında meclise 18 de kadın temsilci girdi. Bu, o dönemde, Finlandiya dışında, tum dünyadaki en yüksek kadın temsilci sayısı idi. Çok partili döneme geçışle birlikte demokratikleşmenin başka ölçütleri önem kazandı ve kadınlar, temsilcilikleri kanalından yerine getirdikleri "demokrasiyi simgeleme" işlevini yitirdiler. Bu dönemde kadınların siyasete katılma düzeylerini artık, toplumun gerçek demokratikleşme düzeyi, gerçek toplumsal ilişkiler, toplumsal yapılar ve kadınların toplum içindeki gerçek konumları belirlemekteydi. Cumhuriyet'in ilk on yılında kadınlar açısından gerçekleştirilen yasal ilerlemeler, onların toplumla ilişkilerini, bu arada toplumsal konumlarını belirleyen en temel kurum olan aile içi ilişkilerini, giderek erkeklere olan bağımlılık ilişkilerini fazla değiştirmediğinden, kadınlar yaşamlarını hâlâ, geleneksel olarak bu yaşamı düzenlenıiş olan aile kurumu çevresinde kunıyor, ailenin dışındaki toplumsalkamusal yaşamu ve bunun tcpc noktasını oluşturan siyasi iktidara katılma, onu etkilcme gcreğine yabancı kalıyorlardı. Kimse onlardan, siyasi hayata katılmalarını beklemiyordu. nc yöneticiler, ne toplum; ne erkekler, ne de kendileri... Türkiye'de son otuz yılda gerçekleşen önemli gelişmelere karşın, bu durumun, kadınların siyasi haklanm elde edişlerinin 50. Yılında da köklü bir biçimde değiştiği söylenemez. Nasıl söylensin ki! Toplumun yetkili ağızlarının hepsi, hâlâ, koro halinde "kadınm yeri evidir" demekte; kadının çalışma hayatına girmesi, yani evin dışındaki toplumsal ilişkilerle sağlam bir l.öprü kurması kösteklcnmektedir (8). Cysa, siyasetin dört duvar arasında, dcğil yapılması, kavranması hatta izlenmesi bile olanaksızdır. öyle olunca, 50 yıl önce elde edilmiş hakların gerçekten kazamlması, yani kadınların siyasi sorumluluk üstlenmeyi talep cden aktif yurttaşlar olmaları içir>, evin dört duvannın dışına çıkabilmesi şarttır. Ama bunu yasalarla sağlamak mümkün değildir. Bu, kadının, neyi yapıp, ııcyi yapamayacağına, neyi yapmasının istendiğine ilişkin tüm bir "değerler" sisteminin değişmesini, yani bir kültür devrimini zorunlu kılar: Kadını, salt " k a d ı n " olarak değil, "kadıninsan" olarak algılayabilmeyi gerektirir. Bunun için de bcnimsenen ekonomik sistemin, eğitim sisteminin vb. köklü biçimde elden geçirilmesi gerekir. Aksi halde, seçme ve seçilme haklarının 100. yılı geldiğinde hâlâ, kendi kendimize "acaba niye meclislerimizde bir avuç kadın var" sorusunu sormakta oluruz. (7) Şirin Tekeli, Kaşizm ve Kadınlar, Cavit Orhan Tülengil'e Aımagan, l.İI. tktisat Fakıiltesi Vayını (basılmakta). (8) ANAP Hukümetince kubul edilen son ekonomik kalkınma planında, kadınların İŞR U ' ciine katılma oranlanmn sabil (ulıılınıısı, bunun en son kanıllarındun biridir. Siyasi B eşitlik neden sağlanamadı? ŞİRİN TKKELt u yıl Türkiye'de kadınlara siyasal haklarmın tanınmasının 50. yılı kutlanıyor. 5 Aralık 1934 günü tsnıet lnönü ve 191 arkadaşının "Anayusa ve Seçim Kanununun ilgili tnaddelcrinde" değişiklik yapılmasını öngören önergeleri, o gün TBMM'de bulunan 258 milletvekilinin oybirüğiyle kabul edildi. Böylece "22 yaşını bitircn ka Uyasal eşitlik yasası, kadınların, erkek yurttaşların sahip olduğu haklarla siyasi hayata katılmalarını sağlayamazdı, sağlayamadı da. Ama bizde yasalar genellikle yasak koyucu olduğundan, yasak kaldıran bu yasa demokratik, olumlu, yapıcı idi. dın, erkek her Türk'e mebus seçmek" ve "30 yaşını bitiren kadın, erkek her Türk'e mebus seçilmek" hakkı tanınmış oldu. Bu değişiklik, o tarihe kadar, medeni haklarını kazanmalarına karşın "yurttaş" tanımına girmeyen kadınlan siyasal toplumun üyesi yapmaktaydı. Ayrıca, seçme ve seçilme hakları kadmlarla crkeklere eşit koşullarda tanındığından, yasalarla kadm/erkek eşitliğini sağlama sürecinde kesin bir adım atılmış oluyordu. Yapılan değişikliğin iki yönden dc ünemi yadsınamaz. Yasalar, insanların günlük yaşamlarına yön veren toplumsal koşulları yaratmaya yetmez ama, hakların alt ve üst sınırlarını çizerek, kimlerin neyi, nc kadar yapabileceğini büyük ölçüde belirler. "Siyasal eşitlik" yasası da kadınların, erkek yurttaşların sahıp olduğu olanaklarla siyasal hayata katılmalarını sağlayamazdı nitekim sağlayamadı da (I) ama hiç değilse onların önündeki, "kadınlar, siz, cinsiyetinizden ötüril siyasete giremezsiniz" yasağını ortadan kaldırmış, dolayısıyla bu yasağın dayandığı, kadınların erkekler kadar dirayetle düşünebilen, onlar kadar ehliyetle karar alabilen, dolayısıyla sorumluluk yüklenebilecek insanlar olmadığı varsayımına resmen son vermişti. Bizde yasalar genellikle "yasak" koyduğundan (dilde bilc yasayasak benzeşmesi var...) yasak kaldıran bu yasa, demokratik, olumlu, yapıcı idi. Ancak, önlerindeki yasal engelin kalkmasıyla kadınlar siyasal haklarını gerektiği biçimde kullanamadılar ve günümUze değin, hiç değilse "seçilme" hakkından yararlanan kadınların sayısı "bir avuç"u seçmedi (2). Hatta, kendimizi, siyasal iktidarın "ulusal meclis" düzeyiyle sınırladığımızda, kadınların bu hakkı kazandıkları dönemden günümUze, hakkın kullanılışında gerileme de görüldu. Yasa değişikliğini izleyen ilk " s e ç i m l e r d e " , 1935'tc, TBMM'ne 17 kadın milletvekili (ara seçimle giren 1 kişiyle birlikte toplam sayıları V. dönemdc 18'e çıkacaktı) katıldı. Bu, gelmiş geçmiş tüm parlamentolardaki en yüksek sayıydı: Tek partili dönemde sayıları 15'in üzerinde kalmış, 19501960 döneminde en fazla 7'ye ulaşabilmiş, 1960 sonrasında da 10'lar dolayında seyretmiştir. Kadın tenısilcilerin meclislerdeki göreli yerleri, en yüksek sayıda temsilcinin bulunduğu 1935'te % 4.5 iken, 1950'den sonra % l'in altına dUşmüş vc hep o dolaylarda kalmıştır (3). Bu gözlemlerden iki sonuç çıkmaktadır: Kadınlartn Türkiye'nin en üst siyasi temsil organlarındaki varhkları hiçbir zaman, "kadınların seçilme hakları vardır, işte, buyrun kanıtı!" demeye olanak veren bir düzeyin, simgesel bir düzeyin ötesine gidememistir. tkinci olarak da kadınlara "tek parti" döneminde daha geniş bir temsil olanağı sağlanmışken, bu açıdan Türkiye demokratiklcşme sürecinde geriye gitmiştir. Çelişkili bir biçimde. Çünkü, dün(1) Tek partili dönemde erkek seçmenlerin de çok geniş katılma olanaklanna sahip olmadıklan açıklır. (2) 19351'»77 dönemlerinde parlamenloya, bir bölümti birden çok kez görev alan loplaın 69 kadın girmişli yalnızca. (3) Bk/. Şirin Tekeli, Kadınlar vc SiyasalToplumsal Hayat, Birikim. Istanbul, 1982, ss. 287 ve d. ya genelinde bunun tam tersi bir gelişme vardır. Kadınların siyasi haklarını kazanmaları ve bilfiil kullanmaları ile demokratikleşme çok yakından ilişkilidir. Hatta arada karşılıklı bir etkileşim görülür: Kadınlar, demokratikleşme ölçusünde siyasal haklarını kullanırlar; demokratikleşme sürecı de kadınların siyasi haklarını kullanmaları ölçusünde derinleşir. Türkiye'de neden ve nasıl bu genel eğilimin tersine bir gelişme olduğunu anlayabilmek için "tek partili" dönemde kadınlara siyasi hakların tanınma sürecine daha yakından bakılmasında yarar vardır. Kanımca, kadınlara siyasi hayata katılma hakkının tanınmasında, ta başlangıçta "simgesel" kaygılar önemli bir yer tutmuş, dönemin yöneticileri kadın haklarını, günün siyasi rejimiyle ilgili olarak ustaca kullanmışlardır. Bu da, sonradan değil, ama o dönemde toplumun gerçek ko>ullarmı yansıtmayan yapay bir tablonun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bilindiği gibi, kadınların siyasi haklarının 1930'lann başlarında, tepede alınan ani bir kararla tanınması (4), genellikle birçok açıdan toplumun ilerisinde bir önder olan Atatürk'ün kadın haklarına beslediği saygısının üı ünü ve 1924'ten beri yapılan, kadın hak 'undan 50 yıl önce elde edilmiş hakların gerçek ten kazamlması, kadınların siyasi sorumluluk üstlenmeyi talep eden aktif yurttaşlar olması için, tüm bir değerler sisteminin değişmesi, kültürde köklü bir dönüşüm zorunludur. larını büyük ölçüde genişleten bir dizi reformun (Hilafetin kaldınlması, eğitinı reformu, Medeni Kanun değişikliği, peçeçarşaf yasağını koyan kıyafet reformu vb.) son halkası olarak yorumlanır. Atatürk'ün ve çevresindeki devrimci azınlığın, kadın konusunda İslamcı aydınlardan olsun, geniş halk yığınlarından olsun daha ileri bir görüş sahibi olduğu konusunda hiç kuşku yoktur. Ama hiçbir siyasi karar, bunlar tek bir yönetici tarafından alındığında bile, o yöneticinin "öznel" değerleriyle açıklanamaz. Çünkü, yönetici, toplumdaki güçleri, dengeleri, talepleri değerlendirmek durumundadır, en azından. Oysa, o yılların Türkiyesinde ne siyasi hakları için sokaklara dökülmüş kadınlar vardır, ne de hatta bu yönde basına yansımış talepler... (5). Böyle bir baskı hissetmeyen yöneticinin, bu doğrultuda bir karar alması niye zorunluydu? Bence, burada, 193O'lu yılların Avrupa siyasi konjonktürü içinde, Türkiye'deki "tek partili rejim'Me ilgili olarak, özellikle Batılıların gözünde belirli bir imge uyandırmak isteği belirli bir rol oynamıştır (6). Tıpkı, peçe ve çarşaf giyme yasağını getiren kıyafet reformundan, tslamın etkisine en fazla tabi toplumsal kesimi oluşturan kadınların, tslamın öngördüğü kıyafet tcn çıkarılmasıyla elde edileceği umulan, (4) Ulusal seçimlere kaUlmayı miımkün kılan anayasa degişikliginden önce, 1931'de kadınlara belediye seçlmleri düzeyinde "secme ve seçilme" hakkı lanınmrçlı. (5) Ratılı ülkelerin bir çogunda, kadınlar siyasal haklanm, I. Dünya Savaşı öncesinde "Miffranel'lerin verdigi yo^un mücadeleler sonunda kazanmışlardır. (6) Burada savunulan lc/in ayrıntılan için bkz. Tekeli, age.ss 210216. B, m adınların, Türkiye'nin en üst siyasi organındaki (parlamento) varhkları hiçbir zaman, ^Kadınların seçilme hakları vardır, işte, buyrun kanıtı" demeye olanak veren simgesel bir düzeyin ötesine gidememistir. K.