Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
!7 AĞUSTOS 2000. SAYI 753 le nasıl açılacağı konusunda kısaca )ilgi verdiler. Bunu pilot ile yardımnsının omuz vererek benı o delikten çeriye sokmalan ve kapağı kapanalan izledi. Daha önce yurt içinde jazetecilik göreviyle uçaklarla yapığım gezilerde paraşütün nasıl açıacağı konusunda nazari ve oldukça sade bilgiler verilmişti. Ne var ki, bu iurum benim yine de büyük bir heyecan duymamı önleyemedi. Oturduğum yer bir tabure biçinindeydi, önünde iki yanında tutamaçları olan kocaman bir dürbün vardı. Havada iken ikı tutamacından tutulan dürbün tabure ile birlikte sağa sola döndürülebiliyor, böylece iizerlerinde uçtuğunuz dağlan, düzlükleri, denizleri, kentlerı size yaklaştırarak izleyebiliyordunuz. Pilot kapağı kapamadan önce bana, yanı başımda duran küçük bir mikrofonu, çemberinin yardımıyla gırtlağımın üzenne gelecek biçimde kafama takmamı söyledi ve şöyle dedi: " Benim bulunduğum pilot yeri ile sizin şimdi yerleştiğiniz yer arasında gidişgeliş yok. Havada iken sizinle ancak bu mikrofon aracılığıylagörüşebiliriz. Birşey istediğiniz zaman da bizi bu mikrofonla arayabilirsiniz." Pilot sonra yüzünde belıren ciddi S. Akpınar Güney Kore'de muhabiriik yaparken... bireda ile şöyle dedi: " Şimdi söyleyeceklerimi dikkatbıl hazırbeklıyordu. Uçağın kapısınınaçılle dinleyin. Havada iken altınızdaki kapak açılırsa, bize hıçbır şey sormayın, zaman yi masıyla kurye, elinde gazetecılerin çeşitlı yazı ve fotoğraflannın, filmlerinin buluntirmeden hemen atlayın ve paraşütünüzü duğu çanta olduğu halde otomobıle doğru açın..." hızla koştu, öteki iki gazeteciy le beni de alBu sözler karşısında hayli heyecanlandım dı. Otomobilin ikisı sağ, ikisi de sol yanında ama yapacak bir şey yoktu!.. olmak üzere dört motosikletli vardı. H iç zaUçuşa geçme zamanı gelmişti. Herkes man yitırilmeden yola çıkı Idı. Motosiklethyerini aldıktan sonra havalandık. Belirli ler sirenlerinı çalarak yolda bulunan araçlayüksekliğe çıktıktan sonra gözlerimi, iki tun kenaraçekılmeleri için uyanyordu. Toktamacından tuttuğum dürbüne göre ayarladım ve Güney Kore ile Japonya'nın dağlan yo' nun merkeziyle Haneda Havaalanı arası 50 dakika kadar sürüyordu. Motosikletlilenı, yeşil ovalannı, nehırlerini, göllerini, rin yolu açmasıyla süre oldukça kısaldı. kentlerini yol boyunca birer tablo gibi yakından izledim. Biraramikrofondanbirses Gazete ve ajanslann bürolan Tokyo' nun geldi. Pilot rahat olup olmadığımı soruyor merkezindeünlü büyük bir yapı olanDaicdu. Bir süre sonra, sağsalim, altımdaki ka hi Building'deydi. Binanın önünde geniş, pak açılmadan Tokyo'nun Haneda Havaala yüksek bir merdiven vardı. Otomobilin bunı'naindik. rada durmasıyla kurye hemen indi, koşar adım merdivenleri çıktı, hiç oyalanmadan Japonya'nın henüzAmerikan birliklerinin işgali altında bulunduğu günlerdi. Daha zarflantekertekerilgilibürolarateslimetti. Işte.savaşmuhabirlerihaberlerini bukoşulönce haber verildiğinden uçağın durduğu larda iletiyorlardı.^ yenn çok yakınında siyah büyük bir otomo BAŞKENT GUNLERİ San rüzgârlar... MÜŞERREF HEKtMOĞLU • stanbul'dan Füsun Akattı geldi • Sevda Şener'de kaldı birkaç gün. | Güzel bir rüzgâr estirdi ören kıyılarında. Eski dostlardan söz ettik. Ayvalık'a gittik bir gün, Pınar Kür'ün güzel evinde bir akşam yemeğine. O evi aynca yazmak gerekir. Dik bir yokuşun ucunda eski bir ev, çizgilerini koruyarak yeni bir yaşam biçimine kavuşuyor. Geçmişin izi silinmeden çağdaş yaşamın koşullan gerçekleşiyor. Mimar Gündüz Işgüder ile Pınar Kür'ün ortak çabasıyla oluşan güzel bir ürün, dahası bir müze ev oluşuyor. Vaktiyle bir papaz oturmuş galiba. Hayli ilginç öyküsü var, Pınar Kür de yazar belki. Kimi zaman şaşılası rastlantılar oluyor dost partılennde. Eski bir Ayvalık evinin bahçesinde, Fenerbahçe'ye, Çiftehavuzlar'a, Nişantaşı'nda bir bahçeye de kapılar açılıyor birden. Emine Uşaklıgil'ı kaç yıldır ilk kez görüyorum Pınar Kür'ün evinde, Nazan Ipşiroglu ile kırk yıl sonra ilk kez karşılaşıyorum. Belleğimdeki küçük bir kız, Zehra Ipşıroğlu da koskoca bir profesör karşımda. Babasının kızı! Onunla konuşurken Mazhar Ipşiroglu ve Sabahattin Eyüboğlu'nun söyleşilerinı anımsıyorum özlemle. Hitit Güneşi ile yeniden partıyor gözlerim. O güneş nedeniyle başlayan girişimler durakladı sonra. Bugün de benzer olaylar yaşanıyor ünıversitede, pariak bir başlangıcın sonu gelmiyor nedense! Pınar Kür'ün yemeği güzel bir tat bıraktı yüreğimde. Elbet burukluğu da var soframız hayli kalabalıktı, söyleşiler de Yekta Kara olayında yoğunlaşıyordu. Keşke Kültür Bakanı Istemihan Talay da izleseydi o konuşmalan. Ben olayın şaşkınlığını yaşıyorum hâlâ, gelışmeleri izliyorum. Türk operasını yabancı ülkelere taşıyan, övgüler, alkışlarla taçlanan bir sanatçıya uygulanan davranış biçimi sanatseveıiiğimi de, yazarlığımı da, yurttaşhğımı da zedeliyor doğrusu. Dahası belli kuşkulardan, korkulardan annamıyorum. Yekta Kara nedeniyle operaya gitmemeyi izleyenlerin tepkisi olarak belirtmek önerisini onaylamıyorum ben. Opera da, bale de daha büyük ilgiyle izlenmeli, yanlışlar, doğrular, boşluklar daha somut tepkilerle belirtilmeli bence. Vazgeçmek değil, vazgeçilmezliği kanıtlamak gerekir. Kişilere de, kurumlara da önemli görevler düşüyor bu yolda. gecekondu türü sitelerin ötesine korkuyla bakıyor insan. Bir de başörtUlü küçük kızlar. Onlar da hormonlu bitkiler gibi. Doğasına ters bir yaşama itilmiş gibi. O başörtüsüyle hak ve özgüıiüğünü yitirmiş gibi. Oysa Sankız haksızlığa karşı direnişin simgesi değil mi? Dağın doruğunda bu nedenle sert esiyor rüzgâr. Direnişı yüreklice sürdürüyor Sankız. Sürdüremeyenleri de uyanyor. Anılar da bastınyor yazarken. Yıllarca önce Aziz Nesin ile gittik Sankız'a, Zeytinli'den Türkmen Ibrahim'in cipiyle. Rüzgâr çok sert, yürumek mümkün değil. Ben arabada kaldım. Aziz direndi gitti. Ama yanyoldan döndü. Yoğun sis nedeniyle Sankız'a ulaşamadı. Şoför Ibrahim güldü: Sankız seni istemiyor Aziz Ağabey, istese yol verirdi, dedi. Belki beni ister diye arabadan indim yola koyuldum. Şaşılası bir olay sis dağıldı, önüm aydınlandı, Sankız'a ulaştım çok geçmeden. Aziz çok güldü, haksızlığa direnmeye çağn diye yorumladı bu olayı. Vakit kalırsa, daha önemlisi tırmanma gücünü bulursam bu kez de gideceğim Sankız'a. Bakalım yol açacak mı bana? ^ Mazhar Ipşiroglu... Çinli bir esir sorguda... Ağustos'un ikinci yansında Sankız şölenleri yapılır Ida'nın tepesınde ve eteklerinde. Toroslar'da başlayan bir yürüyüş dağın doruğunda sona erer, şarkılar, danslaıia uzar şölenler. Bu kez rüzgâr hayli sert esiyor. Sankız Hera'nın öfkesini de bastınyor, diyor dağdaki dostlanm. Elbet haklı nedenleri var. Siyanürle altın arayanlar, nükleer santrallar, zeytinlikleri yok ederek toprağa gömülen milyartar, çarpıklığın çirkin resmini oluşturan Nazan İpşiroğlu: Babasının kızı...