Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
22KASIM 1998. SAYI 661 yıldız..Defalarcayinelencnfırça, spatüldarbeleriyle, altın yaldız geçişlcriy lc yansıttıkları ışık nereye ait'.' Deniz yıldızı mı bıınlar yoksagökyüzüne nıi aitlcr? Mavinin çağrıştırdığı derinlik duygusu Kezban'ın içsel dünyasının dalgalanımlarından, devinimlerinden, geleceğe doğru bakiijindan bizim derinliklerimizeulaşıyor. Aynısesdeğilbelki amabenzerlikleri var. Difj dünya ile iç dünyaarasındaki o ikilemle karşı karşıya kalıyoruz; Melek ve şeytan. Altınyaldızlı birdünyaya yol alan kanattakmıs melek bir yüreğin umudu. Böylc bir dünya var mı? Olabilecek mi'.' Kendi içimizde yaratabilirmiyiz? Yaratsakdahep altın yaldızlı kalabilirmi?(,'erçevelenmis: filmkareleri mi bıınlar'.' Yoksa hayatın ta kendisi mi? Gribirdünyamniçindcmelekler.Hayatkasvetliyüzüııütakınmışken, melek kalınabilir mi? Bu sorular parıltılı, görkemli, fantastik bir anlatımın içinde yol alırken, hayat tünı paradoksal yanlarıyla önümdeydi. Grafik tekniğinin geçit vermez radikal tavırlarını, yumuşakbirkmlmaylaresimseldileyansımasınınzorluğu,meşakkati,çatışmasıda!.. Batıbekibuçatışmayı.içsel olarak çok yaşamadığınısöyliiyorbana"Çatıs;mambelki sanat eleştinnenleriyleoldu. Çünkü ilk çalışmalarımdabunlarresimdeğiltavrıylasıkça karşılaştım. Peki bu sendebir iç hesaplaşmayagirmencnedenolmadımı?"Hayır. Kendimc inanmasaydım, bugün burada ol mazdı m. Şimdi zaten çağdaş sanatta yapılan son çalışmalar bu karşı duruşu çürütme noktasına getirdi. Eğerbupentürolamazdiyorsaeleştirmenler Andy Warhol, Roy Lichenstein,Tom NVesselman'ıdareddetınedurumunagirmiş olıırlar."Pcki,ya grafik eğitimialmıs olmanın teknik farklılığı? Başlarda resme geçişinde bir ikilem veya dezavantaj yararmadı nu?"Aksincözgürbıraktıbeni.Kalıplaşmış cğitim kurallannın dışındabakabildim resim alanına.Sanatçıdediginheralandaatkoşturabilirbanagöre. Bcnimsanatadairtekkorkum; tekrar ve öykünmedir. Onun dışında köklerimyokbenim.Her an, heryere kendi formasyonumukorumadisiplini içinde kalmakşartıylagirebilinm."Özelhayatındada böyle mi? Geçmişlc bağların zayıf mı? "Bcni ben yapan geçmişim. Ama o kadar. Yaptığım herçalışma, her sergi benim için bitmiş, yaşanmış'verafakaldırılmışbirçalışmadır. Yaşadığım an ve gelecek önemli benim için." Beş yıl öncesindc dc, şimdi dc kadınlar hakim resmine. Birbaşınagörüntüsü veren kadınlar..Osöyleşimizde"Hepsi Benim.. "demişti. Hâlâöyle mi?öyleyse geçmişine dc bir gönderme yok mu burada? "Evet, biraz önce köklerime bağlı dcğilim derken, beni ben yapan çocukluk hayatıma ilişkin yalnız1 ık duygusu, o zamanlar acı veren bir olguydu. Şimdiysebeni özgürleştiren, köklerime sıkı sıkıya bağlı kalmamı önleyen bir olumlamayadönüştü. Hepsi benim yine..." Odönemdeki resimlerindc kadınlar oluşturduğun bir zeminetemasediyorlardı. Şimdi göremiyorum onları. "Doğru" diyor gülerek. "tyiceözgürbıraktım."Zamanıdaözgürbıraîctın değil mi? "Zamansızlığı her dönemimde sevdim. Boyutsuzluğu da. Sonsuzluk duygusunuyaşamayı seviyorum." Resmindetekbirtaraftanverilmiyorgölgeler. Cjölgeyi hertarafayayıyor. Işığın nereden geldiği belli dcğil amaışığı hissediyorsunuz. Zamansız,boyutsuz,ycrçekimsizbir dünya ışıktan başka size ne vaat edebi lir ki? Kırmızılar, sarılaryinevarresmindeama mavı daha ağır basmışbu kez. Neden mavi? "Aslındamavi benim çoksevdiğim bir renk değil. Derinliğe gönderme yaparkenkoyuluğu, yokoluşu, sıkıntıyı da içeriyor benim dünyamda. Renklereanlamyüklemeyi seviyorum vc yaptıkça o rengin dilini çözüyorum. Bana mavinin anlattıkları bunlar.." Ironik bir anlatim egcmcn resimlerinde. Resimlerinbiryerindcbarcode'lararastlıyoruz. Hani hipermarketlerde ahşveris; yaptıgmızda karşılaştığımız, elektronik okumayıgerçckleştirenfiyatetiketleri... Yılmaz'ın filmleri gcliyoraklıma... Babanlabenzeşen en önemli özelliğin bu galiba, dedigimdc o da gülüyor bu saptamaya "Evet, dalga geçmcyi seviyorum hayatla..." Rcsim alanına girmcden önce yaptığı af iş çalışmalarını Yılmaz'ın filmlerindc yine gerçekleştiriyor Batıbeki. Arada birbu filmlerin sanat yönetmenliğini de yapıyor ama genlerinde sanatsal alandabenzeştikleri daha başka hangi yönler var sorusundan rahatsız oluyor. O da her insan gibi kendi varoluşunun keyfini sürmek istiyor. Belki de bu sergi kendi bireyselvaroluşununöykülerini barındırıyor içinde. Aynı hayat gibi. Kezban'ın öykülerinin içinde sizne kadar varsınız?Enazından böyle birbuluşma için Batıbeki'nin sergisine uğrayın... ^ 19 PAZARIN PENCERESİNDEN Apo'yu kim kaçırttı? Kim yakalattı? SELÇLK EREZ aşbakan, Ankara Hastanesi'nin Ağız ve Dış Sağlığı Merkezi'ni açarken belirtti: *.<••• "Şehitlerın kanı yerde kalmayacak" Kaldı mı? Eşkıyanın başı acaba gelip kendılığınden mı teslim oldu? "Ben otuz bin insanı öldürdüm, şimdi nedamet duyuyorum, teslim oluyorum" mu dedi? Acaba bunlar aylar önce ilk defa olarak savaşı bıle göze alarak Suriye'ye meydan okumasaydık, o katil, o insanlık dışı varlık o ınınden çıkar mıydı?" Bu hattayı Apo'nun nasıl yakalattırıldığının öykülerini dinlemekle geçirdik: Apo'nun yakalanışında Başbakan'a Ecevıt'in anlamlı boyutta elverdiğini de kavradık: Ecevıt'in Bulgaristan dönuşünde başbakanla yaptıkları basın toplantısında bu açıklandı: "Abdullah Öcalan'ın yakalanması da kararlı tutumumuzun ve Suriye ile ilgili olarak başlatmış oldugumuz sürecin bir sonucudur!" dedı Ecevit. Cengiz Çandar'a bakarsanız, CHP'den gensoru gelince bıttiği varsayılan Mesut Yılmaz'ın, üstelik son derece moralsiz ve bitkin düşmüş bir ANAP'ın büyük kongresi arefesinde, Apo'nun yakalanması hadisesinin bir "hükümet zaferi" olarak "iç politika amaçlı" kullanılmasında şaşılacak bir yon yok. Apo'nun kaçmasında, yıllarca süren gerilla savaşını başarıyla sona yaklaştıran, PKK'yi darmadağın eden Silahlı Kuvvetlerimizin katkısı yok mudur? Suriye'ye ihtarı, önce Türk Silahlı Kuvvetlerı'nın (TSK) bir komutanı, Hatay'dan yapmamış mıdır? TSK'nin muhtemel bir savaş ve sonuçları konusunda hesabı kitabı ve garantisi olmazsa Suriye'ye kim ne diyebilir, ondan kim neyı isteyebilirdı? Bütün bu açıklama ve sahiplenmelerde başarının asıl sahiplerinin hakkını teslim etmek güç mü geliyor? Başkasının başarısını üstlenmek konusunda söylenmış birçok atasözü var. Ama tarihte yer almış olaylar, irdelememizi daha kolaylaştırır. Oktay Akbal'ın büyükbabası Ebubekır Hazım Tepeyran'ın "Hatıralar"ında bir "demiryolundan çalınan top" olayı yer alır "1897 3enesı Hazıran'ın 25'inci gecesi Mabeyn Başkatıbınden aldığım telgrafta "Yunan Muhaberesinde ganimet olarak alınıp Istanbul'a nakledilen toplardan birinin Selanik'le Istanbul arasında vagondan çalındığı anlaşılarak bu hal Nezdi Şahane'de fevkalade tessürü mucip olduğundan her kim bulursa rütbe ve nışanla beraber 300 lira ihsan buyurulacağı iş'ar ve ... ona göre tahkikat ve taharriyat icrası" emrolunuyordu ...Kuleli Istasyonunda 17 top sayılmış olduğundan birinin bu istasyonla Dedeağaç arasında kaybolduğu anlaşıldı. Topları götüren katarda yalnız bir Ermeni'nin Edirne'ye gıdıp bir gün sonra Dedeağaç'a dönduğünü, polıs dairesinden yolcu defterınden ve tren şefi ile 3 'gardfren'den birinin Osmanlı Rum'u, birinin Italyan ve dığerinin de Yunan tebaasından olduklarını öğrendım. Gardefrenlerin tutuklanıp getırılmelerini bildirip Ermeni'yı o gece buldurarak bizzat sorguya çektım. Anlaşıldığına göre kendisi tren memuru ile beraber furgonlara gitmişti. Memur, tren Dedeağaç'tan bir ikı kilometre uzaklaştıktan sonra furgondaki petrol lambasıyla işaret vermiş, toplardan bıri de oraya atılmıştı. Ertesi gun Edirne'den gonderılen tren memuru ile garde frenleri sorguya çektim. Topu bunların yol kenarına attıklarında şüphe kalmadı ıse de yerlerini söyletmek için birçok vaat ve tehditlerde bulunduğum halde itiraf etmedıler. Bu olaydan iki gün sonra Istanbul'da asker misafirhanesınde memur Mıralay Ismaıl ve Binbaşı Rüştü Beylerle Ali Efendi namında bir yüzbaşı gelerek beni ziyaretle kaybolan topu aramaya memur olduklarından Selanik'e kadar gıdeceklerini, fakat buraya kadar demiryolu ile geldikleri gibi Selanik'e kadar da öyle gidecekleri için topu nasıl bulacaklarını bilemediklerini söylediler.. "Hiçbıryere gitmeyin...Maznunları tevkif ettim...lş sadece topun yerini itiraf ettirmeye kaldı." dedim. Bir gün sonra da Sirkeci Polis Komiseri Mustafa ile ..Edime Polis Komiseri Cemal Efendi geldiler. "Topu aramak için mi geldiniz?" diye sordum. Topu bulacaklara vaat olunan rütbeye, nışana, özellikle 300 liraya ortak çıkmasına meydan vermemek için bu işe memur olduklarını inkar ederek Gümülcıne'ye gideceklerini söylediler fakat maznunları tevkif ettiğimi öğrenince Dedeağaç'tan ayrılmadılar. Topun Dedeağaç Istasyonuna 2 kilometre mesafede yolun deniz tarafına atıldığı itiraf ettirilince bir drezin (bakım arabası) ile gıdıp orada aranma yapmak üzere birkaç jandarma gönderdikten sonra Mıralay Ismail ve Binbaşı Rüştü Beylerle biz de araba ile gittik. Bundan sonra trenle gidildi ve bir kilometre sonra jandarmaların drezi ile karşılaşıp durduk. Jandarmalar dreze binerken tesadüfen orada bulunan Sirkeci polis komıserının bunların top için glttiklerini sezerek dreze zorla binmiş olduğunu öğrendlk. Top bulundu. Topun bulunduğu kasabada duyulduğundan istasyon ve hükümet bahçesi çok kalabalıktı. Hükümet Dairesı önünde beni istikbal ve tebrik eden kalabahk arasında Vali Vekılı Müşir Arif Paşa'nın yaveri olan binbaşıyı görünce ne zaman geldiğini sordum. 'Zatı ulyazınızın lokomotifiyle topu getlrmeye gittiğiniz katar ile geldim1 cevabını verdi. Sonradan hayretle öğrendiğime göre vilayet, Mabeyn Başkatibine vükeladan, mabeyn erkanından bazılarına, 'Topu ben buldum, bız bulduk!' diye Dedeağaç'tan birçok telgraf çekilmişti. Hatta kendisi Dedeağaç Istasyonuna çıkmadan topu getirmeye gıttiğimiz yaver binbaşı da topu kendisinin bulduğunu valiye telgrafla müjdelemıştı. "İki üç gün sonra gittiğim Edirne'de Mabeyn Başkatibinden aldığım bir telgrafta. 'Sirkeci ve Edirne polis komıserlerının de topun bulunmasında muhım hızmetler etmış olduğu' iddia edilmekte olduğundan bahis ile hakikat benden sorulmaktaydı." Tepeyran'ın Hatırat'ında anlatılan top da öyle kocaman bir şey değil, bir insanın belkı de ikinci bir kimsenin yardımıyla yerden kaldırabıleceğı, yüz kılo cıvarında kundaksız bir havan topuymuş.. Gorülüyor kı başkasının başarısını üstlenerek ya da ortaya çıkarak ödül aramak yeni bir şey değil.. Insanoğlu bu yolda daha çok başarıstz kaldiğında, yaptığı ettiği yeterınce göz doldurmadığında başvuruyor.. Yine görüyoruz kı bu da geçerlı, sonuca ulaştıran bir yol değil; belkı ilgilileri kandırıp bir madalya ve bahşiş koparabiliyorsunuz ama bilmem kaç yıl sonra biri olup bitenin aslını yazınca, foyanız ortaya çıkıyor, siz utanmasanız bile çoluğunuz çocuğunuz güç durumda kalabiliyor! ^