30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

A A F N T O İT AK AL R F İ P R K A Eski Orsay Garı'nda Paris'in yeni müzesi Bugün Orsay MUzesi olan garın ana hol bttlUmü, 40 mctraya 130 matralik blr alan ğer 1900'lerde, Paris'te doğmuş olsaydım, Orsay Garı'ndan bir trene binip bır yerlere gidip gelebilirdim.... Paris'te Louvre Sarayı'nın karşısında Seine Nehri'nin öbür yakasında, Quai d'Orsay'daki Orsay Garı'nın öyküsü 1900'lerin ortalarına kadar devam etmiş. Daha sonra trenlere kapılarını kapatan gar, bir aralık Hotel Drouot'nun yenilenmesi sırasında, bir müzayede evi olarak da kapılarını açık tutmuş. Ben, 1900'lerin ortalarında doğmuş biri olarak garın hikâyesini yaşamadım. Ama zaman zaman Paris'e giden biri olarak Orsay'da müzayede izlediğim oldu. 1900'de Victor Laloux tarafından iki yıl içinde inşa edilen gar, müze haline 1986'da dönüştü. Müzenin iç «ıimarisini Gae Aulenti düzenledi. Müzenin proje aşaması ise uzun yılları kapsadı. 1972 proje çalışmalarının ilk adımı idi. Orsay Müzesi'nde sergilenen eserlerin ortak bir özelliği var. Bu özellik zaman boyutunda bir özellik. Müzede sergilenen eserler 19. yüzyıl ortalan ve 20. yüzyıl başı ile sınırlı... Daha doğrusu, 18481914'ler arasında üretilmiş eserler başlangıç tarihi proletaryanın özgün bir güç halinde ortaya çıkması; bitiş tarihi ise 1. Dünya Savaşı'nın başlangıcı... Bu kısa bilgiler, bundan önce 34 kez gezdiğim Orsay Müzesi'nin tam kapısının önündeki kuyrukta iken belleğimden geçti. Biletimi alıp içeriye girdim. Tabii sıkı güvenlik kontrolleri arasından geçtikten sonra... Müzenin içinde büyük bir alanda buluyoruz kendimizi. Eskiden trenlerin geçtiği insanların acele ile koştuğu bir alan burası. Bizim Haydarpaşa Gan'nın bir değişiği, bir büyüğü. Ama şimdi 19. yüzyıl sanatının buluştuğu, geçmiş yüzyılımızı bize toplu olarak sunan bir müze artık. Bu büyük mekân, dilerseniz buna müzenin girişi diyelim; heykellere ayrılmış, mermer, bronz heykellere... Gözümüze aşina gelen, örneklerine ülkemizde de rastladığımız Marcier'ye, Moreau'ya ait bronz heykeller, Clesinger, Pradier, Lacombe, Dalou'ya ait heykeller büyülüyor insanı. Muazzam büyük bir mekân ve onunla çok güzel bağdaşmış irili ufaklı heykeller; mermerden, bronzdan. Burası insanı hemen içine çağıran bir alan. Bu alanın iki yanında ise çok çağdaş bir biçimde ayrılmış mekânlarda, tablolar ve 19. yüzyıl mobilyaları sergileniyor. Tablolar genellikle gerçekçi ve geleneksel üsluplarda. Burada Diaz de la Perra'yı, Duprt'yi, Troyon'u, Delacroix'yu bulabilirsiniz. Ve artık bütün dünyanın son zamanlardaki gözdesi, bir zamanların âdeta kovalanan ressamları; empresyonistler, postempresyonistler ve preempresyonistlere 'çıkmak için', merdivenlere yönelebilirsiniz. E Isterseniz yürüyen merdivenlerle çıkın. Yukarıda ust kattaki salona girmeden, muzenın hemen hemen pek çok yerinde de olduğu gibi kitaplar ve broşürler satılan bölüme rastlayabilirsiniz. Oradaki ufak kuyruktan urküp "Ben sonra aşagıdan da kitap alabilirim," derseniz yanılırsınız. Çünkü aşağıdaki kuyruklar yukarıdakileri aratacak uzunlukta. Şimdi müzenin üst katındayız (Kendinizi hiç de "gar"da hissetmiyorsunuz.) Kitaplarda, posterlerde defalarca gördüğünüz büyük ustalann tablolarına artık iyice yaklaşabiliriz. Ama herhalde biraz uzaktan bakmak daha doğru olur. lsterseniz oturabilirsiniz de. Hem biraz oturun, yorgunluk atın. Artık Manet'ler, Claude Monet'ler, Renoir'lar, Degas'lar, ToulouseLautrec'ler Van Gogh'lar arasında uzun bir yolculuk yapın... Ben öyle yaptım. Bir gördüğümu bir daha görmek için. Bir sonraki salona gidip tekrar geri dönerek gezdim müzeyi. Kendimce yakıştırmalar yaptım: "bu tablo ne kadar Nazmi Ziya'yı andınyor", "Bu ne kadar Halil Paşa," dedim. Bir yandan kafamda Turk tabloları, önümde ise Gaugin'ler, C^zanne'lar... Gezimi sürdürdum. Biliyorum bu sonsuz bir gezi, ne kadar giderseniz o kadar devam etmek istersiniz; az gelir insana, o kadar çok şey görmediğinizi fark edersiniz. Hele bir tek resme ne kadar uzun ve de dikkatli bakılması gerektiğini Sabri Berkel'den öğrendikten sonra... Gezerken kalabalık beni etkiliyor. tnsanlar merakla eserlere bakıyorlar. Aklıma Istanbul'daki müzelerimiz geliyor. Artık kalabalıklara da alıştık. Ama bizim müzelerimizi gezenler genelde bizim insanlarımız değil, turistler. burada ise Fransız çocukları, gençler, yaşlılar. Mart ayının bir cuma gününde bile, müzeleri doldurmuşlar. Signac'lara, Matisse'lere, Seurat'lara kısa bir göz atıp müzenin havasını anlatmak için lokantaya yöneliyorum. Uzun bir kuyruk; sıranın ne zaman geleceği belli değil. Kafeteryada kahve içme yerine bir Paris kahvesinde kahve içmeyi yeğleyip aşağı doğru merdivenlere yöneliyorum. İlk izlenim her zaman önemlidir. labii son izlenim de. Orsay Müzesi'nin giriş ve çıkışını yaptığınız platforma gelince bu durum iyice belirginleşiyor. Bir yandan önümüzden otomobiller geçerken, yanımızda bronz at ve gergedan heykellerı yükseliyor. Gidip imzalarına bakıyorum. Bunlar tanıdık imzalar. Çok keyifleniyorum çıkışta bir kez daha; çünkü Orsay Müzesi'nin önündeki at heykelinin ımzası, Beylerbeyi Sarayı'ndaki heykellerin ve Sakıp Sabancı'nın bahçesindeki at heykelinin imzaları ile aynı: Rouillard imzalı. Keyifle, bir Paris kahvesinde kahve içmeye gidiyorum. < 24 C U M H U R İ Y E T OEKBİ 31 MART 199 1 SAYI 2 1 4
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle