Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
PAZARIN PENCERESINOEN Miras kılavuzu dalet Ağaoğlu "Göç Temizliği"nde, "ölülerimizin ardından AA birtakım güzel sözler söylüyor, • " yazıyorum. Bunlar da gerekli," der; "öliiler adına olmasa bile kendiniz için, yokuşa karşı durabiJmemiz için gerekli. Ama belki de ölülerinıi/in asıl söylenmesini, yazılmasını isteyecekleri şeyler, ölüme gafil yakalanıp da kendilerinin anlatamadıklarını anlatmaktır." ölümün yaklaştığını hissedip, sezipbazen de vehmedip fınale kalkar gibi, söyleyeceklerini söylemeden gitmemek istercesine, her zamankinden fazla çalışarak bol eser üreten az değildir. Azra Erhat son yıllarda böyleydi. "Söyleyeceklerini söylemeden gitmemek...", böylece belki de mezarötesinden bu yana doğru baktığımızda huzur içinde olabilmek, daha olumlu bir "öbiir dünya ruh haleti" içinde bulunabilmek özlemi bir hayli yaygın galiba... ölüme gafil avlanmayanlarımız en azından nereye gömüleceklerini, mezar taşlarına ne ya/ılacağını belirtip taşınıyorlar. ölüm ilanlarının aynntısına kadar düşünenler bile var. Tabii ideali, miras konusunu da eksiksi/ halledip, neyin kime kalacağını, tahtımıza kimin oturacağını, hangi vakıftaki yerimizi kimin alacağını da saptayacak zamanı bulabilmektedir. Bugüne kadar Istanbul'da yapılan biitün kitap müzayedelerine gittim: Maalesef hiçbirinde vasiyetnamenin nasıl hazırlanacağını belirten, insanlara bu konuda yol gösteren bir kitaba bir "guidebook"a rastlamadım. Kanuni'nin Sadrazamı Makbul Ibrahim Paşa'nın bile bunca han ve hamamından torunlarına hiçbir şey kalmadığını, "Şark"ta beylerin çocuklarına daha çok "nasihat" ve "ad", hanımların da "işlemeli örtü" ve "brocard" bırakabildiklerini görüp gerçeğin Osmanlıca'dan başka dillerde aranması gerektiği sonucuna ulaştım. Bu konudaki yol göstericilerin yokluğu yüzünden sıram yaklaşırken pek zorlanacağımı hissediyorum: Bırakacağım mirasın kapsamına girenleri en çok isteyene mi yoksa bunları öngördüğüm amaca en uygun olarak kullanacaklara mı "tevdi" etmeliyim? llk çözümlenmesi gereken sorun bu! Eğer gözümüz kimseyi tutmazsa topladıklarımızı devlete mi bırakalım? Rahmetli Kemal Elker, büyükbabasından ve babasından kalan eşi bulun maz güzel yazı örnekleriyle dolu zengin koleksiyonunu Vakıflar'a hibe etmişti. Bu koleksiyondan oluşturulan güzel yazı müzesinin ilk müdürlüğünü de yapmıştı. Müze müdürlüğünden ayrıldıktan uzunca bir süre sonra bir gün benden kendisini Vatan Caddesi'ndeki Lunapark' a bakan müzeye götürmemi istemişti. Bırakmış olduğu bazı yazı örneklerinin kaybolduğunu, hibe ettiklerinden bazılannın da rutubetten vb. bozulduğunu görünce nasıl üzüldüğünü, nasıl fenalaştığını bugün bile acıyla hatırlarım. Mirasçılarımız kim olmalı? Bazıları ancak bizle kan bağı bulunanlann mirasçımız olabileceğini, kan bağı olmayanlara ise sadece öğüt bırakabileceğimizi ileri sürmektedirler. Ancak mülkiyet fikri bile tartışma konusu, hele bize ait olanların olabile ğim de yok. Bu nedenle camıyla, çerçevesiyle bu gözlüğü "benim" sayamıyorum. Eskiden kırsal, köysel bölgelerde, gözlük takanlar azken "gözlük" bazen bir kimseyi belirleyen en önemli simge olabiliyordu. Mesela babamın "gözlüklü dayı" olarak anılan bir dayısı vardı ki bugün onun adını güçlükle anımsıyor, rahmetliyi daha çok "gözlükleriyle" anıyoruz. Sonra Bodrum' un eskilerinden Ali Cengiz'in anlattığı bir "gözlük" hikâyesini de unutmam imkânsızdır: Bodrum'un anlı şanlı kaçakçılarından Hasip zamanla çok zengin olmuş, eskiden "Kefaluka" olarak anılan"Akyarlar" köyündeki manastırın olduğu yeri satın almıştı. "Kefaluka"nın en görkemli evinin eski sahibi Dr. Zvino, çevresinde gözlükleriyle tanınan bir kimseydi. O kadar ki ölüp de manastmn bahçesınde gömüldüğünde gözlüklerini mezarına çimentoyîa iliştirmişlerdi. Bunu kendisi mi istemişti bilmiyoruz; ama Hasib'in bu arsayı satın aldığı gün Zvino'nun gözlüklerini kırıp denize attığını biliyoruz! ölmüşlerin gözlüklerini kapsayan vasiyetler daima onlan amaçlanna ulaştıramıyor. Çiftliği'ni, Maçka'nın iki numaralı parkını oluşturan ağaçlı vadiyi, Polonezköy'ü, Bcşiktaş'taki Resim ve Heykel Müzesi'ni çok seviyor ve benimsiyorum. Vasiyetnameme bunları yazabilir miyim? Mesele, "Kimlere bırakacağım" değil, mesele bunların ölümüme kadar istimlak edilmeden, yok edilmeden, yerleri sürülüp blok binalar dikilmeden kalıp kalamayacaklarıdır! Sevdiğim ve sevdiğim kadar benimsediklerimin arasında babamın 1959'da sattığı 1948 modeli siyah Desoto ve Shirley Bessie'nin birkaç plağı da var, eski Yeditepe dergisinin eksik sayılı ciltleri de var; Büyükbabam Plevne'ye gittiğinde yapılmış Fransız mikroskopu, iki şifa taşı, Hiiseyin ve Zeynep Yarsuvat'ın hediyesi "Köstebek kapanı" ve Roma yapısı bir bronz aşık kemiği de var. Bunları kime bırakacağımı ince ince düşüneceğim. tyi bir koleksiyoncunun ömrü boyunca binbir zahmetle bir araya getirdiği, adını ebedileştirmeye yarayacak bir müze oluşturabileh nesneleri resmi ya da özel bir kuruma bırakmayıp bunları topladıkları ile hiç ilgilenme ceklerin sınırları hâlâ eksiksiz, her türlü tartışmayı giderecek şekilde çizilmiş değil: Benim olan nedir? Mülkümün sınırı nerede başlar? Nerede sona erer? Hilmi Yavuz'un çevirmiş olduğu bir şiirinde (About the house) W.H. Auden bu sınırı benim anlayacağım şekilde çizmiş: "Burnumdan yarım metre ötede Biter benim sınırım . Arada cl değmemiş hava, Benim mülkümdür, toprağım Sakın saygısızca girmeyin derim Silahım yok ama tükürebilirim!'1 İyi, güzel, kabul ama bu tarife göre ne yazabilirim vasiyetnameme? Mesela on dört yaşımdan beri burnumun oyuğunda taşıdığım gözlüğü mü? Bunu hâlâ bunca yıl geçtiği halde benimseyemedim! Bu gidişlc benimseyece Ancak ölmüşlerin gö/lüklerinin onların ruhlarına, "En güzel fatihalar okutacak" şekilde kullanıldığına da şahit olduğunu söylemeliyim. Uzun yıllar önce Beyazıt Camisi'nin dibindeki Küllük'te ölmüşlerden arta kalan gözlükleri bir sepet içinde gözleri iyi seçmeyen fakir fukaraya çok ucuza satan bir adam tanımıştım. Bu gözlükleri takıp caminin en uzak minaresinin ikinci şerefesini seçtin mi tamam! "Sağ ile fena değil ama sol gözle hafif bulanık görüyorum" diyenlere Mahmutpaşa'da çocuklara dar pabuç yutturan ayakkabıcı csnafı gibi, "Bu iyidir", derdi; "Kullandıkça açılır. Zamanla alışır, daha iyi görürsün!" İyisi mi vasiyetnamemize gözlüklerle ılgili hiçbir şey ya/mamalı. Gözlüklerim için beslediğim bu olumsu/ duygulara karşı Bilezikçi yen hayta oğularına terketmcyi tcrcih ettiğini duymuştum. "Iopladıklarım bana yaşamım boyunca zevk verdi. Ben ölünce oğullarım bunları müzayedelerde satacaklar. O zaman koleksiyonumda bulunanlar bunlardan benim gibi zevk alan, bunları seven insanların koleksiyonlarına dağılacak. Böylece ben amacıma ulaşmış, topladıklarımın değerini bilenlere ulaşmasını sağlamış olacağım"demiş. Bakıyorsunuz bazen geride bıraktıklarımızla ilgili hiçbir şey yazmamak, hiçbir belge bırakmamak, doğal akışın her şeyi en doğru, en güzel yerine ulaştıracağına güvenerek aslında en hergelece yazılmış, kırk bir uzmana, on bir avukata hazırlatılmış vasiyetnamelerden daha etkili daha "yahşi" daha "amacına ulaştıran" bir vasiyetname olabiliyor.4 14 CUMHURİYET0ER6İ31MART1991SAYI264